ezelinur
Mon 1 March 2010, 06:28 pm GMT +0200
Evli çiftlerden biri veya ikisi birlikte dinden dönerlerse bazı durumlar sözkonusu olur:
1- ikisinden biri veya ikisi birlikte dinden dönerlerse, nikâh akidleri feshedilir mi?
2- Kocanın dinden dönmesi, nikâhın feshi bakımından kadının dinden dönmesi gibi midir, değil midir?
3- Bu fesih, üç talâk sayısını yıkan bir boşanma mıdır, değil midir?
4- Dinden dönen eş, diğerine mirasçı olabilir mi, olamaz mı? Mür-tedliği esnasında yaptığı tasarrufların hükmü nedir?
5- Kocanın veya kadının dinden dönmesi durumunda kadının mehrinin hükmü nedir?
6- Dinden dönen eşe verilecek ceza nedir?
7- Küfür ve dinden çıkmayı gerektiren söz ve davranışlar nelerdir? Bütün bu soruların cevaplan, mezheblere göre detaylı olarak aşağıda verilmiştir.
(70) Hanefîler dediler ki: Birinci sorunun cevabı şudur: Bir kimse dinden dönerse, karısı derhal kendisinden bâin talâkla ayrılır. Zîra hiçbir durumda kâfir bir erkeğin, müslüman kadına egemen olması helâl olmaz. Bu durumdaki karı kocanın arası, kadı kararına gerek kalmadan derhal tefrîk edilir. Ama kadın, tek başına dinden dönerse, bunun hükmüyle ilgili olarak üç görüş vardır:
1- Kadının dinden dönmesi, nikâhı fesheder. Kendi haline ve imamın onun için ceza olarak uygun göreceği cezaya ek olarak üç gün boyunca dövülerek tâzîr edilir. Tekrar İslâm´a dönmeye zorlanır. Bu amaçla hapsedilir. Ta ki müslümanlığa yelliden dönsün veya ölünceye dek hapiste kalsın. Müslümanlığa dönerse, kocasından başkasıyla evlenmekten menedilir. Hatta razı olsun olmasın, az bir mehirle nikahı yenilemeye zorlanır. Herhangi bir kadı, kocası istediği takdirde 1000 liralık bir mehirle bile kocasına nikahını yenileyebilir. Ama kocası susar veya açık bir ifâdeyle onu terkettiğini bildirirse, o zaman kadın bir başka erkekle evlenebilir. Tamamıyla uygulanması mümkün olursa, zamanımızda bu görüşle amel olunur. Kadının dinden dönmesini sadece nikâh feshi saymak doğru olmaz. Aksine, kadım tâzır edip tekrar müslüman olmasını ve nikâhı yenilemesi için onu zorlamayı emreden hükümle amel etmek gerekir. Bu imkânsız olursa, bu hükümle amel etme zorunluluğu ortadan kalkar.
2- Kadının, özellikle kocasından kurtulmak amacıyla dinden dönmesi, mutlak surette nikâhın feshini gerekli kılmaz. Bu durumda fesih olmaz ve nikâh da yenilenmez. Bu, Belh âlimlerinin verdiği fetvadır. Zamanımızda bu görüşle amel etmek gerekir. Hiçbir kadı´nın bu görüşten sapması doğru olmaz.
3- Kadın dinden döndüğünde, müslümanların mülkü olan kâfir bir câriye statüsüne girer. Kocası, onu hâkimden satın alır. Sarf olunacak bir yer varsa, bedelsiz olarak onu sarf etme hakkına sahip olur. Bu kadın, azâd edilmedikçe, ikinci kez müslüman olsa bile hürriyetine kavuşamaz.
