- Dinde Yeni Arayışlar

Adsense kodları


Dinde Yeni Arayışlar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Sat 22 October 2011, 05:20 pm GMT +0200
Dinde Yeni Arayışlar: Islah mı, İfsad mı?


Şubat 2005 74.SAYI


Mübarek EROL
kaleme aldı, BAŞYAZI bölümünde yayınlandı.


Din, insanları yaratılıştaki gaye ve hikmetten haberdar ederek onlara saadet, hidayet yollarını gösterir. Akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle güzel, hayırlı olan şeylere götürür. Dinin vaz'edicisi Rabbül Alemin; menşei ise vahiy ve nübüvvettir. İnsanlar dinin vaz'edicisi olamazlar. Peygamberler ise dinin ahkâmını insanlara tebliğ için vazifelendirilmişlerdir.

İnsanoğlu maddi ve manevi her alanda, her halükârda dine muhtaçtır. İnsan hayatının her merhalesinde dinden daha yüce, daha mühim bir şey yoktur. İnsanlar için en büyük nimet olan dinin yerine başka hiçbir şey konulamaz.

Müberra dinimiz İslâm, zannedildiği gibi akla-mantığa dayanan bir din değil; aslını vahyin oluşturduğu ilâhi bir nizamdır. Ancak akla-mantığa da uygundur. Akıl, dinimizi anlamada en güzel vasıtadır. Fakat insanlar akıl yolu ile vahiyle bildirilmiş olanları hiçe sayarsa, Allah'a şirk koşmuş, küfre düşmüş olur.

Mücella dinimiz İslâm, Cenab-ı Hakk'a teslimiyet ve bağlanmanın adıdır. İman ise insanı Kur'an'ın hükmüne bağlayan ve her hususta onu esas almayı sağlayan en azim değerdir. İslâm dinine bağlı kalmak, onu bir bütün olarak kabul edip uygulamak yaşamak anlamına gelir.

Rabbimiz'in dinde izin vermediği bir şeyi meşru kılmaya kalkışmak, O'na karşı din üretmek ya da İslâm'dan başka bir din aramak anlamına gelir. Cenab -ı Hak insanoğlunu akıl nimetiyle yaratarak, ona Kur'an -ı Kerim'i gönderdi. Bundan maksat, kişinin doğruyu Kuran ve vahyin nuruyla aydınlanmış akılla bulmasını sağlamaktır. Yanlış görüş ve uygulamalardan kurtulmak, Kur'an'ın ve aklın ölçüsü ile mümkün olur. Bunun için dinimiz aklı yok saymaz.

Aynı şey akıl için de geçerlidir. Selim bir akıl vahyi yok sayarak küfre, inkâra sapmaz. Zira vahiy ve akıl birbirine amaç ve araç kılınmışlardır. Fahr-i Alem s.a.v. de kendisine vahiy gelinceye dek akl -ı selimle hareket etmiş, vahiyden sonra da Kur'an'a uygun şekilde yaşamış ve hüküm vermiştir.

Ne hazindir ki, zamanla bu kaynaklar gözardı edildi. Bunun tabii sonucu olarak da İslâm aleminde çeşitli akımlar, görüşler ortaya çıkmaya başladı. Hududu aşan bu fikirler, akımlar kendi benimsedikleri görüşlerin katı ve bağnaz çerçevesi içinde kalarak bâtıl geleneklerine gösterdikleri sadakati Allah'a ve Rasulü s.a.v.'e göstermediler. Zamanımızda İslâm aleminin içine düştüğü ihtilafların temelinde bu nedenler yatmaktadır.

Islahat, daha iyi, daha güzel, daha düzgün bir hale getirmek için yapılan değişiklik manalarını içerir. Dinî sahada ıslahat denince, dini yetersiz görüp birtakım yönlerini değiştirme anlaşılır. Bu durum mükemmel dinimiz İslâm için mevzubahis edilince, dinin ana kaynakları Kur'an ve Sünnet'i yetersiz görüp, beşerî anlayışları ilâhi sisteme tercih etme, Kur'an ve Sünnet'i tahrif etme anlaşılır. Dinimizi bozarak, yahudi ve hıristiyanlar nasıl Tevrat ve İncil'i mecrasından saptırıp tahrif ettilerse, dinde reform, ıslah adı altında bazı değişiklikler yaparak bütün insanlığın muhtaç olduğu ilâhi sistemin programını hayattan silmek, ancak kötü ve art niyetli kişilerin yapabileceği bir iştir. Mükemmel dinimiz İslâm'da makam, mevki ve rütbesi ne olursa olsun, hiçbir kimseye asla böyle bir müsaade ve yetki verilmemiştir.

