- Davud Ez-Zahiri ve Mezhebi

Adsense kodları


Davud Ez-Zahiri ve Mezhebi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
neslinur
Thu 21 January 2010, 08:42 am GMT +0200
Dâvûd Ez-Zâhiri ve Mezhebi






Zahirî Mezhebi

Dâvûd Ez-Zâhtrî (202-270 H.)

Mezhebinin Yayılışı

Endülüs´de Zâhîrî Mezhebi




DÂVÛD EZ-ZÂHİRÎ VE MEZHEBİ[1]


Zahirî Mezhebi



Bu bölümde Zahirî Mezhebini anlatacağız. Bu mezhebe´ göre fıkhı kaynaklar sadece nass´lardir. Şeriatın hiç bir hükmü re´y ile açıklanmaz. Bu mezhebe bağlı olanlar, bütün çeşitleriyle re´y´i tanımazlar. Kıyas, istihsan, masâlih-i mürsele ve zerâyi´i delil olarak kabul etmezler. Sadece nass´lan delil sayarlar. Nasss bulunmadığı zaman istisbahın hükmünü esas kabul ederler. îstishabın hükmü de : «Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan O´dur.»[2] âyet-i kerimesiyle sabit olan ibahat-ı asliyyedir.

Bu mezheb mensupları, kabul ettikleri birçok hükümlerde diğer fakihlere muhalefette bulunmuşlardır. Meselâ; bütün fakihlere göre ölüm döşeğindeki hastasının tasarrufları, vârislerin terekedeki hakkına taallûk ettiği için, bazı kayıtlara tâbidir. Sözgelimi, malını vârislerinden birine hibe etmek gibi bir tasarrufla bazı vârislerini kayırma endişesine kapılacağından onun bu hibesi vasiyet hükmünü alır. Çünkü malının tamamını veya çoğunu vârislerinden birine hibe etmekle onun öteki vârislerini-mirastan mahrum bırakmak istemiş olmasından endişe edilmektedir. Fakat zahirilere göre böyle bir hastanın tasarrufları, aynı sağlam insanların tasarrufları gibidir. Dölayısiyle böyle bir hasta bütün malını hibe etse hiç bir kimsenin itiraz hakkı yoktur. Zira ölüm döşeğindeki hastanın tasarruflarını kayıt altına alan esas, seddu´z-zerâyi´a dayanan re´ydir. Halbuki zahirîler re´y´in hiç bir çeşidini tanımamaktadırlar. Zahirîler re´y´i terkedip nass´lara sarılacağız derken son derecede tuhaf hükümler ileri sürmüşlerdir. Meselâ; insanın idrarı ile suyun pis olacağına hükmetmişlerdir. Çünkü bu konuda hadis-i şerif vardır. Öte yandan domUzun idranyla suyun pis olmayacağına hükmetmişlerdir. Zira bu konuda bir nass yoktur. Onlara: hayvanın idrarı etine bağlıdır, domUzun eti ise pistir, denilse, onlar; bu bir reydir, îslâ-mın hükümlerinde re´y´in bir yeri yoktur, derler.[3]



Dâvûd Ez-Zâhtrî (202-270 H.)


Asıl adı Dâvûd b. Halef el-îsbahani´dir.[4] Hicrîüçüncü yüzyılın başlarında doğmuş ve 270 yılında ölmüştür. Fıkıf tahsilini Şafiî´nin talebelerinden yapmış ve onun yanından ayrılmayan bir çok arkadaşıyla görüşmüştür. O, İmam Şafii´ye son derecede hayranlık duyardı. Hattâ Şafiî´nin faziletlerini anlatan bir de eser yazmıştır.