Kocası bundan sonra o kadının üzerine el koyarsa, ona mâlik olur. Kendisine bir çocuk doğurmadan onu satabilir. Bu da kadım, dinden dönmekten meneden şiddetli bir engeldir. Şu da var ki, bu görüşle amel etmek mümkün değildir. Ancak köleliğin halâ mevcud olduğu beldelerde buna rastlanabilir. Aynı anda puta secde etmek gibi, beraberce dinden dönerlerse veya ikisinden biri küfür kelimesini telâffuz eder de önce hangisinin telâffuz ettiği bilinmezse, nikâhları olduğu gibi kalmakta devam eder ve infisah etmez. Aynı anda müslüman olurlarsa, yine aynı şekilde nikâhları varlığım devam ettirir. Ama biri diğerinden önce müslüman olursa, nikâhları fâsid olur. İkinci sorunun cevabına gelince, Ebû Hanîfe der ki: Eşlerin ayrılmaları talâk değildir. Aksine bu fesihtir ve talâkın üç sayısından hiçbirini götürmez. Koca dinden dönüp sonra müslüman olur ve nikâhı yenilenirse, bu, onun talâkından hiçbir şeyi götürmez. İkinci defa dinden dönüp nikâhını yeniler ve sonra üçüncü kez bir daha dinden dönerse aynı hüküm sözkonusu olur. Bu durumda araya hulleci koymaksızın nikâhını yenileyebilir ve kendisine; "Üç kez dinden çıkmakla sen karını üç talâkla boşamış oldun. Başka bir erkekle evlenmeden o sana helâl olmaz" denilemez. Karısı müslüman olan ve kendisine müslümanhk teklifi yapılıp da müslümanlığı kabul etmeyen erkeğin durumu bunun tersinedir. Bu erkek karısını boşamış sayılır. Çünkü müslümanlığı kabullenmemesi, önce de belirtildiği gibi, Ebû Hanîfe´ye göre talâk sayılır. İmam Muhammed, iki durum arasında bir fark bulunmadığı görüşündedir. Bu iki durumdaki fesih, talâktır. Ebû Yûsuf, iki durumdaki feshin talâk olmadığı görüşündedir. Ebû Hanîfe´nin görüşü şu gerekçeye bağlanabilir: Talâk (boşama), evliliği içerir. Zevce olmayan kadın boşanamaz. Dinden dönmek ise, tabiatıyla evliliğe aykırıdır. Dinden dönüşün evliliği içeren talâk sayılması hiçbir durumda mümkün değildir. Kocanın, kendisine teklif edilen İslâmiyeti kabul etmeyişi bunun aksine, dinden dönüş sayılmaz ve müslüman olan kadının talâkı yerine geçer.
Şunu da kaydedelim ki: Kadın dinden döner ve iddet beklemekteyken kocası tarafından boşanırsa, talâk gerçekleşir. İddet beklemekteyken kocası onu üç talâkla boşarsa, başka bir erkekle evlenmeden bu kocasına helâl olmaz. Çünkü dinden dönüşü nedeniyle kocasına haram oluşu ebedî değildir. Bu, haramlığm, onun müslümanlığı tekrar kabul etmesiyle ortadan kalktığı görülmektedir. Çünkü iddet beklemekteyken kocasıyla olan alâkası devam etmektedir. Yalnız talâkın gerçekleşmesi için, kadının dâr-ı harbe iltihak etmemiş olması şarttır. Dâr-ı harbe geçtikten sonra kocası onu boşar, sonra hayız görmeden müslüman olarak dönerse, Ebû Hanîfe´ye göre talâk gerçekleşir, îmâmeyne göre ise gerçekleşmez.
Kocanın dinden dönüp dâr-ı harbe geçmesi ve boşaması durumunda, onun talâkı gerçekleşmez. Müslüman olarak dâr-ı İslâm´a döner ve iddetini doldurmadan karısını boşarsa, talâkı gerçekleşir.