Kur'an-ı Kerim kıyamete kadar bakidir. Fahr-i Cihan s.a.v. son peygamberdir. Bir daha ne bir peygamber, ne de bir ilâhi kitap gelecektir. Bu gerçeğin sonuçlarından biri olarak, Rabbimiz, Kur'an -ı Kerim'e sahip çıkmayan insanları zelil edip, başka bir kavme hidayet vererek, Kur'an'a sahip çıkmalarını ve onu yaşamalarını nasip eder.

Fahr-i Cihan s.a.v. zamanından beri dinden çıkma hadiseleri vuku bulmuş, bazı kişi ve gruplar İslâm'ı terk etmişlerdir. Ancak bunların İslâm'ın yayılmasına ve yaşanmasına hiçbir zararı olmamıştır.

İnanan bir insan için Kur'an-ı Kerim bir bütündür, bölünmeyi asla kabul etmez; bir hükmünü veya ayetini inkâr, iman dairesinin dışına çıkmak anlamına gelir.

Hz. Adem a.s.' dan günümüze dek zamanla dinler değiştirilmiştir. Bunlara muharref (tahrif edilmiş, bozulmuş) din denir. Başlangıçta ilâhi kaynaklı olan bu dinlere sonraları dış müdahaleler olmuş, sonuçta asliyeti kaybolmuştur. Zamanımızda Tevrat ve İncil'in durumu budur. İlâhi vahyin sonuncusu olan Mukaddes Kitabımız Kur'an -ı Kerim ise, Rabbimiz'in buyruğuyla kıyamete dek bizzat O'nun muhafazasında olduğu bildirilmiştir. Kur'an-ı Hakim'e değil sonradan gelenlerin, Fahr-i Cihan s.a.v.'in sözü dahi karışmamıştır. Bunun yanında Habib-i Ekrem s.a.v.'in vahyi nasıl anladığı ve nasıl hayat haline getirdiği de bilinen bir gerçektir. Hadis ilmi kılı kırk yaran bir itina ile Allah'ın Rasulü'ne ait sözü, davranışı ve sessiz onayını bile tespit etmiştir. İşte İslâm bu iki net ana temele yaslanan ulvi bir dindir.

Bu iki ana temelden, müçtehid alimlerimizin sonsuz bir kulluk şuuru içinde Allah ve Rasulü'nün maksadını anlama azmiyle çıkardıkları kurallar bütünü, hayatın bütün merhalelerine ilişkin ölçülerdir. İslâmî ilimlerde ana gaye, Cenab-ı Hakk'ın muradını anlamaktan ibarettir. Ne dine bir şey ilave etmek, ne de ondan bir şey çıkarmak değildir. Zira din, emir ve yasaklarıyla bir bütün olarak rahmettir. Kişi bu maksattan uzaklaştığı zaman, yaptığı işin İslâm'ın dışında olduğunu bilmek durumundadır. Allah ve Rasulü'nün muradını bile bile, değişik yönlere, ondan ayrı yorumlara yönelmek de dinimizin emrettiği sadakat çerçevesinin dışında bir harekettir.

Önceki dinlerin tahrif edilmesinde bazı baskılar ve din adamlarının kişilik zaafları etken olmuştur. Böyle bir durum İslâm için söz konusu olamaz. Zira din adına ortaya konan her şeyi ana ölçülere vurma imkanı vardır. Fakat bazı mihrakların beklentisi ve çabası, din adına konuşabilecek birilerinin bunu yapmasıdır. Bu durum, “dinde ıslahat” diye tarif edilen kötü bir çığır açmıştır.

