- Çocukluktan ilk gençliğe hikâye definesi

Adsense kodları


Çocukluktan ilk gençliğe hikâye definesi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sat 30 June 2012, 12:51 pm GMT +0200
Çocukluktan ilk gençliğe hikâye definesi
Yıldız Ramazanoğlu • 62. Sayı / EDEBİYAT GÜNDEMİ


Hikâye yazmada çocukluk ve ilk gençlik izlenimleri paha biçilmez bir hazine. Vicdan tam da bu yaşlarda oluşuyor. Hikâye yazmak ile vicdan arasında da birbirine sarmaşık gibi dolanan bir ilişki var.

Çocukluktan söz edilecekse Ali Çolak’ın Edebiyat Ortamı dergisinin 8. sayısında çıkan “Hangi Resmime Baksam Ben Değilim” yazısında söylediklerine katılmamak mümkün mü? “Çocukluğu olmasa insanı ne teselli edebilir?” diye başlıyor söze. Gerçekten de duruma göre o engin zamandan güzel anları bulup çıkarır, şimdiye getirir ve hayalen yeniden yaşarız şifa niyetine. Bazen de yaşanan kötü olayları sonuçlarıyla birlikte hatırlayıp bir kez daha gereken dersi çıkarma yoluna gideriz. Yazan biri için yerini sadece kendisinin bildiği, gerektikçe çıkarıp kullandığı saklanmış bir küp altın gibi kıymetlidir çocukluk. Çolak der ki: “Biricik cennet varsa yeryüzünde o da çocukluğumuzdur. Acıları yoksunlukları olsa bile. Orası yalnızca bizim görebildiğimiz sinema perdesidir. Aynı filmi parça parça bir ömür boyu seyreder dururuz.”

Peki, çocukluk ve ilk gençlik nasıl gelir hikâyeye? Bazen Hece Öykü’nün 33. sayısındaki “Trenler, Çocuklar ve Diğerleri” hikâyesinde sergilendiği gibi doğrudan olur bu. Nilüfer Altınkaya ergenliğe adım atmakta olan bir erkek çocuğun gözünden anlattığı öyküde acıların yoksunlukların içinden emsalsiz tecrübeleri çekip çıkarır ustaca. Kızlarla oğlanlar arasında, sonra oğlanların kendi aralarında gerçekleşen hiyerarşiler, yetişkinlikteki bütün davranışların nerede ve ne zaman edinildiğinin bir göstergesi gibidir. Bir tren yolunun yakınında geçen, çürüğe çıkarılmış tren vagonlarının oyun mekânı olduğu bir çocukluk…

Belki de mekânın belirleyici unsur olarak meydana getirdiği halet-i ruhiye yüzünden hayatlarını kolayca tehlikeye atabilen çocuklar vardır. Para çalan bir çocuk için yazar “o artık bizim yaklaşamayacağımız bir yerlerde geziyordu” derken nedir cümlenin içinden yukarı doğru esas parlatılan? Bunu yapabilen birine duyulan gıptaya mı işaret etmektedir, bir mertebe mi kazanmaktadır hırsız gizliden, yoksa da artık arkadaşlık edilmesinin uygun düşmeyeceği düşüncesine mi işaret edilmektedir?

Paradan hınç almak için küçük demir paraların raylara dizilip nasıl da ezildiğini görmek, gencecik vicdanların ilk karşı koyuşudur gidişata. Yaşamın paranın abartılı gücü etrafında dolaşması ve yanlış bir yönde kurulumuna ilk itirazlar yükselmektedir biraz da çaresizlik içinde.

Film sahnesi gibi bir bölüm var ki her türlü açıklama kifayetsiz kalır. Hikâyenin kahramanı nasıl bir gerilim hattında duygularının geliştiğini ilerlediğini en iyi burada anlatır: “Ayaklarımızı açıp raylarda trenin iyice yaklaşmasını bekler, son anda atardık kendimizi trenin önünden. Bir yıldırım çarpması gibi. Bir tehlikeden sıyrılmak, uğuldayarak yaklaşan trenin gürültüsünden ürpererek ölüme meydan okumak, değersizleştirilmiş yaşamımızla dalga geçmek isterdik.”

Notos Öykü’nün 14. sayısındaki Yalçın Tosun’un “Masumiyet” hikâyesinde ise arkadaşının doğum gününe çağırılmayan bir çocuğun alt üst olan ruhu dile getirilmiş. Ne kadar önemlidir o yaşlarda başka bilinçlerdeki yansımamız. Hakkımızda sarf edilen her bir kelime, her bakış, her davranış silinmez izler bırakır, hatta ömür boyu bütün hayata yayılarak bizi takip eder. Sokakta birlikte oyun oynanan bir ortamda bütün çocukların çağırıldığı bir yere, özellikle seçilerek tekden davet edilmemek, en çok da buna başkalarının tanık olması taşınamaz ağırlıkta bir durumdur.

