- Çözüm

Adsense kodları


Çözüm

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Hadice
Thu 9 June 2011, 01:59 pm GMT +0200
Çözüm :

İslam bilginleri bu iki grub hadisin arasını bulmakta değişik çözümler ileri sürmüşlerdir. Şimdi bunları sırasıyla görelim:

Hadisler arasında görülen ihtilafları gidermek amacıyla yazdığı eserinde îbn Kuteybe (276/889) şöyle demektedir: [23]

«Bu meselede iki çözüm yolu vardır:

Birincisi: Sünnetin sünnetle nesh edilmiş olmasıdır.

Bu demektir ki, Rasulullah, önce sözlerinin yazılmasını yasaklamış; sönnetin ezberlenemeyecek kadar çoğaldığını gördükten sonra da yazılmasına ve kaydedilmesine müsaade etmiştir.

İkincisi: Yazma izninin sadece Abdullah b. Amr'a mahsus olmasıdır. Çün­kü Abdullah b. Amr, eski kitapları okumakta, Süryânice ve Arapça yazı yaz­maktaydı. Onun dışındaki ashâb ümmî idi. Onlardan sadece bir-iki kişi yazı ya­zabilirdi. Onların da yazıları kusurlu idi. Nebî, onların yazmakta hattâ edebile­cekleri endişesi ile onları hadisleri yazmaktan menetti. Fakat Abdullah b. Amr'ın yazısından emin olduğu için ona müsaade etti».

Hattâbî (388/998) ise, «yasağın önce olması muhtemeldir. Son durum ise yazının mübahlığıdır. Ayrıca : Nebî (s.a.) Kur'ân'a karışması ve okuyanı şaşırt-mamasi için hadislerin Kur'ân âyetleriyle aynı sahifeye yazılmasını yasakladı da denilmiştir. Yoksa BİZATİHİ YAZI YAZMANIN SAKINCALI OLMASI VE YAZI İLE HADÎSİ KAYDETMENİN YASAKLANMASI gibi bir şey SÖZ KO­NUSU DEĞİLDİR»[24]diyerek yasağı, belli bir mekâna tahsis eden ve yazı ile ilm kaydetmenin aslında sakıncalı olmadığını dile getiren dikkat çekici bir çözüm getirmiştir.

İlk Hadis Usûlü yazarı olarak bilinen er-Râmehurmuzî (360/917) de «Ha­dislerin yazılmasına Rasulullahrın izin vermediğine dair Ebû Saîd'in rivayeti öyle sanıyorum ki, hicretten önceki ve bu işin Kur1 an ile iştigalden alıkoyma­sından emin olunmadığı devir için geçerlidir»[25] diyerek nesh görüşünü benim­sediğini açıklamaktadır.

Yazma izninin, yazma yasağından sonra olduğu gerekçesiyle bir çok ali­min benimsediği nesh görüşü, Reşid Rıza tarafından tersinden benimsenmiş­tir. Yani ona göre izin önce, yasak sonradır. [26]

Hemen kaydedilmelidir ki, nesh görüşü, nakilden istidlalle elde edilmiş­tir. Halbuki öteki çözüm yollarının her birinin nakli istinadlan bulunmakta­dır. Yani, nesh'e açıkça delâlet edecek bir hadis bulunmamaktadır. Mekke'nin fethi günü Ebû Şah için Fetih Hutbesinin yazılmasını emreden Hz. Peygamberin bu emri zaman bakımından son yıllara rastladığı için yazma izninin son­ra olduğunu göstermektedir. Öte yandan Abdullah tbn Amr, vefat ettiği zaman es-Sâdıka diye meşhur olan sahifesi yanında bulunmaktaydı Şayet -Reşid Rı-za'mn dediği gibi- yazma yasağı sonra olsaydı, elbette Abdullah bu sahifesini yok ederdi.

Cumhurun kabulüne mazhar olmuş gözüken nesh çözümünü yakından tetkik ettiğimiz zaman onun «yeterli bir çözüm» olmadığı sonucuna varmak mümkündür. Zira eğer hadisleri yazma yasağı umumî (ve resmî) bir şekilde yü­rürlükten kaldırılmış («nesh») olsaydı, Rasuluîlah'dan sonra sahabe arasında görülen hadisi yazıya geçirmekten çekinme tavırların görülmemesi; hadisleri yazıp toplamak («tedvin») isteyenler aleyhine delillerin ortaya atılmaması ge­rekirdi.

