- Dinsizlik Akımları

Adsense kodları


Dinsizlik Akımları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Mon 27 September 2010, 07:22 pm GMT +0200
4- Dinsizlik Akımları   
                                                     
 

Şu anda içinde yaşamakta olduğumuz bu çağda, en iğrenç ve en teh­likeli durum müslümanların karşı karşıya bulundukları dinsizlik görüş ve akımlarıdırlar. Bu görüş ve akımların tek amacı, yeryüzünde Allah'ın şe­riatını kaldırmaktır. Müslümanların hayatından gerçek anlamda onu uzak­laştırmaktır. Müslümanların tek bir amaca ve davaya olan dostluklarını, bağlılıklarını değişik ve çok sayıda olan cahili sistemlere bu dostluğu yü­celtmektir. Bir müslüman şayet dinine olan bağlılığını ve dostluğunu yiti-rirse, ona herhangi bir düşünceyi kabul ettirmek çok basit olacaktır. Han­gi toplum ve ortam olursa olsun öylece bir toplum ve ortam içinde yaşa­mayı da kolayca kabullenecektir. Çünkü kendisi hep başkalarının peşin­den giden biri olacaktır. Zira hezimete ve yıkıma uğramıştır, hüviyetini yi­tirmiştir.

Burada İslâm düşmanlarının değişik akımlar olarak ortaya çıkmala­rına rağmen, iki amaçları bulunmaktadır. Şöyle ki:

1- En ağır ve kötü bir şekilde İslâm akidesine ve şeriatına karşı hücu­ma geçmek. En ağıza alınmayacak ifadelerle İslâm şeriatım küçük düşür­mektir. Meselâ diyorlar ki: İslâm şeriatı, bir barbarlık şeriatıdır. Çünkü hırsızın elini kesmektedir, zina eden evli kadını recm yoluyla yani taşlaya­rak öldürmektedir. Çağın ruhuna uymamaktadır. Çağ dışıdır. Biz öyle bir çağdayız ki, teknolojik bilgiler artık alabildiğince üstünlük kazanmıştır. Hatta İslâm öyle bir sistemdir ki, doğru dürüst insanların hayatlarını dü­zenleyen bir kanunu bile yoktur. Evet bu ve benzeri daha birçok iftiralar...

2- Bu dinsizlik akımlarının göz boyayıcı yalancı ve yıkıcı hallerine ve durumlarına rağmen, bunların ilerlemenin ve ilericiliğin bir alameti ola­rak sunulması. Dünya uygarlık yolu olarak gösterilmesi. İnsanlara hemen her şeyde özgürlüğü bunların sağlayacağı düşüncelerinin hakim kılınması gibi durumlar. Aslında bunlar öylesine akımlardır ki, insanların herhangi bir din ile bağımlı ve belli bir inanca sahip olmasını istememektedirler. Bunların amacı insanların dilediğini alsın, dilemediğini de bıraksın gibi bir duruma gelmesini arzulamaktadırlar. Bunlar öylesine akımlardır ki, hemen her türlü düşünceden kendilerini soyutlamış bir toplum olsun isti­yorlar.

Şurası da acı bir gerçektir ki, bugün müslüman olduklarını söyleyen birçok kimseler bu hileci ve düzenbaz düşünce savaşının tuzağına düşerek buna av olmaktır. Kaldı ki ben burada bütün bunların her bir parçası­na ayrı ayrı cevap vermek, meseleyi bu çerçevede burada ele almak istemi­yorum. Çünkü bu araştırmanın programı ve metodu bu değildir. Nitekim

buna daha önce de değinmiştim. Gerçekten söyleyen ne kadar doğru söylemiş:

Eğer havlayan her bir köpeğe bir taş atacak olsaydım,

Bir kayanın ağırlık fîatını değer olarak bir dinara getirirdim.

Diğer taraftan bizler, düşmanların kuşkularını ve şüphelerini cevap­lama ihtiyacında, değiliz, buna büyük Ölçüde bir ihtiyacımız yok. Bunla­rın "Bu çağda dine gerek yoktur" tarzındaki sözleriyse, bizzat hayat ger­çeğinin kendisi onların bu sözlerinin yalan olduğunu ortaya koymuş bu­lunmaktadır. Nitekim bunun kanıtını kâfir ülkelerde görebilmekteyiz, bu­na tanık olabiliyoruz. Meselâ: Amerika ve Avrupa gibi ülkelerde meyda­na gelen kayıplar, intiharlar, öldürme olayları, çok iğrenç olarak işlenen suçlar, ruhsal bunalımlar hep bundan kaynaklanmaktadır. Bunların in­sanların ruhsal açıdan bir doyumsuzluk olarak gösterdikleri bilimsel araş­tırmaları, ancak İslâm iîe doldurulabilir. Bu manevi açlığı giderecek olan sadece İslâmdır.

Ancak bunların çok yaldızlayarak gösterdikleri dinsizlikle ilgili fikir akımları, çoğunlukla yine kendileri tarafından yalanlanır hale gelmiş ol­maktadır. Artık kendi ülkelerinde bile bu akımlar felce uğramışlardır.

Diğer taraftan bizzat bunların kendi düşünürleri tarafından bile batı uygarlığının çöküşünden söz edilmekte ve bu konuda yazılar yazılmaktadır . Anlattıklarına ve bildirdiklerine göre medeniyetleri giderek çökmeye doğ­ru ilerliyor. Kaldı ki bunun böyle olduğu sabittir ve tartışma götürmeyen bir gerçektir. Çünkü Allah'ın koymuş olduğu temeller üzerine kurulma­yan her bina, sonuç itibariyle yıkıma ve yok oluşa mahkûmdur. Bakınız bu hususta Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"Kendilerine yapılan uya­rılan unuttuklarında (indirmiş olduğumuz darlık ve musibet­leri kaldırıp) üzerlerine herşeyin kapılarını açtık. Nihayet kendi­lerine verilenler yüzünden şı­mardıkları zaman onları ansı­zın yakaladık, birden bire onlar bütün ümitlerini yitirdiler.' '(En'am, 44)