Üçüncü sorunun cevâbına gelince, kocanın dinden dönmesi durumunda karısı kendisine mirasçı olur. Yalnız kadının iddet halinde bulunması şarttır. Kocanın sağlıklıyken dinden dönmesiyle hastayken dinden dönmesi arasında hüküm bakımından bir değişiklik yoktur. Dinden döndükten sonra koca ölür veya kadının iddeti tamamlamasından önce dâr-ı harbe geçerse, karısı kendisine mirasçı olur. Ama kadının kendisi sağlıklıyken dinden döner, sonra ölür veya iddeti tamamlamadan dâr-ı harbe geçerse, kocası kendisine mirasçı olur. Bu hüküm bakımından karıyla koca arasındaki farka gelince; kocanın, tövbe etmemesi halinde dinden dönüş cezası, idamdır. Adeta o, kurtuluşu olmayan ölümcül bir hastalığa yakalanan ve kendisine mirasçı olmasını önlemek kasdıyla, karısını boşayan koca durumunda bulunmaktadır. Bu durumda boşaması, kadını mirastan yoksun kılmaz. Kadına gelince o, tevbe ederek İslâm´a dönmeye yanaşmazsa, cezası idam değildir. Bilindiği gibi bu durumda ona hapis cezası verilir. Sıhhatliyken dinden dönmekle kocanın mirasından kaçmış olmaz.-
Şunu bilmek gerekir ki; dinden dönenin malları, mürtedliği halinde tam olarak kendisinin mülkiyetinde bulunmaz. Askıya alınmış biçimde onun mülkiyetinde bulunur. Müslüman olunca, tıpkı önceki gibi mülkiyeti tam olarak kendisine döner. Bu hükümde hibir ihtilâf yoktur. Ama müslüman olmaz, meselâ öldürülür, ölür veyahut dâr-ı harbe geçerse, malları üzerindeki mülkiyeti tamamen zail olur. Böyle olunca da müslüman olmadan önce bu mallar üzerinde yapmış olduğu satma, satın alma, hîbe ve benzeri tasarruflar geçerli olmaz. Ebû Hanîfe´nin görüşü budur. Sahih olan da budur. Diğerleri bu adamın kendi malfah üzerindeki mülkiyetinin ancak öldürülme, ölme veya dâr-ı harbe geçme nedenleriyle zail olacağı görüşündedirler. Bu üç durumdan birinin vukuundan önce, malın malla mübadelesini içeren her türlü tasarrufu geçerli olur.
Sonra mürted kişi ölür, öldürülür veya dâr-ı harbe geçerse, malı müslüman mirasçılarına intikal eder. Bu mirasçıların onun ölümü veya öldürülmesi veya dâr-ı harbe geçmesi esnasında müslümanhkları nazar-ı itibara alınır. Kendisiyle birlikte dinden çıkmış, ama mürted kimseye tanınan üç günlük mühletin bitiminden önce müslümanhğa dönmüş ve buluğa ermiş bir oğlu varsa ve babasının öldürülmesi veya dâr-ı harbe geçmesi esnasında müslüman olarak durmaktaysa, babasına mirasçı olur. Yine aynı şekilde mürted bir kişi, dinden çıktıktan sonra mülkü bulunan bir câriyesiyle cinsel temasta bulunur, câriye de ondan hâmile kalırsa, doğacak bu çocuk ona mirasçı olur. Çünkü bu çocuk, müslüman olan anasına bağlı kalarak müslümandır. Esah olan görüş budur. Bazıları derler ki: Babasının dinden çıkması esnasında onun müslüman olması gerekir. Büyük çocuğu kendisiyle birlikte dinden çıkar, sonra da babasının öldürülmesinden önce müslüman olursa, babasına mirasçı olamaz. Ama bu zayıf bir görüştür. Mirasçıları, onun ancak müslümanken kazanmış olduğu malda hak sahibi olurlar. Bu malı, kendi şer´î hisseleri oranında aralarında paylaşırlar. Bunlardan biri de o erkeğin karışıdır. Paylaşmayı da ancak, onun müslümanken yüklenmiş olduğu borçlan ödedikten sonra yapabilirler. Ama dinden çıktıktan sonra kendisine bir mal gelirse, meselâ âni olarak bîr mal kazanırsa, mirasçıları bu malı paylaşma hakkına sahip olamazlar. Aksine bu mal, mürted haldeyken yüklendiği borçlar düşüldükten sonra müslümanların hazînesine ganimet olarak kaydedilir. Çünkü dinden çıktıktan sonra kazanmış olduğu mallar, ona mülk olmazlar. Sonra mürted kişinin müslümanhğa dönmeden önce yapmış olduğu tasarrufların bir kısmı ittifakla geçerli, bir kısmı da ittifakla geçersizdir. Bir kısmı ittifakla askıya alınır, bir kısmının askıya alınıp alınmayacağı hususunda İmâm-ı Azam ile İmâmeyn arasında ihtilâf vardır. İttifakla geçerli olan tasarrufları beş tanedir:
1- İddet halindeyken karısını boşaması. Bunun gerekçesi az önceki sayfalarda anlatılmıştı.