Herşeyden önce, kitabetin kitabet olduğu için yasaklanmamış olduğu bir gerçektir. Hattâbî bu konuya işaret etmiş bulunmaktadır. Şayet yazma yasağı, bizzat kitabetin sakıncalı olması dolayısıyla konulmuş olsaydı, daha sonra hiç kimseye, hiç bir gerekçe ile yazma izninin verilmemiş olması gerekirdi.

O halde aynı anda hem yasağın hem de iznin gerekçesi olabilecek bir sebeb aramak gerekmektedir.[27] Böyle bir sebep bizi nesh'den söz etmeden çözüme gö­türecektir.

KUR'ÂN'DAN BAŞKA BİR ŞEYE DÜŞKÜNLÜK GÖSTERİLMESİ VE BU YÜZDEN KUKANIN TERKEDÎLMESÎ ENDÎŞESİ» diye formüle edebile­ceğimiz bu ortak sebep aslında hadislerin yazıya geçirilmesine karşı çıkan sahâbilerin sözlerinde de mevcuttur. Meselâ Hz. Ömer, sünnete ait bilgileri yazdırmayı ve bir araya toplamayı düşünmüş, bu fikrini sahâbîlere açıklamış, tasviblerini almıştır. Ancak bir ay süren istihare sonunda kararını: «BEN HA­DÎSLERİ YAZDIRMAYI İSTEMİŞTİM. HATIRLADIM Kİ SÎZDEN ÖNCE BÎR MÎLLET, KÎTAPLAR YAZMIŞLAR VE ONLARA ÖNEM VERMİŞLER VE ALLAH'IN (kendilerine göndermiş olduğu) KİTABINI TERKETMİŞLER-Dî. ALLAH'A YEMİN EDERİM Kî BEN, ALLAH'IN KÎTABINI BÎR BAŞKA ' ŞEYLE ÖRTEMEM, ONA GÖLGE DÜŞÜREMEM» sözleriyle bildirmişti. [28]

Hz. Ömer'in dile getirdiği endişeyi içlerinde duyan sahâbîler, ona bu görüşünde karşı çıkmamışlar ve onun görüşünü paylaşmışlardır.

Kitâbetü'l-hadîs meselesini müstakil bir eserde tetkike tabi tutan Hatîb Bağdadî (463/1071) de «açıkça ortaya çıkmıştır ki, ilk asırda hadislerin yazıl­masının hoş karşılanmaması, Allah'ın kitabına bir başka şeyi eş tutmamak ve­ya bir başka şey sebebiyle Kur'ân'la meşguliyetten uzak kalmamak içindir»[29] diyerek gerçek durumu tesbit etmektedir.

Nesh'den söz etmeden konuya ait hadisler arasındaki ihtilafı «Kurandan başka bir şeye düşkünlük gösterilmesi ve bu yüzden Kur'ân'ın ter-kedilmesi endişesi » ortak sebebiyle ortadan kaldırmak yani böyle bir endişe­nin bulunduğu yer ve zamanda yasağın; böyle bir endişenin bulunmadığı yer ve zamanda da iznin geçerli olduğunu düşünmek en doğru çözüm olmaktadır. Ah-med Naim'in ifadesiyle «yerine göre nehiy hadisi ile de, izin hadis ile de amel olunur. Nehiy hadisi, hıfzına güvenilir ve bazı yazarken sû-i hattı veya dikkat­sizliği yüzünden iltibasa, tahrife meydan verir kimselere; ibâhe hadisleri de hafıza gevşek ve yazısı okunaklı ve dürüst olanlara göredir.» [30]

Bu tür bir çözüm bizi, günümüzdeki bazı dînî grupların kendilerince mute­ber kabul etikleri eserlere aşırı derecede düşkünlük göstererek Kur'ân'ı ihmal etmeleri olaylarına da müdahale imkanına kavuşturmaktadır.

