- Çocuğa Kıssa Anlatmak

Adsense kodları


Çocuğa Kıssa Anlatmak

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
Eslemnur
Mon 4 October 2010, 12:55 am GMT +0200
II. Çocuğun Aklını Etkileyecek Fikrî Esaslar:


A. Çocuğa Kıssa Anlatmak:
 
Kıssalar, çocuğun dikkat ve hassasiyet kazanmasında, akıl ve fikir bakımından uyanmasında birinci derecede önemli rol oynar. Çünkü kıssa ve hayat hikayelerinin ayrı bir zevk ve heyecanı vardır. Bundan dolayı Rasûlüllah (s.a.v.) aralarında çocukların da bulunduğu ashab-ı kirama önceki peygamberler ve ümmetlerinden kıssalar anlatır, onlar­dan örnekler verirdi. Çocuklar başta olmak üzere sahabe bu kıssaları büyük bir dikkat ve heyecanla dinlerlerdi.

Kıssalar konusunda altını çizerek vurgulamak istediğimiz nokta şudur: Hz. Peygamber'in (s.a.v.) önceki dönemlerle ilgili anlattığı kıssalar, geçmişte vuku bulmuş gerçek olaylara dayanır. Bunlar vâkitdir, hurafe ve efsanelerden uzaktır. Bu kıssaların anlatılması, çocuğun tarihe güvenmesine sebep olur, ruhunda iştiyak ve canlılık meydana getirir, derin bir İslâmî duygu ve şuur kazandırır.

"Öğrendiklerini hayata geçiren alimlerin ve sâlih insanların hayat hikayeleri, ruhlara fazilet eken, büyük gaye ve davalar uğrunda zorluk ve sıkıntıları göğüslemeye iten ve üstün şahsiyetleri örnek edinmelerine sebep olan en hayırlı vesilelerdendir. "

Bu noktada selef alimlerimizden birisi şöyle der: "Biyografi ve hayat hikayeleri, Allah'ın ordularından bir ordudur. Onlarla Allah, dostlarının kalplerini sabit tutar."

Şu âyet-i kerime bu sözü doğrulamaktadır:

"Peygamberlerin ha­berlerinden senin kalbini sabit tutacağamız (ve teskin edeceğimiz) her haberi sana anlatıyoruz. Bunda sana hak, mü'minlere de bir öğüt ve bir uyan gelmiştir."[59]

İmam Ebû Hanife de şöyle der: "Âlimlerden bahsetmek ve onların güzel hallerini anlatmak bana, birçok fikhî meseleden daha hoş geliyor. Çünkü bu hayat hikayeleri, o büyük şahsiyetlerin ahlâk ve âdabıyla dol­udur." Şu âyet-i kerime de bu sözü doğrulamaktadır:

"Andolsun geçmiş Peygamberler ve ümmetlerinin kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır."[60]

Önceki bölüm ve ünitelerde, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) dilinden Ashab-ı Uhdud, Cüreyc, mağaradaki üç arkadaş ve Üveys el-Karanî gibi kıssalar sözkonusu edilmişti. Ana babalara ve eğitimcilere faydalı ol­mak düşüncesiyle bu ünitede de sırasıyla şu kıssalara yer verilecektir: İbrahim, İsmail ve Hâcer kıssası, Kifl’in kıssası, Abraş, kel ve körün kıssası ve bin dinar ödünç veren kişinin kıssası.

1. İbrahim, İsmail ve Hâcer kıssası:

İbn Abbâs anlatıyor: Kadınların uzun etekli elbise ve kuşak kul­lanmaları ilk defa İsmail'in anası Hâcer tarafından konulmuş bir âdettir. Hâcer, (kendisini kıskanan) Sâre'den izini gizlemek için bunu kullanmıştı, İbrahim, Hâcer ile evlenip İsmail doğduktan sonra emzir­mekte olduğu bu oğlu ile beraber (Şam'dan çıkarak) Mekke'ye geldi. Nihayet Hâcer ile İsmail'i Kabe'nin; Mescid'in üst tarafındaki Zemzem kuyusunun üzerinde büyük bir ağacın yanına bıraktı. O tarihte Mekke'de hiçbir kimse yoktu. Hattâ içecek su da yoktu, işte İbrahim ana ile oğulu buraya koydu. Yanlarına içinde hurma olan meşin bir kap ve içi su dolu bir kırba bıraktı. Sonra İbrahim geri döndü, İsmail'in anası da arkasından onu takib etti ve:

"Ey ibrahim! Bizi, ne ünsiyet edecek birinin ne de başka birşeyin olmadığı şu vadide bırakıp da nereye gidiyorsun? " dedi. Hâcer bu sözleri birkaç defa tekrarladı. Fakat İbrahim ona dönüp bakmadı. Derken Hâcer ona: "Böyle yapmayı sana Allah mı emretti? " dîye sordu, ibrahim:

"Evet, Allah emretti! " cevabını verdi. Bunun üzerine Hâcer:

"Öyleyse O bizi zayi etmez, gözetir!" dedi ve sonra (Kabe'nin ye­rine) döndü, İbrahim gitti ve artık görülemeyecek kadar uzaklaşınca yüzünü Kabe yönüne çevirdi. Sonra ellerini kaldırarak şöyle duâ etti:

"Ey Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, çocuklarımdan bir kısmını senin Beyt-i Hareminin yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onları sever kıl ve onları çeşitli meyvelerle rızıklandır. Umulur ki bu nimetlere şükrederler."[61]

