seymanur K
Sat 20 August 2011, 12:04 pm GMT +0200
Dînî Yükümlülüklerin Hafifletilmesini Gerektiren Zorluklar
Zorluklar iki türlüdür:
Birinci Tür: ibadetle Birlikte Bulunup Ondan Ayrılmayan Zorluk
Soğuğun şiddetli olduğu zamanlarda abdest ve gusül yapmanın zorluğu, sıcak ve soğuk havalarda namaz kılmanın özellikle de sabah namazının zorluğu, sıcağın şiddetli ve gündüzün uzun olduğu zamanlarda orucun zorluğu, hacdan hiç ayrılmayan zorluk, cihadın ve canı tehlikeye atmanın zorluğu, savaşta bir kişinin iki kişiye karşı direnmesinin zorluğu, iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklamanın zorluğu, ilim elde etme yolunda çaba göstermek ve bu uğurda yolculuklar yapmanın zorluğu buna örnektir.
Zina edenlere recm cezası, diğer suçlulara had cezası uygulamadaki zorluk, özellikle de kişinin ana-babası ve çocukları suçlu olduğunda bunlara ceza uygulamanın zorluğu. Bu cezaları uygulayacak kişi için büyük bir zorluk söz konusudur. Üstelik kişi, yabancılar olsun kız ve erkek çocukları gibi yakınları olsun hırsızlar, zina edenler ve kısas gerektiren suç işleyenlere karşı ceza uygulamada kalbinde bir yumuşaklık ve acıma hissi duyar. Bu sebepledir ki ayette: "Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız Allah'ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın"[12] buyrulmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.) de: "Muhammed'in kızı Fâtıma da hırsızlık etse, elini keserdim"[13] demiştir. Peygamberimiz bu zorlukları başkalarından daha çok yüklenmiştir. Çünkü Allah, yüce kitabında onu "Müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir"[14] diye nitelemiştir.
Burada sayılan zorlukların hiçbirinin ibadet ve taatlerle ilgili yükümlülükleri ortadan kaldırma konusunda etkisi yoktur. Etkisi olsaydı ibadet ve taatlerin maslahatları sürekli olarak veya çoğunlukla ortadan kalkardı. Ayrıca gökler ve yerler var olduğu sürece bu ibadet ve taatlere bağlanan kalıcı sevaplar da gerçekleşmezdi.
İkinci Tür: Çoğunlukla İbadetle Birlikte Bulunmayan Zorluk
Bu da birkaç türlüdür:
a- Büyük Zorluk: Ölüm, organların yok olması veya organların fonksi yonlarınm yitirilmesinin doğurduğu korkunun zorluğu buna örnektir
Bu tür zorluk hafifletmeyi ve ruhsat verilmesini gerektirir. Çünkü dünya ve ahiret yararlarının gerçekleşmesi için canın ve organların korunması, bunların bir veya birkaç ibadet için tehlikeye maruz bırakılıp telef olmasından daha iyidir.
b- Hafif Zorluk: Kişinin parmağmdaki hafif ağrı, baş ağrısı, mide bulantı-
sı bu tür zorluğa örnektir. Bu tür zorluk hafifletme konusunda dikkate alınmaz. Çünkü ibadetin yararlarını elde etmek, bu tür önemsiz zorlukları ortadan kaldırmaktan daha önce gelir.
c- İlk iki tür arasında kalıp hafiflik ve şiddeti değişen zorluklar: Bu türde
yer alan zorluklardan en büyük zorluğa yakın olanlar hafifletmeyi gerektirir, küçük zorluklara yakın olanlar ise Zahirîlerin dışındaki alimlere göre hafifletmeyi gerektirmez. Hafif şiddette bir humma, azı dişin hafifçe ağrıması bu türe örnek olarak verilebilir. îki tür arasında olup değişen zorluklara gelince kimi alimler bunları en büyük zorluklara, kimileri de en küçük zorluklara dahil etmişlerdir. Bir zorluk en büyük zorluklara yaklaştıkça hafifletme yapılmasını gerektirir, en küçük zorluklara yaklaştıkça hafifletilmemesi gerekir.