Dâvûd, Şafiî´nin fıkhını tahsil ederken hadisle de meşgul olmuştur. Çağının birçok muhaddislerinden hadîs dinlemiş ve onlardan rivayetler yapmıştır. Memleketi oldn Bağdad´ta oturan muhaddisleri dinlediği gibi, Bağdad´ta bulunmayan muhaddislerden de hadis dinlemek için seyahatler etmiştir. Meselâ; Nisabur´a gitmiş, oradaki muhaddisleri dinlemiştir. Rivayet ettiği hadisleri kitaplarında toplamıştır. Davud´un kitapları hadislerle doludur. Zahirî fıkhını ortaya attığı zaman rivayet etmiş olduğu hadîslerden geniş ölçüde faydalanmıştır.

Lâkin Dâvûd, tahsil etmiş olduğu Şafiî fıkhından Zahirî fıkhına nasıl geçmiştir? Buna şöyle cevap verilebilir: Davud´un nass´ları esas kabul edişi, bunlara büyük bir önem veren Şafiî fıkhının tesirinde kalışı ve çağındaki hadis rivayetinin çok oluşu, onu yalnız nass´lara yöneltmiştir. Çünkü İmam Şafiî, şeriatı daima nass´lara dayanarak tefsir ederdi. Dolayısıyla şeriatın kaynaklarım nass´lardan ve nass´lara hamledilen kıyastan ibaret sayardı. Şâfiîye göre içtihad, ya bir nassa dayanmalı, yahut da mevcut bir nass üzerine hamledilmelidir.

îşte Dâvûd ez-Zâhirî, bu düşünceyi daraltarak Şafiî´den Uzaklaşmış ve şeriatı yalnız nass´lardan ibaret saymıştır. Ona göre, şeriatta re´y´in bir yeri bulunmadığı gibi, îslâmî ilimler de ancak nass´larla olur. Dâvûd ez-Zâhiri, kıyası da iptal etmiştir. Kendisine: kıyası nasıl iptal edersin? Halbuki Şafiî k)yas´ı kabul etmektedir, denil­diğinde; «Şafii´nin istihsanı iptal etmek için kullandığı delilleri aldım; bir de gördüm ki bu deliller, kıyası da iptal etmektedir» demiştir.

Şeriatın zahirine uyulmasını ve sebepleri âraştırılmaksızın nass´-ların zahirine göre hüküm verilmesini ilk olarak Davud´un ileri sürdüğünde âlimler ittifak etmişlerdir. Bunun içindir ki Hatîb Bağdadî, Dâvûd ez-Zâhiri´nin haltercemesini anlatırken şöyle der: «Zahiri mezhebini ilk olarak benimseyen, hükümlerde kavli olarak kıyası tanımadığı halde,- «delil» adım vererek, fiilen kıyasa başvurmak zorunda kalan O´dur.»[5]

Bağdadî´nin zikrettiği «delil». Zahirîlere göre sarih nass´lara dayanan fıkhî istidlal esaslarmdandır, kıyas çeşitlerinden değildir. Delilin birkaç önerme (kaziye) leri vardır. Şöyle ki: İki öncülü (mukaddimeyi) ihtiva eden bir nass zikredilir ve netice açıklanmaz. Meselâ; «Her sarhoşluk veren şey şarap (hamr) dır ve her şarap ha­ramdır.» Buradan *Her sarhoşluk veren şey haramdır neticesi çıkmaktadır, Fakat bu neticeyi nass açıkça ifade etmemektedir. Bu bir kıyas sayılır mı? Hayır; bu, lâfzın delâletidir veya mantıkçıların deyişiyle «Kıyas-ı izmari (kiyas-ı matvi dürülgen kıyas) dır.»

Zahirîlerin, «delil» adını verdikleri istidlal usullerine diğer bir misal olmak üzere şart fiilini tamim edişlerini söyleyebiliriz. Meselâ; «... vazgeçerlerse geçmiş olan (günah) lan yarlıganacaktır...»[6] âyetindeki şart fiilini umumîleştirirler. Bu nass, kâfirler hakkında vârid olmuştur. Fakat lafzından anlaşılan mânâ, isyan halinde bulunan ve bu isyana son verip tevbe eden herkesin Allah´ın mağfiretine dahil olduğunu gösterir. Buradaki tamim, nass´m zahirinden ileri gelmektedir. Kıyas yoluyla değildir...