Ayrıca yeni yeni Müslüman olan insanların kendi yörelerinde Kur'ân'ın bütün özellikleriyle yerleşmesine kadar başka bir şeyle meşgul olmamaları ge­reğini hatırlatması bakımından da böylesi bir çözümün yeterli esnekliğe ve ge­çerliğe sahip olduğu görülmektedir.

En azından bugün bile hem yazma yasağının hem de izninin geçerli olabi­leceği hallerin -kısmen de olsa- mevcudiyet imkanını düşünmemize mani bir hal bulunmamaktadır.

Delilsiz Bir îddia

Kitâbetü'l-hadîs problemi ile ilgili iki grup hadis hakkında müsteşrik Goldziher (1921) tarafından ileri sürülen bir iddiaya da burada işaret etmek is­tiyoruz.

Goldziher bahis konusu iki grub hadisin ehl-i re'y ve ehl-i hadis tarafın­dan uydurulmuş olduğu görüşündedir. Ona göre;

Ehl-i hadîs, hadislerin sıhhati ve onlarla ihticac hususunda ellerinde bir delil bulunması için hadislerin yazılmasının cevazına kail oluyorlar.

Ehl-i re'y ise -aksine- hadisin sıhhatini ve onunla ihticacı inkar edebilmek için hadislerin yazılmaktan nehy edildiğini ve yazılmadığını ileri sürüyorlar.»[31]

Hiç bir delile dayanmayan bu iddia, Takyîdu'l-ilm' in ilmî neşrini gerçek­leştiren Dr. Yusuf el-Uş tarafından ehl-i hadisten hadislerin yazılmasına karşı çıkanlar ve ehl-i re'y'den de hadislerin yazılmasına taraftar olanların isimler verilmek suretiyle çürütülmüştür. [32]

Netice:

Başlangıçta görülen ihtilâf, neticede ortadan kalkmış ve Müslümanlar ha­dislerin yazıya geçirilmesinin cevazında fikir birliğine varmışlardır. [33] Zaten bizzat Hz. Peygamber tarafından yazdırılmış olan bazı vesikalar ve yine O'nun zamanında bazı sahabilerce yazılmış hadis sahifelerinin bulunduğu bugün ilmî olarak ispatlanmış ve neşredilmiş bulunmaktadır. [34]

Umûmi ve resmî mahiyette olmasa bile hadisler, bizzat Hz. Peygamber za-manınında ezberlenmesi yanında yazılmıştır da. Hatta hadisler daha sonraki yıllarda resmen tedvin edildikten sonra da yine ezberlenmişlerdir.

Hadislerin resmen ve umumî olarak yazıma tabi tutulması ve yazılı metin­ler halinde bir araya toplanması bir başka safhayı, Tedvin Safhasını oluştura­caktır.

Ezber ve Kitabet safhaları hicrî birinci asırda yoğun şekilde yer alan iki safhadır.

Sahabîler ve Büyük Tabiîler Devri'ni oluşturan bu zaman kesimi içinde ha­disleri ezberlenmesi ve yazılması meyanında birinci elden sünnet bilgisini elde edebilmek temel fikrine dayanan bir başka ilmî faaliyet de başlatılmıştır. Bu, rihle (hadis öğrenmek için yapılan yolculuklar)'dir.

Daha sonraki safhalarda da tabiî olarak görülecek olan rihle'yi biz burada hatırlatmakla yetinecek, üzerinde daha fazla durmayacağız.[35]

Sahifeler

«Hadis Edebiyatının başlangıcını, bizzat İslam Peygamberi tarafından yazdırılmış ve kendi zamanında muhafaza edilmiş olan mektup, kanun ve risa­lelere; ashab ve tâbiûn tarafından derlenen sahifelere kadar götürmek»[36] pek tabiîdir. Bu yüzden biz, bazı sahâbilerin bizzat Hz. Peygamber'den duyup öğ­rendikleri hadisleri, yazılı metinler halinde bir araya toplamak sureti ile mey­dana getirdikleri sahifeleri Hadis Edebiyatının ilk türü ilk mahsulü olarak söz konusu etmek istiyoruz.