Bazı zorluklar ilk iki tür arasında yer almakla birlikte ikisine de yakın olmayabilir. Böyle bir durumda herhangi bir tercih yapmaksızın beklemek mümkün olduğu gibi, haricî bir durumu dikkate alarak birini tercih etmek de mümkündür. Oruçlu iken kişinin tükürüğünü, yolun tozunu veya un eleğinin tozunu yutması bu duruma örnek olarak verilebilir. Bu hal, yoldan gelip geçenlerin genelinin karşılaştığı bir durum olup, kaçınmak zor olduğundan oruca olumsuz bir etkisi olmaz. Mâlikîler un eleğinin tozunu yutma konusunda, kişinin mesleğinin elekçilik olup olmamasını birbirinden ayırmışlardır. Bu, gerekçesi güçlü bir ayırımdır. Yolun tozu böyle değildir. Çünkü bu yoldan gelip geçenlerin tümü hakkında söz konusudur.
Yukarıda belirtilen özürlerin dışında kalan ve kaçınma konusunda zorluğun hafif olduğu Özürlere göz yumulmaz.
Oruçlu iken abdest alan kişinin ağzını çalkaladığı suyu yutması gibi çokça karşılaşılan ve ilk iki tür zorluk arasında yer alan özürler konusunda farklı görüşler vardır. Söz konusu durumda ağzı gerekenin üzerinde çalkalama, kişinin yasaklanan fiili yapmak suretiyle kusurlu davranmasına dayandığından bazı alimler bunu kaçınması mümkün zorluklara katarak orucun bozulacağını söylemişlerdir. Kimi alimler ise bu durumun çokça meydana gelişini göz önüne alarak bu fiili ağız çalkalama kapsamında görmüşlerdir.
Zorluklar, dinin ibadetlere verdiği önemin farklılığına bağlı olarak değiş-kerlik gösterir. Dinin büyük önem verdiği ibadetlerde hafifletmenin yapılması için zorluğun şiddetli veya genel olması şart koşulmuştur. Dinin daha az önem verdiği konularda ise hafif zorluklar sebebiyle hafifletmeler yapılmıştır. Bazen bir hüküm şerefli ve üstün mertebeli olduğu halde, zorluğun tekrarlanması sebebiyle hafifletme yapıldığı da olur, ta ki bu zorluklar, çokça meydana gelen genel zorluklara yol açmasın. Örneğin din, amellerin en üstünü olan namazın, kaçınılması çoğunlukla zor olan pisliklerle kılınmasına ruhsat vermiştir. Yine din, teyemmüm yapan, müstehaza olan ve müste-hazartın özrü ile aynı türden özre sahip kişiler hakkında da abdestin bozulmasını gerektiren hal ile birlikte namaz kılmaya ruhsat vermiştir.
Hacdaki zorluklar üç türlüdür: Büyük olanlar, haccın vacip olmasını engeller. Hafif olanlar vacip olmayı engellemez. îkisi arasında olanlara gelince büyük zorluklara yakın olan zorluklar haccın vacip olmasını engeller, küçük zorluklara yakın olan zorluklar haccın vacip olmasını engellemez.
Zorluklar yalnızca ibadetlere özgü olmayıp muamelatta da geçerlidir. Satım akdinde gerçekleşen garar (aldanma) buna örnektir. Garar üç kısımdır:
1- Fıstık, fındık, nar ve karpuzun kabuklarıyla satılmasında olduğu üzere kaçınılması zor olan meşakkatler affedilmiştir.
2- Kaçınılması zor olmayan meşakkatler dikkate alınmamıştır.
3- ikisi arasında olan zorluklar konusunda görüş ayrılığı vardır. Bazı alimler bunları küçük zorlukların üstünde olmaları sebebiyle büyük zorluklardan sayarken, kimi alimler de büyük zorlukların altında olması sebebiyle küçük zorluklardan saymaktadırlar.