2- Hibeyi kabul etmek.
3- Şûf´ayı teslim etmek. Adamın biri, kendisinden şuf´a hakkını ister ve o da bu hakkı sahibine teslim ederse, sahih olur. Dinden çıktıktan sonra bir kimse müslümanlığa dönmeden önce Şûf a talebinde bulunmadan bu hakka sahip olmaz. Müslümanlığa dönmez ve talebte bulunmazsa, Şûf´a hakkı bâtıl olur. Diğerleri, dinden çıkmış kimsenin şûf´a hakkına sahip olduğunu söylemektedirler.
4- Ticâret izinlisi kölesini kısıtlaması. Bir kimse kölesine ticâret yapma izni verirse, dinden çıktıktan sonra bu kölesini ticâret yapmaktan kısıtlayabilir.
5- Istilâd (cariyenin çocuğunun kendisine âit olduğunu iddia etmesi). Dînden çıktıktan sonra bir kimsenin cariyesi çocuk doğurur ve o kimse de bu çocuğun kendisine âit olduğunu iddia ederse, çocuğun onun nesebinden olduğu sabit olur. Bu çocuk, diğer mirasçılanyla birlikte ona mirasçı olur. Çocuğun anası da, o adamın ümm-ü veledi olur.
1- ikisinden biri veya ikisi birlikte dinden dönerlerse, nikâh akidleri feshedilir mi?
2- Kocanın dinden dönmesi, nikâhın feshi bakımından kadının dinden dönmesi gibi midir, değil midir?
3- Bu fesih, üç talâk sayısını yıkan bir boşanma mıdır, değil midir?
4- Dinden dönen eş, diğerine mirasçı olabilir mi, olamaz mı? Mür-tedliği esnasında yaptığı tasarrufların hükmü nedir?
5- Kocanın veya kadının dinden dönmesi durumunda kadının mehrinin hükmü nedir?
6- Dinden dönen eşe verilecek ceza nedir?
7- Küfür ve dinden çıkmayı gerektiren söz ve davranışlar nelerdir? Bütün bu soruların cevaplan, mezheblere göre detaylı olarak aşağıda verilmiştir.
(70) Hanefîler dediler ki: Birinci sorunun cevabı şudur: Bir kimse dinden dönerse, karısı derhal kendisinden bâin talâkla ayrılır. Zîra hiçbir durumda kâfir bir erkeğin, müslüman kadına egemen olması helâl olmaz. Bu durumdaki karı kocanın arası, kadı kararına gerek kalmadan derhal tefrîk edilir. Ama kadın, tek başına dinden dönerse, bunun hükmüyle ilgili olarak üç görüş vardır:
1- Kadının dinden dönmesi, nikâhı fesheder. Kendi haline ve imamın onun için ceza olarak uygun göreceği cezaya ek olarak üç gün boyunca dövülerek tâzîr edilir. Tekrar İslâm´a dönmeye zorlanır. Bu amaçla hapsedilir. Ta ki müslümanlığa yelliden dönsün veya ölünceye dek hapiste kalsın. Müslümanlığa dönerse, kocasından başkasıyla evlenmekten menedilir. Hatta razı olsun olmasın, az bir mehirle nikahı yenilemeye zorlanır. Herhangi bir kadı, kocası istediği takdirde 1000 liralık bir mehirle bile kocasına nikahını yenileyebilir. Ama kocası susar veya açık bir ifâdeyle onu terkettiğini bildirirse, o zaman kadın bir başka erkekle evlenebilir. Tamamıyla uygulanması mümkün olursa, zamanımızda bu görüşle amel olunur. Kadının dinden dönmesini sadece nikâh feshi saymak doğru olmaz. Aksine, kadım tâzır edip tekrar müslüman olmasını ve nikâhı yenilemesi için onu zorlamayı emreden hükümle amel etmek gerekir. Bu imkânsız olursa, bu hükümle amel etme zorunluluğu ortadan kalkar.