Dinde ıslahat veya reform çabalarının günümüzde daha ziyade propaganda ettiği anlayışa göre, kul manevi bütün boyutlarından soyutlanarak, sadece toplumsal bir kişilik olarak bırakılır ve böylece üzerinde her alanda kolayca tasarruf yapılabilir. Yani her türlü etkiye açık hale gelir. Bu mihrakların asıl derdi plânlanmış bazı anlayışları topluma kolayca kabul ettirebilmekti. Bunun için de, tabii olarak, din adına konuşabilecek kişileri kullanmak gerekirdi. Öyle yaptılar; kendilerini din alimi sayan, fakat aslında dinden ve maneviyattan bir o kadar uzak olan, nefislerinin esiri kişileri kullandılar. Böylece İslâm'la telifi mümkün olmayan din ve hayat anlayışlarının insanlara aşılanması mümkün oldu. Yeterli islâmî bilgi ve terbiyeden nasibini alamayan sade insanların, dini kendi hayatlarına uygun olacak şekilde değiştirme talepleri gündeme gelmeye başladı. Öyle bir din istenir oldu ki, hem din olsun, hem de kendi hayatındaki din dışılığı onaylasın. Bunu din adına birileri söylesin ki, böylece vebal ve günah duygusuyla rahatsız da olunmasın!

Üzülerek müşahede ediyoruz ki, toplum son yıllarda her şeyin kolay tarafını aramak gibi bir hastalığa düçar olmuştur. Beş-on gün çalışıvermekle en çetin sanat dalında başarı meyveleri toplamak arzusundadır. Mesela bilmediği bir dilde, daha o dilin gramerini, kaidelerini, inceliklerini, diğer dillerle olan münasebetini bilmeden, bellemeden, hazmetmeden, oturup o dilde şiir yazmaya uğraşıyor. İşin daha fena tarafı, bir şiirde bulunması gereken özelliklerden yoksun, tuhaf bir şeyi şiir diye kabul ettirme cür'et ve çabası gösteriyor. Tıpkı bunun gibi, din deyince de onu daha öğrenmeden, anlamadan, önce ona dil uzatarak yermeye çalışılıyor. Nefsin zoruna giden tarafı kolaylaştırılmak isteniyor. Dinin her yönü arzu ve hevese göre yorumlanıyor.

Böyle beyhude işlerle uğraşmayı ıslahat diye nitelendirenler, aslında en büyük ifsadı yapmaktadırlar. Düzenleme, yenileme değil, yıkma ve bozma gayretindedirler. Belki bunun bilincindedirler veya bazıları öylesine, körü körüne, gafletle bu vebale girmekteler.

Müberra dinimizin özüne ve maksadına uymayan yanlışların önüne geçmenin yegane yolu, sahih imana sahip olduktan sonra hakiki ilim ve salih ameldir. Kişinin sadece Kelime-i Şehadet'i söylemesi onun müslüman olmasına yeterli olsa da, müslüman yaşaması ve müslüman olarak ölmesi için yeterli değildir. Çünkü Kur'an-ı Hakim, şaşmaz bir düzenlilikle başından sonuna kadar iman ile iyi amelleri birlikte zikrederek, kurtuluş müjdesini bu ikisini birlikte sergileyen müminlere vermiştir.

Dinimizin sınırını aşan yanlış görüş ve uygulamalara düşmemek için nasların dikkatli, bilinçli, ayrıntılı biçimde okunup incelenmesi şarttır. Sözde imanla aklanıp amelden uzaklaşan, kurtuluşu ve mutluluğu İslâm'sız bir hayatta arayanlar, çağdaşlaşma adı altında İslâm'dan sıyrılma sürecini yaşamaktadırlar. Bu talihsizliğe düşen insanların bu yanlış din anlayışını değiştirmek lazımdır. Bundan maksat, Allah ve Rasulü'nün muradı doğrultusunda dini yaşamaları konusunda onları uyarmak ve yönlendirmektir. Kur'an-ı Kerim, Rabbimiz'in sonsuz rahmetini devamlı vurgulayarak, tevbe edenleri bağışlayacağını bildirmektedir.

Rabbimiz'in tevfik ve inayeti ile…