Bazen yeşil cevizin kabuğunda satılmasında olduğu üzere, satım akdin-deki garar büyük olur. Doğru olan görüşe göre bu garara göz yumulmaz.
Bazen de satıma ihtiyaç olmakla birlikte akitteki garar hafif olur. Doğru olan görüşe göre bu durumda akit geçerli olur. Yeşil baklanın kabuğunda iken satılması buna örnektir.
Namazdaki özürler: Huşu ve zikirleri düzgün bir şekilde yapmayı önleyecek derecede bir hastalık söz konusu olduğunda, ayakta namaz kılan kişi oturabilir. Bu durumda zaruret şart koşulmadığı gibi, ittifakla ayakta durmaya güç yetirememek de şart koşulmaz. Oturarak namaz kılmaktan yatarak namaz kılmaya geçebilmek için, ayakta kılanın oturarak namaz kılmaya geçmesinde şart koşulandan daha büyük bir özür gerekir. Çünkü yatmak aslında ibadetlerdeki saygı unsuruna aykırıdır. Özellikle de namaz kılan kişinin Rabbi ile konuştuğu dikkate alınırsa bu daha iyi anlaşılır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ben beni anan kişinin, birlikte oturup sohbet ettiği arkadaşıyım".[15]
Cuma ve cemaatlerin terki konusundaki Özürler: Bu özürler ise hafiftir. Çünkü cemaat sünnettir, cumanın ise yerine ikame edilecek bedeli vardır.
Oruçtaki özürler: Bu özürler de hafiftir. Yolculuk ve oruç tutmayı zor hale getiren hastalık hali buna örnektir. Bu iki Özür de hafiftir. Bunlardan daha şiddetli olan can ve organ kaybına yol açan korku durumları ise orucu ter-ketmeyi öncelikle caiz kılar.
Hacdaki özürler: Hacdaki yasakları mubah hale getiren özürler hafif özürlerdir. Şöyle ki; hacda sıcak ve soğuktan zarar gören kişinin dikişli elbise giymesi caizdir. Hastalık ve bitten zarar gören kişinin başım tıraş etmesi caizdir. Koku ve yağ sürmek ve tırnakları kesmek konusunda da durum böyledir.
Teyemmüm konusundaki özürler: îmam Şafiî bazen hafif özürler bulunduğunda teyemmüme cevaz verirken, -bir görüşe göre de- bazen daha ağır özür durumlarında cevaz vermemiştir, imam Şafiî'ye göre zorluk bakımından özürlerin farklı dereceleri vardır. Bunları şöyle belirtebiliriz:
1. Derece: Büyük zorluk, can veya organ kaybı yahut organların fonksiyonunu kaybetmesi korkusu. Bu derecede olan bir zorluk teyemmümü mubah kılar.
2. Derece: Birinci dereceden daha düşük seviyede bir zorluk. Korkutucu / tehlikeli bir hastalığın meydana gelme korkusu buna örnektir. Doğru olan görüşe göre bu da önceki derece gibi değerlendirilir.
3. Derece: iyileşmenin gecikmesi ve hastalıktan bİtkinleşme korkusu. Bu zorluğun ilk iki derece kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği konusunda görüş ayrılığı vardır. Doğru olan görüşe göre bu zorluk da ikinci derece kapsamına katılır.