Bu ayette bir gerçeğe işaret olunmaktadır. Rabbimiz burada bizi uyanıyor. Çünkü eski ümmetler, kendilerine gönderilen peygamberlere iman etmedikleri için Allah onlara çeşitli darlık ve musibetler verdi. Fakat bun­lar yine direndiler ve inanmadılar. Bu defa Rabbimiz cezalarını daha da artırmak için onlara bütün nimetlerin kapılarını açtı, bol rızık ve nimetlere gömüldüler. Nimetin gerçek sahibine şükretmeleri gerekirken zevk ve safalanna daldılar, O'nu unutup, şehevî isteklerine teslim oldular. İşte böyle tam bir sarhoşluk ve dalgınlık anında Allah onları yakaladı da neye uğradıklarını bilemediler, ne yapacaklarını şaşırdılar, düşünmekten de aciz kal­dılar ve böylece helak olup gittiler.

tşte günümüz Avrupasma, maddi ilimler açısından tüm kapılar açıl­mış bulunmaktadır. Sanayi açısından önde gitmektedirler. Siyaset, mal, iktisad ve daha başkaca konularda ilerleme kaydetmiş durumdalar. Fakat bütün bu varlıklara rağmen bir yok oluşa doğru gidiyorlar. Allah'ın böy-leleri için koymuş olduğu sünnete ve kanuna uygun olarak değişmeden ve bozulmadan böyle bir yok oluşa doğru gitmektedirler.

Bununla birlikte ben, bu fikri akımlarla ilgili olarak ve araştırmamla da bağlı olması sebebiyle kısa bir fikir vermek isterim. Ancak hemen şu­rasını belirtmeliyim ki, bunların ilk ve son hedefleri, bu küfür akımları­nın tek amaçları müslümanı İslâmdan uzaklaştırmak, müslümarın Rabbine, dinine ve mümin kardeşlerine karşı olan bağlılığını, velayetini ve dost­luğunu kesip sona erdirmektir. Sonra da yeniden cahiliye ruhuna dönüşü sağlamaktır. Bu cahiliye ruhu ise bu kâfir düşünce sistemlerine ve tağutlarına boyun eğmekte, onlara itaatta yatmaktadır. Onların çizmiş oldukları plânlar çerçevesinde yürümek ve hareket etmekte yatmaktadır. Aynı za­manda bunların amacı cahiliyeden olan ırkçılığa, soy-sop üstünlüğüne, top­rağa ve benzeri kokuşmuş fikirlere kurban etmek isterler. Halbuki Allah (c.c.) bütün bunların bırakılmasını emretmiştir. Çünkü bunların tümü İs­lâm bağım ve kulpunu bir bir çözen ve yıpratan şeylerdir.

İşte bu manadaki amaçlarda tüm sapık ve dinsiz akımlar birleşmiş bulunmaktadırlar. Bu akımlar değişik görüntülerle ve farklı farklı şeyler­le karşımıza çıkmaktadırlar. Ancak ben, evet bu Velâ ve Berâ akidesini yazan ben, bu akımlardan kısaca söz etmek isterim. Bunların bu akideye ne kadar zıd olduğunu açık bir şekilde ortaya koymak isterim. Bunların akideyle olan çelişkilerini göstermek isterim.

İşte bu akımlardan kavimcilik vatancılık. İşte bu ikisi temel olarak velâsını, bağını ve dostluğunu bir cinse bağlanmayı veya bir toprak bü­tünlüğüne bağlamayı amaçlamışlardır. Meselâ böyle bir şeyde Arap olan bir yahudi, hıristiyan bir Arap, müşrik bir Arap, milliyetçi bir Arap ve müs-îüman bir Arap bu amaçta birleşebilirler. Çünkü aradaki bağ, onları bir­leştiren unsur kavmiyetçilik veya milliyetçilik bağıdır. Halbuki böyle bir bağ Hanif olan bu din tarafından red edilmiştir. İslâm vatan ve kavmiyet­çilik kavramlarının üstünde tek bağ olarak akide bağını üstün kabul eder.

Çünkü diğer iki bağ Velâ'nın yani İslâmî manadaki bir bağlılığın ve dost­luğun sınırını daraltmış bulunmaktadırlar.

Aslında İslâm dünyası bir tek ümmettir. Bu itibarla bunlar: "Lâilahe illallah, Muhammedün Rasûlüllah" sancağının altında gölgelenmek isterler. Evet, İslâm tarihinde var olan çıkış ve iniş çizgisine rağmen müslümanla-nn bu sancak altında gölgelenmelerini ister akide. Zira müslümanlar yak­laşık üç asır bir tek ümmet olduklarını, bir tek dine sahip olduklarım, bir tek kitaba inandıklarını, bir tek sünnete bağlı olduklarını, bir tek şeriat ile yönetildiklerini biliyorlardı.

Bir müslüman Tanca'dan çıkıp tâ Bağdad'a geliyordu. Bu esnada hiç bir milliyetçilik, kavmiyetçilik, ırkçılık, bir vatancılık hüviyet ve düşünce­siyle hareket etmiyordu. Hepsi de İslâm şiarını taşıyorlardı. Bu da Tevhid kelimesiydi. Herhangi bir toprağa girdiğinde, şayet orada bir mümin kar­deşi bulunuyorsa, dilleri ve renkleri farklı farklı da olsalar, hemen birbir­lerine bağlanırlar. Çünkü İslâm cahiliyenin birer eser ve ürünü olan tüm zararlı tohumlan kaldırmış ve onları İslâm potasında eritmiştin

Ancak müslümanlann zayıflamaları sonucu, bizzat düşmanlarının on­lar üzerinde üstünlük kurmaları ile Allah'ın en rezil yaratıkları tarafın­dan sömürülmeleri de kolaylaştı. Bunlar ise yahudiler, hıristiyanlar ve bun­ları izleyen dinsiz komünistlerdir.                   

