- EBU BEKİR HİLAFETİNDE İSLAM

Adsense kodları


EBU BEKİR HİLAFETİNDE İSLAM

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
seymanur K
Fri 23 September 2011, 04:40 pm GMT +0200
3. EBU BEKİR (R.A.) HİLAFETİNDE İSLAM
 

Allah Rasulü ahirete irtihal etmek üzereyken müslümanlar arasında bir takım sürtüşmelerin olduğu söylen­mektedir. Hastalığının son günlerinde eshaptan bazıları ile birlikteyken, raüslümanların yanlış yollara sapmaması için kağıt kalem isteyerek vasiyetname yazması isteğinin getirmiş olduğu tartışmalar, [159] peygamberimizin rahatsız­lığını duyan bazı beyinsizlerin peyagmberlik iddiasında bulunmaları"[160], irtihalinden sonra Üsame ordusunun Suri­ye üzerine gönderilmesi tartışmaları[161], sağda-solda bazı ilticaların görülmesi, bir yandan Rasulullah'ın naaşı kal­dırılırken, diğer taraftan halife seçimi için Beni Sakife'deki gelişmeler...

Bu tartışmalardan da öte onun ölümüne herkes şaşır­mış, telaşlanmış, Hz. Ali ve Osman dahi donup kalmışlar­dı. Hatta Hz. Ömer onları teskin etmek için, "Muhammed ölmedi. Öldü diyenin kellesini uçururum." diyordu. Bu nâzik ve kritik anda soğukkanlılığını koruyabilen Hz. Ebu Bekir olmuştu. Ebu Bekir (r.a) hemen bir hutbe irad ederek şunları söyledi:

"Ey nas, içinizde Muhammed'e tapan varsa, iyibilsin ki o ölmüştür. Ama kim Allah'a tapmışsa iyibilsinki Allah ölümsüzdür, bakidir." Ve Kur'andaki şu ayetleri onlara okudu:

"Muhammed ancak bir peygamber­dir. Ondan önce nice rasuller geldi geçti. Eğer Muham­med ölür veya öldürülürse, siz gerisin geriye mi dönecek­siniz? Her kim geri dönerse Allah'a hiç bir zarar vermez. Allah şükredenlere mükafatı verir. " [162]

Bu ayet halbuki daha önce Uhud savaşında 'Rasulullah (a.s) öldürüldü' şayiası üzerine nazil olmuştu. Ancak Allah Rasulü'nün kaybı, oradaki telaş ve şaşkınlıktan bu ayeti pek çok kişi hatırlayamamıştı. Hz. Ebu Bekir bu ayeti kendilerine hatırlattığında uykudan uyanır gibi her­kes kendine gelmişti.

Şimdi içimden gelen bir duyguyla diyorum ki, bir nadi olsa da bu ayeti kerimeyi Hz. Ebu Bekir'in okuduğu gibi okusa da, uykuya dalmış bu insanları uyandırsa, Ya­ni, Allah Rasulu, Ebubekir ve Ömer’ler, Ali' ve Osmanlar, aranızda yok diye dininize sahip çikmayacakmısmız?! Dava, davetçi kadar ehemmiyetli değil midir? Davetçi aranızdan kaybolursa, davadan vaz mı geçeceksiniz? Şu­nu açıkça bilelim ki bu dava hiç bir insanla kaim değildir. Dava Allah'ın davasıdır. Dava adamı gelip geçer, ancak dava ağır bir taş misali yerinde kalır. Bu ağır taş misali olan dava, yani İslam kıyamete kadar omuzlarda taşınma­lıdır. Hz. Adem (a.s)'dan itibaren Rasul ve nebiler 632 tarihine kadar davayı taşımış, ondan bu yana da bir çok da­va adamı onu omuzlamış, sancağı yerde bırakmamıştır. Şimdilerde ise, dava bizleri beklemektedir. İslam sancağı­nı yerden sürükleyerek ona sahip çıkmak büyük bir hakarettir. Onu ayaklar altından kaldırarak, başımızdan yüksek tutarak taşımalıyız; kendimizden sonrakine sağlam bir şe­kilde teslim edene kadar."

Allah Rasulü'nün ısrarla ümmetinden istediği şey,'benden sonra sakın eski cahiliye hayatına dönmeyin', di­ye haykırmasıydı. Hatta son anlarında, "kendi peygam­berlerine ve bir takım evliyaya ait mezarları birer ibadet yeri haline getiren Yahudi ve hıristiyanlara uymayınız. Allah sizi bundan men eder. Allah Yahudi ve Hıristiyanları rahmetinden uzak kılsın. Bunlar peygamberlerinin mezarlarını birer ibadet yeri haline soktular" [163] gibi söz­lerle ümmetini uyarmıştı.

