- Dinle Ney’den

Adsense kodları


Dinle Ney’den

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 27 June 2012, 07:05 pm GMT +0200
Dinle Ney’den
Önder KAYA • 64. Sayı / TARİH


Türk-İslam musikisinin en vazgeçilmez enstrumanları arasında yer alan ney, Ortadoğu coğrafyasında ortaya çıkmış bir müzik aleti. Kamıştan yapılmış müzik aletlerinin ilk örneklerine Mezopotamya’da rastlanıyor. Burada yaşayan Sümerler, yukarıdan aşağıya doğru üflenerek çalınan kamış borulara “na” diyorlardı. İhtimal ki Farsçaya “nay” kelimesi buradan geçmişti. Bunun dışında Mısır’ın Nil deltasıdaki sazlıklarda rastlanan kamışlardan da musiki aleti olarak istifade edildiği, duvar bezemelerinden anlaşılıyor. Ney kelimesi aslen Farsça kamış anlamına gelen “nay”dan türetildi. Ney üfleyene de “nâyi” ya da “neyzen” denilmesi bundan.

Ney’in yapımı ve ney eğitimi
Her şeyden önce ney, boğumlu sazdan yapılır. Ancak her yerde yetişen saz, ney için uygun olmayabilir. Günümüzde en makbul ney malzemesi, Şam ve Halep civarındaki sazlıklardan elde ediliyor. Ülkemizde ise Antakya’nın Samandağı ilçesi ilk akla gelen yer. Bunun dışında Mudanya ve Ödemiş civarındaki sazlıklar da bu işi için makbul malzemenin temin edildiği yerler. Ney için seçilen kamışa, altısı önde ve birisi de arkada olmak üzere toplam yedi delik açılıyor. Arkadaki delikse kamışın tam ortasında yer alıyor. Ön delikler üçerli iki grup şeklinde, ya kızgın bir demir vasıtasıyla ya da özel bir keski kullanılarak açılıyor. Neyin daha sıhhatli ses çıkarması için kamışın tepesine “başpare” adı verilen ve genellikle boynuz ya da fildişinden yapılan bir ağızlık takılıyor.

Ney, sazdan yapıldığı ve oldukça basit bir görünüme sahip olduğu için uygun sesi çıkartmanın zor olduğu bir enstrüman. Ney üflemek için sıkı bir eğitim alınması gerekiyor. Eski devirlerde ney öğrenimi doğrudan doğruya meşk yöntemiyle yapılıyordu. Yani öğrenci, ney üflemeyi notadan değil, karşısına diz çöktüğü hocasının elleriyle dizlerine vurması ya da kudüm vasıtasıyla ahengi vermesi suretiyle öğreniyordu.

Ney eğitiminde en önemli şartlardan biri ciğerlerin açılması, diğeri de neyin başına takılan ve başpare denilen kısmın, doğrudan içine üflenmesinin temini. Neyzenin en çok dikkat etmesi gereken hususların başında ise oturuş, neyi tutuş, dudağı ayarlayış ve parmaklarını delikler üzerine tutuş pozisyonları geliyor. Neyzen uygun pozisyon aldıktan sonra dudağını neye yapıştırır. Verilecek nefesin başparenin sağ duvarına gelecek şekilde ayarlanmasını temin eder. Eskiler nefesin zayi olmamasını ve başpareyi tam olarak doldurup doldurmadığını anlamak için, yakmış oldukları bir mumu başparenin yanında tutarlardı. Öğrencinin nefes verirken mumu mümkün mertebe titretmemesi beklenirdi. Zira gönderilen nefesin tamamına yakını başpareye gitmezse, o zaman murad olunan ses çıkmaz. Yine ney üflerken tebessüm etmek, ya da ağız yapısını bozacak bir mimik takınmak da eğitimci tarafından neyin alt kısmına hafifçe vurularak cezalandırılırdı. Bu hafif vuruş başparenin konumu nedeniyle öğrencinin bir parça acı duymasına neden olurdu.
     