Düşmanlar, İslâm topraklarında üstünlüklerini kurup yerlerini sağ-lamlaştırdıktan sonra, artık zehirini yaymaya başladı. Halktan zayıf ka­rakterli ve kişiliksiz kimselerin üzerinde etkili olmaya başladı. Bunlara sev­gisini, yardımım ve dostluğunu kazanma tohumlarını ekti. Küfür ve batıl olan şeyleri bunlara güzel göstermeye başladı. Buralarda müslümanın müslümana göstereceği bağlılığı ve dostluğu ondan alıp cahili ve kâfiri sistemlere bağlı olanlara göstermesini sağladı.

Bunun doğruluğunu yine bir oryantalistin sözlerinden öğrenebiliyo­ruz. Bunlardan birinin yazdığı "Yakın doğu, toplumu ve kültürü" adlı ki­tabında şu ifadeleri görüyoruz: Bu şahıs müslümanlara gösterilecek dost­luktan insanların nasıl uzaklaştırılacağı gösterilerek deniliyor ki:

"Bizim girmiş olduğumuz her İslâmî ülkede, biz toprağı eştik, kazı yaptık ki, oralarda gizli olan eski uygarlıkları ortaya çıkaralım. İslâm ön­cesi uygarlıkları tesbit edelim. Çünkü biz müslümanlan bununla dinin­den uzaklaştıracağız, müslüman böylece dinini bırakacaktır inancında de­ğildik. Fakat bizim için yeterli olan şudur. Müslüman bu işin sonunda İs­lâm dostluğu ile bu eski kültüre olan bağlılık ve dostluğu arasında eriyecek ve İslama olan dostluğunu yitirecektir."[313]

Bu söz aslında çok doğrudur. Çünkü bunun altında yeni uygarhğın doğuşu ve yeniden dirilişi yatmaktadır. Cahiliye naraları bunda yatmak­tadır. Bu ise Velâ meselesinde yani dostluk ve bağlılık meselesinde İslâm adına büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Zira bunun sonucunda tehlikeli bir kesinti olacak, cin ve insan şeytanlarının yaptıklarıyla bu kesime doğ­ru bir eğilim ve meyil görülecektir. Ortaya çıkarılan bu uygarlık gözünde büyüyecek, böylece müslümanın âlemlerin Rabbi olan Allah'a karşı gös­terdiği halis ve samimi velâsı, dostluğu ve bağlılığı kaybolup gidecektir.

Kaldı ki, Berâ yani İslâm düşmanlarıyla ilgiyi kesme olayı, Velâ inancının ayrılmaz temel bir unsuru olarak gündeme gelmiş oluyor. Çünkü Berâ olmaması halinde müslüman bu cahili naralara karşı yönelip eğilim gös­terecek, onlardan ayrılmaz bir noktaya gelinecektir. Bundan sadece Al­lah'ın kendilerine rahmetiyle muamelede bulunduğu kimseler kurtulacak­lardır. Çünkü bu tür düşünceler, imanı zayıf olanların gönlünden Berâ ola­yını, kâfirlerden ve kötü düşünce ve sistemlerden uzak olma inancını siler götürür. Veya bazılarınca bu mugalata ile karşılanır. Meselâ adam der ki, bu akımların ve düşünce sistemlerinin İslâm ile çelişkili bir tarafı yoktur. Giderek şöyle denilir:

Müslümam müslüman olmaktan, kavmiyetçi olmaktan meneden bir şey mi var ki? Veya müslümam lâik bir müslüman olmaktan yahut sosya­list bir müslüman olmaktan men eden bir şey mi bulunuyor ki?

İşte İslâm düşmanları ne zaman böyle bir noktaya erişir ve böyle bir fikir ortamı oluşturursa, artık müslümam inançlarından kolayca arıtır. Müs­lüman öylesine bir insan olur ki, Allah ile herhangi bir bağı kalmaz. Nite­kim bunu bizzat söylemektedirler. Çünkü ırkçılık, kavmiyetçilik ve vatan düşüncesini Türkiye'de yaydılar. Halbuki burası hilâfet merkeziydi. İslâm hilâfetinin beşiği mirasıydı. Burada ırkçılık ve kavimcilik, meselâ Turancı­lık doğdu. Bu düşünceyi de "İttihad ve Terakki Cemiyeti" yaydı. Türki­ye'de Türkleştirme hareketi. Turancılık hareketinin başlamasıyla, bunun için de bazı semboller kondu. Meselâ: "Bozkurt". Bu, Türklerin İslâmî tanımazdan önce mabudu ve tanrısı imiş.

İşte bu Türkleştirme hareketiyle, Osmanlı devleti Araplar üzerinde bazı farklı haklar tanıdı. Meselâ Türklere özel imtiyazlar verildi. Çünkü Türk­çüler. Halbuki bu düşünce İslâm adaletine temelden aykırı bulunmaktadır. Böyle bir durum ister istemez Arapları da böyle bir düşünceye itmeye götürdü. Araplar da yeni bir Arapçüık ve ırkçılık hastalığına yakalandı­lar. Düşman yaptığında başarılı oldu. Çünkü artık bu durum hem Türki­ye'de ve hem Arap ülkelerinde fiilen başarılmıştı.

Bizzat bu durumda Casus biri olan Lavrens devreye girdi. Gafil Araplar bu adamı "Arapların Lavrens'i" diye tanıttılar. Çünkü bu öyle bir planın sonucu yapılmıştı ki, adını büyük Arap devrimi koydular. Amaç ise Os­manlı hilâfetini devirmekti. Böylece Araplar karşı tarafın ordularına ve güçlerine katıldılar. Herhangi bir mümin için ne bir ahid tanıyorlar ve ne de bir andlaşma kabul ediyorlar. Böylece herhangi bir müslüman için de bir ahid ve saygınlık tanımıyor, bunu gözetmiyor ve riayette bulunmuyor­du.[314] Şurası ne kadar gülünç ve küçük düşürücüydü ki, bu ordunun ba­şını çeken tahrikçi de işte bu Arap Lavrens'ti.

Ey okuyucu! Arap ordusuna dikkat et, kendilerinin müslüman olduk­larını söylüyorlar. Fakat bağlılıklarını ve dostluklarını bir kâfir batılıya gös­teriyorlar. Bu batılı kâfirlerin adı da Lavrens'tir.

