- Delâlet açısından sünnetin çeşitleri

Adsense kodları


Delâlet açısından sünnetin çeşitleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 21 December 2010, 03:58 pm GMT +0200
Delâleti Açısından Sünnetin Çeşitleri


Aynca sünnet delaleti açısından ikiye ayrılır. Delaleti kat'î olan ve delaleti zannî olan. Kat'î delaletten maksat hadîsin rivayet ve dira­yet (sened ve metin) açıdan kat'î olmasıdır. Yani Resulullah'ın onu aynen bu şekilde dediğini ve bu mânâyı kasdettiğini yakinen bil­mektir. Zannî delaletten maksat, hadîsin ifade ettiği mânâ kesin ol­mamakla birlikte, delaleti zahir olanıdır. Delalet'i kati olan hadîsin, itikadî ve amelî gereğine inanmak vaciptir. Bu, âlimlerin hakkında ihtilaf etmedikleri bir hükümdür. Yalnız âlimler bazı hadîsleri se­net veya delaletleri açısından kat'î olup olmadığı hususunda ihtilaf edebilirler. Hadîs usûlü kitaplarında âlimlerin bu hususta geniş tartışmaları vardır.

Delaleti, kat'î olmayan hadîse gelince; amelî ahkâmda delil olarak alınmasının gerekliliği ve gereğince amel etmenin vacip ol­duğu üzere âlimler ittifak etmişlerdir. Yalnız tehdit, vaid" ve ben­zeri itikadî meseleleri içeren hadîsleri delil olarak almakta âlimler farklı iki görüş ileri sürmüşlerdir.

Tehdit içeren, adaletli birisinin rivayet ettiği, delaleti zannî olan hadîs ile, tehdit edilen şey haram kılınır, görüşünü bazı fakihler savunmuşlardır ve onlara göre vasfı geçen hadîsin itikadî yönüyle amel edilmez. Yani mükellef o inançta olmak zorunda de­ğildir. Çünkü itikadî meseleler ancak yakini ifade eden nasslarla sabit olur.

Selef fakihlerinin büyük kısmı buna benzer hadîslerin hem amelî, hem de itikadî bütün yönleriyle hüccet olduğunu savun­muşlardır. Amelî açıdan delil olarak aldıkları gibi, tehdit, "vaid" ve benzerî itikadi açılardan da hüccet olarak almışlardır. Bu yüzden, hadîsin içerdiği tehdidin hak edene ineceğini açıkça söylemişlerdir. Selef âlimlerinin fetvalarına ve konuşmalarına baktığımızda bu gerçeği görürüz. Çünkü tehdit ve vaid, bazen zannî, bazen kat’i de­lillerle sabit olan şer'î hükümlerden biridir.

İşte âlimlerin sünnetle çelişen sözlerinin mazeret ve gerekçe­leri bunlardır. Ve her durumda sımsıkı sünnete sarıldıklarını, ta­raftarlarına ve bütün insanlara aynı buyrukta bulunduklarını ifade eden sözleri size kendilerinden varit olduğu şekilde aktardığımız rivayetler de bunlardır. Neticede müctehid imamların sünnetle çelişen bazı sözlerinden dolayı Kitab ve sünnete sarılmadıkları iddi­alarının yaşantılarına tamamen ters ve doğruluktan son derece uzak iddialar olduğu bizce kesinleşmektedir. Kitap ve sünnete sarı­lanları sövenler, aslında onların sonsuz kemalini gösteriyorlar. Haklarında "Kusuru kemalidir" darb-ı meseli ne kadar uygundur! Şüphesiz Allah velilerinin en güzel medihlerini düşmanlarına söy­letiyor. Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Bu inkarcıların mü'minlere kızmaları, onların sadece övülmeye lâyık ve güçlü olan Allah'a inanmış olmalarındandır." [27]

