hafız_32
Thu 11 November 2010, 11:11 am GMT +0200
B- Dinî Tecrübe
1- Tecrübe ve Dinî Tecrübe
Tecrübe kelimesi genel olarak, tecrübeye dayanan bir bilgi şeklini ifade eder. Psikolojide tecrübe (experience; yaşantı, deneyim), keyfiyet bakımından farklılaşmamış bildiriler ve işaretler yayan yaşadığımız dünyada algılanmış olan değerlerin ve anlamların sezgisel ve duygusal kavranması yoluyla bilinmesi şeklidir, irade dışı, kendiliğinden harekettir; onunla insan kendini dünya, bir konu, bir başkası tarafından uyarılmış bulur. Bu şekilde kendiliğinden, vasıtasız ve irade dışı bir bilgi olan tecrübe gecici bir olay olmayıp, düşünceyi kaplayan ve onu genişleten [218] bir özelliğe sahiptir. Tecrübe, kavramlara dayalı, düşünme, muhakeme ve açıklama yoluyla elde edilen bir bilmeden daha zengin, duygusal bir sarsıntıdan daha sürekli, bilginin dinamik, duygu ve sezgiye dayalı (affective) şeklidir [219].
Tecrübe, vasıtasız ilişki ve obje hakkında kavranmış olan anlamın birleşmesi içinde vücut bulur. Bunu şöyle bir misâlle açıklamak mümkündür: Kendi ülkemizden çok uzaklarda meselâ Japonya gibi bir ülkenin mevcut olduğunu duymuş olalım. Şimdi, bu ülke hakkında yazılmış olan en güzel kitapları okumak, tek başına bir işe yaramaz. Bu bilginin tecrübesi için, bu ülkeye bizzat gidip, şehir ve bölgelerini gezip dolaşma, insanlarıyla sık sık görüşüp tanışmak gerekecektir. Fakat bu ülkenin dilini bilmeyen, onun tarihinden, kültüründen hiç haberi olmayan kimse, onun gerçek tecrübesini de yapamıyacaktır. Zira, algılamış olduğu işaretler karanlık kalacaklar veya sadece sırf kendi düşüncelerini ve alışkanlıklarını tecrübeye yansıtacaktır. Tecrübe ancak, objeden anlamın doğduğu yerde ve yorumun anlamı, mahpus bulunduğu yerden kurtardığı zaman vardır. Esasen tecrübenin oluşması iki yoldan mümkün olabilir. Birincisi, tecrübe objelerin yakınında başlayabilir ve anlatım yoluyla yavaş yavaş onları açar ve ihtiva ettikleri anlamların doğmasına imkân verir. İkincisi, tecrübe fikirlerden doğabilir ve nesnelerin varlığının fikirlere bir gerçeklik sağlamlığı vermesi için, fikirleri objelerin üzerine akın ettirebilir [220].
Çağdaş psikologlar “dinî tecrübe”yi, “Allah'ın alâmet, işaret, tezahür ve delillerini sezgisel algılama, vasıtasız doğrudan doğruya kavrama, kutsal ve ilahi kudretle sezgisel ve duygusal ilişki kurma” [221] olarak tanım ve tasvir ederler. Böylece, dinî tecrübe terimi altında, şuur olayları olarak insanın dinî eğilimleri, dinî duygu ve sezgileri tasvir edilmekte, dinin tecrübeye, iç yaşantısına dayalı duygusal yönü değerlendirilmektedir. Hattâ bazılarınca dinin bütünü, dindarlığın asıl kökü ve temeli olarak kabul edilen bu duygusal boyutun, çok karmaşık ve çok yönlü olan dinî yaşayışın bütününü ifade etmekte yeterli olamayacağı açık bir husustur.