Tecrübeli ve kendisine nispeten çevresindeki ilgi halesi daha geniş olan bir arkadaşının yüreklendirmesiyle hediyesini alıp arkadaşının kapısına davetsizce dayanır çocuk. Onu dışarıda bırakamayacağını, kimsenin ona bunu yapamayacağını görecektir böylelikle o ve herkes. Yaş günü çocuğu hayalet görmüş gibi şoka girmiştir, baskın karşısında ağlamaya başlayacak kadar hem de. Kahramanımızın ise hediyeyi bırakıp hızla evi terk edecek kadardır gücü. Daha fazla kalması yersiz ve anlamsızdır zaten. Zafer kazanılmış, küçük budala herkesin içinde ağlatılmıştır. Yol boyunca içi içine sığmamış, arkadaşının şaşkın yüzünü, gözyaşlarını hatırlamak onu sevindirmiş, bu başarı ona dünyada yapamayacağı şey olmadığını düşündürmüştür sıcağı sıcağına.

Heyecanla eve koşup banyoya girdiğinde yaşadıklarını tartabilir ancak. Gözü birden aynadaki hayaline takılır. Hatları tıpatıp onunla aynı bir o kadar da yabancıdır. Bu yüzden ne içindeki sevinçten ne de duyduğu hasarsız gururdan eser vardır. Çok sevdiği bir şeyi kaybetmiş ya da hiç bulamamış insanlar gibi görünmektedir. Daha fazla bakamaz suretine, ışığı söndürüp onu karanlıkta tek başına bırakır ve çıkar bu yüzden. Küçük görünen bir olayla kendine ilk kez bakmış ve masumiyetini nasıl da yitirebileceğini fark etmiştir erkenden.

Fayrap edebiyat dergisinin 16. sayısında yayınlanan “Dönme Dolap” hikâyesinde ise Esra Türkan kalp sızılarının ya da bedenin kaldıramadığı kimi ruh basınçlarının bulantı ve kusma olarak ortaya çıkışının öyküsünü anlatır. Hikâye sondan başa okunduğunda kırılgan bir genç kız ruhunun tam nerelerde incindiğinin ipuçlarını verir bize. Çocuklukta sadece dönme dolap arızası olarak gösterilen, nedeni tam da bilinemeyen kusma hali büyüdükçe, kendini bildikçe kelimelere dökülebilmiştir. Sadece insanlarla ilişkiye geçtiğinde baş gösteriyordur rahatsızlık. Mesela buluşma için haber gönderen liseden arkadaşı Cemal’le buluştuğu çay bahçesinde, babası desteklediği partinin gençlik kollarında çalışması için ona baskı yaptığında, babasını kaybettikleri zaman iyice asabileşen annesine “şu duvarın oradaki çiçeklerin ismi ne” diye sorduğunda, annesi “ne bileyim ben” diye cevap verdiğinde ortaya çıkıyordur kusma. Evde yalnız olduğunda bulanmıyordu midesi, günlerce kalsa bir şey olmuyordu. Sadece insanlara karıştığı zaman.

Aynı sayıda Nurcan Toprak’ın “Onikide Çeşmede” hikâyesi ise genç bir yazarın gözünden insanlık hallerinin yeknesaklığını anlatıyor. Her gün her yerde tekrarlanabilen yaşam parçalarına yakından bakan metni görünce bir hüzün kaplıyor, fanilik duygusu yayılıyor insana doğru. Kısa yalın ve hayatla aynı anda ilerleyen cümlelerin çarpıcılığını ikinci okumada fark ediyor insan. Sıradan, her gün tekrarlanan konuşmaların içindeki varolma sızısı. Neşenin ıssızlıkta açan çiçek gibi naifçe yukarı tırmanışı. Tek bir hikâyede hayatın her yerine bakılmış, sınırlarla karşılaşılmış ve eğer varsa yaşamaya değecek bir şey bu rutinin içinden çekilip çıkarılması gerektiği hissettirilmiştir. Genç bir yazar belli ki vaktinden evvel şahit olmuştur hayatın parçalı ama hepsi aynı kapıya çıkan gidişine.

Hikâyeler çocukluk ve ilk gençlikte birikir. Geriye kalan hayatla karışarak açılıp genişlemesini gözlemek ve kayda almaktan ibarettir.