- Dış politikada eksen tartışmaları

Adsense kodları


Dış politikada eksen tartışmaları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 27 May 2012, 10:27 am GMT +0200
Dış politikada eksen tartışmaları
Mesut ÖZCAN • 58. Sayı / DÜNYA


Son dönemde Türk dış politikasında yaşanan hızlı gelişmeler ve artan etkinlik, Türkiye’nin dünyadaki konumu ve yönelimleri ile ilgili tartışmaları beraberinde getirdi. Özellikle Arap dünyası ve Müslüman ülkeler ile gelişen ilişkiler yabancı ve yerli çeşitli yorumcular tarafından sıklıkla değerlendirildi. Bu noktada yakın bir zamana kadar ciddi sorunlarımızın olduğu güney komşularımız ile çok daha barışçıl bir ilişki kurmaya başlamamız, 1990’larda ilişkilerimizin zirveye çıktığı İsrail ile ise bazı sorunlar yaşamamız en fazla dikkat çekilen nokta oldu. Tüm bu ve benzeri gelişmeler, “Türkiye yüzünü Doğu’ya mı dönüyor, Türkiye eksen mi değiştiriyor” sorularının sıkça sorulmasına neden oluyor. Bu soruların bir kısmının gerçekleri öğrenmek amacına matuf olduğunu kabul etmekle beraber, bazı soruların ise belirli bir hedefe yönelik olduğunu ve bu yeni tutumu eleştirmek amacını taşıdığını unutmamamız gerekir.

Türkiye son yıllarda komşularıyla ilişkilerini düzeltmeye, sorunları ortadan kaldırmaya çalışan, dış politikada uzun yıllardır ihmal edilen ülke ve bölgeler ile temaslar kuran bir yaklaşım izliyor. Bu noktada yakın dönem içerisinde atılan adımların olumlu meyvelerini de toplamaya başladı. BM Güvenlik Konseyi’nin geçici üyeliğinin alınması, İKÖ Genel Sekreterliği’ne bir Türk’ün seçilmesi gibi örnekler artan etkinliğin birer sonucu olarak dikkat çekiyor. Bu yeni yönelim ile ilgili olarak Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Türkiye’nin bir “merkez ülke” olduğu tanımlamasını yapıyor ve izlenen politikayı da “çok kulvarlı” olarak değerlendiriyor. Türkiye’nin komşularıyla ve İslam dünyasıyla artan ilişkilerinin de diğer herhangi bir ülke ile olan ilişkilerin alternatifi olmadığını dile getiriyor.

Cumhuriyet tarihine baktığımızda daha önceki dönemlerde de çeşitli zamanlarda Türkiye’nin dış politika tercihlerinde bazı değişiklikler olduğunu ve bunların günümüzde yaşanan gelişmelerle çeşitli açılardan benzerlikler taşıdığını görebiliriz. Türkiye’nin Batı siyasal yapılarının bir parçası olmasının ardından yaşanan bazı olaylar sonrasında dış politika tercihlerinde değişiklikler olduğunu bu örneklerde görebiliriz. İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde Sovyet tehdidinin etkisiyle NATO’ya üye olunması ve ABD ile iyi ilişkiler geliştirilmesi dış politika önceliklerimizin de tamamen Soğuk Savaş mantığı etrafında şekillenmesine neden oldu. Bu noktada ABD’nin dış politika tercihleri bizim için çok belirleyici olmaya başladı. Ama Küba Füze Krizi sırasında yaşananlar, Türkiye’nin tercihlerini ABD’ye bu kadar dayandırmasını muhtemel sonuçlarını ortaya koydu. SSCB ile ABD arasında yapılan görüşmelerde Türkiye’de konuşlu bulunan ABD füzelerinin pazarlık konusu yapılması ve bu durumdan Türkiye’nin haberdar olmaması Türkiye’yi dış politika alternatiflerini yeniden düşünmeye itti. Bu gelişmeden kısa bir süre sonra 1964 yılında Kıbrıs’a müdahale ihtimali sonrasında yaşanan “Johnson Mektubu” krizi ise dönemin Başbakanı’nın Türkiye’nin yeni bir dünyanın parçası olabileceği söylemine başvurmasına neden oldu. Kıbrıs konusunda yaşananlar Türkiye’nin o dönemlerde de Arap ve İslam Dünyası ile yakınlaşmasına zemin oluşturmuştu. 1964 sonrasında dış politika alternatiflerini çeşitlendirmeye çalışan Türkiye’nin bugünkü gelişmelere benzer şekilde o dönemki Üçüncü Dünya ülkeleri ile temaslarını artırması hatırlamamız gereken bir gelişmeydi.