4. Derece: Güzelliğin gitmesinden (fiziksel kusur meydana gelmesinden) korkmak. Korkulan kusur dıştan görülmeyen bir kusur ise bu teyemmüm konusunda özür sayılmaz. Dışa yansıyan bir kusur ise özür sayılıp sayılmaması konusunda görüş ayrılığı vardır. Tercih edilen görüşe göre, oruç konusunda orucu bırakmayı ve namazda oturmayı mubah kılan durumla ilgili olarak belirttiğimiz gibi bu özürlerin tümü teyemmümü mubah kılar. Şafiî'nin bunlardan daha hafif zorlukları dikkate alarak teyemmüme izin verdiği durumlar da bunu göstermektedir. Bu durumları şöyle belirtebiliriz:
a- Bir kimse emsal bedelinden az bir farkla daha pahalıya su bulsa suyu satın alarak abdest alması gerekmez. Şüphesiz ki bir dânıklık zarar; fiziksel kusurun ortaya çıkması, iyileşmenin gecikmesi ve hastalıktan bitkinleşme zararlanndan daha küçük bir zarardır. Hele de fizikî kusur, güzelliklerine rağbet edilen kadınların yüzlerinde olursa bu daha da kötüdür. Hem fiziksel kusur ölünceye kadar kişiden ayrılmaz. Bir dânıklık zarar ise hemen geçer. İmam Mâlik bu konuda Şafiî'ye muhalefet etmiştir. Onun muhalefetinin kuvvetli bir dayanağı bulunmaktadır.
b- Abdest için gereken suyun bedeli, suyu olmayan kişiye hibe edildiğinde kabul etmesi gerekmez. Bir dirhemin minnetine katlanma zararını def etmek için teyemmüm edebilir. Şüphesiz ki kişinin fiziksel kusur, korkutucu hastalık, bitkin düşüren durum, yaranın iyileşmesinin gecikmesi durumları ise minnet zararından hem daha büyük hem de daha kalıcıdırlar.
c- Kişinin yanında suyun bedeli kadar para bulunmakla birlikte, yolculukta gidiş ve dönüş masrafları için bu paraya muhtaç olsa, yolculuğunun kesintiye uğramaması için teyemmüm yapabilir. Halbuki yolculuk din için olmayan, gezip eğlenmek maksadıyla yapılan bir yolculuk da olabilir. Böyle bir yolculuğun kesintiye uğramasının zararı, belirttiğimiz korkutucu hastalık, bitkinleşme, yaranın iyileşmesinin gecikmesi ve fiziksel kusurun ortaya çıkmasından daha küçük bir zarardır. Ayrıca gezip eğlenmek amacıyla yapılan yolculuklar akıllı kimselerin çoğunun amaç edinmeyeceği düşüncesiz davranışlardandır. Oysa belirttiğimiz zararları def etmeyi akıllı herkes ister.
îmam Şafiî ve İmam Mâlik'in şu görüşleri, teyemmüm konusunda işi sıkı tutan bir görüştür. "Hac ihramından haccı yapmadan çıkmak yalnızca düşmanın muhasara etmesi durumuna özgüdür". Biz bu görüşe katılmıyoruz. Çünkü konu ile ilgili ayet hac ihramından çıkmanın başka bir takım özürlerle de caiz olduğunu göstermektedir. Ayette yer alan "İhsâr" sözcüğü muteber dilbilimcilere göre özürlerle ilgili olarak vazedilmiş, "hasr" sözcüğü ise düşmanın muhasarası için vazedilmiştir. Nitekim bir başka ayette: "onları yakalayın, onları muhasara edin"[16] buyurulmaktadır. Bazı dilciler ise her iki sözcüğün de özürlerle ilgili olduğunu söylemişlerdir.
Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: "Eğer alıkonursanız"[17] ayeti Hudeybi-ye hakkında inmiş olup özürle ilgili değil, düşmanla ilgili bir alıkonulmadan bahsetmektediı.
Buna şu şekilde cevap veririz: Bu ayetin düşman muhasarasına delalet ettiğini kabul etsek bile Özürlere öncelikle delalet ettiğini anlarız. Ayet sözlü ifadesi ile düşman muhasarasına, mefhumuyla (anlamı bakımından) da özür sebebiyle olan alıkonulmaya delalet etmekte, böylelikle her iki durumu da kapsamaktadır. Yine ayet, özürler sebebiyle alıkonulan kimsenin ihramdan çıkmasının, düşman tarafından alıkonulan kişinin ihramdan çıkmasından daha öncelikli olduğuna işaret etmektedir.
