hafiza aise
Thu 7 April 2011, 11:27 am GMT +0200
4. Devlet Başkanlığı (İmaret, İmamet):
Resûlullah'm devlet başkanlığı; peygamberlik, iftâ ve kaza selâhiyetlerinden farklı ve bunlara ek bir sıfat ve selâhiyettir.
Devlet başkanına toplumu idare etmek, onun menfaatini gözetmek, sosyal adaleti sağlamak, zararlı oluşum ve cereyanlarla mücadele etmek, ülkeyi dışa karşı savunmak vb. görevler verilmiştir. Bu görevler her peygambere verilmemiştir, bazı peygamberler yalnızca tebliğ vazifesi almışlardır.
Peygamberimiz'in risâlet ve iftâ selahiyetine dayanan davranışları bütün ümmet için geçerli ve bağlayıcıdır; bunlann icrası ve bağlayıcılığı başka bir makamın iznine veya hükmüne bağlı değildir. Devlet başkanı sıfatıyla yaptıkları ise hem diğer başkanları bağlamaz, hem de devrin devlet başkam izin vermedikçe benzeri haklar, mü'minler tarafından re'sen elde edilemez.
Ganimetin paylaştınlması, devlete ait mal varlığının en uygun bir şekilde kullanılması ve sarfı, cezaların infazı, orduların tertibi ve şevki, isyan ve terör hareketlerinin basünlması, toprak, maden, su gibi kaynakların Özel şahıslar veya kamu kuruluşlarınca işletilmesi; devlet başkanının selâhiyeti altındadır. Başkan veya onun temsilcileri hüküm ve izin vermedikçe bunların alınması, yapılması, icra edilmesi caiz değildir. Bu konularda bir önceki başkanın yaptıklarını, sonra gelen başkan amme menfaatini gözeterek- değiştirebilir; meselâ Hz. Ömer, müellefe-i kulûba zekâttan pay vermeyi terketmiştir, Hz. Osman isyancıların üzerine asker sevketmemiş, Hz. Ali sevketmiştir...
Hukukçular, yukarıda zikredilen hususların devlet başkanlığı selahiyetine dahil olduğunda birleşmekle beraber bazı konularda farklı anlayışları olmuştur:
a. Buhârî'nin, Hars 15'te rivayet ettiği hadiste; Peygamberimiz: "Bir toprağı işleyerek kullanılır hale getiren ona mâlik olur" buyurmuştur.
Buna göre bir kimsenin mülkiyeti altında bulunmayan toprağı imar ve ıslâh ederek verimli hale getiren şahıs toprağın sahibi olmaktadır. Ancak bu ifade Resûlullah'ın hangi sıfatına bağlıdır? Eğer devlet başkanı sıfatı ile söylemiş iseler bu hüküm, diğer başkanları bağlamaz; her biri kendi çağ ve ülkelerinde amme menfaatini gözönüne alarak devlete ait topraklar üzerinde tasarrufta bulunurlar ve toprak iman mülkiyet sebebi olması daima devletin iznine bağlı bulunur.
Ebû Hanîfe'nin içtihadı işte bu istikamettir. Çünkü toprak üzerinde ıktâ vb. şekillerde tasarruf hakkı ve görevi devlet başkanına aittir, imam Şafiî bu hadisi fetva ve tebliğ sıfatına bağlamış, "Çünkü Resûlullah'ın asıl işi ve sıfatı budur, aksine delil bulunmadıkça hadisleri buna göre yorumlamak gerekir" demiştir. Hadisin tebliğ (dini kaidenin açıklanması) mahiyetinde olduğu kabul edilirse bu hakkı kullanmak, hiçbir kimsenin iznine tabî olmaz, her vatandaş toprağı kendiliğinden ıslâh ederek ona sahip olur. îmam Mâlik bu konuda şehir ve mücavir alan topraklan ile yerleşim bölgesinden uzak yerlerdeki toprakları birbirinden ayırmış, birincisini devlet başkamlığı sıfatına bağlamıştır; çünkü buralarda oturan insanların huzur ve menfaatlerini korumak devlet başkanının sorumluluğu altındadır.