Bu ordu görevini yapıp bitirdikten sonra, bir İngiliz komutan olan Ellenbî şu meşhur sözünü söylemektedir:

"İşte şimdi haçlı savaşları sona erdi."

Bu adam bu sözleriyle şunu demek istiyordu: "Haçlı kini, hiçbir za­man dinmem iştir. Bu kin haçlıların gönlünde hep canlı kalmıştır. Ta ki Ku­düs'ü geri alıncaya kadar."[315]

Araplar, mamur bölgelerde bulunan müslüman kardeşlerinden ayrıl­dılar da, lâikliğe dayalı bir milliyetçilik ve ırkçılık düşüncesini kucakladı­lar. Bunu da sırf batıyı taklid etmek için yaptılar. Evet dün güvenerek bağ­landıkları, bugün de inkâra kalkıştıkları batılı uğruna bunu yaptılar. Öyie ki: "Hepsi de şu hususta birleşiyorlar ve anlaşabiliyorlardı: Aslında din veya akide geri kalmanın ve gericiliğin bir sembolüdür, O halde bugün top­lumlara düşen vazife, akide ve dinden uzaklaşmak olmalıdır. Evet ileri ve modern sayılabilmeleri için böyle olmaları gereklidir toplumların."[316]

Araplar ne zamanki başaşağı oldular, cahiliye naralarına döndüler. Böylece cihad ruhunu ve Allah yolunda kendilerini feda etme ruhunu yi­tirdiler. Kimisi yönünü sağa çevirdi, kimisi de sola yöneltti. Sağa çeviren kimse o tarafta değişik şekiller ve renklerle karşılaştı. Vaşington'dan Pa­ris'e, Londra'ya gibi değişik yönlere. Yönlerini sola çevirenler ise kırmızı ve sarı renklerle bu iki renk arasındaki değişik tonlarda dolaştı durdu, Mos­kova ile Pekin arasında mekik dokudu.[317]

tşte bu cahiliye naralarının gerçekleşmesiyle peşinden her türlü batıl ve şer geliverdi.

Allah'ın şeriatı ve hükmü ise, bunun gerçekleştirilmesi meselesi ise hayattan uzaklaştırıldı. Halbuki insanlık buna muhtaçtır. Çünkü bu, her şeyi bilen ve her şeyden münezzeh olan Allah tarafındandır. İşte bu ilâhî kanun hayattan uzaklaştırılıp yerine Arap sosyalizmine dayalı kanunlar getirildi. Nitekim biri bunu şöyle dile getiriyordu:

Sorma benim mezhebimden dinimden Ben arap sosyalistim baastan

Şurası çok gülünç bir olaydır ki, bu şiirin sahibi olan kimse, yahudi-den tokadı yeyince, tüm dostluğunu ve bağlılığını onlara vermesine rağ­men, yahudiden tokadı alınca, hemen yukarıdaki şiir yerine şunu yazıyordu:

"Nice az sayıdaki bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yen­miştir." (Bakara, 2/249)

İşte bu "Yeni Fethin" ürünleriyse, milliyetçilik veya ırkçılığın kabul edilmesinden ve buna rıza gösterilmesinden sonra, yeni fetihle gelen şey­lerin önünü almak gayet güçleşti. Çünkü hayvanî arzular baskın gelmeye, şehevî istekler ön planda yer almaya başladı. Kötülük ve fasıklık alabildi­ğince yayıldı. Ahlâk çöktü, faziletler yitirildi. İffetli olmak, haya sahibi olmak kesin birer gericilik unsuru gibi kabul edildi. Artık yirminci asrın nuru görülmez oldu. Oyun eğlence, çıplaklık, edep hayadan uzak hi­kâyeler, şarkıcılık, dans ve erkek-kadın beraberliği uygarlığın sembolü olarak kabul edildi.İlericiliğin ve özgürlüğün alâmeti hep bunlardı. Bunlar da eskimiş cahili taklidlerden geliyordu.[318]                     

Bütün bunlardan daha şaşırtıcı olanı, bütün bu yeni dinden dönme hareketinin perde arkası idarecileri olan yahudiler, şu gerçeği çekinmeden ve açık bir şekilde ilân ediyorlar ve şöyle haykırıyorlar:

"Kendileri hiçbir zaman dinlerini bırakmayacaklardır?' İşte Moşe Da­yan, kendisine: "Haziran ayındaki savaşınızda Allah'ın sizin yanınızda ve sizinle beraber olduğunu hissediyor musunuz?" diye sorulduğu zaman şöyle demiştir:

"Biz her zaman şunu hissetmiş ve duymuşuzdur: Biz Allah'ın tarafındayız."[319]

Siyonizmin ilk lideri olan Hertzeî şöyle diyordu: "Doğrusu siyonizme dönmekle, bunu yahudiliğe dönülme olayı izlemesi gerekir."[320]

Bu yıkıcı davetlerin Firavunca naraların su yüzüne çıkmasıyla çok şey­ler oldu. Halbuki daha önceleri böyle bir şey yoktu. Fakat bütün bunlar ya aldatmaca bir ikna yoluyla veya bir perde arkası düzenle yapılıyordu.

Bu manadaki bir görevi yüklenen ve buna davet edenler gazetelerde, dergilerde, konferans salonlarında bunu yürüttüler. Aynı zamanda bunlar "Esul-Havl’ın” kafasını posta pullarına veya paralara basmak suretiyle, böylece Mısır'ı Firavun dalgasına muhtaç bıraktılar. Artık diğer kültürel "faaliyetleri de bunun içine alma uğraşılan bulunmaktadır. Sanatları ise hep Firavnî temellere dayandırmaktadırlar. Nitekim haftalık olan "es-Siyasetu'I-Usbûiyye (Haftalık Siyaset)" gazetesi bu yeni yönelişi gündeme getiriyor. Sayfalarını bunun öncülerine açmış bulunuyor. Bu gazetenin hiçbir sayısı yoktur ki, Firavunlara ait uygarlıktan söz etmemiş olsun Bunların kül-türlerini gündeme sokmamış olsun, üstünlüklerini savunmamış olsun."[321]

Nitekim bu gibi soylulukları terennüm eden şarkılar artmaya başla­dı. Bu da müslümanların kime ve nereye bağlı olmalarını ve dostluk gös­termelerini kaybetmelerinden kaynaklanıyor. İşte Hafız İbrahim şöyle ses­leniyor:

Ben Mısırlıyım.Benim yapım ehramların yapısındandır ki o çağ tüm sanatları geride bırakır.

