hafız_32
Thu 11 November 2010, 11:03 am GMT +0200
8- Dinî Tecrübenin Belirsizliği
Dinî tecrübenin en önemli özelliği, onu yaşayan kişiye has olması ve başkalarıyla paylaşılamaması keyfiyetidir. Bu sebeple onun verdiği bilginin genelleştirilmesi mümkün görünmemektedir. Kişiden kişiye değişen ve onu yaşamayan kişiye yabancı kalan varlığı ile dinî tecrübe, açık-seçik ve kesin olmaktan uzak, belirsiz bir gerçeklik ifade etmektedir. Dinî tecrübe içerisinde işitilen veya görülen şeyler, yani muhteva, farklı din ve kültürlere göre farklı anlamlar kazanmaktadır. Bunlar kimileri için ALLAH'ın doğrudan doğruya görüntüsü ve tecellisidir; diğer bazıları için bunlar ALLAH'ın özel işaretleri olmayıp, bir kutsalın ana niteliğini çağrışım yaptıran şeylerdir. Diğer bazıları içinse bunlar insanın ötesinde fakat bütün ilâhî vasfından sıyrılmış bir tabiat sırrı gibi gözükmektedir. Böylece algısal dinî tecrübe, en küçük ve en kısa süreli bir eşikle, içinde dinî objelerin sembolizminin tamamen dolu olduğu en üst bir nokta arasında hareket eder.
Gerçekte, yaşanmış tecrübenin anlamı belirsiz değildir. Belirsizlik dışta olan kimse içindir. Duygusallık, kendisiyle uygunluk hâlinde bulunan vasıfları gösterir. Bu vasıflara uygun gelen idraki şekiller, bu idrakî şekillerin içine inen ve kendi anlamlarıyla onları aydınlatan dünya ve ALLAH konusundaki ifadeleri davet ederler. Fakat ifade, idrakî dikkati de yönlendirir. Görünürün içinde görünmezin idrakî ve buna bağlı olarak, yeryüzünde ilahî olanın veya ALLAH'ın tezahürü ve yakınlığı, belirti ve işaretinin idrakî, zaruri olarak kişiden kişiye, kültürden kültüre değişebilir özelliktedir.
Bu noktada ilmî tecrübe ile dinî tecrübeyi karşılaştırmak mümkündür. Bir taraftan, teorik kavramlar olayların mümkün anlamlarını önceleyerek onları anlamaya yol açarlar; diğer taraftan, müşahedeler teorik kavramlar yeniden değişip düzeltmeye sevkeden bir gerçeklik muhtevasıyla, önceden yola çıkan kavramları doldururlar. İlmî çevrelerin dışında kalan kimse, ilmi bir tecrübenin anlamını kavrayamaz ve onun için gördüğü ve işittiği şey hakiki bir tecrübe değildir. Görülüyor ki, bir işaretin anlaşılması, onu idrak eden kimsenin eğilimine bağlı olmaktadır; zira işaretin anlamı, onu destekleyen anlamlı suretin sınırını aşmaktadır. Müminlerin durumu da incelendiği zaman, dinî tecrübenin de aynı yolu izlediği görülecektir. Böylece idrakî tecrübe, kendi idrakinin duygusal yatırımına ve özel olarak kişilerin kendilerine malettikleri dinî anlamlara göre farklılaşmaktadır [261].
Bu sebeple dinî tecrübe şüpheli ya da belirsiz bir gerçeklik ifade eder; onun doğru ile yanlışı birbirinden ayırdetme gücü yoktur [262]. Dinî tecrübenin hakiki ve meşru bir değer taşıyıp taşımadığını kontrol için tek güvenilir yol, onun dinin dış şekillerine ve dinî hedeflere uygunluğunun araştırılmasıdır. Ayrıca, dinî tecrübenin, karakteri olumlu yönde etkileme gibi pratik sonuçları da bu hususta dikkate alınabilecek bir başka ölçü olabilir.
Dinî tecrübenin yapısındaki bu belirsizlik sebebiyledir ki, din kendisine ait olmayan unsurlarla karıştırılabilmekte, aşkınlığını kaybederek, ulvî bir hakikat taşıyıcısı olmaktan uzaklaşıp, çok alt seviyede bir tecrübe durumuna düşebilmektedir. Bu durumda, insana ulûhiyet alanının kapılarım açan duygular, insan ve tabiatın sınırlarını pek aşmayan duygular olarak kalırlar ve çoğu zaman din, bu duyguların belirsizliğine karışır. Bu karmaşık şekillerden dolayıdır ki, çağımızdaki ateistlerin çoğu, dini reddetme yolunda dinî tecrübede ciddi motifler bulmuşlar ve bütün bir dinî sistemi bu insanî ve tabii düzene indirgenmiş şekliyle ele almışlardır. Gerçekte dinî tecrübe, sanat ve güzellik tecrübesiyle, beşeri aşk tecrübesiyle, âlemle birleşme ve kaynaşma duygusuyla, bir grup hayatı içinde hissedilen aidiyet duygusuyla hatta şeytanî bir tecrübeyle kolayca karıştırılabilmektedir [263]. Esasen, duygusallık içinde hissedilen hiçbir tecrübe, ilâhî kudretin biricik ilhamını teşkil etmez; insan şuuru çok değişik etki kaynaklarından beslenebildiği gibi, her duygusal tecrübe çok yönlü niyetler de uyandırabilmektedir [264].
