- Dereceler

Adsense kodları


Dereceler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
rabia
Mon 8 March 2010, 01:11 pm GMT +0200
Dereceler

Yeni dine girme sırasında insanları yönlendiren ruh­sal dürtüler artık çok zayıflamıştı. Bu nedenle şu âyet nazil oldu.

«Bedeviler» dedi ki: «iman ettik» De ki: «Siz iman etmedi­niz, ancak ´islâm (müslüman veya teslim) olduk´ deyin. îman he­nüz kalblerinize girmiş değildir. Eğer Allah´a ve Rasulüne itaat ederseniz, O, sizin emellerinizden hiçbirini eksiltmez.» (Hucurat: 14)

Bu âyet iman etmeden teslim olmayı en aşağı derece olarak kabul ederek İslâm hiyerarşisini tamamlıyordu. Da­ha yüksek dereceler, Hudeybiye anlaşmasından birkaç ay önce Peygamber (s.a.v.)´e nazil olan Nur Sûresinin konu­sunu daha doğrusu konularından birini teşkil ediyor­du. Kur´an´da nur, iman anlamına gelir ve aşağıda bu nu­run (aydınlanmanın) dört derecesi belirtilmiştir:

«Allah, göklerin ve yerin nurudur. O´nun nurunun misali, için­de çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça sanki incimsi bir yıldızdır ki. doğuya da battya da ait olma­yan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) nere­deyse ateş ona dokunmasa da yağı tştk verir. (Bu) Nur üstüne nur­dur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip-ilettr. Allah insanlar için örnekler vermektedir. Allah, herşeyi bilendir.» (Nur: 35)

En alt derecede, aydınlatılan fakat kendisi ışık saçma­yan kandil vardır. Daha sonra sırça gelir, onun üstünde de kutlu zeytin ağacı yer alır. Bu sembollerin anılması insana. «Allah insanlara örnekler verir» diye başlayan ve sebebi­ni belirterek: «belki düşünürler» (Haşr: 21) diye biten baş­ka ayetleri hatırlatıyor. Nur ayetinin tümü insanı düşün­meye çağırır. Fakat derecelere gelince Kur´an bu konuyu burada imalı bir şekilde anlatır. Halbuki ilk nazil olan ayetlerde imanın dereceleri daha açık bir şekilde anlaşıl­mıştır. Bunlardan birinde (Vakıa: 7-40) insanlar üç gruba ayrılmıştır, «Ashabı Meymene» (ahirette amel defteri sağ­dan verilen ya da sağ yanda olanlar), «Ashab-ı Meş´eme» (ahirette defterleri soldan verilenler, ya da sol yanda olan­lar) ve «Yarışıp öne geçmiş öncüler.» «Ashab-ı Meymene» kurtulanlar, «Ashab-ı Meş´eme» de cezalandırılanlar. «Ön­cüler ise en üst derecededirler ve onlara Allah´ın Kulları[1] denilir.. Baş melekleri diğer meleklerden ayırmak için kul­lanılan Allah´a yaklaştırılmış (mukarrebûn) deyimi bun­lar İçin kullanılır. İlk nazil olan sûrelerden bazılarında mü´min kategorisinde, «öncüler»le (sabikûn) «Ashab-ı Mey­mene» arasında yeralan «iyiler» (ebrâr diye bir sınıftan da bahsedilir. Bu üçü arasındaki ilişki Kur´an´m bu üç grubun Cennette ki durumlarıyla ilgili anlattıklarından çıkarılabilir. Ashab-ı Meymene»ye içmek için «saf su» ve­rilirken, en yüce kaynaklar sadece «öncülerde verilir. «İyi­lerde ise, onların «Öncüler» in ayak izlerine uyanlar olduğu­nu belirtir, bir şekilde iki farklı kaynağın karışımı verilir (insan: 5) (Mutaffifin: 27)

Üstünlük derecelerine Kur´an´da kalbten bahsederken de değinilir. Kur´an çoğunluktan bahsederken:

«Gerçek şu ki, gözler kâr olmaz, ancak sinelerdeki kalbler kö­relir» (Hac. 46)
der. Diğer taraftan Peygamber (s.a.v.) tüm diğer Peygam­berler gibi, kalbinin devamh uyanık olduğunu, yani kalb gözünün açık olduğunu söylemiştir. Kur´an bunun belli öl­çülerde başkaları tarafından da paylaşılabileceğini belir­tir, çünkü bazen sadece «temiz akıl sahipleri»ne (ulü´l-el-bab) (Yusuf: ili, Ra´d: 19) hitap eder.

Peygamber (s.a.v.)´in Ebu Bekir hakkında şöyle söyle­diği rivayet edilir: «O sizi çok oruç tutmakla ve çok na­maz kılmakla geçmedi, fakat o sizi kalbinde sabit olan bir şey sayesinde geçti.»[2]

Peygamber (s.a.v.) sık sık Ashabdan bazılarının diğer­lerinden üstün olduğunu belirtirdi. Mekke´nin fethi sırasın­da Peygamber (s.a.v.)´in yanında Halid kendisini azarla­yan Abdurrahman îbn Avf´a sinirlenip karşı çıkınca Pey­gamber (s.a.v.): «Arkadaşlarıma (Ashabıma) nazik dav­ran Halid, çünkü senin Uhud dağı büyüklüğünde altının olsa ve bunu Allah yolunda harcasan, yine de arkadaşla­rımdan hiçbirinin faziletine ulaşamazsın»[3] dedi.

Kur´an´a göre bir derece ile diğeri arasındaki fark ahirette, bu dünyadakinden daha büyüktür.

«Onlardan bir kısmım bir kısmına nasıl üstün tuttuğumuzu gör. Muhakkak ahiret dereceler bakımından daha büyüktür, üstün­lük bakımından da daha büyüktür» (İsra: 21)

Peygamber (s.a.v.) de şöyle demiştir: «Cennet ehli ken­di üstlerindeki yüce yerin, şimdi en parlak gezegeni (venüs) doğu veya batı ufkunda gördükleri yükseklik kadar yukarıda olduğunu görecekler»[4] İnsanlar arasındaki eşitsizlikler onun öğretme şekline de yansımıştır, öğrettikle­rinin bazılarını sadece anlayabileceklerini umduğu belirli bazı kişilere hasretmiştir. Ebu Hureyre: «Hafızama Rasulullah (s.a.v.)´tan öğrendiğim iki tür bilgi depoladun. Bir kısmını açıkladım; eğer diğer kısmını da açıklarsam bu gırtlağı kesersiniz»[5] diyerek boğazına işaret etmiştir.

Mekke ve Huneyn zaferlerinden sonra dönüş yolculuğu sırasında Peygamber (s.a.v.) arkadaşlarından bazılarına-«Küçük cihaddan, büyük cihada dönüyoruz» dedi. İçlerin­den biri: «Ey Allah´ın Rasulü, büyük cihad nedir? diye so­runca: «Nefse karşı cihad»[6]cevabını verdi. însan nefsi iki bölüme ayrılmıştır. Onun aşağı bölümü hakkında Kur´an:

«Gerçekten nefis var gücüyle kötülüğü emredendir» (Yusuf: 53) der. Şuur da denen iyi bölümüne de:

«Kendini kınayıp duran nefis» (Kıyamet: 2)

adını verir. İşte alçak nefse karşı ruhun yardımıyla cihadı yüklenen bu kısmıdır.