2- Kadının, özellikle kocasından kurtulmak amacıyla dinden dönmesi, mutlak surette nikâhın feshini gerekli kılmaz. Bu durumda fesih olmaz ve nikâh da yenilenmez. Bu, Belh âlimlerinin verdiği fetvadır. Zamanımızda bu görüşle amel etmek gerekir. Hiçbir kadı´nın bu görüşten sapması doğru olmaz.
3- Kadın dinden döndüğünde, müslümanların mülkü olan kâfir bir câriye statüsüne girer. Kocası, onu hâkimden satın alır. Sarf olunacak bir yer varsa, bedelsiz olarak onu sarf etme hakkına sahip olur. Bu kadın, azâd edilmedikçe, ikinci kez müslüman olsa bile hürriyetine kavuşamaz.
Kocası bundan sonra o kadının üzerine el koyarsa, ona mâlik olur. Kendisine bir çocuk doğurmadan onu satabilir. Bu da kadım, dinden dönmekten meneden şiddetli bir engeldir. Şu da var ki, bu görüşle amel etmek mümkün değildir. Ancak köleliğin halâ mevcud olduğu beldelerde buna rastlanabilir. Aynı anda puta secde etmek gibi, beraberce dinden dönerlerse veya ikisinden biri küfür kelimesini telâffuz eder de önce hangisinin telâffuz ettiği bilinmezse, nikâhları olduğu gibi kalmakta devam eder ve infisah etmez. Aynı anda müslüman olurlarsa, yine aynı şekilde nikâhları varlığım devam ettirir. Ama biri diğerinden önce müslüman olursa, nikâhları fâsid olur. İkinci sorunun cevabına gelince, Ebû Hanîfe der ki: Eşlerin ayrılmaları talâk değildir. Aksine bu fesihtir ve talâkın üç sayısından hiçbirini götürmez. Koca dinden dönüp sonra müslüman olur ve nikâhı yenilenirse, bu, onun talâkından hiçbir şeyi götürmez. İkinci defa dinden dönüp nikâhını yeniler ve sonra üçüncü kez bir daha dinden dönerse aynı hüküm sözkonusu olur. Bu durumda araya hulleci koymaksızın nikâhını yenileyebilir ve kendisine; "Üç kez dinden çıkmakla sen karını üç talâkla boşamış oldun. Başka bir erkekle evlenmeden o sana helâl olmaz" denilemez. Karısı müslüman olan ve kendisine müslümanhk teklifi yapılıp da müslümanlığı kabul etmeyen erkeğin durumu bunun tersinedir. Bu erkek karısını boşamış sayılır. Çünkü müslümanlığı kabullenmemesi, önce de belirtildiği gibi, Ebû Hanîfe´ye göre talâk sayılır. İmam Muhammed, iki durum arasında bir fark bulunmadığı görüşündedir. Bu iki durumdaki fesih, talâktır. Ebû Yûsuf, iki durumdaki feshin talâk olmadığı görüşündedir. Ebû Hanîfe´nin görüşü şu gerekçeye bağlanabilir: Talâk (boşama), evliliği içerir. Zevce olmayan kadın boşanamaz. Dinden dönmek ise, tabiatıyla evliliğe aykırıdır. Dinden dönüşün evliliği içeren talâk sayılması hiçbir durumda mümkün değildir. Kocanın, kendisine teklif edilen İslâmiyeti kabul etmeyişi bunun aksine, dinden dönüş sayılmaz ve müslüman olan kadının talâkı yerine geçer.
