- Çok Şükür Yenildik!

Adsense kodları


Çok Şükür Yenildik!

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Thu 28 July 2011, 05:20 am GMT +0200
Dün Bugün Yarın


Eylül 2009 129.SAYI
 

Sadık ILGAZ kaleme aldı, DÜN BUGÜN YARIN bölümünde yayınlandı.

Çok Şükür Yenildik!

“İktidarı ele geçirmek, hükmetmek, yönetmek… İnsanlık tarihine baktığımızda çıkan bütün çatışmaların kaynağında hükmetme ve yönetme isteğinin izlerini görürüz.”

Bu ifadeler, araştırmacı, gazeteci ve yazar Avni Özgürel’in yakınlarda piyasaya çıkan “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İktidar Oyunu” isimli kitabının arka kapağında yer alan tanıtım cümlelerinden.

Kitap, adından da anlaşılacağı üzere, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan günümüze yönetici sınıfın iktidar ve hükmetme isteğini anlatıyor. Bu istek uğruna devlet içerisinde yaşanan mücadeleleri, güç gösterilerini, asker ve bürokratlar arasındaki ayrışmaları, bu yönetici sınıfın kendi aralarında yaşadıkları ve tabiri caizse ‘insanı şoka sokan, dumura uğratan’ hesaplaşmaları, dilimize ‘Bizans oyunları’ olarak yerleşmiş entrikaları dahi gölgede bırakacak olayları akıcı bir dil ve üslupla ortaya koyuyor.

Tarihin, günümüz olaylarını anlamak, analiz etmekte işimize yarayacak kolaylaştırıcı rolü yadsınamaz. Bu noktadan hareketle, bu kitap, günümüzde özellikle devlet içinde yaşanan bir takım olayları, politikacı, asker ve diğer üst düzey bürokratların davranışlarını anlamamıza yardımcı olacak epeyi bilgi içeriyor. Meraklısına bu kitabı önererek, sözü, kitap içerisinde bu yazının başlığına da ilham kaynağı olmuş, günümüz için de oldukça manidar olan şu satırlara bırakalım:

“Burada soluklanıp iktidar hırsının neler yaptırabileceğine ilişkin bir parantez açmak ve Avcı Mehmet lakabıyla bildiğimiz Sultan IV. Mehmet devrinde yaşanan II. Viyana Kuşatması ve felaketin iç siyasetteki cephesine dikkatinizi çekmek istiyorum.

Aradan üç asırdan fazla zaman geçti. 1682 senesi sonunda Avusturya’ya son barış teklifleri iletilmiş, Yanıkkale’nin Osmanlı’ya iadesi sağlanırsa savaşa gerek kalmayacağı bildirilmişti. Ne IV. Mehmet ne de Sadrazam Kara Mustafa Paşa (Merzifonlu) o sırada bir çatışma istemiyorlardı. Ama bu girişim sonuç vermedi ve nihayetinde 1683 Mart’ında ordu Viyana Seferi için harekete geçti.

Kara Mustafa Paşa, babası Bağdat’ta şehit olduğu için Köprülü Mehmet Paşa tarafından halefi Fazıl Ahmet Paşa’yla birlikte himaye altına alınıp yetiştirilen ve onun sadaret yıllarında vezirlik rütbesi almış bir insandı. Kırk bir yaşında sadrazam olduğunda, Osmanlı bürokrasisindeki kamplaşma dolayısıyla Fazıl Ahmet Paşa’nın kadrosuna yönelen husumetten nasibini almış, sebepli-sebepsiz ama fazlasıyla düşman edinmiş durumdaydı. Silahtar Mehmet Ağa’nın devşirmelik duygularıyla onun için söylediklerine bakın: ‘Vezir-i azam bir seyyar kaşağısı, tedbirsiz, paraya düşkün, anlayış ve kavrayıştan yoksun mağrur bir Türk.’

Viyana Kuşatması’nın nasıl hüsranla sonuçlandığı ve Kahlenberg Meydan Savaşı’nın Osmanlı ibresinin yönünü nasıl aşağıya çevirdiği malum.