En sonunda da savaşı sona ermiş ve artık içinde bir ayrılık taşımayan «mutmain (tatmin olmuş) nefis» vardır. Öncüler' in (sabikûn), «Allah´ın kullananın ve «Allah´a yaklaştırılmış olanlardın (mukarrebûn) nefisleri işte böy­ledir. Kur´an bu kemâle ermiş olan nefse şöyle hitap eder:

«Ey mutmain (tatmin olmuş) nefis. Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön[7] . Artık kullarımın arasına gir. Cenne­time gir.» (Fecr: 27-30)

Bu lütuflardaki ikili doğa, Kur´an´ın kutsanmış nefis için verdiği iki Cennet va´dini ve Peygamber (s.a.v.)´in kendi nihai durumunu anlatmak için söylediği «Rabbimle

ve Cennetle buluşma» sözünü hatırlatıyor. «Mutmain ne­fis- için, «Cennetime gir» sözü -Rabbimle buluşma» sözü­ne tekabül ediyor; «Kullarımın arasına gir sözü de «Cen­net» e tekabül eder. Yüksek Cennet (Cennet ´ül-a´la), yani ?Rabbimle buluşma» Rıdvan´dan başka birşey değildir. Aşa­ğıdaki âyet bu sıralarda nazil olmuştu:

«Alîah, mü´min erkeklere ve mü´min kadınlara İçinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve And cennetle­rinde güzel meskenler vadetmiştir. Allah´tan olan hoşnutluk (Rıd­van) ise en büyüktür. İşte büyük ´kurtuluş ve mutluluk´ da budur.» (Tevbe- 72)

Peygamber (s.a.v.) bu dünyada iken ulaşılabilecek en yüksek dereceden de bahsetmiştir. Kutsi hadislerden bi­rinde şöyle denir: «Kulum gönüllü (nafile) ibadetieriyle bana yaklaşmayı ben onu sevinceye kadar devam ettirir; ben onu sevdiğimde, onun duyan kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum»[8].

Gönüllü ibadetlerin en başında «Allah´ı anmak veya Allah´ı çağırmak» anlamına gelebilecek olan zikr Allah gelir. İlk inen âyetlerden birinde Peygamber (s.a.v.) şöyle bir emirle karşılaşmıştı:

«Rabbinin ismini zikret ve her şeyden kendini çekerek yal­nızca O´na yönel» (Müzemmil: 5)

Daha sonraları nazil olan bir âyette de şöyle deniyor, du:

«Hiç şüphe yok namaz, çirkince-utanmazltklardan ve kötülük­lerden vazgeçirir. Allah´ı zikretmek ise muhakkak en büyüktür» (Ankebût: 45)

Kalb ve kalbin körlüğüyle ilgili olarak Peygamber (s.a.v.): «Herşeyin pasını silen bir cilası vardır, kalbin ci­lası ise Allah´ı zikretmektir»[9], demiştir. Mahşer gününde

Allah katında kimin en yüksek dereceye sahip olacağı so­rulduğunda ise «Allah´ı en çok zikreden kadın ve erkekler» cevabını vermiştir. Bunların, Allah yolunda savaşanlardan da yüksek bir derecede olup olmadıkları sorulduğunda ise cevabı şu olmuştur:

«Kişi müşrik ve putperestlere karşı kılıcı kana bulanıp kırılıncaya kadar savaşsa bile, Allah´ı zikretmek ondan daha yüksek bir dereceye sahip olacaktır»[10].

[1] Tahrim t 6, Fecr; 29:/Kur´an kul kelimesini İki anlamda kul­lanın bîri herşeyi İçine alan -hatta şeytanı bile kulu olarak gören diğeri iso yukarıdaki gibi âyetlerde hususi anlamda. Şeytana hitaben söylenen şu sözlerde de bu kelime husus; anlamda kullanılmıştır: «Btimm kullarım; senin onlar uzo-rinde hiçbir zorlayıcı gücün (hakimiyetin) yoktur.» (îsra: 65)

[2] El Hakim et-Tirmızı, Nevadiru´1-Üsûl,

[3] I. i, 853

[4] M. U. 4

[5] B. III, 42.

[6] B´eyhâki, Zûd.

[7] Yani karşılıklı Rıdvan ılc. (bk. böl. XXX),

[8] B. LXXXI, 37.

[9] Beyhakî, Da´vet.

[10] Tir. XLV.