Tasavvufta ney
Ney, İslam tasavvufu ile adeta özdeşleşmiş bir enstrüman. Türkistan Müslümanları arasında yaygın olan bir söylenceye göre, Hz. Adem’in vücudu yaratıldıktan sonra, ruhun bedene girmesi için Cebrail ney üfler. Bu musikinin sesinden çok hoşlanan ruh, böylelikle cesede girer. Peygamberler arasında ilk üflemeli çalgıyı ise çobanlık yaptığı dönemde Hz. Musa’nın üflediği rivayet olunur. Peygamberler arasında Hz. Davud ise sesinin güzelliği ile ön plana çıkar. Nitekim Kanuni devrinin kudretli şairi Baki, “Avazeyi bu âleme Davud gibi sal” derken söz konusu duruma işaret eder. Hz. Davud kendisine inen Zebur’u musiki eşliğinde okumaktan hoşlanır, bazen de okurken kamıştan yapılma bir musiki aleti çalardı. Hem bu müzik aletinin tınıları, hem de Hz. Davud’un güzel sesi karşısında tüm canlılar soluklarını tutarlardı.

Halk arasındaki yaygın bir söylence ise bu içli enstrümanı Hz. Ali ile özdeşleştirir. Rivayete göre peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v), Miraç sonrasında müşahede ettiği ilahi sırların bir kısmını Hz. Ali ile paylaşır ve bu sırrı kendine saklamasını ister. Lakin Hz. Ali, bu denli ağır bir sırrı gizlemekte zorlanır ve sonrasında kör bir kuyuya giderek kuyunun içine sırları bağırarak rahatlar. Gelgelelim kuyu, zaman içinde su ile dolar ve bu kuyudan kovalarla çekilen sular vasıtasıyla çevredeki alan sulanmaya başlanır. Zaman içinde buralarda büyüyen kamışlardan birini bir çoban keser. Kamışın üzerinde bazı delikler açarak üflemeye başlar. Kamış, içinde taşımış olduğu sırların etkisiyle öyle içli inler ki, Hz. Peygamber (s.a.v) durumu anlar. Hz. Ali’ye durumu açtığında da, Hz. Ali bu denli büyük bir sorumluluğu taşıyamadığını itiraf ederek hatasını kabul eder. O andan itibaren bu kamış parçasının, aşk ve esrarın özüne tercüman olmaya başladığına inanılır.

Ney’i en etkin kullanan sufiler hiç şüphesiz Mevleviler’di. Ney, kudüm ile birlikte Mevlevi ayinlerinin vazgeçilmez enstrümanı. Bu enstrüman, Mevlevi tarikatıyla o denli özdeşleşmişti ki, bir dervişin ney üfleyip üflememesi onun Mevlevi olup olmadığının göstergesi olarak kabul ediliyordu. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun yayılım coğrafyası, Mevlevilik’in de nüfuz alanını belirlemişti. Gerçi bugün söz konusu alan çok daha geniş bir coğrafyayı kapsıyor. Mevleviler, Osmanlı fütühatı sonrasında imparatorluğun farklı beldelerine kurdukları Mevlevihaneler vesilesiyle, musiki kültürünün de yayılmasında önemli hizmetlerde bulunmuşlardı. Musiki tarihimizde gerek dinî ve gerekse de dünyevi musiki ile meşgul olan büyük bestekârların hatırı sayılır bir kısmının Mevlevi olması bunun ispatı. Hz. Mevlana’nın Mesnevi adlı başyapıtı da şu dizelerle başlar:

“Bişnev ez ney çün hikâyet mîküned
Ez cüdâyihâ şikâyet mîküned”

(Dinle neyden, bak neler söyler durur,
Dertlerinden, ayrılıktan dem vurur).