Allah Rasulü'nün bu mübarek sözü maalesef ondan kısa bir süre sonra unutulmuş, bir çok kimseler bir çok konularda irtica etmiş, Rasulullah'ın emrine muhalif dav­ranmışlardı. Kimileri namaz kılıp zekat vermeyeceklerini söylerken, kimileri de, evliya bildiklerinin mezarlarını türbe haline getirerek onlardan yardım talep ederek Yahu­di ve hıristiyanlara özenmişlerdi. Yine kimileri namazları sadece 'cuma' ya has kılarken, kimileri de sadece 'bayramdan bayrama' has kılmıştır. Kimileri faizi ekonomi için kaçınılırız görürken, kimileri de gençlere genel evleri tahsis etmekle sahip çıkmak istemişlerdir. Hülasa kimileri medenileşmeyi Avrupa gibi hayvanca yaşamakta görür­ken, kimileri de İslam'a arap veya çöl kanunu diyebilmiş­lerdir. Örnekleri çoğaltmadan diyoruz ki Allah Rasulü'nden sonra bütün dünyada geriye dönüldüğü halde, 'İs­lam' ismini de kimse bir türlü kendisinden kaldırmak iste­memiştir. Allah, kimin irtica ettiğini, kimin de müslüman olarak kaldığını mutlaka ortaya koyacaktır.

Büyük halife Ebu Bekir işbaşına getirilir getirilmez, Rasulullah'ın (a.s) İslam sancağını bıraktığı yerden sahip çıktı ve 2. Halife Ömer'e teslim edinceye kadar en güzel şekilde koruyup muhafaza etti. Allah Rasulü'nün ölümüy­le herkes, 'bu iş artık bitti, peygamber öldükten sonra yaşayıpta ne yapacaksınız' diye çığlık atarken, O bunların hiç birisine kulak vermeden doğru bildiği hak davada yü­rümeye devam etmişti. Ancak onun İslam'ı sahiplenmesi sıradan kolay bir iş değildi. İki yıllık halifeliği esnasında­ki bedeninin yıpranışı, altmış yılına bedeldi.

Bir yandan Allah Rasulü'nun kaybından hüzünler or­tadayken, diğer yandan halife seçiminin verdiği kompleks halen sıcaklığını korumaktaydı. Yine bir yandan yalancı peygamberlerin etkileri silinmemişken,-diğer yandan mürtecilerin sürdürdüğü eylemler devam etmekteydi. Yi­ne bir yandan Allah Rasulü'nun göndermek isteği Üsame ordusu beklerken, diğer yandan namaza razı olup, zekata razı olmayanların tahrikleri çözüm bekliyordu. Evet, Büyük Halifenin iki yıl içinde halletmesi gereken daha bir çok sorunlar vardı.

Büyük halife ille iş olarak, ashabın heyecanını teskin etmeye çalıştı. Arkasından halife seçiminde pek ileri gi­den Ensan tehlikeli yoldan çevirerek İslam birliğini mu­hafaza etti. Zira Ensar, Halife seçiminde bir hayli kırılmış ve müslümanlar çok kritik dönem atlatmıştı. Bir taraftan daha Rasulullah (a.s)'in naaşı yerdeyken, bir taraftanda halife seçiliyordu, Ensar Beni Sakifte Saad B. Ubadeyi namzet gösterirken, Muhacirler de Ebu Bekir üzerinde duruyorlardı. Üçüncü olarak bilinen Haşimiler de halife­lik zaten bizim hakkımızdır diyerek Hz. Ali ile beraberlerdi.

Hz. Ebu Bekir, bir çok noktalardan ümmetin dikkati­ni çekmekteydi. İlk dört müslümanlardan oluşu; Miraç olayında kimse Rasulullah'a inanmak istemezken, herkes­ten önce onun tasdik etmesi; Sevr mağarasında en kritik anlarda dahi Rasulullah'ı yalnız bırakmaması; Rasulullah'ın hastalığından dolayı namaza gelemediği anlarda namazı onun kıldırması; ve herkesin 'Muhammed öldü' diyerek işe son vermelerinde onun imdada yetişmesi gibi özelliklere sahipti. İşte, seçimin müslümanlar arasına sok­tuğu soğukluğu, her iki tarafa nasihat yaparak, 'işte size Ömer ile Ebu Ubeyde... Birini seçin ve ona biat edin di­yerek onları susturmuştu. Ebu Bekir'in bu alicenaplığını görenler ona biat ederek aralarından halife seçmişlerdi.

Ebu Bekir Halife olunca şu meşhur konuşmasını yap­mıştı:

"Ben sizin hayırlınız olmadığım halde size emir seçildim. Eğer iyilik yaparsam bana yardım ediniz. Fenalık yaparsam beni doğrulayınız. Ben Allah ve Rasulü'ne itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz. Karşı gelirsem bana olan itaatiniz kalkar..."