Sahife kelimesi islâm öncesinde de biliniyordu. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de bu kelimenin çoğulu olan suhuf zikredilmiştir. [37]

Ashâb-ı Kirâm'a âit sahifelerin hacmi, pek tabî olarak farklı idi. 1000 ka­dar hadisi ihtiva ettiği bildirilen Abdullah b. Amr b. e.î-Âs'ın es-Sahifetu's-sâdi-ka sı ile, Hemmâm b. Münebbih (101/718)'in, hocası Ebû Hureyre'den aldığı hadisleri içeren 138 hadislik sahifesi, sahifelerin hacmi konusunda bize bir fi­kir vermektedir. Çok daha az sayıdaki hadislerden oluşan sahifeler de bulun­maktadır.

Bu kısa açıklama göstermektedir ki, «Sahife» denilince, bir yapraklık bir yazılı vesika değil, birkaç sahifelik hacımdan («risale, broşür, cüz»), kitap dene­cek hacma kadar değişen yazılı vesikalar anlaşılmaktadır.

İlk devirler için «nüsha» kelimesi de «sahife» anlamındadır. [38] Böyle olunca, -yukarıdaki açıklamalar ışığında- «sahife» veya «nüsha» kelimeleri «risale» ve «kitab» demektir. [39]Zaten «risale» de, ya Ebû Davud'un Mekkelilere yazdığı risale örneğinde olduğu gibi «mektûb»; ya da Şafiî'nin «er-Risâle»si örneğinde görüldüğü gibi «kitab» anlamlarında literatüre geçmiş bulunmaktadır.

Ayrıca şuna da işaret edelim ki, kitab kelimesi, daha sonraki dönemlerde vücûd bulacak hadis koleksiyonlarının müstakil bölümlerinden her birine veri­len isim olacaktır. Kitâbu'1-imân, Kitâbu'1-hacc, Kitabu'1-büyu v.s. gibi.

«Kitâbetü'l-hadîs» döneminde, sahife sahibi oldukları veya kendilerinden yazmak suretiyle hadis alındığı bilinen sahâbiler epey bir yekun tutmaktadır. A'zâmî, aralarında Ebû Eyyûb Halid b. Zeyd el-Ensârî (52/672), Ebû Bekr es-Sıddîk (13/634), Ebû Bekre es-Sakafi .(51/671), Ebû Hureyre (58/677), Ebi Şâh, Ebû Umâme (81/700), Abdullah b. Abbâs (68/687), Abdullah b. Amr el-Âs (63/682), Abdullah b. Mes'ud (31/651), Abdullah b. Ömer (74/693), Abdul­lah b. Zübeyr (73/692), Âişe (58/677), Ali b. Ebî Tâlib (40/660), Enes b. Mâlik (93/711) gibi ashâb-ı kiramın da bulunduğu 50 kişilik bir liste vermekte­dir. [40]

Ashâb'a ait hadis sahifelerinin hiç biri müstakillen zamanımıza ulaşabil­miş değildir. Her biri hakkında hadis edebiyatının ilk ve en muteber kaynakla­rında, -inkârı mümkün olmayacak açıklıkta- kayıdlar bulunmaktadır. Hatta bu sahifelerin muhtevaları, Ahmed b. HanbeV in Müsned' inde yer almıştır.

Zamanın tahribinden kurtularak müstakil hüviyetiyle bize kadar ulaşmış bulunan «en eski hadis eseri», Hemmâm b. Münebbih'in Sahifesi' dir.

Hemmâm b. Münebbih'in Sahifesi ,

Gerçekte, Ebû Hureyre' nin, talebesi, Hemmân b. Münebbih' e yazdırdığı hadis metinlerinden oluşan bu sahife, onu bize rivayet eden Hemmâm' a izafet­le «Hemmâm b. Münebbih'in Sahifesi » diye meşhur olmuştur.