Taassubun hakkı görmekte kör ettiği bazı insanlar "Kitab ve Sünnet yetmişiki fırka arasında müşterektir. Biri hariç, diğer bütün fırkalar ateştedirler. Hak fırka sadece dört mezhebten birine uyan fırkadır" diye saçmalamışlardır. Biz kendilerine soruyoruz: İstisna ettiğiniz fırkanın dışındaki insanlar cehennemde mi olacaklardır? Çünkü bu söz Peygamber (s.a.v.)'in meşhur hadîsinde üstünlükle­rini belirtmiş olduğu ilk üç asırda yaşayan Müslümanların ateşte olacaklarını ifade etmektedir. Çünkü onlar dört mezhepten birisi­ne de uymamışlardır. Dolayısıyla onlar da, istisna edilen fırkaya girmiyorlar. Neticede onlara göre sahabe, tabiîn ve tebe-i tabiîn ateşte olacaklardır. Kitab ve sünnete sarılan bir tek grubun yetmiş ikiye değil, iki gruba ayrılabileceğini hangi akıl kabul eder? Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur: "Allah'ın ipine top­tan sarılın, ayrılmayın." [28] "Kendilerine belgeler geldikten sonra ayrılan ve ayrılığa düşenler gibi olmayın." [29] "Allah inananları ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniy­le eriştirdi."[30] Şüphesiz Allah'ın ipi Kitabıdır. Hirzu'lmaani kitabının sahibi şöyle buyurmuştur: "Bizce Allah'ın ipi Ki­tabıdır. Onunla cihad et, düşmanın ipine karşı." Resulullah (s.a.v.) Kitab ve sünnet hakkında şöyle buyurmuştur: "Onlar varken hak­tan sapmazsınız. Sizi gecesi-gündüzü gibi parlak olan hak yol üzere bıraktım, benden sonra o yoldan ancak helak olanlar saparlar. Siz­den uzun ömür yaşayacak olanlar, çok ihtilafları görürler. Sünneti­me sarılın, ondan asla ayrılmayın." Arapça'yı en güzel konuşan Resulullah'ın sözlerini tam zıddına nasıl hamlediyor bunlar? Resulul­lah (s.a.v.)'in apaçık sözlerinin tam aksini savunanlar imandan ne kadar uzaklar. Resulullah (s.a.v.) ümmetinin ayrılığa düşeceğini söylemiş, hak fırkayı ancak Kitab ve sünnete sarılanlar olarak tanımlamıştır. Oysa onlar Kitab ve sünnete sarılan hak fırkanın ayrı­lığa düşeceğini iddia edip hak fırkanın sadece dört mezhepten biri­sine uyanlar olduğunu söylüyorlar. "Lâ ilahe illallah" diyeni tekfir etmekten kaçınarak tevil etmek olmasa, bunları tekfir etmemek için başka bir yolu göremiyorum.

Bu iddianın doğrulukta hiçbir payı olmadığını açıklayan Resulullah'ın sahih hadîsi şöyledir: Darekutnî hadîsi sahih senetle şöyle rivayet etmiştir: "İsrailoğulları yetmişbir fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim ise yetmişiki fırkaya ayrılacaktır. Ümmetime en zararlı olanı Allah'ın helal kıldığını haram, haram kıldığım helal eden ve dini kendi görüşlerine göre yorumlayandır."

Başka bir rivayette Resulullah (s.a.v.) fırka-i nâciye yani "kur­tulmuş" fırkayı açıkça beyan etmiştir. Hadîsin metni şöyledir: "Ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Yetmişikîsi ateşte, birisi de cennette olacaktır. O da cemaat olanıdır." İmam Ahmed'in ri­vayetine göre "Benim ve sahabemin şu an üzerinde bulunduğu­muz yolda olanlardır" buyurmuştur. Resulullah (s.a.v.) bu hadîsle sünnete sarılanları cemaatle tanımlarken, bu insanlar onları ayrı­lıkla nasıl tanımlıyorlar? Başka bir rivayette Resulullah (s.a.v.) sa­pık fırkayı şöyle tanımlamıştır. "Dînini bırakıp cemaatten ayrılan­lardır." Şüphesiz bu hadîsler onların savunduklarının tam tersini ifade etmektedir. Hak fırkayı sadece meşhur dört mezhebin taraftarlarında indirgemek sahabe tabiîn ve diğer meşhur mezheplerin hatalı olduğu sadece dört mezhebin taraftarlarının hak üzere oldu­ğu demektir. Şüphesiz bu aklın kabul edemeyeceği, hiçbir delile dayanmayan bir iddiadır. Bir iddiadan öte, gülünç bir sapmadır.

