- Doç. Dr. Necmettin Alkan

Adsense kodları


Doç. Dr. Necmettin Alkan

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Mon 1 October 2012, 01:52 pm GMT +0200
Doç. Dr. Necmettin Alkan: Jön Türkler, II. Abdülhamid’i tahttan indirdiklerine pişman oldular…
İbrahim BARAN • 91. Sayı / SÖYLEŞİ


İhtilallerin birbiri ardına gerçekleştiği bir coğrafyanın çocukları olan bizler, bir dönem neredeyse ihtilalleri kanıksar duruma gelmiştik. Cumhuriyet tarihi maalesef bir anlamda darbeler tarihi. Ancak darbeleri Cumhuriyet tarihinden daha gerilere götürmemiz gerekiyor. Kimilerine göre istibdad dönemi olarak nitelendirilen devrin Sultanı, Osmanlı tarihinin en dirayetli ve bir o kadar da talihsiz padişahlarından II. Abdülhamid Han da 1908 yılında gerçekleştirilen bir darbe neticesinde tahttan indirilmişti. Osmanlı İmparatorluğu’nun ömrünü 33 yıl uzatan bir padişah elbette bunu hak etmiyordu. Peki, İhtilal kimler tarafından, hangi şartların neticesi olarak gerçekleştirildi? Konuyu temelde bu sorunun etrafında Karadeniz Teknik Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ve Selanik’in Yükselişi eseriyle konuya farklı bir çerçeve çizen Doç. Dr. Necmettin Alkan’la konuştuk…

Jön Türk hareketi Osmanlı tarihinin son kesitinde en önemli sosyal ve siyasal hareket olarak tabir ediliyor. Jön Türk hareketinin öncüleri kimlerdi?
Jön Türk ithal bir kavram. “Yeni/Genç Türk” anlamına geliyor. Yani yabancı. Osmanlı modernleşmesinin bir sonucu olarak ilk defa Avrupalılar tarafından Fransızca (Jeuene Turquie) olarak telaffuz edilmiş, daha sonraları genel bir kabul görerek Türkçe telaffuzuyla dilimize girmiş. Mim Kemal Öke, Jön Türk kavramını izah ederken, bunların ne isim olarak ne de temsil ettikleri fikir olarak yerli oldukları tespitini yapıyor. Öke bu tespitinde son derece haklı. Gerçekten de bu hareketin sadece müntesipleri Osmanlı idi.

Jön Türklerin kimler olduğuna gelince, burası kavramın kendisi kadar kolayca bir çırpıda izah edilemeyecek kadar çetrefilli, sorunlu. Fakat yine de bir şekilde Jön Türklerin kim olduğuna da cevap vermek gerekiyor. Jön Türkler, Osmanlı modernleşmesi neticesinde ortaya çıkan, Avrupa’daki siyasî ve felsefî akımlardan etkilenen ve buna göre de Osmanlı Devleti’nin değişmesini dönüşmesini isteyen mevcut yönetim karşıtı muhalif gençlik hareketi mensuplarıydı. Bunlar arasında siyasî ve felsefî bir birliktelik kesinlikle yok. Homojen bir yapıya kesinlikle sahip değiller. Aralarında Osmanlıcısı, İslamcısı, Türkçüsü, Arnavutçusu, Materyalisti, Masonu, Sabetaycısı, Darvincisi, hırsızı, maceracısı, şantajcısı, iftiraya uğrayanı gibi pek çok farklı insan tiplemesi vardı. Bütün bunların ortak noktası, hepsinin katı bir Sultan Hamid karşıtı olmaları ve Osmanlı yönetiminin Avrupa’daki gibi modern meşrutî yönetime geçmesini istemeleriydi. Sultan Hamid giderse ve devlet meşrutiyete geçerse yıkılmaktan kurtulur, bütün sorunlar halledilir, diye ümit ediyorlardı. Bütün gayretleri bu amacı gerçekleştirmeye matuftu.

Böylesi kompleks bir hareket nasıl başladı?
Genel bir kabul olarak Jön Türk Hareketi’nin başlangıcı, 1889 yılında Mekteb-i Tıbbî öğrencisi İbrahim Temo ve arkadaşlarının kurduğu İttihâd-ı Osmanî’yle oldu.