Şöyle bir itiraz daha söz konusu olabilir: Ayette, söz konusu alıkonulmanın düşmanların muhasarası ile ilgili olduğunu gösteren "güvene kavuştuğunuzda" ifadesi bulunmaktadır. Bilindiği gibi güvene kavuşmak hastalık ve özür durumları ile ilgili olmayıp düşman korkusunun ortadan kalkması ile ilgili olarak kullanılır.
Buna şu şekilde cevap veririz: Ayet özürlerle ihramdan çıkmanın daha öncelikli olduğunu gösterdiğine göre, esas olan ayetin sözlü ifadesi değil anlamıdır. Eğer "hasr" ve "ihsâr" sözcüklerini iki farklı anlamda kabul edersek "ihsar" sözcüğü her iki anlamı da kapsar. "Güvene kavuşmak" ifadesi ise yukarıdaki sözcüklerden yalnızca biri ile ilgili olur.
imam Şafiî ve İmam Mâlik'in görüşlerine benzeyen bir görüşü müsamahakâr İslam şeriatında bulmak mümkün değildir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "(Allah) din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi"[18], "Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez"[19], "Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek ister"[20]
Ayağı kırıldığı için hac ve umre fiillerini yapamayan ihramlı bir kimse, ömrü boyunca başı açık, dikişli elbiseden uzak, evlenme, evlendirme, av hayvanlarını yeme, koku ve yağ sürünme, tırnak kesme, saç tıraş etme, ayakkabı ve şalvar giyme kendisine haram kılınmış olarak durabilir mi? Bu, hüküm koyucu olan Yüce Allah'ın kullarına olan merhamet, rıfk ve lütfuna aykırıdır.
d. Şafiî mezhebi alimleri[21] şöyle demiştir: Yanında suyu olmayan kimse, bir fersah[22] hatta yarım fersahtan daha uzak bir mesafede su aramak zorunda değildir, çünkü bunda zorluk vardır. Şüphesiz bu zorluk, daha Önce belirttiğimiz ölüm korkusu bulunan hastalık, yaranın iyileşmesinin gecikmesi, bitkinlik ve fiziksel kusurun ortaya çıkması zorluklarından daha hafiftir.
Yine Şafiî mezhebi alimleri şöyle demiştir: "Bir kimse su aradığı taktirde malının telef olmasından korkarsa suyu araması gerekmez". Malın az veya çok olması arasında ayırım yapmamışlardır. Bu alimlerimiz "Kişi yol arkadaşlarına seslendiğinde onun yardım talebine karşılık verebilecekleri derecede yakın bir bölgede su arar" demişlerdir.
Şafiî mezhebi alimleri suyu başkasından edinme minnetini üç kısma ayırmışlardır:
1- Suyun parasının, suyu çekmede kullanılacak kovanın, ipin hibe edilmesi durumunda bunları kabul etmekte büyük bir zorluk, yani minnet yükü bulunduğundan kişinin teyemmüm yapması caizdir.
2- Suyun hibe edilmesi; kova ve ipin ariyet verilmesi. Ödeme gücü olan kişiye su bedelinin ödünç verilmesi durumunda minnet yükü hafif olduğundan teyemmüm yapması caiz olmaz.
3- Kişinin suyun hibe edilmesini kabul etmesi, kova ve ipi ariyet olarak alması vacip midir? Bu konuda görüş ayrılığı vardır.
Şöyle bir soru sorulabilir: Zorluklar üst, alt ve orta derecelere ayrılmaktadır. Yasakları mubah kılan ve belirli bir ölçüsü bulunmayan orta derecedeki zorlukları bilmenin yolu nedir? Bilindiği gibi din, hafifletmeleri en şiddetli ve en zor durumlardan başlayarak sıra ile daha alt seviyedeki zorluklara bağlamıştır. Oysa şiddetli ve zor durumları bilmek, bunu bilmenin bir ölçüsü olmadığı için imkansızdır.
Buna şu şekilde cevap veririz: Orta derecedeki zorlukları belirlemede kullanılacak tek ölçü, bunların üst ve alt derecedeki zorluklar sınıfından hangisine yakın olduğunu belirlemektir. Ölçüsü bulunmayan durumları ortadan kaldırmak caiz değildir. Bu derecede olan zorluklarda, maslahatlarını elde ?tmek ve mefsedetlerini ortadan kaldırmak için yapılması gereken üst ve alt ımıtlerden birine yaklaşmakür.