Şunu da kaydedelim ki: Kadın dinden döner ve iddet beklemekteyken kocası tarafından boşanırsa, talâk gerçekleşir. İddet beklemekteyken kocası onu üç talâkla boşarsa, başka bir erkekle evlenmeden bu kocasına helâl olmaz. Çünkü dinden dönüşü nedeniyle kocasına haram oluşu ebedî değildir. Bu, haramlığm, onun müslümanlığı tekrar kabul etmesiyle ortadan kalktığı görülmektedir. Çünkü iddet beklemekteyken kocasıyla olan alâkası devam etmektedir. Yalnız talâkın gerçekleşmesi için, kadının dâr-ı harbe iltihak etmemiş olması şarttır. Dâr-ı harbe geçtikten sonra kocası onu boşar, sonra hayız görmeden müslüman olarak dönerse, Ebû Hanîfe´ye göre talâk gerçekleşir, îmâmeyne göre ise gerçekleşmez.
Kocanın dinden dönüp dâr-ı harbe geçmesi ve boşaması durumunda, onun talâkı gerçekleşmez. Müslüman olarak dâr-ı İslâm´a döner ve iddetini doldurmadan karısını boşarsa, talâkı gerçekleşir.
Üçüncü sorunun cevâbına gelince, kocanın dinden dönmesi durumunda karısı kendisine mirasçı olur. Yalnız kadının iddet halinde bulunması şarttır. Kocanın sağlıklıyken dinden dönmesiyle hastayken dinden dönmesi arasında hüküm bakımından bir değişiklik yoktur. Dinden döndükten sonra koca ölür veya kadının iddeti tamamlamasından önce dâr-ı harbe geçerse, karısı kendisine mirasçı olur. Ama kadının kendisi sağlıklıyken dinden döner, sonra ölür veya iddeti tamamlamadan dâr-ı harbe geçerse, kocası kendisine mirasçı olur. Bu hüküm bakımından karıyla koca arasındaki farka gelince; kocanın, tövbe etmemesi halinde dinden dönüş cezası, idamdır. Adeta o, kurtuluşu olmayan ölümcül bir hastalığa yakalanan ve kendisine mirasçı olmasını önlemek kasdıyla, karısını boşayan koca durumunda bulunmaktadır. Bu durumda boşaması, kadını mirastan yoksun kılmaz. Kadına gelince o, tevbe ederek İslâm´a dönmeye yanaşmazsa, cezası idam değildir. Bilindiği gibi bu durumda ona hapis cezası verilir. Sıhhatliyken dinden dönmekle kocanın mirasından kaçmış olmaz.-
Şunu bilmek gerekir ki; dinden dönenin malları, mürtedliği halinde tam olarak kendisinin mülkiyetinde bulunmaz. Askıya alınmış biçimde onun mülkiyetinde bulunur. Müslüman olunca, tıpkı önceki gibi mülkiyeti tam olarak kendisine döner. Bu hükümde hibir ihtilâf yoktur. Ama müslüman olmaz, meselâ öldürülür, ölür veyahut dâr-ı harbe geçerse, malları üzerindeki mülkiyeti tamamen zail olur. Böyle olunca da müslüman olmadan önce bu mallar üzerinde yapmış olduğu satma, satın alma, hîbe ve benzeri tasarruflar geçerli olmaz. Ebû Hanîfe´nin görüşü budur. Sahih olan da budur. Diğerleri bu adamın kendi malfah üzerindeki mülkiyetinin ancak öldürülme, ölme veya dâr-ı harbe geçme nedenleriyle zail olacağı görüşündedirler. Bu üç durumdan birinin vukuundan önce, malın malla mübadelesini içeren her türlü tasarrufu geçerli olur.