JÖN TÜRK HAREKETİ BAŞARISINI DIŞ DESTEĞE BORÇLU

Bu hareketi masum, samimi bir vatanperverlik olarak mı değerlendirmeliyiz, yoksa İmparatorluğu bitirmek üzere özel olarak oluşturulmuş bir ekip olarak mı görmeliyiz?

Bu soruya kesin bir kanaatle mutlak anlamda cevap vermek zordur, diye düşünüyorum. Fakat bu meselelerle yoğun bir şekilde ilgilenen bir akademisyen olarak kendi kanaatimi sorarsanız, evet bunlar gerçekten samimi vatansever gençlerdi. Osmanlı’nın kendi içinden çıkan siyasî muhalif bir hareketti. Yüksek tahsil yapan, belli siyasî ve felsefi akımlardan az veya çok haberdar olan ve memleket meselelerine kafa yoran üniversiteli gençlerdi bunlar. Devletin içinde bulunduğu bir sıkıntının kaynağının Mutlakî Abdülhamidî yönetimden kaynaklandığını ve Avrupa örneğinde meşrutî bir yönetime geçirilirse, bütün sorunların sona ereceğine inanan üniversiteli gençlerin ve genç bürokratların başlattıkları bir hareketle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyoruz. Çoğu samimi gençlerdi. Tabii, bu işin bir yönüdür. Fakat hadisenin bir de dış destek boyutu var. Bunu da görmek gerekiyor. Bu demek değil ki, hareketin içinde farklı niyetler taşıyan ve dış mihraklara hizmet eden kişiler veya gruplar yoktu. Hayır, böyle bir iddiada hiç kimse bulunamaz. Özellikle de 1897 yılında Jön Türklerin ileri gelenlerinin yurtdışına kaçmasından sonra hareket üzerinde belli dış mihrakların etkisi ve yönlendirmeleri olduğu da bir vakıa. Mevcut bilgilerimize göre 1908 Jön Türk İhtilali’nin başarılı olmasında Avrupalı birçok çevrenin yardımları etkili olmuş. Örneğin Jön Türk faaliyetlerinde Masonların verdikleri destekler, İngiltere ve Fransa gibi devletlerin destekleri biliniyor. Zaten bu tür ihtilâlci muhalif hareketler dışarıdan yardım ve destek almadan başarılı olamazlardı ve bu türde yardımları almışlar. Jön Türk Hareketi çıkış itibarıyla yerli ve Osmanlı idi. Fakat hareket geliştikçe kendisine gizli veya açık dış destek ve müttefikler bulmuştur. Başarılı olmasında bu dış desteklerin fazlasıyla etkisi olduğunu düşünüyoruz.

Jön Türk hareketi bir müddet sonra siyasi bir harekete dönüşmek zorunluluğu hissetti. İttihâd ve Terakki’yi inşa edenler Jön Türkler miydi?
Evet, İttihâd ve Terakki Cemiyeti, Jön Türklerin 1908 Jön Türk İhtilâli’nin ardından kuruldu. 24 Temmuz 1908’i takip eden süreçle birlikte, yani meşrutî yönetime yeniden geçilmesinin ardından, Jön Türk isminin yerini artık İttihâd ve Terakki Cemiyeti ile bu cemiyetin mensupları olan “İttihâdçılar” aldı. Böylece Jön Türk ismi homojen bir adlandırma olurken, İttihâd ve Terakki daha bir heterojen yapıyı ifade eder oldu. Zira 24 Temmuz sonrasındaki gelişmeler ve İttihâd ve Terakki Cemiyeti’nin yönetimi ele geçirme gayretleri ister istemez Jön Türkler arasındaki tepkiye ve fikir ayrılıklarına neden oldu. Bunların ayrılması veya dışlanmasıyla İttihâdçılık ve İttihâdçılar daha dar ve özel bir kesimi ifade etmede kullanılmaya başlandı. Yani her İttihâdçı Jön Türk’tü, fakat her Jön Türk İttihâdçı değildi.

İHTİLALİ RESNELİ NİYAZİ BEY BAŞLATTI

1908 ihtilali İttihat ve Terakki tarafından gerçekleştirildi. İhtilâl hangi süreçlerin sonucu olarak ortaya çıktı?

