- Delaleti Açık Olmayan Lafızlar ve Mertebeleri

Adsense kodları


Delaleti Açık Olmayan Lafızlar ve Mertebeleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ecenur
Thu 25 February 2010, 10:08 pm GMT +0200
Delaleti Açık Olmayan Lafızlar ve Mertebeleri




Naslardâ delâleti açık olmayanlardan maksad bizzat siğasıyle maksada delâlet etmeyip kendisinden murad edilenin anlaşılması haricî bir şeye bağlı olan lafızlardır.

Delâleti açık olmayan lafızlar Hanefîlere göre dört kısma ayrılır: Hafî, müşkil, mücmel, ve müteşâbih. Bunların en kapalı olanı müteşabihtir, sonra mücmel, sonra müşkil, sonra hafî gelir. Eğer kapalılık lafızda değil arızî bir sebepten dolayı ise buna "hafî", lafzın kendisinden geliyor ve akıl ile o lafızdan maksadın ne olduğu anlaşılabiliyorsa buna "müşkil", maksadı akıl ile değil an­cak nakil ile anlamak mümkün oluyorsa buna "mücmel", maksadı ne akıl ne nakil ile anlamak mümkün olmuyorsa buna "müteşâbih" denir. Hafî´deki kapa­lılık sîgadan olmadığı halde diğer üçünde sîğadan gelen bir sebepten dolayıdır.



1- Hafî



Hafî: Sığanın haricindeki bir sebepten dolayı kendisinden murad edilene ancak araştırma ile ulaşılabilen lafızdır. Yani lafız olarak manası açık ancak bu mananın bazı fertlere şâmil oluşunda bir kapalılık bulunan lafızdır[1]

Kapalılığın mertebelerinin en aşağı derecede olanı budur. Bunun mu­kabili, mananın açıklık mertebelerinin ilki olan zahirdir.

Hafiye misal: El çabukluğu ve maharetiyle uyanık halde sahibinin ya­nında malını alan kişiye Neşşâl, kabirlerde ölü kefeni soyana da Nebbâş denir. Neşşâlde fazla olarak sahibinin yanında çalma cür´et ve cesaret vasfı da bulun­duğundan hırsızdan farklıdır, dolayısıyle hırsızın hükmü ona da uyar. Nese-mâtü´l-Eshâr haşiyesinde zikredildiğine göre ittifakla onun eli kesilir, çünkü onda "kesme" nin illeti fazlasıyle bulunduğu için kesmeye daha müstehaktır.

Nebbaş (kefen soyucu) ise, koruma altında bulunan sahipli bir mal alma­mış olması açısından vasfı hırsızdan noksandır, bu sebeple Hanefîlerin cum­huruna göre "hırsız" ismi buna uymaz dolayısıyle eli kesilmez, ancak tazir edi­lir. Çünkü kabir, içindekiler için korunak sayılmaz. Ayrıca kefen âdeten arzulanan bir mal değildir. Bu sebeple nebbâşda "hırsızlık" manasını noksan kılan iki vasıf vardır: Koruma olmaması ve mal sıfatının tam olmayışı. Diğer imam­lar ve Ebu Yusuf a göre o da hırsız sayılır ve eli kesilir, çünkü kabir, içindeki­ler için bir korunak, kumaştan ibaret olan kefen istifade edilen bir maldır.

Bir başka misal: "Katil miras olamaz" hadisindeki "katil" umumî bir la­fızdır, amden öldürene de hata ile öldürene de şâmildir. Bunun amden öldürene delâleti açıktır. Hata ile öldürene de şâmil olmasında ise "hata" vasfı sebebiyle bir kapalılık vardır. O halde meselenin araştırılması ve incelenmesi lazımdır: ıvlalikîler hata ile öldürülen mirastan mahrum olmaz, onda öldürme niyeti olma­dığı için bu hadisin umumuna girmez görüşündedirler. Cumhura göre ise on­dan amden öldüren gibi mirastan mahrum olur, çünkü ihtiyatlı ve dikkatli ol­ması lazım gelen yerde gereken dikkat göstermemiştir.