Dinî tecrübenin konusu kutsal, ya da ilâhî kudrettir. Kudsiyet duygusu ve sezgisi, bütün dinlerde ortak yaşantı ve tecrübe olarak yer alır. İnsanda fıtrî bir dinî hassasiyet vardır ve bu da ilk aslî dinî tecrübenin doğuşuna imkân verir. Fakat başlangıçta, henüz içi boş bir çerçeve gibi muhtevası şekillenmemiş olan bu ilâhî kudret sezgisi, belirli bir dinin inanç ve değerlerince kuşatılmasıyla birlikte, farklılaşmış ve o dinin kimliğini taşıyan bir tecrübe hâline gelir. Buna göre, bir “fıtrî”, ilk ve aslı dinî tecrübeden, bir de “ikincil ve üst” dinî tecrübeden söz etmek mümkündür. İslâmî tecrübe, hıristiyanî tecrübe, budist tecrübe.., temel dinî tecrübeye dayalı farklı kültür ve gelenekleri ifade ederler. O hâlde tecrübe terimi temsilî bir değere sahiptir; o, yaşanan dinin gelişimini izler ve eğrinin her noktasında sezgisel, vasıtasız ve derin bir duygusallık içerisinde Allah'ta varolmayı ifade eder. Dinî tecrübe, hayat ve âlem içinde mevcut ilâhî sırra tabii bir hassasiyettir, İlâhî vahyin kabul edilmesi, Allah'ın kendi eserleri içerisinde temaşası, ancak bu temel dinî boyut ile mümkün olabilmektedir. Esas ve genel anlamı içerisinde dinî tecrübe, bizzat insanın kendi varlığının ve dünyanın ilâhî kudretin göstergesi olarak kavranmasını ifade eder. Bir başka anlatımla, dinî tecrübenin en çarpıcı simgesi, objektif ve sübjektif arasındaki zıtlığı aşma, bir vahdet ve bütünlük içerisinde kâinatı kavramadır. Bu anlamda o gerçek bir ilişkidir. Dinî tecrübenin bu ilişkisel özelliği çoğu yazar tarafından vurgulanmıştır. Bu bakış açısıyla dinî tecrübe, bir kimse tarafından tecrübe edilmiş olan veya ne kadar küçük olursa olsun bir dinî grup ile, ilâhî bir öz, yani Allah'la, en üst realiteyle, aşkın bir otoriteyle belli bir ilişkiyi kapsayan bütün duygular, algılar ve duyumları ihtiva eder [222]. Kısacası, dinî tecrübeyi karakterize eden ve onu diğer bütün insanî tecrübelerden ayırdeden temel unsur, tabiatûstü bir yöneliş, yalvarıp yakarma ile birlikte, belli bir ilişki duygusudur. Karmaşık bir yapıya sahip olan dini tecrübe, din vasıtasıyla kurulan ilişkinin insanî seviyeleri ve tabiatüstû arasındaki karşılıklı ilişkinin karşılaşmasının sonucudur [223].
1- Tecrübe ve Dinî Tecrübe
Tecrübe kelimesi genel olarak, tecrübeye dayanan bir bilgi şeklini ifade eder. Psikolojide tecrübe (experience; yaşantı, deneyim), keyfiyet bakımından farklılaşmamış bildiriler ve işaretler yayan yaşadığımız dünyada algılanmış olan değerlerin ve anlamların sezgisel ve duygusal kavranması yoluyla bilinmesi şeklidir, irade dışı, kendiliğinden harekettir; onunla insan kendini dünya, bir konu, bir başkası tarafından uyarılmış bulur. Bu şekilde kendiliğinden, vasıtasız ve irade dışı bir bilgi olan tecrübe gecici bir olay olmayıp, düşünceyi kaplayan ve onu genişleten [218] bir özelliğe sahiptir. Tecrübe, kavramlara dayalı, düşünme, muhakeme ve açıklama yoluyla elde edilen bir bilmeden daha zengin, duygusal bir sarsıntıdan daha sürekli, bilginin dinamik, duygu ve sezgiye dayalı (affective) şeklidir [219].
Tecrübe, vasıtasız ilişki ve obje hakkında kavranmış olan anlamın birleşmesi içinde vücut bulur. Bunu şöyle bir misâlle açıklamak mümkündür: Kendi ülkemizden çok uzaklarda meselâ Japonya gibi bir ülkenin mevcut olduğunu duymuş olalım. Şimdi, bu ülke hakkında yazılmış olan en güzel kitapları okumak, tek başına bir işe yaramaz. Bu bilginin tecrübesi için, bu ülkeye bizzat gidip, şehir ve bölgelerini gezip dolaşma, insanlarıyla sık sık görüşüp tanışmak gerekecektir. Fakat bu ülkenin dilini bilmeyen, onun tarihinden, kültüründen hiç haberi olmayan kimse, onun gerçek tecrübesini de yapamıyacaktır. Zira, algılamış olduğu işaretler karanlık kalacaklar veya sadece sırf kendi düşüncelerini ve alışkanlıklarını tecrübeye yansıtacaktır. Tecrübe ancak, objeden anlamın doğduğu yerde ve yorumun anlamı, mahpus bulunduğu yerden kurtardığı zaman vardır. Esasen tecrübenin oluşması iki yoldan mümkün olabilir. Birincisi, tecrübe objelerin yakınında başlayabilir ve anlatım yoluyla yavaş yavaş onları açar ve ihtiva ettikleri anlamların doğmasına imkân verir. İkincisi, tecrübe fikirlerden doğabilir ve nesnelerin varlığının fikirlere bir gerçeklik sağlamlığı vermesi için, fikirleri objelerin üzerine akın ettirebilir [220].