Sonra mürted kişi ölür, öldürülür veya dâr-ı harbe geçerse, malı müslüman mirasçılarına intikal eder. Bu mirasçıların onun ölümü veya öldürülmesi veya dâr-ı harbe geçmesi esnasında müslümanhkları nazar-ı itibara alınır. Kendisiyle birlikte dinden çıkmış, ama mürted kimseye tanınan üç günlük mühletin bitiminden önce müslümanhğa dönmüş ve buluğa ermiş bir oğlu varsa ve babasının öldürülmesi veya dâr-ı harbe geçmesi esnasında müslüman olarak durmaktaysa, babasına mirasçı olur. Yine aynı şekilde mürted bir kişi, dinden çıktıktan sonra mülkü bulunan bir câriyesiyle cinsel temasta bulunur, câriye de ondan hâmile kalırsa, doğacak bu çocuk ona mirasçı olur. Çünkü bu çocuk, müslüman olan anasına bağlı kalarak müslümandır. Esah olan görüş budur. Bazıları derler ki: Babasının dinden çıkması esnasında onun müslüman olması gerekir. Büyük çocuğu kendisiyle birlikte dinden çıkar, sonra da babasının öldürülmesinden önce müslüman olursa, babasına mirasçı olamaz. Ama bu zayıf bir görüştür. Mirasçıları, onun ancak müslümanken kazanmış olduğu malda hak sahibi olurlar. Bu malı, kendi şer´î hisseleri oranında aralarında paylaşırlar. Bunlardan biri de o erkeğin karışıdır. Paylaşmayı da ancak, onun müslümanken yüklenmiş olduğu borçlan ödedikten sonra yapabilirler. Ama dinden çıktıktan sonra kendisine bir mal gelirse, meselâ âni olarak bîr mal kazanırsa, mirasçıları bu malı paylaşma hakkına sahip olamazlar. Aksine bu mal, mürted haldeyken yüklendiği borçlar düşüldükten sonra müslümanların hazînesine ganimet olarak kaydedilir. Çünkü dinden çıktıktan sonra kazanmış olduğu mallar, ona mülk olmazlar. Sonra mürted kişinin müslümanhğa dönmeden önce yapmış olduğu tasarrufların bir kısmı ittifakla geçerli, bir kısmı da ittifakla geçersizdir. Bir kısmı ittifakla askıya alınır, bir kısmının askıya alınıp alınmayacağı hususunda İmâm-ı Azam ile İmâmeyn arasında ihtilâf vardır. İttifakla geçerli olan tasarrufları beş tanedir:
1- İddet halindeyken karısını boşaması. Bunun gerekçesi az önceki sayfalarda anlatılmıştı.
2- Hibeyi kabul etmek.
3- Şûf´ayı teslim etmek. Adamın biri, kendisinden şuf´a hakkını ister ve o da bu hakkı sahibine teslim ederse, sahih olur. Dinden çıktıktan sonra bir kimse müslümanlığa dönmeden önce Şûf a talebinde bulunmadan bu hakka sahip olmaz. Müslümanlığa dönmez ve talebte bulunmazsa, Şûf´a hakkı bâtıl olur. Diğerleri, dinden çıkmış kimsenin şûf´a hakkına sahip olduğunu söylemektedirler.
4- Ticâret izinlisi kölesini kısıtlaması. Bir kimse kölesine ticâret yapma izni verirse, dinden çıktıktan sonra bu kölesini ticâret yapmaktan kısıtlayabilir.
5- Istilâd (cariyenin çocuğunun kendisine âit olduğunu iddia etmesi). Dînden çıktıktan sonra bir kimsenin cariyesi çocuk doğurur ve o kimse de bu çocuğun kendisine âit olduğunu iddia ederse, çocuğun onun nesebinden olduğu sabit olur. Bu çocuk, diğer mirasçılanyla birlikte ona mirasçı olur. Çocuğun anası da, o adamın ümm-ü veledi olur.