Hafinin hükmü: Lafızdan maksad anlaşılıncaya kadar kapalılığına sebep olan husus üzerinde düşünüp araştırmaktır. Bu sebeple neşşâl ve nebbâş mese­lesinde gördüğümüz gibi âlimler ayrı görüşlere varmışlardır. Neşşal´deki fazla vasıftan dolayı "hırsız" sayılması bazı kitaplarda zikredildiğine göre ittifakla kabul edilirken Nebbaşdaki eksik vasıftan dolayı onda ihtilaf edilmiştir.



2- Müşkil



Müşkil, sığasıyla maksada delâlet etmeyip bilakis maksadı beyan edecek haricî bir karineye ihtiyaç duyan lafızdır[2]

Müşkilin mukabili nassdır.

Hafî ile arasındaki fark: Müşkilde kapalılık lafzın kendisinden kaynakla­nır, maksada delâlet eden bir karîne bulunmadıkça manası anlaşılmaz. Halbuki hafideki kapalılık lafzın haricindeki bir sebebtendir, karîne olmadan kastedilen mana anlaşılabilir. Kapalılığı izale için her ikisinde de düşünme ve araştırmada bulunmak lazımdır.

Müşkildeki kapalılığın sebebi, lafzın bizzat muayyen bir manaya delâlet etmeden iki ve daha fazla manada müşterek olmasıdır. Onun için ancak bir delil ile, tefekkür ve teemmül ile anlaşılır.

Meselâ" " (Bakara: 2/223) ayetindeki lafzı hem " Benim nasıl çocuğum olsun" (Meryem: 19/20) ayetinde ol­duğu gibi "nasıl" manasına hem de " ûBunlar sana nereden geldi" (Âli imran: 3/3.7) ayetinde olduğu gibi "nereden1´ manasına gelmektedir. Bu se­bepten Tarlanıza (hanımınıza) nereden (veya nasıl) ister­seniz gelin" ayet-i kerimesinde hangi mananın kastedildiği açık değildir. Dü­şünme ve araştırma neticesinde bunun "nasıl" manası tercih edilmiştir. Yani nasıl olursa olsun: İster oturarak, ister ayakta, ister yan, veya-ön organına

olmak şartıyle- arkadan gelebilirsiniz demektir. Çünkü tarla nesil ve evlad ekilecek yerdir, dübür onun yeri değildir.

Diğer bir misal "Boşanmış kadınlar üç kuru´ (beklesinler" (Bakara: 2/228) ayetindeki lafzıdır. Bu kelime hem hayız hem de temizlik mana­sına gelir. Burada hayız mı yoksa temizlik mi murad edildiği açık değildir.

Hanefî ve Hanbelîler "Cariyenin iddeti iki hayızdır" hadisi şerifine daya­narak hayız manasını tercih etmişlerdir. Çünkü iddetin meydana geldiği şeyde cariye ile hür kadın arasında fark yoktur. "İstihazalı kadın kuru´ günlerinde namazı bırakır." hadisi de buna delâlet etmektedir. Aynca iddet kadının hamile olup olmadığını anlamak için meşru kılınmıştır, bu da ancak hayızla anlaşılır.

Malikî ve Şafiîler kur´un "temizlik" manasını tercih etmişlerdir. Buna karine olarak da " " kelimesini delil gösterdiler. Çünkü "" yani adedin müennes olması ma´dûdun müzekker olması gerektirir, o da kelimesinin cem´i olan olur, " kelimesinin cem´i değil. Aynca kuru´ "te­mizlik" ile tefsir etmek iştikaka daha yakındır, çünkü iddetin manası "toplamak, birleştirmek" demektir ki temizlik müddetinin kanın rahimde toplanma zamanı hayız müddetinin ise kanı dışarı atma zamanı olduğunda şüphe yoktur.