Halife Ebu Bekir (r.a), büyük çapta güven ve asayişi sağladıktan sonra Üsameyi teçhiz edip Suriye üzerine göndererek Rasulullah'ın emrini yerine getirmişti. Onun bir kölenin oğlu olduğu ve ondan daha layık olanların bulunduğunu söyleyerek itirazlarda bulunanlara şunları söy­ledi:

'Rasulullah'ın emri bu merkezdedir. Onu benden kimse azletmeye germesin." Böylece olaya ağırlığını koy­muş ve prestijini sarstırmadan muhaliflerini susturmuştu.

Diğer yandan yalancı peygamberlerin etkisinde kalıp "biz itikadımızı ve namazımızı devam ettiririz. Ancak ze­kat vermeyiz, 'diyenlere de şunları söylemiştir:

 Rasulul­lah'a verdiğiniz her şeyi bana da vereceksiniz. Bu konuda hiç bir federalık sözkonusu değildir. Ona verdiğiniz bir oğlağı dahi sizden esirgemem." Böylece onlara karşı ke­sin tavrım koyarak 'Vallahi namaz ile zekat arasını açan­lara mutlaka savaşacağım' diyerek üzerlerine ordu göndermiştir. Zira İslam'ın bütünlüğünü korumak zorunday­dı. Bu konuda hiç bir taviz verilemezdi. Allah Rasulü'nun çizgisinde yürümekten başka hiç bir şey tanımıyordu. Çünkü o, Rasuîullah'ın halifesi, Rasulullah'ın vekiliydi.

Halife Ebubekir (r.a), Yahudi ve münafıkların zayıf ve yeni müslümanlar üzerinde oynadığı oyunları da boza­rak onlara bu fırsatı tanımamiştır. İki yıllık kısa bir za­manda müslümanların ve İslam'ın vahdetini sağlayarak görevini en mükemmel bir şekilde yerine getirmeye çalış­mıştır. Rasulullah (a.s) döneminde bir araya getirilemeyen Kur'an sahifeierini de biraraya getirerek, ayet ve sureleri yerli yerine koydurarak muazzam kitabı ortaya çıkarmış­tır. Onun bu yemliği yanında, bir takım iç savaşlarda bu­lunması, bir çok fetihlerde bulunarak Irak, Hire, Suriye ve Busra gibi şehirleri fethetmesi de dikkati çekmektedir.

Hülasa; Rasulullah'ın gösterdiği yoldan geri dönenler ve onun tebliğ ettiği akideye yarım yamalak inanıp yakın mazinin hasretiyle yananlar için büyük bir fırsat doğmuş­tu. Kalbi hasta olan bu heriflerin, fırsatı değerlendirerek irtica, irtidat ve sahte peygamberlik faaliyetlerini sürdür­meye başlamaları; öte yandan hilafet seçiminden doğan anlaşmazlıklar ve bunları pohpohlayan münafıklar; ayrıca Ümeyye oğullarının gözlerden uzak usul usul devleti ele-geçirme hazırlıkları; devleti, dolayısıyla İslam'ı vahim tehlikelerle karşı karşıya getirmişti.

İşte o büyük insan, ulvi bir metanet, kesin bir irade ve azametle tehlikeleri bertaraf ederek İslam'ın bütünlüğünü sağlamıştı. Bütün işlerini kitap, sünnet ve meşveret esa­sından hareketle çözerdi. Görevini ifa ederken özelikle üzerinde durduğu husus; İslam'ın bütün ciddiyetiyle bid'at ve hurafelerden korunması ve herkesin sahih dine bağlı kalmasını sağlamaktı. Bid'at ve hurafelerin özellikle hadis kanalıyla İslam'a sokulabileceğini bildiği için, hadis konusunda titizlikle durmuş, ihtilaflı hadislerin rivayet edil­mesini kesinlikle yasaklamıştır. Böylesine hassas ve itinalı olan o büyük insan, davanın üstesinden gelmiş ve dava­ya toz kondurmadan, onu. Hz. Ömer (r.a)'e teslim etmişti. [164]


[159] Bu mesele müslümanlar tarafindan yanlış anlaşılmış, Sünni ve Şii diye guruplara ayrılmasına neden olmuştu.

[160] Yernen'de Esved, Yemame'de Müseylime, Esedoğullarından Züleyha peygamber olduklarını ilan etmislerdi.

[161] Üsame, köle diye bilinen Zeyd'in oğludur. Münafık­lar, bir kölenin oğlu nasıl komutan olur, diye itiraz­da bulunarak müslümanlar arasına nifak sokuyorlar­dı. Daha önce Zeyd'in emirliğine de aynı şekilde iti­razda bulunmuşlardı.

[162] Âl-i İmran: 3/144.

[163] Tecrid-i Sarih Tercümesi; c.4, s.612.

[164] Beşir İslamoğlu, İslami Hareketin Tarihi Seyri, Denge Yayınları, İstanbul, 1993: 151-156.