Kanaatime göre, ihtilâl sürecini 1906 yılında Selanik’te Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin kurulmasıyla başlatmak gerekiyor. Talat Bey ve arkadaşlarının kurdukları Osmanlı Hürriyet Cemiyet, ihtilalci Jön Türklerin Üçüncü Ordu’ya mensup subaylardan üyeler kazanmasını sağlamıştı. Bu cemiyet kurulana kadar Jön Türkler askerler arasında fazla etkili değillerdi, daha ziyade yurtdışına kaçan bazı zevat ve içeride bazı gizli bürokratlar üzerinde etkiliydi. İkinci önemli gelişme 1907’de Osmanlı Hürriyeti Cemiyeti ile Paris merkezli İttihâd ve Terakki’nin birleşmesiydi. Böylece sivil ve askerî kanat birleşerek Sultan Hamid karşısında önemli bir kuvvet teşkil etmişlerdi. Nihayet ihtilal kararının alındığı 27-29 Aralık 1907 tarihli İkinci Jön Türk Kongresi bu süreçteki son önemli gelişmeydi. Bu kongreye katılan II. Abdülhamid karşıtı bütün komiteler fikir birliği yaparak ihtilal yapılması için terör dâhil her türlü eylemin yapılması kararını almışlardı. Nitekim böyle de oldu 3 Temmuz 1908’te dağa çıkan Resneli Niyazi Bey ihtilali başlattı.

İhtilâller toplumsal birtakım olaylar neticesinde ve topluma yaslandığı iddiasıyla ortaya çıkar genellikle. Şayet bu iddia doğruysa, Osmanlı toplumu Abdülhamid Han’ı çok seviyordu. Böyleyken ihtilal nasıl gerçekleşti?
Hiçbir ihtilâl halka dayanmaz ve halkla yapılmaz. Halk adına veya millet adına ihtilali yaptığını “iddia” eden belli bir askerî ve sivil azınlık bu tür siyasî hareketleri ve devamında eylemleri gerçekleştirirler. Halka veya topluma dayanma iddiası, ihtilali meşrulaştırmak endişesinden ve ameliyesinden başka bir şey değil. Sokaktan halk, günlük maişetine bakar. Cebindeki parasının ve sofrasındaki zeytinin sayısının eksilip eksilmediği birinci derecedeki önceliğidir. Zira devletin içinde bulunduğu iktisadi ve siyasi durum bunu gerektiriyordu. O günkü şartlarda halkın siyasi bilinci de malum. Dolayısıyla 1908 Jön Türk İhtilâli’nde de halk desteği falan yoktu. Olamazdı da. İhtilali Üçüncü Ordu’ya mensup bazı genç subaylar başlattılar, bunlara bazı bürokratlar destek vererek bunun başarılı olmasını sağlamışlardır. 1908 ihtilaline verilen destek olarak gösterilen Firzovik Toplantısı hem katılanların sayıları, hem kimlerin niçin düzenledikleri bakımından çok tartışmalıdır.

İhtilâli gerçekleştiren zihniyet Jön Türk zihniyeti olduğu için mi ihtilale “Jön Türk İhtilali” deniyor?

Hayır, bu eylemi doğrudan Jön Türk Hareketi’ne mensup subaylar ve bürokratlar yaptıkları için bu ismi veriyoruz.

