- Disiplin, Mükafat ve Ceza Konularında İslâm ve Batı Eğitimcilerinin Mukayeyes

Adsense kodları


Disiplin, Mükafat ve Ceza Konularında İslâm ve Batı Eğitimcilerinin Mukayeyes

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Eslemnur
Fri 5 November 2010, 01:01 am GMT +0200
D. Disiplin, Mükafat ve Ceza Konularında İslâm ve
Batı Eğitimcilerinin Mukayeyesi

Batı Eğitim Sisteminin incelendiği bölümde, pedagogların görüşlerinin başlıca üç noktada odaklaştığı görülmüştü. Cezaya taraftar olanlar, cezaya karşı olanlar ve belirli ölçülerde ceza­nın uygulanabileceğine inananlar.

Bu eğitim sisteminin İslâm Eğitim Sisteminden belirgin farkı, temelde insanın "kötü" olduğu yönündeki düşünce tarzı sonucunda, insanın cezalandırılmaya müstahak bir varlık oldu­ğuna inanılmasıdır. Kitâb-ı Mukaddes'in, çocuğun mutlaka dövülerek eğitilmesi gerektiğine dair ifadelerini kendilerine düstur edinen bazı eğitimciler, doğuştan "günahkâr" olarak dünyaya gelen ve yaratılış itibariyle kötü ve kötülüklere meyyal olan insanın bu yönlerini düzeltmek için onu eğitirken sık sık dövmenin ve cezalandırmanın gerektiğine inanmaktadırlar. Bu pedagoglara göre, cezalar iyilikseverliğin bir eseridir ve sopada ruh hastalıklarına karşı manevî bir merhem vardır (Luther). Çünkü şeytan çocuğun ruhunu daha anasının karnındayken hüküm ve nüfuzu altına almaktadır [362]. O halde çocuğu şeytanın etkisinden kurtarmak için günde on defa kır­baçlamak zorunda kalınsa dahi emredilenleri yapmaya zorlan­malıdır ve iradesi kırılmalıdır ki, ruhu yaşasın [363]. Zira delilik çocuğun kalbine bağlıdır ve onu da ancak disiplin sopası oradan söküp atabilecektir [364].

Böylesi bir düşünce tarzına reaksiyoner olarak çıkan diğer bir kısım pedagoglar ise cezayla eğitimin mümkün olamayaca­ğını savunmuşlar ancak herbiri disiplini sağlama konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Sözgelimi dayak cezasına ilk olarak karşı çıktığı bilinen Quintilianus'dan itibaren Plutarch, Vegio, Erasmus, Ratke, Comenius, Fenelon, Basedow, Gesner, Rousseau, Pestalozzi, Lacombe, Dewey ve Montessori gibi pedagoglar, genellikle bulunduk­ları çağın gerektirdiği fikirleri savunmuşlar, fakat bu fikirlerin pek çoğu da çağlarıyla sınırlı kalmıştır.

Ancak Francke, Locke, Kant, Herbart, H. Spencer ve E. Key gibi pedagoglar daha objektif düşünerek, eğitimde disiplini sağlamak amacıyla cezalara başvurulabileceğini, fakat bunun belirli şartlar dahilinde olması gerektiğini ifade etmekle orta bir yol izlemişlerdir.

Dikkati çeken bir başka nokta Batılı pedagogların, görüşle­ri içinde mükâfat konusuna -Basedow hariç- pek yer vermedik­leridir.

İslâm Eğitim Sistemi ise birkaç yönden Batı Eğitim Sis­teminden ayrılmaktadır. Öncelikle İslâm düşüncesinde insan,-Hristiyan düşüncesinin savunduğu üzere- günahkar bir varlık değil, bilakis "en güzel şekilde yaratılan"; [365]"herşeyin kendisine hizmet ettiği' [366] "değerli" [367] bir varlıktır. Do­layısıyla o cezalandırılmaya değil, belki mükâfata, öncelikle sev­gi ve şefkate layıktır. Bu nedenle İslâm Eğitim Sisteminde, Batı Eğitim Sisteminin aksine temelde cezaya taraftar olan, egitim-öğretimin ancak cezalandırma suretiyle yürütülebileceğini savu­nan eğitimci yoktur.

Öte yandan İslâm Eğitim Sisteminin en önemli kaynağı durumundaki Kur'ân-ı Kerîm'in pek çok pedagojik realiteyi ihtiva ettiği görülecektir. İslâm Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v)'in hayatının en ince detaylarına kadar bilinmesi de İslâm Eğitim Sisteminin oluşmasına büyük oranda katkıda bulunmuş­tur. Bu özelliğiyle de İslâm Eğitim Sistemi, Batı Eğitim Siste­minden belirgin bir farkla ayrılmaktadır.

Bu özellikleriyle İslâm Eğitim Sistemi, Rönesans ve Hü­manizm gibi düşünce sistemlerini kaçınılmaz kılan ve bunlara zemin hazırlayan Batı Eğitim Sisteminden belirgin farklarla ay­rılmaktadır.

İslâm eğitimcileri, Kur'ân ve hadislerin ışığında bazen ken­dilerine özgü (İbn Sina gibi), bazen de birbirlerinin görüşlerin­den esinlenen kanaatler ortaya koymuşlardır. Ancak onlar ço­cuğa, öncelikle sevgi ve şefkatle yaklaşılması, hoşgörülü ve gü­zel örnek olunması ve iyi bir eğitim verilmesi noktasında görüş birliği içindedirler. Nitekim şu tavsiyelerde bu özellikler açıkça görülmektedir.

1. Önce iyinin iyi, kötünün kötü olduğu telkin edilmeli, öğretilmeli.

2.
İyi işler yaptığı zaman yüzüne karşı takdir edilmelidir.

3. Kötü davranışları varsa, bunlar başkalarından örnek ve­rilerek kötülenmelidir.

4. İlk yaptığı olumsuz davranışları görmezlikten gelinmeli, ikinci defa tekerrür ederse, kimsenin olmadığı bir yerde ayıp­lanmalı ve başkalarının bunu duyması veya görmesi halinde ayıplanacağı söylenmelidir.

5.
Hataları sebebiyle devamlı olarak azarlanmamalıdır.

6. Gizlice yaptıkları mutlaka önlenmelidir.

7. Olumsuz davranışlarda ısrar ediyorsa inadı kırılmalı­dır.[368]

İşte ancak bu son noktada İslâm eğitimcileri arasında gö­rüş farklılığı ortaya çıkmaktadır. Bazıları, yapılan olumlu telkin­lere rağmen hatalı davranışlardan vazgeçmeyen çocuk veya öğrencinin dövülebileceğini, ancak bunun bir sınırı ve ölçüsü bulunduğunu ifade ederlerken (İbn Sahnûn, Kabisî, ibn Miskeveyh, İbn Sina, Gazâlî, İbnu'1-Hâcc, İbnu'l-Kayyim el-Cevziyye..) ; bazıları ise kesinlikle dayağa başvur­mamak gerektiğini, dayakla bir sonuç elde edilemeyeceğini sa­vunmuşlardır (Mâverdî, İbn Haldun, Alâeddin Çelebi, Taşköprîzâde, İbrahim Hakkı). Bir İslâm Hukukçusu olan İmam Şafiî ile el-Irâkî'nin, "Dayak caiz olmakla beraber terkedilmesi daha yerindedir" şeklindeki tavsiyeleri de dikkat çekicidir.[369]