Üçüncü bir misal de "Ancak kadının vazgeçmesi veya nikah bağı elinde bulunan erkeğin vazgeçmesi hali müstesna.." (Bakara: 2/237) ayetinde "nikah elinde bulunan" lafzı bir müşkil lafızdır.

Burda kastedilen koca mıdır, veli midir? Teemmül ve ictihad neticesinde Malikîlerin haricindeki cumhura göre bundan maksad erkek veya kadın olsun "eş" dir. Çünkü vazgeçme ancak başkası lehine mehirden vazgeçme hakkına sahip kişi için düşünülebilir. Buna göre ayetin manası: "Ancak kadın hakkından vazgeçerse veya koca hakkından vazgeçerse" şeklinde olur. Koca, hakkı olan mehrin yarısından vazgeçerse tamamı hanımın olur.

Malikîlere göre bundan maksad velidir, vazgeçecek olan da kadındır. Kadın, yaşı küçük olma veya hacir altında olma gibi tasarruf ehliyetine mani bir hal yoksa bu haktan kendisi vazgeçer, varsa velisi bu hakkı iskat eder. Ayet-i kerimede geçen "kadının vazgeçmesi" ibaresi "buna ehliyeti varsa" demektir. "Nikah bağı elinde bulunan" dan maksad ise velidir.

Râcih görüş birincisidir, çünkü ayet-i kerimeye bazı kayıt ve şartlar ilave etmek delil isteyen hususlardandır.

Müşkilin hükmü: Müşkil lafızdan ne kastedildiğini anlamak hususunda araştırma yapıp ictihad etmenin, sonra başka nasslar veya teşri´ kaideleri veya teşri´ hikmeti gibi deliller ve karineler yardımıyle ortaya çıkan mana ile amelin vacib olmasıdır.



3. Mücmel



Manası ancak sözü söyleyenin bir ilave bir açıklamasıyla anlaşılabilecek derecede kapalı olan lafızdır. Yani manası akıl ile değil ancak mütekellimden gelen bir nakil ile anlaşılır. Mücmel müfesserin zıddıdır, manası ancak sözün sahibinden istisfar ile anlaşılır.

Mücmelde birden fazla mana olduğu için müşkiîden daha kapalıdır[3]

İcmalin sebebi şu üç şeyden biridir:

Birincisi: Lafzın birkaç manada müşterek olması. Meselâ: Mevâlî lafzı. Birisi "Ben malımın üçte birini mevâlîme vasiyyet ettim" dese onun da hem kendisini azad eden efendileri hem de azad ettiği köleleri bulunsa vasiyeti yapandan bir beyan gelmedikçe maksadı anlaşılmaz. Maksadını açıklamadan ölse, müşterek lafzı bütün manalannda kullanılmasına cevaz vermeyen Hanefî-lere göre bu vasiyet batıldır.

İkincisi: Dilde lafzın garib olması. Meselâ: "insan helû´ yaratılmıştır" (Maâric: 70/19) ayetindeki (lafzı garibdir. Allah (c.c.)ın "Kendisine şer dokunduğunda feryad eder, hayır dokunduğunda ise pintileşir" (Meâric: 70/20-21) mealindeki beyanı olmasaydı manası anlaşılmazdı. Kur´an-ı Kerîmdeki "" kelimeleri de mücmeldir. Bunların "kıyamet" demek olduğunu Allah (c.c:) beyan etmeseydi manalan anlaşılamazdı.

Üçüncüsü: Lafzın manasının lugavî manadan ıstılahı manaya nakledil­mesi. "Namaz, zekat, riba = faiz gibi lugavî manasından nakledilip şer´î bir manada kullanılan lafızlar lügat yoluyla anlaşılmadığından Sünnet-i Nebeviyye bunları beyan etmiştir.