Ibadetlerdeki zorlukların ölçülerini belirlemenin en iyi yolu, her bir iba-Jetın zorluğunun, bu ibadet için dinin dikkate aldığı en düşük zorluk dereesi üe kıyaslanarak değerlendirilmesidir. Buna göre karşılaşılan zorluk, o ibadet için dinin dikkate aldığı en alt derecedeki zorluklar ile aynı derecede veya daha fazla ise ruhsat söz konusu olur. Zorlukların birbiri ile kıyaslanması ancak iki zorluktan birinin diğerine göre daha fazla olması ile mümkün olur. Çünkü insanın zorlukların birbirine eşit olup olmadığını tesbit etme gücü yoktur, iki zorluktan biri diğerinden fazla olduğunda, her iki zorluk durumunda da en azından küçük olan zorluk miktarının var olduğunu kesin olarak biliriz. Küçük olan zorluk için hafifletme ve ruhsat tanıma söz konusu olduğunda kıyaslama sonucu bu zorluktan daha büyük olduğu anlaşılan zorluk için hafifletme ve ruhsatın söz konusu olması öncelikli olur.
Bu duruma örnek olarak şunları zikredebiliriz:
Hac Konusunda: Hac için ihrama giren bir kişinin bitlerden zarar görmesi, başını tıraş etmesini mubah kılar. Aynı şahıs başka bir hastalıkla karşılaştığında bu hastalıktan gördüğü zarar, bitlenmeye kıyas edilmelidir. Elbise giyme, koku ve yağ sürme ve diğer hac yasaklarını mubah kılan diğer zorluklarda da durum böyledir.
Teyemmüm Konusunda: Teyemmüm konusunda da, hangi zorluklarla karşılaşılması durumunda teyemmüm yapılacağını belirlemek için, bu zorlukları teyemmümü mubah kılan en düşük seviyedeki zorluklara kıyas etmek gerekir. Ancak bu işlemde şu konuya dikkat edilmelidir: Suyun emsal bedelinden biraz fazla ödeme zorluğu ve eğlenmek amacıyla yapılan yolculuğun kesintiye uğramasının zorluğu, hastalıkların kendisine kıyas edilmemesi gereken hafif derecedeki zorluklardır.
Oruç Konusunda: Orucu bırakmayı mubah kılan hastalığın zorluğu, yolculuk sırasında tutulan orucun zorluğuna kıyas edilmelidir. Eğer bir zorluk, yolculukta oruç tutma zorluğundan daha büyük ise orucu bırakmak mubah olur. Bu saydıklarımıza benzeyen pek çok örnek vardır.
Muamelelerde gararların (tarafların birinin aldanması) miktarları, namaz vakti geldiği halde, kişinin ileri derecede bir açlık hissi ile yemeği arzulaması, karanlık gecelerde soğuk rüzgarların kişiye zarar vermesi, kişinin çamurda yürürken karşılaştığı zarar, hakimin hüküm vermeye engel olacak derecede sinirli bir halde bulunması da bu konu ile ilgili örneklerdir.
Yukarıda sayılan durumların tümünde farklı derecede zorluklar söz konusu olup orta dereceyi belirlemenin tek ölçüsü üst ve alt zorluklara kıyas edilmesidir. Mesela hakimin öfkesi konusunda, olayı iyice düşünüp taşınmaya engel olacak derecede olması ölçüsü getirilmiştir. Bu durumların tümünde, zorluklar üst ve alt dereceye kıyas yoluyla belirlenecek ve mükellefin zanları esas alınacaktır.