Bakın Iraklılar da Asur'kılardan geldiklerini ileri sürüyorlar. Nitekim böylece her bir toplum artık.bu yeni dinden,dönme hareketini çağrılıp durmaktadır.

Yeni vatancılık sembolü ve hareketi ise, bunun öncülüğünü Sa'd Zağ-lûl aşağıdaki ifadeleriyle ilân etmiş bulunmaktadır:

"Din Allah'ındır. Vatan ise herkesin!" Yani vatan Allah'ın değildir, demek istiyor bu adam. Sonra devamla bu adam diyor ki:

"Artık bundan böyle İslâmî şiarlar ile çağırmayın. Çünkü kıbtî olan kardeşlerimiz kızarlar."[322]

İnsanları kavmiyetçiliğe ve ırkçılığa çağıranlar, hileci ve tuzakçı bir ifadeyle çağırmaktadırlar ve diyorlar ki: "Müslüman bir Arabın önce Arap ve sonra müslüman olmasına engel olan bir şey var mı ki?" Sonra da şöy­le diyorlar: "Sadece Arap milliyetçisi olması, yoksa bir müslüman Arap olması olamaz." O halde neden Arap kavmiyetçiliği kınansın ki? Çünkü Araplar zelil kılındıklarında, İslâm da zelil kılındı. O halde biz îslâmı de­ğil, Arap milliyetçiliğini hep gündemde tutalım, ona çağırıp duralım!..

Bu söz hiç de doğru bir söz değildir. Çünkü Arapların zelil edilip ha­karete mazur kaldığı sırada bir Selahaddîn-i Kürdî ve Memluklar dönemi geldi de müslümanlan düştükleri aşağılıktan kurtardılar. İki komutan ve lider onların sözleriyle zafere erdiler. Vah onların İslâmlığı nerede?

Onların duygularında ve akidelerinde hiçbir zaman böyle bir tefrika ve ayırım olmadığı gibi, onlar böyle cahiliye naraları da atmıyorlardı.[323]

İslâm bütünüyle bu yalan iddiayı reddediyor ve İslâm bu manadaki kavmiyetçilik iddialarıyla ortaya çıkanları yalanlıyor. Zira kavmiyetçilik ve ırkçılık sırf bu tür cahiliyye adetlerini ve naralarını silip atmak için gel­miştir. İslâm kendi daveti içinde, hem de ilk daveti içinde Arap ve bir Kureşli olan Hz.Ebu Bekir(r.a)’i Habeşli Bilal'i, Suhayb-i Rûmi'yi ve Selman-ı-Farisî'yi -Allah hepsinden razı olsun- hep bir araya getirmiştir. Nitekim Hz. Ömer (r.a.) de şöyle diyordu:

"Biz, Allah'ın bizi İslâm ile aziz kılıp yücelttiği bir kavimiz. Ne za­man ki biz izzeti ve şerefi, soyluluğu bir başka şeyde aradık, Allah onun için bizi zelil kıldı."

Arapların ırkçılık, laiklik veya bir mezhep veya düşünceyi ve buna bağlı esas ve prensipleri alarak batıyı taklid etmeleri, zihinlere şu sembolik ve eski fıkrayı getiriyoruz. Şöyle ki: İki eşekten söz edilir. Bunların birisine tuz yüklü, diğerine de sünger yüklüdür. Sünger yüklü olan eşek bakar ki, suya iniyor ve böylece üzerindeki tuzun bir miktarını eriterek, sudan çı­karken yükü daha hafiflemiş olarak çıkmaktadır. Sünger yüklü eşek, ben neden böyle yapmayayım, ben de aynen onun gibi hareket ederek, yükü­mü hafifleteyim, der ve suya dalar. Tabii tam aksi olur, yükü daha ağırlaş­mış olarak, böyle bir deneyimle oradan çıkar.[324]


 
Irkçılıkla İlgili Sözün Özü Şudur         
 

Irkçılık Allah'a jîrk ve ortak koşmaktan ibarettir. Çünkü bunda te­mel görüş, onun istediği doğrulTuHiı hareket etmek vardır. Çabaların, ci­hadın, kendini feda etmenin hep ırkçılık uğrunda olmasını ister. Irkçılık bir şeyi isterken veya reddederken, dostluğunu da düşmanlığını da, Velâ-sını ve Berâsmı hep buna göre değerlendirir. Bir şeyden hoşnudsuz mu, veya istemiyor mu, bir şeyle ilgiyi mi kesmek istiyor, mutlaka bunların ırk­çılık adına olmasını ister. Sevginjnıj3aj|lüık^e=^ şeylerinjde aynejı jrkçıhk adına yürütülmesini ister. Kim ırkçılığı seviyor ve bunu teşvik ediyorsa, böyle olan kimseler velayet yetkilerini de böylele-rine teslim ederler. İşte durumun böyle olması halinde bu, Allah'tan baş­ka tapınılan ve Allah'a denk ve eş kabul edilen bir ilâh edinilmiş olur. Çünkü bu durum şu makamda olmaktadır. Tevhid kelimesindeki Nefiy ve Berâ-nın, İsbat ile Velânın yerinLalmısjojur. Çünkü bu ikisi yani velâ ve berâ, Nefiy ve İsbat ikisi de "Ulûhiyyet" veya "İbâdefin iki temel rüknüdür. Çünkü "Lâilahe illallah" sözünü ele aldığımız zaman, bunu' tahlil eder­ken şunu görüyoruz:

"Lâ ilahe" burası nefiy ve berâyı içerir. Yani burada red vardır. Allah düşüncesinin ve inancının karşısında olanlardan uzak, kalmak vardır. "İllallah" da ise "İsbat ve Velâ" vardır. Yani İlâhî varlığın kabulü, ona bağlılığın kabul edilmesi, yardımın O'ndan beklenilmesi ona dayanılıp gü­venilmesi, Allah'a hiçbir şeyin eş ve ortak koşulmaması. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadırlar:

"İnsanlardan bazıları Allah'dan başkasını Allah'a (haşâ) denk tanrılar edinirler de, onları Allah'ı sever gibi sever-ler." (Bakara, 2/165)[325]

Hak'dan sonra sadece dalâlet ve sapıklık vardır. O halde her bir müs-lüman kendisini böyle bir kötülüğün içine düşüp kaybolmaktan sakınsın.