Sefere katılan Fındıklılı Mehmet Ağa, Tuna üzerindeki köprüyü tutmakla görevli Kırım Hanı Murat Giray’ın, sırf Kara Mustafa Paşa’ya muhalefeti dolayısıyla iktisap ettiği ihaneti acı acı anlatır. Düşmanın köprüden geçişini yakındaki bir tepeden seyretmekle yetinen ve bu davranışı dolayısıyla yanındaki imamının bile tepki gösterdiği hanın söyledikleri de ibretle hatırlanmaya değer: ‘Sen bu adamın bize ettiğini bilmezsin. Bu düşmanın def’i benim için çocuk oyuncağıdır ve bilirim ki yaptığım dinimize ihanettir. Lakin Paşa bende gayret koymadı. Görsün bakalım kendisi kaç akçalık adamdır. Tatar’ın kıymetini bilsin.’

Yenilgi haberinin İstanbul’a tez elden ulaştığına şüphe yok. IV. Mehmet’in ya avdayken ya da eğlenceyle meşgulken durumu öğrendiğine de. Esas şaşırtıcı olan sarayda içten içe yaşanan sevinçtir. Tarihler Darüssaade Ağası (Padişahın evi sayılabilecek haremin yönetimi yanında sarayda devlet işlerinin görüldüğü Enderun arasında irtibatı da sağlayan Kızlarağası) Yusuf Ağa’nın, Büyük Mirahur (Saray atlarının bakımının yapıldığı ahırların sorumlusu) “Sarı” lakabıyla anılan Süleyman Ağa’nın saray evine gittiğini ve ona: “Ne durursun ağa. Düşmanımızın işi bitti.” dediğini, Süleyman Ağa’nın ‘Orduyu dağılmış diye duyduyduk, demek yanlışmış.’ demesi üzerine de, ‘Canım efendim ordu yenildi tabii. Ben düşmanımızın işi bitti diyorum; Sadrazamın!’ diyerek açıklama yaptığını yazıyor. Kayıtlarda, Merzifonlu’nun yeminli muhalifi iki yüksek bürokratın, ‘Böyle neşeli zamanda insan yerinde duramıyor,’ diyerek ellerine ziller takıp karşılıklı göbek attıkları, olayı kutlamak için fıstık kırıp yedikleri de var. Sonucu biliyoruz. Merzifonlu’nun kellesi gitti.” *

Peki, giden sadece Merzifonlu-nun kellesi miydi?

* Avni Özgürel,, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İktidar Oyunu, Etkileşim Yayınları, İstanbul, Haziran 2009, s. 48-50.

Kendi Milletine Sırtını Dönenler

Kendi milletinin kültürünü, medeniyetini, marifetini inkâr eden ve küçümseyen, kendi milletinden ayrılır, kopar. Onun adına konuşmak hakkını kaybeder. Her tarafta şikayet, her tarafta şüphe ve itimatsızlık... Hiç kimse, kime ve neye dayanacağını, hiç kimse kime ve neye hürmet edeceğini bilmiyor. Herkes, her şeyi bildiğine kani, hiçbir başarı sağlamayan bir laf kalabalığı bu bilgi. Tam bir iktidarsızlık ve görülmemiş bir ıslahatçı bolluğu. Batı medeniyetinden tek kâr ve istifade bu. (Said Halim Paşa)

*Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998, s. 63.

Tarih Nasıl Anlam Kazanır?

Tarihin mana kazanabilmesi için, onun mutlaka bugün yaşadığımız hayatla, her gün karşılaştığımız olaylarla bir ilgisinin olması gerekir. Eğer tarih bugünün bir parçası haline getirilirse, o zaman bir mana kazanır, o zaman sevilir. Eğer tarih benim bugünkü hayatımı daha iyi anlatacak bir vasıta olursa, ben o zaman onu daha iyi, daha severek okurum. Yoksa onun ötesinde masal gibi alır okurum.

Tarih eğitimi değil, genel olarak eğitimin çağımıza uyması, kişiyi yetiştirmeye bir araç olması meselesi var Türkiye’de. Tarih de o zaman bunun içine girer. Bu şekilde insanî bir tarih, güncel, yaşayan bir toplum hayatıyla bağdaşan bir tarih olursa o zaman sevilir. Türkiye’nin buna ihtiyacı var.

Kemal Karpat, Mostar dergisi, Ağustos 2009, s. 60.