Allah, Dâvûd b. Ali´ye zengin bir hadis ilmi vermiştir. Onun kitapları hadisle doludur. Zira yukarıda söylediğimiz gibi, onun fıkhı hadislere dayanmaktadır. Fakat zahiri mezhebini ortaya attığı ve : elimizdeki Kur´an-ı Kerîm mahluktur, dediği için ondan çok az hadîs rivayet edilmiştir. O çağdaki âlimler, Kur´an-ı Kerim´in mahluk olduğunu söyleyenleri bid´atçılıkla itham ediyorlar ve bid´atçıdan hadis rivayetini caiz görmüyorlardı. Bununla beraber Dâvüd´dan az miktarda hadis rivayet edilmiştir. Hatib Bağdadî şöyle der: «Dâvûd´dan oğlu Muhammed, Zekeriyyâ b. Yahya es-Sâci, Yusuf b. Ykub b. Mihran ed-Davûdi ve Abbas b. Ahmed el-Müzekkir hadis rivayet etmiştir.»[7]

Öyle anlaşılıyor ki Dâvüd´dan hadis rivayet edenler, onun mezhebine giren ve fıkhını benimseyenlerdir. Fakat, umumî olarak, fa-kih ve muhaddisler ondan hadis rivayet etmekten çekinmişlerdir. Bilhassa Dâvûd, Kur´an, fıkhî istidlal ve bazı fıkıh mes´eleleri hakkındaki görüşlerini ilân ettikten sonra âlimler ondan nefret etmişlerdir. Meselâ; Davud´a göre cünüp veya abdestsiz kimse Mushafa dokunabilir. îşte bu gibi görüşlere sahip olan Dâvüd´dan büyük muhaddisler nefret etmişler ve ondan hadis rivayet etmemişlerdir.

Dâvûd, Ahmed b. Hanbel´den hadis rivayet etmek istemiş, fakat Ahmed b. Hanbeî onunla görüşmekten kaçınmıştır. Çok zeki bir kimse olan Dâvûd, Ahmed, b. Hanbel´le görüşmek için bir çare aramış, bu maksatla Bağdad´ta görüşlerini açıklamaktan kaçınmış ve onları Nisabur´da ilân etmiştir. Bununla beraber Ahmed b. Hanbel, ona kendisiyle görüşme imkânı vermemiştir. Bunun üzerine Dâvûd, Ahmed b. Hanbel´in oğlu Salih´e başvurmuştur. Salih babasıyla konuşmuş ve müsaade istemiştir. Babasına; bir adam, size gelmek için benden ricada bulundu, demiş, babası da; adı nedir? diye sormuş, o da; Dâvûd´dur, diye cevap vermiştir. Ahmed b. Hanbel; O, İsbahanlı mıdır? demiş, Salih de, babasının görüşmekten kaçınmaması için onu tam olarak tanıtmak istememiştir. Fakat Ahmed b. Hanbel, böyle muhalif fikirli bir kimseyi kabul etmek hususunda çok titizlik göstermiş, bu şahsın Dâvûd b. Ali b. Halef olduğunu öğ-´ reninceye kadar durumu tetkik etmiş ve oğluna; «Muhammed b. Yahya bana bu adamın; Kur´an mahluktur, diye iddia ettiğini yazdı. O, bana asla yaklaşmasın!» demiştir. Salih de; «Kendisi, böyle bir iddiada bulunduuğnu inkâr ediyor.» diye cevap vermiştir. Fakat İmam Ahmed b. Hanbel, hakîkatta onun durumunu gizlemekten ibaret olan bu inkârının sebebini anlamıştır. Zâten, kendisine Muhammed b. Yahya da: «Onu iyi öğren ve izin verme» demişti.[8]