Mücmelin hükmü: Muradın tayini hususunda sözün sahibinden bir beyan gelinceye kadar tavakkuf etmektir, çünkü manayı kapalı bırakan odur. Ne laf­zın sığasında ne de haricî karînelerde muradı beyan edecek bir şey bulunmadı­ğından sözün sahibine müracaat edip ne murad ettiğini sormaktan başka yol yoktur.

Eğer, icmal sâri´in sözünde ise, ne murad ettiğini beyan etmesi için ken­disine baş vurulur: Beyan yeterli olursa lafız mücmel´den müfessere intikal eder ve onun hükmünü alır. Namaz, zekat, hac ve benzerlerinde olduğu gibi. Eğer beyan kâfî değilse mücmel müşkil olur ve onun hükmünü alır. O takdirde sâri´den yeni bir beyan ve istifsara ihtiyaç kalmaksızın müctehid bu lafızdaki işkali izale eder. Meselâ "Allah ribâ -faizi haram kıldı" ayetindeki "riba" lafzı Hanefîlere göre mücmeldir. Çünkü riba lügatta ziyadelik demektir, ancak mak-sad bu değildir, zira alış-veriş ancak kâr etmek artış yapmak için meşru kı­lınmıştır. Öyleyse maksad "akidde şart koşulan" ziyadelik sebebiyle alış-veri-şin haram olmasıdır. Bu, sîga üzerinde düşünmekle değil belki başka bir delille bilinir. İşte bu, muradı ne olduğu hususunda mücmeldir. Rasûlullah (s.a.) şu

sözleriyle bu icmali beyan etmiştir: Altın altın ile, gümüş gümüş ile, buğday buğday ile, arpa arpa ile, hurma hurma ile, tuz tuz ile takas edilirse miktarlan aynı ve peşin olacaktır. Kim fazla verir veya fazla isterse riba = faiz alıp-ver-miştir, bunda alan da veren de müsavidir."

Bu beyan yeterli olmayınca fukahâ ictihad etmişler, hükmün illetini araş­tırmışlar Hanefî ve Hanbelîler bunun "kadr ve cins" yani aynı cins şeylerin öl­çek veya tartı ile satılmaları olduğunu, Malikî ve Şafiîler ise altın ve gümüşte nakit = para diğerlerinde ise Malikîler küt ve iddihar yani asıl gıda maddeler ve depolanıp bekletilebilir, Şafiîler de yenilebilir şeyler olma va­sıflarının illet olduğunu tesbit etmişlerdir.



4. Müteşâbih



Müteşâbih, manası kapalı olup beyan edecek haricî bir karine de bulun­mayan ve sâri´in manasını kendisine saklayıp tefsir etmediği lafızdır. Geçen dört çeşidin en kapalı ve mübhem olanı budur[4]

İstikra´ (akıl yürütme) ve inceleme neticesinde tesbit edilmiştir ki müteşâbih bu manasıyla amelî şer´î hükümleri beyan eden naslarda bulunmaz. Ancak başka meselelerde bulunur. Meselâ gibi surelerin başındaki hurûfu mukattaalar, Allah´ın eli, gözü, mekanı, inmesi gibi O´nun insanlara benzediği vehmini veren aşağıdaki ayetlerde geçen sıfatlan bu kabildendir: "Allah´ın eli onlarn ellerinin üzerindedir." (Fetih: 48/10); "Bizim gözlerimizin önünde vahyimiz uyarınca gemiyi yap." (Hud: 11/37); "Ve benim gözümün önünde yetiştirilmen için sana kendi sevgimi lütfettim." (Tâ hâ: 20/39); "Üç kişinin konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O´dur, beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O´dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunursa bulunsunlar mutlaka O onlarla beraberdir." (Mücadele: 58/7).Bunlar müteşâbih ayetlerdir çünkü Allah (c.c.) el, göz, mekan ve yarattıklarına benzeyen her şeyden münezzehdir.