Benzer durumlar 1970’lerde de görüldü. Tüm dünyayı etkileyen ekonomik krizin ardından bir de petrol krizinin gelmesi Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerini daha da artırmasının önünü açtı. 1973 yılında Arap-İsrail Savaşı sonrasında uygulamaya başlanan petrol ambargosu nedeniyle petrol fiyatlarında yaşanan inanılmaz yükseliş, o dönemde ithal ikamesi politikası uygulayan ve döviz sıkıntısı çeken Türkiye’yi Arap ülkelerinden uygun fiyatla petrol alma çabasına yöneltti. Tüm bunların üzerine gelen Kıbrıs harekâtı da, hem diplomatik destek alabilmek, hem de uygulanan ambargolardan kurtulabilmek amacıyla Türkiye’nin dış ilişkilerinde yeni arayışlarını güçlendirdi ve İslam Dünyası önemli bir alternatif oluşturdu.

Benzer gelişmeler 1980 darbesinin ardından Avrupa ile yaşanan sorunlar sonrasında da görüldü. Özellikle ekonomik tercihlerin de etkisiyle yakın ülkelerle ve İslam dünyası ile iyi ilişkiler kurma konusunda gerek askerî yönetim zamanında gerekse sivil yönetime geçildikten sonra ciddi çabalar harcandığını ve İran-Irak Savaşı sırasında Türkiye’nin tarafsız bir tavır takınarak her iki ülke ile de iyi ilişkiler kurduğunu görmekteyiz. Ayrıca bu dönemde 24 Ocak 1980 kararları sonrasında uygulamaya konulan yeni ekonomik model ihracata dayalı olduğundan, Ortadoğu ülkeleri önemli birer pazar olarak değerlendirilmeye başlanmıştı.

Tüm bu tarihsel bilgilerin ışığında günümüzde yaşanan değişimi değerlendirdiğimizde Türkiye’nin gerek stratejik gerekse ekonomik sebepler ile Batı dışı ülkeler ile ilişkilerini geliştirmeye çalıştığını görüyoruz. Bu noktada söylenmesi gereken, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından oluşmaya başlayan yeni düzenin artık çok kulvarlı bir politikayı gerektirdiği. Bunun yanında, son küresel ekonomik kriz de gösterdi ki, dünyanın güç merkezi Doğu’ya doğru kayıyor. Bu unsurları göz önüne alarak sadece İslam dünyası ile değil, diğer ülkeler ile de ilişkileri geliştirmek yönünde atılan adımların doğru bir tercih olduğunu vurgulamak gerekir. Yeni dönemde farklı bölgeler ve ülkeler ile ilişkiler geliştirilirken, eski alışkanlıkların aksine artık bu ilişkilerin özellikle Batılı politika yapıcıları tarafından Türkiye’nin batılı kimliğinin bir erozyonu gibi görülmediğini belirtmekte fayda var. Bu noktada Türkiye’nin Batı’dan koptuğu, yüzünü Doğu’ya çevirdiği yönünde eleştiriler getirenlerin daha çok bu yeni gelişmeden rahatsızlık duyup bunu engellemeye ve yavaşlatmaya çalışan kişiler olduğunu görmek gerekir.

Dış politikada alternatifleri artan bir Türkiye, pazarlık gücü daha yüksek bir Türkiye halini alıyor. Nitekim Türkiye’ye baskı yapılmasını isteyen Yunan lobilerine bir ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisinin verdiği cevap, “Türkiye’nin artık bölgesel bir güç olduğu ve kolaylıkla baskı yapılamayacağı” şeklinde olmuştu. Yine ABD Başkanı Obama’nın başkan seçildikten sonra 100 gün içerisinde Türkiye’yi ziyaret etmesi ve bölge için model ortaklık vurgusu yapması Türkiye’nin dış politikadaki başarılarının ve yöneliminin bir sonucudur. Türkiye’nin doğusundaki ülkeler ile geliştirdiği bu ilişkiler Avrupa Birliği ile olan ilişkilerini de olumlu şekilde etkiliyor. Nitekim her yıl yayınlanan AB İlerleme Raporları da Türkiye’nin bölgesindeki aktif ve yapıcı politikasını övmektedir. Türkiye’nin üyelik süreci diğer aday ülkelerin aksine teknik değil de siyasi bir hale büründüğünden, bu görüşmeler sırasında siyasi gücü yüksek bir Türkiye daha rahat hareket edebiliyor. Tüm bu değerlendirmelerin ışığında Türkiye’nin gerek komşularıyla, gerekse Batı dışındaki diğer ülkeler ile temaslarını artırması bir eksen kayması değil, yeni ve dinamik bir dünyadaki konjonktüre ayak uydurma çabasının rasyonel sonucu olarak değerlendirilmeli.