Kısaca Davud´un görüşlerine işaret ettik..Bunları İbni Hazm´den bahsederken genişçe açıklıyacağız. Dâvûd, Zahirî fıkhını büyük bir kitap halinde yazmıştır. Onun bu eseri, Sünnet fıkhı ve Sahâbîlerin rivayetleri hakkında en büyük islâm kaynaklarından biri sayılır. Aynı zamanda Dâvûd, zahiri usûl-i fıkhını da müstakil bir kitap halinde tedvin etmiştir.

Çağdaşlarının kendisinden nefret etmelerine rağmen, Dâvûd ez-Zâhiri´nin, şahsiyetini yücelten bir takım sıfatlara sahip olduğunu söyleyebiliriz. O, güzel, açık ve kuvvetli bir anlatışa sahipti. Hazırcevaplı, delil getirme bakımından güçlü ve sürat-i intikal sahibi idi. Çağdaşı Ebu Zur´a, Dâvûd hakkında şöyle der: «Eğer o, ilim sahiplerinin yetindiği şeyle iktifa etseydi, sanırım ki bid´ât ehlini, sahip olduğu beyan ve delilleriyle ezerdi. Fakat o, ileri gitti.»[9] Dâvûd, hak bildiği şey uğrunda cesaretle hareket ederdi. Onu söylemekten çekinmez ve kimsenin kınamasından korkmazdı. An­cak re´y´mi açıklaması, ilim tahsiline mâni olacaksa ilimin hatırı için susardı; Ahmed b. Hanbel´le görüşmek için yaptığı teşebbüs hikâyesinde gördüğümüz gibi. Çağdaşı el-Müstâlî şöyle der: «Dâvûd b. Ali el-İsbahânfnin, İshak b. Râhuye´yi reddedişini dinledim. Dâvûd´dan önce de sonra da hiçbir kimsenin îshak´ı reddettiğini görmedim. Çünkü herkes, onun heybetinden buna cesaret edemezdi.»[10]

Dâvûd, böyle cüretli görüşlere sahip olmakla beraber, aynı zamanda ibadet ehli, zühd ve takva sahibi idi. Maişet bakımından pek az bir şeyle iktifa ederdi. Bununla birlikte çok muttaki olduğu için hediye de kabul etmezdi. Devlet adamlarından birisi ona halini düzeltmesi için bin dirhem göndermişti. Dâvûd, bunu uşağıyla geri çevirmiş ve şöyle demiştir: «Seni gönderen kimseye söyle: O, beni hangi gözle görmüş ve nasıl bir ihtiyaç içinde olduğunu duyup bunu seninle bana göndermiş, merak ediyorum doğrusu!»

Dâvûd; zühd, takva ve ibadet ehli oluşunun yanında büyük bir tevazu´ ve insanlara yardım etme duygusuna sahipti. O, ilmi ve ibadetiyle kendisini hiç kimseden üstün görmezdi. Bazı zâhidler vardır ki, ibadet ve takvalarını, insanlara tahakküm etmek ve üstünlük satmak için bir vâsıta yaparlar. Hattâ bunların bazısını o derecede gurur kaplamıştır ki bu, onların bütün ibadetlerinin faziletini yok etmiştir. Bazan da kibir ve gurur, ibadet ve tevâzû kisvesine bürünür. Dâvûd, bu türlü insanlardan değildi. Bir çağdaşı onu şöyle anlatır.«Dâvûd b. Ali´yi namaz kılarken gördüm, ben hiç bir müslümanın böyle güzel tevâzû sahibi olduuğnu ve bu bakımdan Dâvûd´a benzediğini görmedim.»[11]