Peki, ney niçin bu denli önemli bir enstrüman, hatta daha doğrusu bir sembol? Tasavvufi inanca göre insan-ı kâmil olma aşamasını ondan daha güzel açıklayan bir örnek yok. İnsanın ruhî gelişimi için geçtiği safhalarla, neyin başına gelenler birbirine çok benzer. Rivayete göre ney, bir sazlıktan koparılarak alınır ve sonrasında pişmesi, olgunlaşması ve içinin boşalıp tekrar nağmelerle dolması için bir gübre yığınının içine konur. Buradaki karanlık ve pis ortamda bir müddet kalan ney, sabır ve tahammül göstererek çile çeker. İçi bomboş hale geldikten sonra rengi sapsarı olur. Sonrasında da sınavı bitmez. Gövdesinde yedi delik açılır. Artık bu aşamadan sonra üflendiği vakit yürekleri parçalayan bir feryada başlar. İnsanın hikâyesi de böyledir. Bekâ âlemindeki mutlu diyarından koparılan insan, bu dünyaya savrulur. Tekrar ait olduğu âleme dönebilmesi için çile çekmesi, tahammül göstermesi, pişmesi gerekir. Sonrasında insanoğlu da ney gibi yüzünde var olan yedi deliğe ilahi bir nefes üflenmesi sonucu, belli aşamalar sonrasında kemale erer. Bu yedi delik iki göz, iki kulak, iki burun deliği ve bir de ağızdan oluşur. Ancak nasıl ki ney doğru kişinin elinden yanık nağme çıkarırsa, kişi de ancak kâmil bir mürşidin elinde pişebilir. Nasıl ki ney, her türlü pislikten temizlendikten sonra ortaya ilahi nağmeler saçıyorsa, ruhanî pisliklerden temizlenen bir insan da ilahi sırların hikmetine ermeyi başarır. Hz. Mevlana’ya göre ney’in çıkardığı sesler ilahi aşkın ateşleridir. Yoksa kuru kuruya üfürülen bir soluk değildir. Mevlana’ya göre bir kimsede bu ateş bulunmuyorsa, yok olsun daha iyidir. Bunun için ney, Mevlevilik’te bir musiki aleti olmanın da ötesinde bir tefekkür ve inanç aracıdır.

Neyzen sultanlar
Mevlevilik, gerek Selçuklu ve gerekse Osmanlı hükümdarları nezdinde de son derece muteber bir tarikattı. Nitekim bazı Osmanlı padişahlarının doğrudan doğruya bu tarikata bağlı oldukları biliniyor. Yine pek çok sultanın musiki ile de yakinen meşgul oldukları da malum. Doğal olarak bazı sultanlar, Mevlevi ayinlerinin en vazgeçilmez enstrümanı olan ney konusunda da uzmanlaşmışlardı. Neyzenlik denince akla gelen ilk padişah Sultan III. Selim. Galata Mevlevihanesi’ne devam eden padişah, Şeyh Galib’e çok hürmet göstermiş ve kendisinden feyz almıştı. Sultan III. Selim, aynı zamanda geleceğin padişahı olan şehzade Mahmut’a da ney dersleri vermiş ve bu şehzadenin de Mevlevi olmasına vesile olmuştu. Talihin garip bir cilvesi olarak tahttan indirildikten bir süre sonra sultan IV. Mustafa tarafından katli için emir verildiğinde, odasına giren cellâtlara karşı kendisini elinde bulunan ney ile savunmaya çalıştığı rivayet olunur. Yine Sultan II. Mahmut’un oğlu olan Sultan Abdülaziz de 19. yüzyılın hatırı sayılır neyzenleri arasındaydı.

Ney Osmanlı toplumunda sadece Müslümanların değil, gayrimüslimlerin de ilgisine mazhar olmuştu. 19. yüzyılın önemli neyzenlerinden Oskiyam Efendi, Osmanlı tebaası bir Ermeni’ydi. O da tıpkı devrin padişahı III. Selim gibi, Tanburi İzak Efendi’den ders almış, ney konusunda hatırı sayılır bir mertebeye ulaşmıştı. Ermeni kilise musikisi konusunda eğitim alarak baş okuyuculuk da yapan Kirkor Çulhayan, yakın dostu Rauf Yekta Bey ile birlikte tekkelere devam etmiş ve 19. yüzyılın kayda değer neyzenlerinden biri olmuştu.