 

Evrensellik Ve Hümanizm
 

Erensellik ve İnsanlık (Hümanizm). Bu iki akım da tıpkı kavmiyet­çilik (ırkçılık ve vatancılık) gibidir. Bunlar da yine el-Vela ve el-Berâ konusuyla ve akidesiyle çelişkilidirler. Fakat bu tenakuz veya çelişkinin bir başka şekli vardır. Bu, sınırları itibariyle daha geniş kapsamlıdır. Bu, velâ yani dostluk ve bağlılık sınırlarını ojçadar geniş tutuyor ki, bütün ırkları kavimleri, dinleri ve vatanları sevme kormsunu gündeme getiriyor. Aslında bu da Velâ inancının kayBı ve Berâ akidesinin de inançlardan silinmesi ma­nasınadır. Çünkü bu sonuç itibariyle şöyle bir inancı ve düşünceyi günde­me getiriyor: Müslüman kendisiyle dünyanın herhangi bir yerindeki kâfir arasında bir farkın olmadığını ve her ikisinin de her konuda aynı haklara sahip olduğu düşüncesini veren bir sistemdir. Bu da İslâmın Velâ ve Berâ akidesine aykırıdır.

Esasen bu prensip bir takım aldatıcı ve vehim verici bazı lâfızlar üze­rine oturtulmuştur. Bunlar ise hürriyet; kardeşlik, adalet ve eşitlik gibi lâ­fızlardır.

Nitekim bu konuda Karlferlî şunları söylüyor:

"Ne zaman ki, herkesin değer ölçüsünde, nevalardan soyutlanmış her türlü malûmat ve bilgilere vakıf olunursa, herkes düşüncelerinde tama­men özgürleştiği zaman ve işte böyle olunması halinde, o zaman cesaretle hayır olanı, güzel ve adil olanı kendi adlarına kabul edeceklerdir. İşte bu durumda, bütün dünyada bir tek dinin egemen olması ihtimal dahilinde­dir. İşte o zaman bir tek olan dünya yani evrensellik dinine tabi olmakla mutlu olacağım. Bunun kaynakları tarihin gerçeklerinden fışkıracak, bu­nun prensipleri sosyal adaleti kapsayacaktır. İşte bunun üstünlüğüyle is­teksizliğin, düşmanlığın enkazı üzerinde sevginin ve kardeşliğin görüntü-1leri belirecektir.”[326]

İşte bu söz açık bir şekilde İslâmı yıkmak manasınadır. Bu söz aynı jzamanda İslâm cihadını temelden silip götürmek demektir. Ki İslâm'da cihad, insanların insanlara kulluğunu reddeden, onlara özgürlük verilme­sini sağlayan bir sistemdir. Bölünüp parçalanmaktan kurtulup cemaat olma imkanını sağlar. Kölelikten kurtarıp güçlü efendiler haline getirir. Baş­kalarının boyunduruğu altında ezilip kalmaktan kurtarıp hepsini bir tek Allah'a kul kılar.

Hepimizin bildiği gibi cihad, Allah düşmanlarını ürpertir ve onları oldukça korkutur. Bunun içindir ki, İslâm düşmanları birçok yollarla ve değişik araçlarla müslümanlann îslâmca düşüncelerini iptal etmek ve ge­çersiz kılmak isterler. Bu bakımdan düşmanlar bazan derler ki, İslâm kı­lıçla yayılmıştır, bazen de, İslâm bir vahşet dinidir, insanlara merhamet nedir bilmez, diye söylerler. Bazan da bu, istedikleri şey olmaz, o zaman şöyle derler: "Biz Evrenseliz ve Hümanistiz". Bu da yepyeni bir akımdır ki, insanlar bununla güven içinde, sağlıklı bir şekilde, adaletle ve kardeş­lik içerisinde hayatlarını geçirirler. Böylece dinler ve vatanlar diye de bir şey kalmaz.

Maruf ed-Devalibî'nin sözleri, bu gerçeği oldukça iyi bir şekilde açıklar:

"... Biz, içinde yaşamakta olduğumuz çağın yani yirminci asrın ikin­ci yansından itibaren büyük tırmanışlar müşahede etmekteyiz. Bu tırma­nış insanlık kuralları ve kavramları üzerinde insanlık hayatını kuracaktır. Fikir ve ilim adamları ile siyasi liderler tarafından seçkin bir İslâmî toplu­ma doğru gidişi ve rağbeti, hem de güçlü bir rağbeti görmekteyiz. Bütün bu seçkin insanlık toplumu, bir tek insanlık toplumunun birbirleriyle yardımlaşan ve bir tarzda hareket eden bir topluma doğru gidişi görmekte­yiz. Bu gidiş: "İnsanlık ailesi birliğidir." Takvanın dışında insanlarda bir başka üstünlük aramamaktır.. Bu "Üstün hayat içerisinde hepsinin de hakkı vardır." Böylece herhangi bir ırkın veya cinsin, dinin ve benzeri şeylerin ayırımı yapılmayacaktır. Öylesine bir birlik tarzı ki, hepsi için aynı iktisa­dî yani ekonomik hayatını sağlayan maslahat birliğine dayalı bir sistem." Büyüklerden ve güçlülerden herhangi birisinin üstünlüğü ve tercihi yapıl­mayan, küçüklerin ve zayıfların üzerinde bir hesaba dayanmayan bir sis­tem. Yine bu sistem "İnsanları korumak için tüm insanlar arasında mut­lak adalete dayalı" bir birlik ister.                   