Dinî tecrübenin en önemli özelliği, onu yaşayan kişiye has olması ve başkalarıyla paylaşılamaması keyfiyetidir. Bu sebeple onun verdiği bilginin genelleştirilmesi mümkün görünmemektedir. Kişiden kişiye değişen ve onu yaşamayan kişiye yabancı kalan varlığı ile dinî tecrübe, açık-seçik ve kesin olmaktan uzak, belirsiz bir gerçeklik ifade etmektedir. Dinî tecrübe içerisinde işitilen veya görülen şeyler, yani muhteva, farklı din ve kültürlere göre farklı anlamlar kazanmaktadır. Bunlar kimileri için ALLAH'ın doğrudan doğruya görüntüsü ve tecellisidir; diğer bazıları için bunlar ALLAH'ın özel işaretleri olmayıp, bir kutsalın ana niteliğini çağrışım yaptıran şeylerdir. Diğer bazıları içinse bunlar insanın ötesinde fakat bütün ilâhî vasfından sıyrılmış bir tabiat sırrı gibi gözükmektedir. Böylece algısal dinî tecrübe, en küçük ve en kısa süreli bir eşikle, içinde dinî objelerin sembolizminin tamamen dolu olduğu en üst bir nokta arasında hareket eder.
Gerçekte, yaşanmış tecrübenin anlamı belirsiz değildir. Belirsizlik dışta olan kimse içindir. Duygusallık, kendisiyle uygunluk hâlinde bulunan vasıfları gösterir. Bu vasıflara uygun gelen idraki şekiller, bu idrakî şekillerin içine inen ve kendi anlamlarıyla onları aydınlatan dünya ve ALLAH konusundaki ifadeleri davet ederler. Fakat ifade, idrakî dikkati de yönlendirir. Görünürün içinde görünmezin idrakî ve buna bağlı olarak, yeryüzünde ilahî olanın veya ALLAH'ın tezahürü ve yakınlığı, belirti ve işaretinin idrakî, zaruri olarak kişiden kişiye, kültürden kültüre değişebilir özelliktedir.
Bu noktada ilmî tecrübe ile dinî tecrübeyi karşılaştırmak mümkündür. Bir taraftan, teorik kavramlar olayların mümkün anlamlarını önceleyerek onları anlamaya yol açarlar; diğer taraftan, müşahedeler teorik kavramlar yeniden değişip düzeltmeye sevkeden bir gerçeklik muhtevasıyla, önceden yola çıkan kavramları doldururlar. İlmî çevrelerin dışında kalan kimse, ilmi bir tecrübenin anlamını kavrayamaz ve onun için gördüğü ve işittiği şey hakiki bir tecrübe değildir. Görülüyor ki, bir işaretin anlaşılması, onu idrak eden kimsenin eğilimine bağlı olmaktadır; zira işaretin anlamı, onu destekleyen anlamlı suretin sınırını aşmaktadır. Müminlerin durumu da incelendiği zaman, dinî tecrübenin de aynı yolu izlediği görülecektir. Böylece idrakî tecrübe, kendi idrakinin duygusal yatırımına ve özel olarak kişilerin kendilerine malettikleri dinî anlamlara göre farklılaşmaktadır [261].
Bu sebeple dinî tecrübe şüpheli ya da belirsiz bir gerçeklik ifade eder; onun doğru ile yanlışı birbirinden ayırdetme gücü yoktur [262]. Dinî tecrübenin hakiki ve meşru bir değer taşıyıp taşımadığını kontrol için tek güvenilir yol, onun dinin dış şekillerine ve dinî hedeflere uygunluğunun araştırılmasıdır. Ayrıca, dinî tecrübenin, karakteri olumlu yönde etkileme gibi pratik sonuçları da bu hususta dikkate alınabilecek bir başka ölçü olabilir.
Dinî tecrübenin yapısındaki bu belirsizlik sebebiyledir ki, din kendisine ait olmayan unsurlarla karıştırılabilmekte, aşkınlığını kaybederek, ulvî bir hakikat taşıyıcısı olmaktan uzaklaşıp, çok alt seviyede bir tecrübe durumuna düşebilmektedir. Bu durumda, insana ulûhiyet alanının kapılarım açan duygular, insan ve tabiatın sınırlarını pek aşmayan duygular olarak kalırlar ve çoğu zaman din, bu duyguların belirsizliğine karışır. Bu karmaşık şekillerden dolayıdır ki, çağımızdaki ateistlerin çoğu, dini reddetme yolunda dinî tecrübede ciddi motifler bulmuşlar ve bütün bir dinî sistemi bu insanî ve tabii düzene indirgenmiş şekliyle ele almışlardır. Gerçekte dinî tecrübe, sanat ve güzellik tecrübesiyle, beşeri aşk tecrübesiyle, âlemle birleşme ve kaynaşma duygusuyla, bir grup hayatı içinde hissedilen aidiyet duygusuyla hatta şeytanî bir tecrübeyle kolayca karıştırılabilmektedir [263]. Esasen, duygusallık içinde hissedilen hiçbir tecrübe, ilâhî kudretin biricik ilhamını teşkil etmez; insan şuuru çok değişik etki kaynaklarından beslenebildiği gibi, her duygusal tecrübe çok yönlü niyetler de uyandırabilmektedir [264].