Tarih’te bazı ünlü neyzenler

Mevlevi neyzenlerin piri, Hz. Mevlana’nın neyzeni olan ve “Kutbünnayi” yani neyzenlerin kutbu olarak anılan Hamza Dede’ydi. Sonraki asırlarda da bilhassa Mevlevi dergâhlarında, Topkapı Sarayı içindeki Enderun Mektebi bünyesinde ve kibar semtlerde çok sayıda güzide neyzen yetişti. Bu konuda bilhassa Afyon ve Konya Mevlevihaneleri ile İstanbul’da bulunan Galata, Beşiktaş, Kasımpaşa, Bahariye ve Yenikapı Mevlevihaneleri başı çekiyor. İstanbul’daki ilk Mevlevihane olan Galata Mevlevihanesi, her ne kadar musiki ve ney konusunda akla gelen ilk mekân olsa da, bilhassa İsmail Dede Efendi’yi de bünyesinden çıkaran Yenikapı Mevlevihanesi, 19. yüzyılda hatırı sayılır bir merkez haline geldi. 18. yüzyılın sonlarında Yenikapı Mevlevihanesi postuna oturan Abülkadir Nasır Dede, hem İsmail Dede Efendi’ye hem de Divân şiirinin son dönemlerinde yetiştirdiği en güçlü şairlerden olan Şeyh Galip’e hocalık etti. 19. yüzyılın son büyük neyzeni ise Aziz Dede’ydi. 1905’de hayata gözlerini yuman Aziz Dede, öğrencilerinden Emin Dede vasıtasıyla etkilerini 20. yüzyıla taşımayı bilmişti.

Askeriyede görev yapan ve Tophane’deki evini bir musiki mektebine çeviren Emin Dede’nin, tekke ve zaviyeler kapatılmadan önce Galata Mevlevihanesi’nde neyzen başılık yaptığı biliniyor. Öğrencileri arasında yer alan Hakkı Süha Gezgin, Hicabi Fıratlı, Süleyman Erguner ve Halil Dikmen, aynı zamanda 20. yüzyılın en kudretli neyzenleri arasındalar. Bunlardan Halil Dikmen, yaşadığı devrin en büyük ressamları arasında yer almış, İbrahim Çallı’nın öğrenciliğini yapmıştı. Günümüzün en önemli neyzenleri arasında yer alan Niyazi Sayın ve Ahmet Yakupoğlu, onun yetiştirdiği öğrenciler. Yakın zamana kadar ney eğitimi hoca-öğrenci ilişkisi şeklinde gelişip gelmişti. Burada yeri gelmişken bazı neyzenlerin bir yanına da temas etmekte fayda var. Pek çok neyzen aynı zamanda klasik sanatların farklı alanlarında da kendisini göstermeyi bilmiş, hatta üstadlık derecesine çıkmıştır. 19. yüzyılın önemli neyzenlerinden Kazasker Mustafa İzzet Efendi, aynı zamanda son derece güçlü bir hattattı. Emin Dede de hat sanatında güzide bir mevkiye sahipti. Günümüz neyzenlerinden Niyazi Sayın da hem ebru ustası hem de tespih sanatkârı.

Kaynakça:

- Erdoğan Ateş; “Mevlevihânelerde Mûsikî ve Ney Eğitimi”, Birinci Uluslar arası Mevlanâ, Mesnevi ve Mevelevihâneler Sempozyumu Bildirileri, Manisa 2002, s. 351-358.
- Beşir Ayvazoğlu; Neyin Sırrı Hâlâ Hasret, İstanbul 2002.
- Nureddin Rüştü Büngül, Eski Eserler Ansiklopedisi, İstanbul 1939
- Mehmet Nermi Haskan; Eyüplü Musikişinaslar, İstanbul 2004
- Fatih Koca; “Ney’in Tarihi Gelişimi ve Dini Mûsikimizdeki Yeri”, Dini Araştırmalar, Ocak-Nisan 2002, cilt: 4, sayı: 12, s. 181-196.
- Mehmet Nuri Uygun; “Ney” mad. DİA, cilt: 33, İstanbul 2007, s. 68-69
- Süleyman Uludağ; İslam Açısından Musiki ve Sema, İstanbul 1976.