Sonra anlatarak der ki, Birleşmiş Milletler, bu yeni evrensel kavrama çağırmaya başladı. İnsanlık aileleri arasındaki farklılıkların, cinslerin, ırk­ların ve ekonomik hayatların tamamen insan haklarına uygun bir şekilde ele alınmasını davet etmeye başladı. Bu manadaki şeylerin bundan böyle değerlendirilmemesini, bu noktadan bir farklılığa gidilmemesini istedi.[327]

Bu sözden sonra soralım: Hangi beşeri kanunu, bu evrensellik çağrısını yapanlar istemektedirler? Evet'hangi kanunun gölgesi altında insan­lar yaşayacaklar?

Acaba bu, Birleşmiş Milletlerİnsanlık Beyannamesi mi olacak? Ki bu, öyle bir nizamnamedir ki, burada egemenlik yahudinin ve hıristiya-mndır, komünistlerindir. Bunun en belirgin örneği de: "VETO" hakkı­dır. Bunlardan herhangi birisi, gelen bir maddenin prensiplerine aykırılı­ğını gördükleri zaman hemen reddediyorlar. Veya bu fasid ve bozguncu düşünce sistemlerini ortaya koyanların bu çağrılarına, buna davette bulu­nan kimselerin plânlarına aldanmaktalar. Yani gafil ve aldatılmış kimse­ler durumunda olmaktalar.

Yahut bu Öylesine bir iğrençlik ve bir kurnazlıktır ki, müslümanlan şu ifadelerle uyuşturmak isterler: "Cihad, çağın ilerlemesine uygun bir şey değildir". Çünkü evrensellik düşüncesine aykırı gelmektedir. Evet böylece bizi yani müslümanlan bu düşüncelerle uyuşturmak isterler.

Bana göre buna verilecek en uygun cevap, son sorunun cevabı olmak­tadır. Çünkü dininde ve Rabbini tanımada samimi ve ihlâs sahibi olan her bir müslüman ve her mümin çağdaş cahiliyenin hile ve tuzaklarını bilir ve sezer. Böylece herhangi bir davete kapılmaz. Hz. Muhammed'in nü­büvvet kaynağından ve ebedî risalet menbaından fışkırmayan hiçbir şeye itibar etmez.

O halde biz bu kesin cevabı tesbit edelim. Bu bir intikam duygusu değildir. Bu küfür düşünce sistemlerine ve akımlarına karşı bir intikam duygusuyla verilmemektedir. Aksine bu da tıpkı dünya Masonluğunun amaçladığı şeyin aynıdır. Çünkü Masonlar da dünya birliğini ve büyük dünya birliğine mensup olmaya insanları çağırırlar. Hem de tüm amaçlan ve prensipleriyle aynı doğrultuda hareket ederler. Bu itibarla evrensellik düşüncesiyle Masonik zihniyet aynıdır.

Nitekim Masonlardan biri şöyle diyor:

"Doğrusu Masonluğun arzuladığı şey, insanlığın azar azar veya ya­vaş yavaş en üstün ve ideal amaca doğru onu gerçekleştirmek için yürü­meleridir. Çünkü tüm mana ve kavramlarıyla özgürlük veya hürriyet böy­le gerçekleşir. Böylece farklılıklara son verilin Ferdler ve milletler arasın­da farklılık gözetilmez. Artık burada ilim, güzellik ve fazilet yükselir.”[328]


 
Nihayet Deriz Ki   
 

Bugün insanlar eliyle üretilen tüm fikir ve düşünce sistemleri, yeryü­zündeki tüm bu sistemler varlık itibariyle Kitap ve Sünnetten kaynaklan­mazlar. Hepsi Allah ve Rasûlüne karşı savaş açmışlardır. Allah'ın dinine, Kitabına ve Rasûlü'nün sünnetine harb açmış bulunuyorlar. Kim bunlar­dan herhangi birisini kabul eder ve bunlann prensiplerine göre hareket eder­se, bu açık bir şekilde kâfirlere dost olmak ve onlara yetki vererek, onla­rın velayetini kabul etmektir. Yine bu açık bir şekilde İslâm'dan beri ve uzak olmaktır. Nitekim Rabbim şöyle buyurmaktadır; kâfirleri dost edi­nen, onlara velayet yetkisini tanıyan onlardan, diye açıklıyor. İşte ayet meali:

"İçinizden onları dost tu­tanlar onlardandır." (Maide, 5/51)

İslâm, İnsanların üzerinde toplanmaları gereken ve hiç ayrılığa sap­mamaları icab eden dindir. Bu din, insanları iman terazisiyle eşit ve denk tutar. Tıpkı bir tarağın dişleri gibi. Arabm aceme (Arap olmayana), siya­hın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük yalnızca takva iledir.

Bu din, huzur ve mutluluğun kendisinde bulunduğu yegâne dindir. Nitekim Rabbim şöyle buyuruyor:

"Bilesiniz ki, kalpler an­cak Allah'ı anmakla sükûnet bulur." (Ra'd, 13/28)

Bu din ancak istenilen mutlu ve üstün bir hayatı gerçekleştirip in­sanlar için sağlar; bakınız Rabbimiz şöyle buyuruyor:

"Erkek veya kadın, kim mümin olarak iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve onların mükâfatlarını, elbetteki, yapmakta ol­duklarının en güzeli ile veririz." (NahI, 16/97)                     

Ancak bu din sayesinde Rabbani manada bir temkin elde olunabi­lir. İmkânlar sağlanabilir. Rabbim şöyle buyuruyor:

"Allah,   sizlerden   iman edip iyi davranışlarda bulunan­lara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi ken­dilerini de yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için be­ğenip seçtiği dini (İslâmı) onla­rın iyiliğine yerleştirip koruya­cağını ve geçirdikleri korku dö­neminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını va-detti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tut-

mazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük gü­nahkârlardır." (Nûr, 24/55)



[313] Müzekkîretu'l-Mezahibu'l-Fikriyye."