Allah (c.c.) tan sadır olup da O´nun cisim olduğu ve cihete ihtiyacı ol­duğu vehmini veren fiillere misallerde şunlardır: "Rahman Arş´ın üzerine istiva etti." (Tâ hâ: 20/5); "Melekler saf saf dizilmiş beklerken Rabbin geldiği za­man..." (Fecr: 89/22).

Selefe göre müteşâbihin hükmü: "Onun (müteşâbihin) tevilini ancak Allah bilir" (Âli imran: 3/7) ayet-i kerimesi gereğince bunun manasını Allah´a havale edip zahirine iman etmek ve tevilini araştırmamak. Hurûfu mukattaalara gelince bunlar meydan okuma ve Kur´an-ı Kerîmin başka dilin harflerinden değil Arap dilinin harflerinden meydana geldiğini beyan etmek içindir. Bu sebepten çoğu yerde bu harflerden sonra "kitap" lafzı zikredilir.

Müteahhir âlimlere göre müteşâbih, dile uygun ve Cenab-ı Hakkı O´na layık olmayan şeylerden tenzihe münasib şekilde tevil edilir. Çünkü Cenâb-ı Hakk için el, göz, mekan düşünülemez, dolayısıyle bunların zahirine almak müstehildir, ve bu zahiri tevil etmek vaciptir, mecaz tariki ile de olsa bu lafız­lardan muhtemel bir mana murad edilir. Buna göre "Allah´ın eli" nden maksad kudretidir, "O´nun yüzü hariç her şey helak olacaktır." (Kasas: 28/88) ayetinde "yüz" den maksad zâtıdır. "Rahman Arş´ın üzerine istiva etti." (Tâ hâ: 20/5) ayetindeki istivadan maksad mütemekkin şekilde istila etmesi demektir.

Bu ihtilafın kaynağı "Onun tevilini ancak Allah bilir" ayet-i kelimesindeki lafzı üzerinde vakf yapılıp yapılmaması hususundaki ihtilaftır. Selef

âlimleri burada vakf yapmakta ve devamındaki İlimde derinleşenler cümlesini ibtidâiye (yeni bir cümleye başlangıç) kabul etmektedirler. Buna göre ayetin manası:

"Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde derinleşenler ise ona iman ettik, hepsi Rabbimizin karındandır derler" şeklinde olur. Yani ilimde derinleşenler müteşâbihin bilgisini Allah´a havale edip araştırmadan tevil etmeden iman ederler.

Müteahhir âlimler ise burada vakf yapmamakta ve " lafzını "" lafzı üzerine atfetmektedirler. Bunlara göre ilimde derinleşenler, lafızdan muhtemel olan ve Cenâb-ı Hakkı yarattıklarına benzemekten tenzih eden bir mana olmak şartıyle müteşâbihin tevilini yapabilirler.

Görüldüğü gibi hepsi de Cenâb-ı Hakk´ı yaratılan ve sonradan olanlara benzemekten tenzîh etmenin vacib olduğunda ittifak etmektedirler. Selefin gö­rüşü daha ihtiyatlı müteahhirînin görüşü ise aklen daha muhkemdir. Kısacası üçüncü ve dördüncü kaideler şer´î nasslardan delâleti açık olan ve olmayanların beyanına mahsus kaidelerdir. Bunlardan haricî bir karineye bağlı kalmaksızın manası doğrudan doğruya sîğadan anlaşılanlar delâleti açık olanlar, manası an­cak haricî bir karine ile anlaşılanlar ise delâleti açık olmayanlardır.

Delâleti açık olma mertebesindeki farklılığın esası tevil ihtimali olup almamasıdır, açık olmama mertebelerindeki farklılığın esası ise bu kapalılığın izale edilip edilmemesidir.





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Usûlü Serahsî: 1/167.



[2] Keşfü´l-Esmr. 1/52.

[3] et-Telvîh ale´t-Tevzîh: 1/127.



[4] Usûlü Seralısî: 1/169