Bu sapma bazı insanları ilim ve takvası ile bilinen salih insan­lar hakkında gıybet ve suizana kadar götürür. Cenab-ı Allah velile­rini insanlardan korumak için onları gizli kılar. Haklarında gıybet edip suizanda bulunanların hiç farkına varmadan akıbeti kötü olan durumlara düşecekleri kesindir. Kudsî hadîste Cenab-ı Allah, veli­lerine eziyet edenlere şu tehditte bulunmuştur: "Velilerimin birisi­ne eziyet edene beklemediği bir anda harp ilan ederim. Şüphesiz her mü'min Allah'ın velisidir." Cenab-ı Allah "Allah iman edenle­rin velisidir" [31] buyurmuştur: Gıybet doğru olan ku­suru ifşa etmeye denilir. İftira ve yalanın akibeti daha vahimdir. Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur, "İman etmeyenler ancak yalanla if­tira ederler." [32] Hiç mi şu âyetleri algılamıyorlar? "Bilmediğin şeyin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden so­rumlu olur." [33] "Onu işittiğinizde 'Bu konuda konuşmanız yakışık almaz, hâşâ bu büyük bir iftiradır’ demeniz gerekmez miydi?" [34] "Ey inananlar, eğer yoldan çıkmışın biri size bir ha­ber getirirse onun içyüzünü araştırın. Yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz." [35]

Düşman fasıkların uydurdukları sözlerden başka hiçbir daya­nağı olmayan akıllı bir insanın, ilim ve takva sahiplerini sövmeye nasıl cesaret ettiğini bir türlü inanamıyorum? Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Kimse kimsenin gıybetini etmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır?"[36]

Oruçlu iki kadının sabahtan akşama kadar beraber oturup gıybet ettikleri, bir haftadan beri et yemedikleri halde et kustukları rivayeti, bu gerçeğin doğruluğunu göstermektedir. Resulullah (s.a.v.) "İslâmda gıybet etmek otuz altı kez zina etmekten daha büyük bir günahtır" buyurmuştur.

Resulullah'ın zevcelerinden birisi başka birinin boyunun kısalğına işaret ederek: "Böyle olmasaydı ne güzel bir kadın olurdu?" deyince Resulullah (s.a.v.) ona şöyle dedi: "Sen öyle bir kelime söyledin ki, şayet denize atılsaydı denizin rengini değiştirecekti."

Resulullah (s.a.v.) başka bir hadîste şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz adam hiç aldırmadığı bir kelimeyi söyler. Allah'ı kızdı­ran bu kelime onu doğu ve batı arasındaki mesafeden daha uzak bir şekilde cehennemin dibine atar." Başka bir hadîste "Bir Müslümanın gıybetini yapan kişi kıyamet gününe dili ensesiyle bağlı ola­rak gelir, ancak Allah ve gıybetini yaptığı kişinin onu affetmesiyle dili çözülür" buyurmuştur. Efendimiz Hz. Muhammed şöyle bu­yurmuştur: "Kabe haram kılındı, Müslümanın kanı, malı namusu ve hakkında kötü zan edilmesi de haram kılınmıştır."

Adamın biri Resulullah'ın yanında başka bir adam hakkında kötü şeyler söyleyince Peygamber (s.a.v.) ona kızarak şöyle dedi: "Kalk buradan, senin şehadetin kabul olunmaz" Adam "Bir kez daha bunu yapmam" deyince Resuîullah (s.a.v.) ona "Kur'an'la alay etmeye mi başladın? Kur'an'ın haram kıldığını helal eden ona inanmış olmaz" diyerek öfkesini bir kez daha belirtti.

Resulullah (s.a.v.)'den bir kudsî hadîs şöyle rivayet edlmiştir: "Ey peygamberlerin kardeşi! Ey uyarıcıların kardeşi! Uyar milleti­ni, birisinin hakkını zulmen almış olanlar evlerime girmesinler, namaz kılarken ayakta olduğu müddetçe zulmen kardeşinden aldı­ğı şeyi geri verene kadar ona lanet ederim; hakkını geri verdiğinde Ben onun işiten kulağı, gören gözü olurum ve cennette peygam­berlerim ve seçtiğim salih kullarımla beraber komşum olacaktır."