Mezhebinin Yayılışı


Dâvûd, istinbat hakkındaki mezhebini yaymaya kendisi başlamıştır. İçinde yaşadığı çağda rivayet ve sünnetin hem çok hem de revaçta oluşu, onu düşüncesinde destekliyordu. Mezhebi biraz yer tutunca, bir kısmı onu desteklemişse de muarızları daha çoktu. Dâvûd, münazara meclisleri tertipleyerek kendi fikrini yaymaya, sadece Kitab ve Sünnete uyulmasına çalışmıştır. O, icmâ´ı kabul eder ve görüşlerini ona dayandırırdı. Bu konuda şöyle bir rivayet vardır: «Hicri üçüncü yüzyılda Hanefî mezhebi´nin üstadı olan Ebû Said el-Berzaî, Davud´un yanına gelmiş ve ona, ümmü´l-veled olan cariyelerin[12] satılıp satılırı ıyac ağı m sormuş, Dâvûd da; satılmaları caizdir, çünkü biz, bu cariyelerin hâmile olmadan önce satılabilecekleri üzerinde icmâ´ ettik, bu icmâ´dan ancak benzeri bir icmâ´ olursa vazgeçebiliriz, demiştir. Buna el-Berzaî şu cevabı vermiştir: Biz de ümmü´l-veled´in hâmile kaldıktan sonra satılmayacağı üzerinde icmâ´ ettik, bu icmâ´dan ayrılmamamız gerekir. Bundan, ancak benzeri bir icma´ olursa vazgeçebiliriz.»[13]

Bu mezhebe karşı gösterilen şiddetli muhalefetin sebeplerinden biri de şudur: «Davud ez-Zâhirî, taklidi kesin olarak menetmiştir.´ Ona göre halktan´ olanlar dahi kimseyi taklit yapamazlar, ictihad yapmaları gerekir. îçtihad yapamazlarsa başkalarına sorarlar. Fakat onların sözlerini, Kitab, Sünnet veya Icmâ´a dayanarak bir delil getirmezlerse kabul etmezler ve meseleyi sormak üzere başka birisine giderler.

Bu görüş, ne derecede yerinde olursa olsun iyi netice vermez. Çünkü Kitab ve Sünnet´i doğru dürüst anlamayanları ictihad yapmaya teşvik etmektedir. Nass´lann zahirlerine sarılan kimseler, tıpkı nass´larm zahirlerine bağlanıp kalan ve kâfir olmayan haricîlere benzerler.

Birçoklarının karşı koymasına rağmen Zahirî mezhebi yayılma imkânı bulmuştur. Fakat fakihlerin bazısı, Zahirilerin muhalefeti ima´ı bozmaz, ekserisi de, Zahirilerin kıyasın dışındaki muhalefeti icma´ı bozar, demiştir.

Bu mezhebin yayılmasını sağlayan iki âmil vardır:

l ?Dâvûd ez-Zâhirî´nin telif ettiği kitaplar tamamen sünnet ve hadislerden ibaret idi. O, kitaplarında kendi mezhebini isbat için ileri sürdüğü delilleri de toplamıştır. Ayrıca bu kitaplarında o, karşılaştığı fer´î fıkıh mes´eleleri hakkındaki görüşlerini ileri sürmek­te, bu mes´elelerin hükümlerini nass´lara göre açıklamakta ve aynı zamanda her müslüman´ın karşılaştığı olaylarla ilgili hükümler muvacehesinde ihtiyaç duyduğu nass´Iarın şümulünü belirtmektedir. Bu kitaplar, kendiliğinden yok olup gitmesi kabil olmayan canlı eserlerdir. Bunlar, mevcudiyetleriyle yazarının mezhebini yaymakta olup ölmez fikir mahsulleridir.