II. ABDÜLHAMİD SUYU AKIŞINA BIRAKMIŞTI

Peki, Sultan II. Abdülhamid ihtilalcilere karşı nasıl bir tavır takındı?
Sultan II. Abdülhamid Jön Türkler karşısında takip ettiği siyasetle kendi eliyle kendisi 1908 Jön Türk İhtilâli’ne zemin hazırlamıştı. İktidarını altın tepsiyle Jön Türklere/İttihâdçılara teslim etmişti. Özellikle de takip ettiği sürgün/tayin siyaseti, Jön Türklerin Osmanlı geneline yayılmasına ve hatta Selanik’i merkez edinmelerine neden olmuştu. Belli bir tarihten sonra Sultan Hamid kendi yönetimine karşı mücadele eden subay veya bürokratları Selanik ve çevresindeki sancak veya kazalara tayin etmişti. Böylece Selanik Jön Türk Hareketi’nin kalbi ve merkezi olmuştu. Nitekim ihtilâl buradan patlak vermişti. İlginç ve garip değil mi? İstihbaratının genişliği ve kuvvetiyle maruf olduğu ve devletin her tarafından her gün jurnallerin kendisine aktığı iddia edilen bir hükümdar böylesine bir “hata”yı nasıl yapar? Çok zeki olduğu herkes tarafından dile getirilen bir hükümdar, bu yaptığının kendi sonunu getireceğinin farkında olmamış mıydı? Veya bu sürgün tayinlerin nereye yapıldığında haberi yok muydu? Vesaire vesaire… Bu tür sorular uzayıp gider. Bu konuda benim vardığım sonuç şu, Sultan Hamid kendi sonunu kendi icraatlarıyla hazırlamış.

Sultan’ın ordusu ve halk desteği ile ihtilali bertaraf etme şansı yok muydu? Bilerek mi mücadele etmedi yoksa ihtilalcilerin karşısında acziyete mi düştü?
Sultan II. Abdülhamid, bu tür eylemlere karşı halkı kullanmazdı. Böyle bir kişiliğe sahip değildi. Hatta İstanbul üzerine yürüyen Hareket Ordusu’na karşı dahi kendi düzenli askerî birliğini kullanmaktan kaçınmış bir Osmanlı hükümdarı, bunu yapamazdı. Yapmamıştır da. İhtilali bastırmak için birkaç başarısız askerî hamle yaptıktan sonra geri adım atmıştır. Geri adım atmasının nedeni ise, yaşlılığı ve hastalığı olarak gösteriliyor. Zira kendisi de “artık suyun akışına gideceğim” diyerek yorgunluğunu belirtmişti.

Sultan Hamid Han’ın saltanatının düşüşü İmparatorluğun bir anlamda sona geldiği anlamına da gelir mi?
İlginç bir soru, fakat her türlü yoruma ve spekülasyona açık. Bence buna şartlı evet denebilir. Hakkında yapılan her türlü spekülasyona rağmen Sultan Hamid dönemi, Osmanlı Devleti için bir istikrar anlamı taşımaktaydı. Çeşitli alanlarda yaptığı reformlar ve modernleşme faaliyetleriyle devlete belli bir istikrar kazandırmıştı. 1877-78 Rus Harbi’nin yaralarını önemli oranda sarmıştı. Bu Abdülhamidî istikrar ve denge, onun tahttan indirilmesiyle akamete uğramış ve yerini alabilecek yeni bir yapı bir türlü oluşturulamamıştı. Bunun bir sonucu olsa gerekir ki, Sultan Hamid tahttan indirildikten 2 yıl sonra Trablusgarp, 3 yıl sonra Balkanlar ve 6-7 yıl sonra Arabistan toprakları kaybedilmişti. Sonuçları itibarıyla şu tespit yapılsa her halde yanlış olmaz: Jön Türkler, devletin varlığı önünde zararlı gördükleri II. Abdülhamid’i tahttan indirmek suretiyle devleti kurtarmamışlar, aksin devletin çözülme sürecini hızlandırmışlardı.

Hamid Han’dan sonra İhtilalcilerin yaptıklarından pişman olduklarını düşünüyor musunuz?
Tabii ki. Jön Türklerden bazıları daha sonraları kaleme aldıkları hatıralarında bu meyanda ifadeler kullandıkları bilinmektedir. Daha birçoğunun böyle düşündüğünü tahmin ediyoruz.

Kimdir:
1966 yılında Gümüşhane’de doğan Alkan, 1984’te Ümraniye Lisesi’nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ndeki yüksek tahsilinin ardından, Freiburg’ta Albert Ludwig Üniversitesi Felsefe Fakültesi Tarih Bölümü’nde 2003’te doktorasını tamamladı. 2004 yılında Yrd. Doç. Dr. unvanıyla Karadeniz Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde Öğretim Üyesi olarak göreve başladı. 2009’da Doçent oldu. Hâlen KTÜ Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde Yakınçağ Anabilimdalı’nda öğretim üyesi olarak görev yapıyor.