Çağdaş psikologlar “dinî tecrübe”yi, “Allah'ın alâmet, işaret, tezahür ve delillerini sezgisel algılama, vasıtasız doğrudan doğruya kavrama, kutsal ve ilahi kudretle sezgisel ve duygusal ilişki kurma” [221] olarak tanım ve tasvir ederler. Böylece, dinî tecrübe terimi altında, şuur olayları olarak insanın dinî eğilimleri, dinî duygu ve sezgileri tasvir edilmekte, dinin tecrübeye, iç yaşantısına dayalı duygusal yönü değerlendirilmektedir. Hattâ bazılarınca dinin bütünü, dindarlığın asıl kökü ve temeli olarak kabul edilen bu duygusal boyutun, çok karmaşık ve çok yönlü olan dinî yaşayışın bütününü ifade etmekte yeterli olamayacağı açık bir husustur.
Dinî tecrübenin konusu kutsal, ya da ilâhî kudrettir. Kudsiyet duygusu ve sezgisi, bütün dinlerde ortak yaşantı ve tecrübe olarak yer alır. İnsanda fıtrî bir dinî hassasiyet vardır ve bu da ilk aslî dinî tecrübenin doğuşuna imkân verir. Fakat başlangıçta, henüz içi boş bir çerçeve gibi muhtevası şekillenmemiş olan bu ilâhî kudret sezgisi, belirli bir dinin inanç ve değerlerince kuşatılmasıyla birlikte, farklılaşmış ve o dinin kimliğini taşıyan bir tecrübe hâline gelir. Buna göre, bir “fıtrî”, ilk ve aslı dinî tecrübeden, bir de “ikincil ve üst” dinî tecrübeden söz etmek mümkündür. İslâmî tecrübe, hıristiyanî tecrübe, budist tecrübe.., temel dinî tecrübeye dayalı farklı kültür ve gelenekleri ifade ederler. O hâlde tecrübe terimi temsilî bir değere sahiptir; o, yaşanan dinin gelişimini izler ve eğrinin her noktasında sezgisel, vasıtasız ve derin bir duygusallık içerisinde Allah'ta varolmayı ifade eder. Dinî tecrübe, hayat ve âlem içinde mevcut ilâhî sırra tabii bir hassasiyettir, İlâhî vahyin kabul edilmesi, Allah'ın kendi eserleri içerisinde temaşası, ancak bu temel dinî boyut ile mümkün olabilmektedir. Esas ve genel anlamı içerisinde dinî tecrübe, bizzat insanın kendi varlığının ve dünyanın ilâhî kudretin göstergesi olarak kavranmasını ifade eder. Bir başka anlatımla, dinî tecrübenin en çarpıcı simgesi, objektif ve sübjektif arasındaki zıtlığı aşma, bir vahdet ve bütünlük içerisinde kâinatı kavramadır. Bu anlamda o gerçek bir ilişkidir. Dinî tecrübenin bu ilişkisel özelliği çoğu yazar tarafından vurgulanmıştır. Bu bakış açısıyla dinî tecrübe, bir kimse tarafından tecrübe edilmiş olan veya ne kadar küçük olursa olsun bir dinî grup ile, ilâhî bir öz, yani Allah'la, en üst realiteyle, aşkın bir otoriteyle belli bir ilişkiyi kapsayan bütün duygular, algılar ve duyumları ihtiva eder [222]. Kısacası, dinî tecrübeyi karakterize eden ve onu diğer bütün insanî tecrübelerden ayırdeden temel unsur, tabiatûstü bir yöneliş, yalvarıp yakarma ile birlikte, belli bir ilişki duygusudur. Karmaşık bir yapıya sahip olan dini tecrübe, din vasıtasıyla kurulan ilişkinin insanî seviyeleri ve tabiatüstû arasındaki karşılıklı ilişkinin karşılaşmasının sonucudur [223].