2   Davud´un talebeleri, hocalarının kitaplarındaki görüşlerini yaymaya ve bu kitapların meydana getirdiği ilmî atmosferi genişletmeye çalışmışlardır. Onun mezhebini ve kitaplarını yayan en seçkin talebesi, oğlu Ebû Bekr Muhammedi´dir. Bu, babasının miras bırakmış olduğu zengin sünnet ilmini korumuş, yaymış ve insanları bun­lara uymaya davet etmiştir. Fıkhı görüş ve mezheb çerçevesinde kalan ictihadlarm çoğaldığı bir devirde Zahirîlerin sünnet´in mevkiini yüceltişleri, insanları bu mezhebe doğru çekiyordu.

İşte bu iki âmil sayesinde Zahiri mezhebi, Hicrî üç ve dördüncü yüzyıllarda yayılmıştır. Hattâ Ahsenu´t-Takâsîm» müellifi[14], şarkta Hicrî dördüncü yüzyılda Zahirî mezhebinin dördüncü mezheb olduğunu yazar. Bu mezheblerin üçü; Hanefi, Şafii ve Mâliki mezheb-leri, dördüncüsü de Zahirî mezhebi idi. Hemen hemen şarkta Zahirî mezhebi, dördüncü Hicrî yüzyılda sünnet İmamı olarak kabul edilen Ahmed b. Hanbel´in mezhebinden daha çok yayılmış ve mensup bulmuştur. Fakat, Hicrî beşinci yüzyılda Kadı Ebu Yal´â, Han--belî mezhebini kuvvetlendirmiştir. Bu sayede Hanbelî mezhebi Zahirî mezhebini sindirmiş ve onun yerini tutmuştur.

Bu sırada, Doğu îslâm memleketlerinde büyük bir otoriteye sahip olan Zahirî mezhebine mensup bulunanlar arasında büyük bilginler yetişmiştir. Bu bilginler, furü´ hakkında ileri sürdükleri Kitab, Sünnet ve Sahâbîlerin icmâ´ma dayanan hükümlerle fıkhî düşünceyi geliştirmişlerdir.[15]



Endülüs´de Zâhîrî Mezhebi


Zahirî mezhebi, Doğu İslâm memleketlerinde söndüğü sıralarda Endülüs´de gittikçe kuvvetleniyordu. Şüphesiz bu, Endülüs´teki mensuplarının çokluğu ile değil, kuvvetli tefekküre sahib bir âlimin ortaya çıkışı ile oluyordu. Allah, bu âlime tasvir kabiliyeti olan bir kalem, kuvvetli ve keskin bir dil ihsan etmiştir. îşte bu âlim İbni Hazm el-Endelüsi´dir. İbni Hazm, Zahirî mezhebinin, Kadı Ebu Ya´lâ vasıtasıyla Hanbelî mezhebi tarafından sıkıştırıldığı bir sırada ortaya çıkmış. Zahirî mezhebini şiddetle savunarak yaymaya çalışmış ve bu mezheb uğrunda göz kırpmadan mücadele etmiştir.-Bu her iki fakih de aynı çağda yaşıyorlardı. Bunlardan Ebu Ya´lâ 458, İbni Hazm de 456 H. yılında ölmüştür.

Fakat Zahirî mezhebi, Doğu İslâm ülkelerinden Batı İslâm ülkelerine nasıl gelmiş ve Endülüs´e hangi yolla girmiştir? Mağrib ve Endülüs´de geniş bir yayılma sabası bulunmamakla beraber, Zahiri mezhebinin tohumları bu iki ülkede filizleniyordu. Hattâ Dâvûd ez-Zâhirî´nin hayatta olduğu günlerde bu mezhebin metodu buralara gelmişti. Çünkü Hicri üçüncü yüzyılda Kurtuba âlimlerinden seçkin bir topluluk, Doğu İslâm memleketlerine gelmiş, buraların ilim ve feyzinden istifade etmiştir. Bunlardan bazısı Ahmed b. Hanbel ve çağdaşı Dâvûd b. Ali b. Halef gibi şahsiyetlerle görüşmüştür. Bunlar arasında devlet katında büyük mevki´ sahipleri de vardı.