Bazı insanlar âlimlere kötü zanda bulunmayı aşarak, hak na­zarında hiç olan bir şüpheye dayanarak ve Peygamber (s.a.v.)'in "Bir Müslümanı tekfir eden kendisi kafir olur" ve "Bir adam kar­deşine 'ey kafir’ dediği zaman İkisinden birisi kafir olur" sözlerini hiç aldırmadan onları tekfir etmekten kaçınmamışlardır.

Rafi'i. El-Aziz kitabında et-Tetimme adlı kitaptan naklederek şöyle demiştir: "Şüphesiz hiçbir tevil yapmadan bîr müslümânâ ey kafir diyen kafir olur. Çünkü o İslâm'ı küfürle adlandırmış olu­yor." Aynı sözü İmam Nevevî, Ravza kitabında mütevelliden nakletmiştir. Son devir âlimlerinden İbnu'r-Ruf a, el-Kamulî, en-Neşvaî, el-Esnevî, el-Evzaî, Ebu Zer'a, el-Envar kitabının sahibi ve baş­kaları hiçbir gerekçeyi araştırmaya gerek bulmadan aynı görüşü sa­vunmuşlardır.

Mütevelliden önce üstad Ebu İshak, el-İsfarayini, el-Halimî, Şeyh Nasr Makdisî, Gazali ve İbn Dakikulid gibi âlimler, bu sözü söylemişlerdir. Hatta bunlara göre ister tevil etsin, ister etmesin, bir müslümânâ ey kafir diyen doğrudan kafir olur.

Allame İbn Hacer, El-A'lam kitabında şöyle demiştir: "Zikret­memizde fayda olacağı kanısında olduğum bazı hadîsleri burada yazalım.

a) İmam Müslim, Resulullah'ın şu hadîsini rivayet etmiştir: 'Her kim kardeşine ey kafir dediği zaman ikisinden birisi o vasfı hak eder. Şayet dediği gibi ise o öyledir, yoksa kendisi o vasfı hak eder.'

b) Müslüman birisi, kardeşini tekfir ettiği zaman ikisinden birisi kafir olur.'

c) Her kim bildiği halde kendini babasından başkasına nisbet ederse kafir olur. 'Müslüman olan bir insanı küfür kelimesiyle ça­ğıran veya hakkında Allah'ın düşmanıdır diyen kendisi o vasıfları hakeder.' Ebu Umare'nin rivayetine göre 'şayet dediği gibi ise, o öyledir, yoksa kendisi kafir olur.'"

Tekfir etmenin birkaç çeşidi var, tekfir etmek küfürle vasıflamak "bir kafir gördüm, ey kafir" gibi sözleri söylemek ve küfre nis­bet etmekle gerçekleşir. Bir de bir kimsenin kafir olduğunu san­makla olur. Örneğin Haricîler günah işlemekle Müslümanların ka­fir olduklarını sanmışlardır. Yalnız kesin delillere dayanarak neva­sına uyan belli bir grubu tekfir etmek bu hadîslerin kapsamına gir­mez."

Allame İbn Hacer "A'lam" kitabında zikri geçen hadîslerin yorumu ile ilgili birkaç görüşü naklettikten sonra üçüncü görüşü şu şekilde anlatmıştır. "Bu hadîsler mü'minîeri tekfir eden Haricî­lere hamledilir. Kadı İyaz'ın naklettiği bu görüş zayıftır. Çünkü tercih edilen sahih görüşe ve çoğu âlimlere göre de Haricîler diğer ehl-i bid'at gibi tekfir edilmezler."

Sonra Ibn Hacer "A'lam" kitabında imam Buhari, imam Müslim ve mütevelli gibi kardeşine "ey kafir" diyenin kafir olduğu görüşünü savunmuştur.