Her ne kadar bu sahife, asr-ı saadette yazılan sahifeîerden sayılmasa da tedvin öncesi dönemde Hadis Edebiyatının yazılı vesikalarının bir örneği ola­rak fevkalâde önemi hâiz bulunmaktadır. Bu sahifenin Ebû Hureyre'nin vefa­tından önce tedvin edilmiş olması, hicrî ikinci asrın hemen başlarında görülen resmî tedvin öncesinde de hadislerin yazılı vesikalar halinde tedvin edildikle­rini ve «o sahifelerin, tıpkı daha sonraki hadis mecmualarında bulunanlar gibi Hz. Muhammed'in bazı hadislerinin tam kayıtları olduğunu»[41] göstermekte; dolayısıyla, hadislerin daha sonraki dönemlerde hafızalardan yazıya geçirildi­ği şeklinde ileri sürülen müsteşrik görüşlerini temelden çürütmektedir.

Toplam 138 hadisten oluşan bu kıymetli sahife, Prof. Dr. Muhammed Ha-midullah tarafından Berlin ve Şam nüshalan karşılaştırılmak suretiyle ilk kez Mecelletü'l-ilmiyyi'l-arabV de[42]neşredilmiştir.

Sahife' nin bütün hadisleri, Ahmed b. HanbeV in Müsned'inde Ebû Hu­reyre' ye ayrılmış olan sayfalarında aynen yer almaktadır. Ayrıca kütüb-i sit-te'de de konularına göre dağınık bölümlerde bulunmaktadır. [43]

Sahife, neşrini müteâkib değişik diller yanında Türkçeye de üç ayrı şahıs tarafından tercüme edilmiş ve üçü de yayınlanmıştır. [44]


[23] Te'vilu muhtelifî'l-hadis, s. 286-287.

[24] bk. Meâlimu's-sünen, IV, 184

[25] el-Muhaddisul-fâsıI, 386; Hatib, Takyîdu'1-üm, s. 9.

[26] bk. Sıbâî, es-Sünne ve mekânetüha, s. 61 (Mecellctü'I-Menar x, 10'dan naklen). Ebu Zehv, Reşid Rızanın bu görüşünü münakaşa eder ve tutarsızlığını gösterir (bk. el-Hadis ve'1-muhaddisun, s. 220-2336). A'zamî de R. Rıza'nın, ulemânın görüşlerine mubâlif olan bu mutâleasmı, «gerçek hiç bir temeli olmayan bîr zann» olarak değerlendirmektedir. (Studies s. 24-25).

[27] bk. N. ttr, Menhecu'n-nakd, s. 43.

[28] bk. Hatib, Takyıdu'I-üm, s. 49; Ibn Abdübcrr, Cami, I, 77.

[29] Takyîdu'1-ilm, s. 93.

[30] Tecrîd Tercemesi, (mukaddime), I, 45-46.

[31] bk. S. Salih, Hadis İlimleri, trc. Y. Kandemir, s. 27.

[32] a.g.c, s. 29. Ayrıca bk. Azami, Studies, s. 27.

[33] bk. Ibnu's-salah, Ulûmu'l-Iıadis, (thk. N. îtr.), s. 161.

[34] bk. M. Haraidullah, el-Vesâiku's-sİyâsiyye; Hemman b. Münebbih'in Sahifesi, giriş; Azami, Studies in early hadith literatüre.

[35] Bilgi için Hattb, er-Rihle fî talebi'l-hadîs, thk. N. ttr. Beyrut 1975.

[36] bk. Sıddîkî, H.E Tarihi, s. 77

[37] el-Alâ (87), 16.

[38] Nüshatün meşhûratün» (Zehebî, Tezkire, I, 89). Bilgi için bk. A'zamî, Studies, s. 29.

[39] bk. A'zamî, Studies, s\ 30.

[40] Bilgi için bk. A'zamî, Studies, s. 34-61.

[41] Sıddıkî, H. E. Tarihi, s. 77.

[42] Dımaşk, 1953

[43] bk. Hemmâm b. Münebbih'in Sahifesi, (trc. T. Koçyiğit), s. 50-60.

[44] T, Koçyiğit, Ankara 1967; Kemal Kuşçu, istanbul 1967; M. Ragıb İmamoğlu, Ankara, 1966. Doç. Dr. İsmail Lütfi Çakar, Hadis Edebiyâtı, İfav Yayınları: 8-15.