Mesela öfke halinde hakimin bilgisi dahilinde olan bir meselede hüküm vermesi yasaklanamaz. Çünkü bu durumda düşünüp taşınmaya ihtiyaç yoktur. Örneğin bir kimse bir başkasında bir dirhem alacağı olduğunu iddia etse, diğer şahıs bunu reddetse, hakim öfkeli olsa bile bu meselede hüküm vermesi mekruh olmaz. Çünkü bu meselede de düşünme ve ölçmeye gerek yoktur. Aksine bu durumda hakimin öfkeliyken karar vermesi ile normal iken karar vermesi arasında bir fark yoktur.
Şöyle bir şey söylenebilir: Ölçülmesi mümkün olmayan şeylerin en azına hamledilmesİ prensibi dinde vardır. Nitekim bir kimse bir köle satın alarak onun okur-yazar, marangoz, terzi, okçu veya bina yapıcısı olmasını şart koş-sa bu şart okuma-yazma, marangozluk, terzilik, okçuluk ve bina yapma derecelerinin en azına hamledilir. Yine bir kimse belirli niteliklerini zikrettiği bir şey üzerinde selem akdi yapsa, bu niteliklerin her birinin üst, alt ve orta dereceleri bulunsa, şart kor ilan nitelikler en alt dereceye hamledilir. Çünkü daha fazlasının bir ölçüsü yoktur. Bir kimse satın aldığı cariyenin renginin parlak, sürmeli veya beyaz olmasını şart koşsa bu nitelikler en azına hamledilir. Diğer nitelikler de böyledir. Dolayısıyla zorluklar, en düşük zorluk derecelerinden daha fazla olanları ölçmedeki zorluk sebebiyle en alt derecelere hamledilmeli değil midir?
Buna şu şekilde cevap veririz: Yüklenilmesi hafif ve kolay olan zorluklar sebebiyle yüce ve şerefli ibadetlerin maslahatlarını kaybetmek caiz değildir. Aksine ibadetlerin maslahatlarını elde etmede bu zorluklara katlanmanın bir ölçüsü yoktur. Çünkü ibadetlerin maslahatları sonsuza kadar devam eder. Üstelik alemlerin Rabbinin nzası da bu ibadetlere bağlıdır. Bu yüzdendir ki belirtilen zorlukların büyük bir bölümünde ruhsatlardan kaçınmak daha faziletlidir. Çünkü Allah yolunda zorluklara katlanmanın fazileti konusunda da belirttiğimiz gibi, zorluklara katlanarak yapılan ibadetlerin sevabı onları zorlanmaksızın yaparak elde edilecek sevaptan daha büyüktür.
Muamelat konusunda, nitelikleri en aza hamletmenin sebebi, muamelatın maksatları ve maslahatlarını elde etmektir. Muamelattaki zorlukları en üst dereceye hamletmek selem akdinde akit konusu malın çok zor bulunmasına yol açar, ki bu durum da selem akdini iptal eder. Satım akitlerinde, şart koşulan nitelikleri en üst derecelere hamletmek ise insanlar arasında birçok anlaşmazlık ve ayrılıklara neden olur. Orta dereceye hamletmenin ise bir ölçüsü olmadığı gibi, bilinmesi de mümkün değildir. Dolayısıyla muamelatta orta dereceyi bilmenin imkansız olması sebebiyle akdi geçerli kılmak da mümkün olmaz.
[12] Nûr,2
[13] Buhârî, Ehâdisi'l-enbiyâ, bâb 54; Müslim, Hudûd, Bâbu Kat'ı's-sârık, 3, 1315
[14] Tevbe, 128
[15] Aclûnî, Keşfü'1-hafâ, I, 232, 233
[16] Tevbe, 5
[17] Bakara, 196
[18] Hac, 78
[19] Bakara, 185
[20] Nisa, 28
[21] Müellif, Şafiî mezhebine mensup olduğundan "alimlerimiz" şeklindeki ifadelerinin daha ıyı anlaşılabilmesi için "Şafiî mezhebine mensup alimler" şeklinde uyarladık. (S.D.)
[22] Fersah 3 mil veya 5544 metre ya da 12000 adımdır. Bu mesafe yaklaşık bir buçuk saatlik bir mesafedir.