Ed-Dürretu'l-Behiyye kitabının sahibi bir Müslümanı tekfir etmenin hükmünü soran kişiye cevaben şöyle demiştir: "Bu insan söylediği sözün ne kadar tehlikeli ve ona yükleyeceği vebalin ne de­rece vahim olduğunu bümemiştir. Resulullah (s.a.v.)'den 'Bir kişi başkasına ey kâfir dediği zaman o söz ikisinden birisine döner' şek­linde hadîsler oldukça çoktur. Müslümanları tekfir etmeye nasıl cesaret etmiştir? O sanki İslâm'ın sadece kendisinde olduğu ve Hz. Muhammed'in ümmetinden kendisi ve kendisine uyanlardan baş­ka hiç kimsenin Müslüman olmadığı kanısındadır. Keşke o ve ben­zeri gibi insanlar Cenab-ı Allah'ın şu sözünden ibret alsalardı: "Si­ze Müslüman olduğunu söyleyene mü'min değilsin demeyin."  [37]

Eskiden beri ümmet, Müslümanları tekfir etmekten kaçın­mıştır ve mümkün olduğu kadar bu meselede acele etmekten de sakmmıştır. Hüccetü'l-İslâm İmam Gazalî, konuyla ilgili şöyle bu­yurmuştur: "Bir çıkış yolu var olduğu sürece âlim birisinin insan­ları tekfir etmekten kaçınması gereklidir. Lâ ilahe illallah diyen ve kıbleye yönelerek namaz kılanların mallarını ve kanlarını mübah saymak affedilmeyen bir hatadır. Bir kafiri hayatta bırakma hatası, bir Müslümanın bir damla kanını akıtmaktan daha ehvendir." Hanefilerden el-Hulasa ve El-hazenetu's-suğra kitaplarının sahipleri şöyle demişlerdir: "Bir meselede tekfiri gerektiren çok sayıda vecih, tekfiri men eden bir tek vecih varsa müftünün meseleyi tekfiri men eden veçhe hamletmesi gerekir."

Et-Tahkikatu'l-Vehebiyyetu fi’r-reddi ale'î-vehhabiyye kitabı­nın sahibi şöyle demiştir: "Hanefîler bütün kitaplarında ‘Elfâz-ı küfür' konusunun girişinde şu ibareyi kaydetmeyi âdet etmişlerdir: 'Bir Müslümanın sözü bin açıdan tekfir edici, bir tek açıdan tekfir edici değilse, müftünün o sözü tekfir etmeyen veçhe hamletmesi gerekir.' Tekfir etme hususunda gerekçelerin çok ve güçlü olması­na göre tekfir vechi tercih edilmez. Hanefi mezhebinde ittifak edil­miş bir meseledir bu."

Malikî âlimlerimiz de bu meseleye değinerek şöyle demişler­dir: "İçki müstehabdır" diyenin küfrüne hüküm verilmez. Çünkü sözlük mânâsını kastederek "nefis onu sever" şeklinde kastetmiş olabilir. Ve abdesti bozan şeylerden birisinde tereddüt etmekle abdest bozulur dedikleri halde abdesti bozan "riddet"te tereddüt et­mek ise abdesti bozmaz demişlerdir. Ayrıca İmam Malik ehl-i ehva tekfir edilir mi sorusuna cevaben: "Onlar küfürden kaçmışlar" de­miştir.

Takiyuddin Subkî ise aşırı bid'at ehli tekfir edilir mî, sorusuna şu objektif yanıtta bulunmuştur: "Bil ki ey sail! Allah'tan korkan her kimse, lâ ilahe illallah Muhammedun Resulullah diyeni tekfir etmekten kaçınmalıdır. Çünkü tekfir etmek son derece tehlikeli ve korkunç bîr iştir. Bir şahsın kafir olduğunu söylemek, onun akıbeti âhirette ebedî olarak cehennemde kalmak olacaktır; dünyada ise malı, kanı mubahtır; Müslüman kadınla evlenemez; hem hayatta, hem ölümünden sonra Müslüman olarak muamele edilmez, de­mektir. Bin kafiri hayatta bırakma hatası Müslüman bir kimsenin bir damlacık kanını akıtmaktan şüphesiz daha ehvendir. Resulul­lah (s.a.v.) bir hadîs-i şerifinde şöyle demiştir: "Bir emirin suçluyu bağışlamadaki hatası ile ceza verme hatasından Allah'a en sevimlisi birincisidir." Ancak küfrünü açıkça belirten ve küfrü dîn edinip İs­lâm şehadetini inkar ederek İslâm dininden çıkan kişi tekfir edilir.