b. Ebû Süfyân'ın karısı Hind b. Utbe, Resûlullah'a başvurarak "Kocası Ebû Süfyân'ın cimri bir adam olduğunu, kendisine ve çocuğuna yetecek nafakayı vermediğini" söyledi, Peygamberimiz ona "normal ölçülerde sana ve çocuğuna yetecek kadarını bizzat al" buyurdu.[75]
Bu hadis-i şerifi tebliğ ve fetva telakki eden müctehidler (Şâfiîler ve kısmen Hanefîîer) bundan şöyle bir kaide çıkarmışlardır: Bir kimsenin sübut bulmuş alacağını borçlu ödemekten imtina ederse alacaklı icra safhasında hâkime başvurmadan ve hattâ borçlunun haberi olmadan alacağına tekabül eden malı bulduğu yerde alabilir (Hanefîlere göre alacağı cinsinden malını alabilir). Mâlik ve Ahmed b. Hanbel gibi müctehidler hadisi kaza selahiyetine bağladıkları için "hâkim izin vermedikçe alacağını karşılayan malı bizzat alamaz" demişlerdir.[76]
c. Hz. Peygamber "Savaşta düşmanı öldüren onun üzerinden çıkan eşyaya sahip olur" buyurmuştur.[77]
Şafiî gibi bazı müctehidler bu hadis-i şerifi tebliğ saydıkları için "her zaman, her savaşta, düşmanını öldüren asker onun üzerindekilere sahip olur, bu onun mükâfatıdır" demişlerdir. Ebû Hanîfe ve Şafiî gibi düşünen müctehidler bunu, devlet başkanlığı sıfatına bağladıkları için başkan ve komutanların iradesine bırakmışlar, onlar izin vermedikçe kimsenin ganimetten birşey alamayacağına hükmetmişlerdir.[78]
[75] Buhârî", Büyü1 95; Nesâî, Kaza 31
[76] İbn Hacer, Fethu'I-Bârî, Kahire 1959, 11/435-440
[77] Buhârî, Humus 18, Meğâzî 54; Müslim, Ci-hâd42
[78] Karâfî, İhkâm, s. 96-108
Resûlullah'm devlet başkanlığı; peygamberlik, iftâ ve kaza selâhiyetlerinden farklı ve bunlara ek bir sıfat ve selâhiyettir.
Devlet başkanına toplumu idare etmek, onun menfaatini gözetmek, sosyal adaleti sağlamak, zararlı oluşum ve cereyanlarla mücadele etmek, ülkeyi dışa karşı savunmak vb. görevler verilmiştir. Bu görevler her peygambere verilmemiştir, bazı peygamberler yalnızca tebliğ vazifesi almışlardır.
Peygamberimiz'in risâlet ve iftâ selahiyetine dayanan davranışları bütün ümmet için geçerli ve bağlayıcıdır; bunlann icrası ve bağlayıcılığı başka bir makamın iznine veya hükmüne bağlı değildir. Devlet başkanı sıfatıyla yaptıkları ise hem diğer başkanları bağlamaz, hem de devrin devlet başkam izin vermedikçe benzeri haklar, mü'minler tarafından re'sen elde edilemez.
Ganimetin paylaştınlması, devlete ait mal varlığının en uygun bir şekilde kullanılması ve sarfı, cezaların infazı, orduların tertibi ve şevki, isyan ve terör hareketlerinin basünlması, toprak, maden, su gibi kaynakların Özel şahıslar veya kamu kuruluşlarınca işletilmesi; devlet başkanının selâhiyeti altındadır. Başkan veya onun temsilcileri hüküm ve izin vermedikçe bunların alınması, yapılması, icra edilmesi caiz değildir. Bu konularda bir önceki başkanın yaptıklarını, sonra gelen başkan amme menfaatini gözeterek- değiştirebilir; meselâ Hz. Ömer, müellefe-i kulûba zekâttan pay vermeyi terketmiştir, Hz. Osman isyancıların üzerine asker sevketmemiş, Hz. Ali sevketmiştir...
