saniyenur
Sun 2 September 2012, 08:00 pm GMT +0200
Diğer Sahte Peygamberler Ve Selef-İ Sâlihîn'in Tavrı
Hz. Muhammed kendisinden sonra bazı kimselerin peygamberlik iddia edeceğini ölümünden önce haber vermiştir. Ashab, tâbiûn ve daha sonrakiler her devir ve coğrafyada bu yalancı ve sahtekârlarla mücadele etmişler ve onlara mürted muamelesi yapmışlardır.
Hz. Muhammed döneminde, Esved Ansı peygamberlik iddiasında bulunduğunda bizzat Hz. Peygamber'in emriyle öldürülmüştür. Halifeler devrinde her kim böyle bir iddia ile ortaya çıkarsa derhal ölümle cezalandırılırdı. İbn-i Hacer Askalânî bu yalancı peygamberlerden bazılarının akıbetlerini naklet-miştir (Fethu'l-Bâri, c. VI, s. 455).
İmam Beyhâkî Kitâbu'l-Mehâsin ve'l-Mesâvî adlı eserinde Hz. Ebu Bekr döneminde Tu-leyha adlı bir kimsenin peygamberlik iddiasında bulunduğunu yazmıştır. Halife Ebu Bekir, Hâlid b. Velid'i bu kimseyi öldürmekle görevlendirmiştir. Fakat Tuleyha kaçmayı başararak Suriye'ye gitmiş ve bu yüzden yakalanamamıştır. Hz. Ebu Bekr'in vefatından sonra tekrar İslâm'a girdiği nakledilmektedir. (Kitâbu'l-Mehâsin ve'l-Mesâvî, c. I, s. 64).
Abdülmelik b. Mervan'ın halifeliği esnasında Haris adlı bir kimse de peygamberlik iddiasında bulunmuştur. Halife ve (bazı sahabeler ve tâbiûnun da içlerinde bulunduğu) âlimler Haris hakkında kanunî hükmü vermişler ve Haris çarmıha gerilmiştir. Kadı İyaz Şifa adlı eserinde şöyle demektedir: "Diğer halifeler ve yöneticiler de sahte peygamberlere, benzer muamelede bulundular. Zamanın âlimleri daima sahtekârlarla ilgili olarak aynı ortak fetvayı vermişler ve eğer bazı âlimler farklı fetva vermişlerse, bunlar da kâfir olarak kabul edilmişlerdir. (eş-Şifâ).
Harun Reşid'in halifeliği döneminde bir keresinde bir adam Nuh peygamber olduğunu, Nuh'un esasen 1000 yıl yaşaması gerektiğini kendisinin kalan elli seneyi tamamlamak için gönderildiğini söylemiş ve delil olarak da "...o, bin yıldan elli yıl eksik bir süre onların arasında kaldı..." (29: 14) âyetini göstermişti. Halife Harun İslâm âlimlerinden aldığı fetva mucibince adamı diğer insanlara da ibret teşkil etmek üzere çarmıha gerdirdi; çünkü adam sahte peygamberdi. (Beyhâkî, Kitâbu'l-Mehâsin ve'l-Mesâvî, c. I, s. 64).
Halbuki Mirza'nm iddiaları bu adammkinden de fazladır. O kendisinin Âdem ve aynı zamanda Şit olduğunu ve bazen de Nuh olduğunu iddia etmekte, diğer bazı durumlarda Musa veya İsa olabilmektedir. Davud oluşu ile de gurur duyabilmektedir. Reenkarnasyon yoluyla her peygamberin kimliğine bürünebilmektedir. Mirza, kitabında şöyle demektedir: "Ben Adem'im, Şit'im, Nuh'um, İbrahim'im, İshak'ım, Yakub'um, Yusufum, Musa'yım, Davud'um, İsa'yım, Allah Rasûlünün İsminin mükemmel tezahürüyüm, yani ben zili (yansıma) yoluyla Muhammed'im, Ah-med'im." (Hakikatü'l-Vahy, s. 72).
Bu iddialara ilave olarak, bazı peygamberlere hakaret etmektedir. Ama onun şansına, bir grup müslüman iman kavramından o derece bihaber kalmışlar ki onun küfriyatım (din dışı konuşmalarını) İslâm sayabİlmişlerdir. Tabiî ki İngiliz yönetimi döneminde doğmuş olması da onun şansıdır. Çünkü o dönemde İslâm devletleri birbiri ardısıra çöktüklerinden Mirza'dan hesap soracak hiçbir güç yoktu.
Kısaca, Müseylemetü'l-Kezzab'm ve diğer sahte peygamberlerin hikâyelerinden anlaşıldığı kadarıyla, Hz. Muhanımed'den sonra yeni bir peygamber daha gelmeyeceği hususunda inkârı mümkün olmayan bir icma söz konusudur. Bu vak'alarda bu sahtekârlardan iddialarını ispat için herhangi bir mucize istenmemiştir. Bu kimseler doğrudan mürted ilân edilerek ölüm cezasına çarptırılmışlar, çoğunun cezası da infaz edilmiştir. Ashab ve tâbiûndan hiçbir kimse de ümmetin bu icmaı-na hiç bir şekilde itiraz etmemişlerdir.
Kadı İyaz, Şifa adlı eserinde bu icma'nm sebebini şöyle açıklamaktadır: "Çünkü Hz. Muhammed (ümmetine) kendisinin peygamberlerin sonuncusu olduğunu ve kendisinden sonra kesinlikle yeni bir peygamberin gelmeyeceğini bildirmiştir. Onun peygamberlerin sonuncusu olduğu vahiy yoluyla da sabit olmuştur. Üstelik ümmetin tamamı hâîeme'n-nebiyyîn teriminin dolaylı tevil ve tahsislere başvurmaksızın, açık ve zahiri anlamıyla anlaşılması gerektiği konusunda fikir birliğine varmışlardır. Bundan dolayı hâteme'n-nebiyyîn görüşünü reddeden herkes şüphesiz kâfirdir. Bu görüş İslâm akaidinin aslî ve belirleyici bir bölümüdür. (eş-Şifâ, Hindistan baskısı, s. 362).
Bağdatın ünlü müftüsü Seyyid Mahmud Alûsî, Rühü'l-Meâni adlı tefsirinde şöyle demektedir: "Hz. Mubammed'in hâteme'n-nebiyyîn olduğu görüşü İlahi Kitabımızda yeralmaktadır ve sünnet tarafından özellikle vurgulanmaktadır ve ümmet bunun geçerliliği konusunda icma etmiştir. Bu nedenle bu görüşe karşı çıkan herhangi bir kimse kâfir ilân edilir; fikrinde İnat ederse ölümle cezalandırılır." (Ruhü'l-Meâni, c. VII, s. 65).
İbn-i Hacer el-Mekkî, el-Fetevî adlı kitabında benzer bir görüşe yer vermiştir; "Hz. Muhammed'den sonra başka bir kimseye halâ vahiy geleceğine inanan ve bunun mümkün olduğunu savunan bir kimse bütün müslümanların icmaıyla azr edilir.
Molla Aliyül Kâri, Şerh-i Fıkhü'l-Ekber adlı eserinde şöyle demektedir: "Hz. Muhammed'den sonra peygamberlik iddiasında bulunmak genel icmaya göre açıkça küfür içeren bir fiildir." (Şerh-i Fıkhü'l-Ekber, s. 202)