İmam Şaranî, Tabakat kitabında konuyla ilgili olarak Mısır mahrusa de Elgümari camiinin imamı Şeyh Eminu'd-dîn'den şu olayı, bize şu şekilde anlatıyor: "Birisinin küfür şüphesini veren bir sözünden dolayı Mısır âlimleri onun kafir olduğuna fetva verdiler. Mahkemede idamı istenildiği zaman, günün sultanı mahkemeye katılan âlimlere yönelerek "Hazır bulunmayan âlim var mı?" diye sordu. Şeyh Celaluddin el-Mahallî'nin hazır olmadığını söylediler. Sultan el-Mahallî'ye haber göndererek gelmesini istedi. El-Mahalli mahkeme salonuna girer girmez zincirle bağlı olan adama gözü çarptı ve bunun suçu nedir diye sordu? Kafir olmuştur yanıtını alınca küfrüne fetva verenin dayanağı nedir diye öğrenmek istedi. Şeyh Salih el-Balkinî ilerleyerek 'Babam şeyhülislâm Şeyh Siracuddin'in bu durumda olanın küfrüne fetva verdiğine şahit olmuşum­dur.' dedi. El-Mahallî, Şeyh Salih'e yönelerek şöyle dedi: 'Ey evla­dım! Babanın bir fetvası için Allah ve Resulünü seven muvahhid bir Müslümanı öldürmek mi istiyorsun?" Sökün o zincirleri; zin­cirler hemen söküldü. El-Mahallî adamın ellerinden tutup dışarı çıkarttı. Ne sultan, ne de başkası birşey söylemeye cesaret etti. Son­ra El-Mahallî adamı oradan uzaklaştırdı." Hasiyetü't-Tilimsani ale'ş-Şifa kitabının sahibi ümmeti tekfir eden sözleri söyleyen kişi­nin küfrüne böylece karar veririz dedikten sonra, şu sözlere yer vermiştir. "Resulullah'tan bir Müslümanı tekfir edenin kafir oldu­ğunu belirten kesin nasslar bize ulaşmıştır, islâm âlimleri bir Müs­lümanı tekfir etmekten bu kadar sakındıkları halde bunlara ne olu­yor? Allah'ın velilerini, büyük müctehid imamları, tekfir ediyor­lar."

Cahilsin cahil olduğunu bilmiyorsun, Bilmediğini de bilmediğini kim bilir

Sözü sanki onlara denilmiştir. Aslında bunların Kur'an-ı Ke-rim'i okuyan, ama gırtlaklarından geçmeyenlerden olduklarından korkulur. Karilerin cehaletinden Allah'a sığınırız.

Bir Müslümanı tekfir eden kişinin çok iyi düşünmesi lazım. Bu sözü söylediğinde acaba hiç mi bir şüphesi yok ki kendinin küf­re gireceğinden korkmuyor. Kendisi ile uğraşması daha iyi değil midir? Gözündeki ağacı görmüyor da başkasının gözündeki çöple uğraşıyor. Nelerle emrolunmuş, o gidip neleri yapmaya kalkışıyor. Sahibini bu kadar aşırı sapıtmaya götüren ölü kalpten Allah'a sığı­nırız. İlim yolu olan istikamette olmayı ve bütün sapmalardan se­lamette kalmayı kendimize ve bütün Müslümanlara Allah'tan dile­riz. Ona sonsuz şükürler olsun. [38]


[27] Buruc: 85/8.

[28] Âl-i İmran: 3/103.

[29] Âl-i İmran: 3/105.

[30] Bakara: 2/203.

[31] Bakara: 2/.

[32] Nahl: 16/105.

[33] İsra: 17/36.

[34] Nur: 24/16.

[35] Hucurat: 49/6.

[36] Hucurat: 49/12.

[37] Nisa: 4/94.

[38] Şeyh Senusi, Nassın Uygulanışı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995: 39-48