[314] Nedvî, "Araplar ve İslâm", s.9.

[315] M.Kutub, "Siyon Planlan" adlı konferansı.

[316] Yusuf el-Kardavî, "Dersü'n-Nükbetü's-Saniye", s.45.

[317] A.g.k. s.36.

[318] Dersü'n-Nükbe..." s.39.

[319] A.g.k. s.82.

[320] A.g.k. s.82.

[321] A.g.k.

[322] Müzekkiretu'l-Mezahibi'l-Fikriyye".

[323] Müzekkiratu'l-Mezahibİ'l-Fikriyye".

[324] İslâm ve Batı Uygarlığı", s.237.

[325] Şeyh Salih el-Abûd, "İslâm Işığında Arap Irkçılığı Düşüncesi", s.254. Nedvî, "İs­lâm ve Batı Düşüncesi Çatışması", s.124-162. "el-İtticahatu'1-Vataniyye", 1/67,105. Muhammed Mustafa Ramadan, "eş-Şuubiyyetu'1-Cedîd" "el-ltticahatu'l-Vataniyye", 2/292.

[326] İslâm ve Batı Uygarlığı", s.132.

[327] Aylık "İslâm Dünya Birliği" dergisi, sayı: 5. Yıl: 19. (Cemadilûlâ, 1401 h.) burada hatırlatmak yerinde olacaktır. Kuveyt'le yayınlanan "el-Arabî" dergisi, sayı: 267, h. 1401. Rebİulevvel ayındaki sayısında bu davetle ilsiü olarak iki makale yayınlandı. Birinci makale şöyledir: "(s.18) Dr. Muhammed Fethi Osman burada: (Müslümanlar ve Ötekiler) adıyla şu ifadelere yer veriyor:

"Çağdaş müslümanlann yeniden Daru'1-Harb ve Daru'l-İslâm düşüncesine ve konusuna bir göz atmalarını İster. Bunun doğru bir ayırım olmadığını belirtir. Çünkü Kitab ve Sünnette buna ait herhangi bir deli! yoktur, bu sadece fakihlerin ortaya koydukları bir prensiptir, diye belirtir. Aynı zamanda açıklamasına devamla, hilafe­tin yani Islama dayalı hilafetin sadece tarihi bir örnektir ve zaten fazlaca da sürme­miştir. O halde bugün Müslümanların görevi artık bir daha bu noktada düşünme-meleridir. Yine müslümanlann görevi, müslüman yeniden dikkatlerini şuna çevir­meliler; Çağdaş dünyadaki ülkelerle ilişkiler meselesine dönsünler. Böylece ülkeler arası yardımlaşma sanatını öğrenmiş olurlar. Bilhassa Birleşik Amerika'ya, bunla­rın siyasetlerine baksınlar. Bilhassa bu yirminci asrın otuzlu yıllarındaki ekonomik sıkıntıyla birlikte sürdürdükleri siyasete bir baksınlar. Aynı zamanda Doğu Bioku-na da bir göz atsınlar. Görsünler Kuruşçef selefi Stalin'in siyasetinden nasıl vazgeç­miştir, bunu görsünler...

Yazar burada İslâmî kavramlarda değişikliğe gidilmesini istiyor. Tıpkı kanun ko­yucuların koymuş oldukları kısır kanunlar gibi kanun yapmalarını istiyor. Sanki bu adam bilmiyor veya bilmez görünüyor. Hiç Rabbani olan ve herşeyden haber­dar olan, hakîm olan Allah tarafından indirilenle, beşerin kısır ve geçersiz görüşle­rine dayalı kanunların karşılaştırılması yapılabilir mi? Bu olacak şey değildir. İşte böylesi bir davet, "Evrenselliğe" çağıran bir davet olup, doğrudan İslâm'daki ci­hadın meşruluğunu ortadan kaldırıyor. İkinci makale şöyledir:

Bu, bir öncekine göre daha iğrençtir. Yazı Fehmi Huveyda*ya aittir. Başlığı da şöyledir: "Müslümanlar ve ötekiler: Yolda diken ve düğümdürler, s. 19. Bu makale de bir öncekisi gibi ve daha ileri giderek aynı şeyleri terennüm ediyor. İslam alimle­rini cahil, nassların delâlet ettiği şeyleri bilmez kimseler olarak damgalamaktadır. Bu adam diyor ki: Aslında İlk merhale -İslâmın aydınlık tarihi olan ilk merhalesini kasdediyor- bunun kendine göre hesaplan ve ölçüleri vardır. Bunu olduğu gibi bü­tün insanlık tarihinin kalan bölümüne genelleştirmek imkânı yoktur. Sözlerini te-kîdle der ki: Diğer taraftan müslümanlar sırf müslüman oldukları için seçkin ve üstün olmaları doğru bir görüş değildir. Onlara üstünlük veren İslâmdır görüşü de doğru değildir. Başkalarını kendilerinden aşağı görmek ve kâfir oldukları için böyle kabul etmek doğru değildir.

İşte bu söz, evet sadece bu söz bizim İçin yeterlidir. Çünkü bu, Masonluğun in­sanlık prensibini ortaya koymaktadır. Aynı zamanda bu, kafirlere olan bağlılığı, itimadı ve dostluğu, yetkiyi onlara vermeyi en açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Çünkü Hüveyda'nın söylediği bu ifadeler, kâfirler için bir güvence ve teminat ol­maktadır. Zira artık bunu müslüman çocukları söylemektedir. İslâm'da Velâ ve Berâ temeli üzerinde kurulmuş bulunan, sevgiye dayanan, buğzu İçeren bir ayırım esası­na dayalı binayı yıkmaktadır. O halde müslümamn İyi bir hesap yapması için, İslâ­mî bir sonuca varmak için, müslümanlara ayak sürçme ve kaygan yerlerin gösteril­mesi gerekir. Bu tür dinsiz çağrıların öğretilmesi icab eder.

[328] İslâm ve Batı Uygarlığı", s.197.