îşte bu bilginler, şarktan getirdikleri sünnet ve rivayet ilmini Endülüs´de yaymışlardır. Aynı zamanda bunlar Şarkın mezheplerini de birlikte götürmüşlerdir. Dolayısıyla Endülüs´de de Zahiri mezhebini yaymak isteyenler ortaya çıkmıştır. Bunların başında Kadı ve Endülüs Hatibi Munzir b. Said el-Ballûti (öl. 355 H.) gelir. Belki .de bu ülkede Zahiri mezhebi Hanefî, Şafii ve Hanbelî mezheblerinden daha geniş adımlarla ilerliyordu. Çünkü bu mezhebi yayan bilginler vardı. Bunlar arasında îbni Hazm´in Zahirî mezhebini öğrendiği bir bilgin vardı ki adı, Mes´ud b. Süleyman b. Müflit Ebi´l-Hıyar (öl. 426 H.) dir.

İbni Hazm el-Endülüsî´nin istinatgahı İşte bu hocası Mesud´dur. îbni Hazm, onu daima hür fikirli ve hiçbir mezhebe bağlı olmayan bir üstadı olarak anardı. Adı geçen Mes´ud b. Süleyman, esasen hiçbir mezhebin taklidini doğru görmezdi. Dâvûd ez-Zâhirî´nin metoduna sahipti. İstidlal konusunda Zahirîlerin yolundan giderdi. O, mütevâzî idi. îlmi, nerede ve kimde bulursa bulsun, öğrenmek isterdi. Âlimin beşikten mezara kadar ilim tahsil etmesi gerektiğine inanırdı. İşte bu zat, Endülüs içlerinde, dar bir çerçeve dahilinde de olsa, Zahirî mezhebini yaymaya başlamıştır. .

Davud´un fer´î fıkıh mes´eleleri üzerinde yazmış olduğu kitaplar, tamamen hadis ve sünnetlerden ibaret idi. Kendisinden sonra öyle dahî bir fakih geldi ki o, bu mezhebi delillere dayanarak müdafaa etti ve adını ebedüeştirdi. Bu fakih, bazan Davud´a muhalefet, bazan da muvafakat etmiştir. Fakat her iki halde de onun metodunu desteklemiştir. Davud´un eserleri kaybolduktan sonra onun mezhebini yeniden canlandıran bu ikinci İmam, îbni Hazm´dir.[16]







--------------------------------------------------------------------------------

[1] İslamda Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/435.

[2] Bakara, 29.

[3] İslamda Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/437-438.

[4] Zâhiri mezhebini İlk olarak ortaya attığı İçin kısaca «Davud ez-Zahiri» diye anılmaktadır. Çeviren.

[5] Tarîha Bağdad, c. VIII, s. 374.

[6] Enfâl Sûresi, 38.

[7] Tarihu Bağdad, c. VIII, s. 370.

[8] İbni Subkî, Tabakâtu´ş-Şâfiyye, c. II, s. 43.

[9] Tarîhu Bağdad, c VIII, s. 373.

[10] Aynı eser, s. 370.

[11] İslam?da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/439-442.

[12] Ümmü´l-veled, efendisinden hâmile olarak çocuk doğurmuş bulunan cariyeye denir. Bu türlü cariyeler alınıp satılmaz, efendilerinin ölümü ile hür sayılırlar. Çeviren.

[13] Bak. Merhum İmam Zahid el-Kevserî Mukaddimetü´n-Nubez fî Usûlil-Fıkhi´z-Zâhiri, Kahire 1940, s. 4. Emin el-Hanci tabı.

[14] Şemsuddin Ebu Abdîllah Mnhammed b. Ahmed el-Makdisî. Çeviren.

[15] İslamda Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/443-444.

[16] İslamda Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/445-446.