Hukukçular, yukarıda zikredilen hususların devlet başkanlığı selahiyetine dahil olduğunda birleşmekle beraber bazı konularda farklı anlayışları olmuştur:
a. Buhârî'nin, Hars 15'te rivayet ettiği hadiste; Peygamberimiz: "Bir toprağı işleyerek kullanılır hale getiren ona mâlik olur" buyurmuştur.
Buna göre bir kimsenin mülkiyeti altında bulunmayan toprağı imar ve ıslâh ederek verimli hale getiren şahıs toprağın sahibi olmaktadır. Ancak bu ifade Resûlullah'ın hangi sıfatına bağlıdır? Eğer devlet başkanı sıfatı ile söylemiş iseler bu hüküm, diğer başkanları bağlamaz; her biri kendi çağ ve ülkelerinde amme menfaatini gözönüne alarak devlete ait topraklar üzerinde tasarrufta bulunurlar ve toprak iman mülkiyet sebebi olması daima devletin iznine bağlı bulunur.
Ebû Hanîfe'nin içtihadı işte bu istikamettir. Çünkü toprak üzerinde ıktâ vb. şekillerde tasarruf hakkı ve görevi devlet başkanına aittir, imam Şafiî bu hadisi fetva ve tebliğ sıfatına bağlamış, "Çünkü Resûlullah'ın asıl işi ve sıfatı budur, aksine delil bulunmadıkça hadisleri buna göre yorumlamak gerekir" demiştir. Hadisin tebliğ (dini kaidenin açıklanması) mahiyetinde olduğu kabul edilirse bu hakkı kullanmak, hiçbir kimsenin iznine tabî olmaz, her vatandaş toprağı kendiliğinden ıslâh ederek ona sahip olur. îmam Mâlik bu konuda şehir ve mücavir alan topraklan ile yerleşim bölgesinden uzak yerlerdeki toprakları birbirinden ayırmış, birincisini devlet başkamlığı sıfatına bağlamıştır; çünkü buralarda oturan insanların huzur ve menfaatlerini korumak devlet başkanının sorumluluğu altındadır.
b. Ebû Süfyân'ın karısı Hind b. Utbe, Resûlullah'a başvurarak "Kocası Ebû Süfyân'ın cimri bir adam olduğunu, kendisine ve çocuğuna yetecek nafakayı vermediğini" söyledi, Peygamberimiz ona "normal ölçülerde sana ve çocuğuna yetecek kadarını bizzat al" buyurdu.[75]
Bu hadis-i şerifi tebliğ ve fetva telakki eden müctehidler (Şâfiîler ve kısmen Hanefîîer) bundan şöyle bir kaide çıkarmışlardır: Bir kimsenin sübut bulmuş alacağını borçlu ödemekten imtina ederse alacaklı icra safhasında hâkime başvurmadan ve hattâ borçlunun haberi olmadan alacağına tekabül eden malı bulduğu yerde alabilir (Hanefîlere göre alacağı cinsinden malını alabilir). Mâlik ve Ahmed b. Hanbel gibi müctehidler hadisi kaza selahiyetine bağladıkları için "hâkim izin vermedikçe alacağını karşılayan malı bizzat alamaz" demişlerdir.[76]
c. Hz. Peygamber "Savaşta düşmanı öldüren onun üzerinden çıkan eşyaya sahip olur" buyurmuştur.[77]
Şafiî gibi bazı müctehidler bu hadis-i şerifi tebliğ saydıkları için "her zaman, her savaşta, düşmanını öldüren asker onun üzerindekilere sahip olur, bu onun mükâfatıdır" demişlerdir. Ebû Hanîfe ve Şafiî gibi düşünen müctehidler bunu, devlet başkanlığı sıfatına bağladıkları için başkan ve komutanların iradesine bırakmışlar, onlar izin vermedikçe kimsenin ganimetten birşey alamayacağına hükmetmişlerdir.[78]
[75] Buhârî", Büyü1 95; Nesâî, Kaza 31
[76] İbn Hacer, Fethu'I-Bârî, Kahire 1959, 11/435-440
[77] Buhârî, Humus 18, Meğâzî 54; Müslim, Ci-hâd42
[78] Karâfî, İhkâm, s. 96-108