İsmail'in anası, oğlu İsmail'i emziriyor ve kendisi kırbadaki sudan içiyordu. Nihayet kırbadaki su bitince kendisi ve oğlu susadı. Anası çocuğun susuzluktan sızlanarak toprak üstünde yuvarlanışına bakmaya başladı. Fakat çocuğun bu durumu kendisini rahatsız ettiği için kalkıp biraz öteye gitti. O çevrede Safa'yı en yakın tepe olarak gördü ve onun üstüne çıktı. Sonra vadiye yöneldi ve bir kimse görebilir miyim diye bakmaya başladı. Ama hiçbir kimse göremiyordu. Bu defa Safa tepesin­den indi. Vadiye varınca elbisesinin eteğini topladı ve tüm gücüyle koştu. Nihayet vadiyi geçti ve Merve'ye geldi. Orada biraz durdu ve bir kimse görebilir miyim diye baktı. Fakat hiçbir kimse göremedi. Bu şekilde o, (Safa ile Merve arasında) yedi defa gitti, geldi.

İbn Abbâs diyor ki: Peygamber (s.a.v.) "Bu yüzden insanlar Safa ile Merve arasında say ederler" buyurdu.

Hâcer son defa Merve'ye çıktığında bir ses işitti ve kendi kendine "Sus, iyice dinle!" dedi. Sonra dikkatle dinledi ve yine aynı sesi işitti. Bunun üzerine Hâcer:

"Sesini duyurdun, eğer yardımcı olabilirsen bize yardım et! dedi ve aniden zemzem kuyusunun yerinde bir melek göründü. Melek, topuğu ile veya kanadı ile yeri eşeliyordu. Nihayet su açığa çıktı. Hâcer suyu eliyle çevirdi ve havuz gibi yaptı. Hâcer bir yandan böyle yapark­en, diğer yandan da kırbasını doldurmaya başlıyordu. Su avuç avuç alındığı halde yerinde yine kaynıyordu. "

İbn Abbâs diyor ki: Peygamber (s.a.v.)

"Allah İsmail'in anasına rahmet etsin! O, Zemzem'i kendi haline bırakıp da suyu avuçlamasaydı, elbet zemzem akan bir pınar olurdu" buyurdu. Hâcer sudan içti ve çocuğunu emzirdi.

Melek Hâcer'e:

"Helak olmaktan sakın korkmayın! İşte şurası Beytullah'tır. Onu şu çocukla babası yapacaktır. Gerçekten Allah o işin ehlini zayi etmez! " dedi, Beyt'in yeri tepe gibi yerden yüksek idi. Uzun zaman seller sağım solunu alıp götürmüştü. Bu şekilde Hâcer yaşarken birgün oraya Cürhüm'den bir grup uğradı. Bunlar Kedâ yoluyla gelip Mekke'nin alt tarafında konakladılar. Onlar oraya bir kuşun gelip gittiğini görmüşler ve:

"Bu kuş suyun üzerinde döner dolaşır. Halbuki biz bu vadide su bulunmadığını biliyorduk! " demişlerdi. Derken araştırmak üzere bir veya iki elçi göndermişler ve dönerek su olduğunu haber vermişlerdi. Bunun üzerine Cürhümlüler mekke mevkiine gelmişlerdi. Onlar gel­diğinde İsmail'in anası su başında idi. Cürhümlüler ona:

"Bizim de gelip senin yanında konaklamamıza izin verir misin? " dediler. Hâcer:

"Evet, ancak suda mülkiyet hakkınız yoktur! " dedi. Onlar da:

"Evet, " diyerek onu kabul ettiler.

Ünsiyete ihtiyaç duyduğu bir sırada Cürhümlülerin bu gelişi Hâcer'in arzusuna uygun düştü. Cürhümlüler orada konakladılar. Son­ra Cürhümlülerin asıl kalabalık kısmına da haber gönderdiler. Onlar da gelip oraya yerleştiler. Derken İsmail gençlik çağına girdi ve onlardan Arapça öğrendi. Artık İsmail o çağında Cürhümlüler arasında en sevi­len ve en beğenilen bir şahsiyet olmuştu. Bu yüzden İsmail bulûğ yaşına varınca, Cürhümlüler onu kendilerinden bir kızla evlendirdiler. Çok geçmeden İsmail'in anası öldü. İsmail evlendikten sonra, İbrahim

bırakıp gittiği oğlunu ve karısını görmeye geldi, İsmail'i bulamadı ve karısına sordu. O da:

"Rızkımızı sağlamak (ki başka bir rivayette avlanmak) üzere çıkmıştı, " diye cevab verdi.

ibrahim:

"Geçiminiz, durumunuz nasıl? " diye sordu, İsmail'in karısı:

"Sıkıntı ve darlık içindeyiz, " diye şikâyet etti. İbrahim:

"Kocan geldiğinde benden ona selam söyle ve de ki: "Kapısının eşiğini değiştirsin!" dedi.

İsmail geldiğinde babasının gelip gittiğini hisseder gibi oldu ve karısına:

"Bir gelen oldu mu? " diye sordu. O da:

"Evet, şöyle şöyle yaşlı bir kimse geldi. Bana seni sordu, söyledim. Geçimimizi sordu. Ben de sıkıntı ve darlık içinde olduğumuzu söyledim! " dedi. İsmail:

"Peki sana birşey vasiyet etti mi? " diye sordu. O:

"Evet, bana sana selam söylememi ve kapının eşiğini değiştir, de­memi tembihledi! " dedi.

Sonra İsmail karısına:

"O gelen yaşlı babamdır. Bana senden ayrılmamı emretmiştir. Artık sen ailene git, " diyerek onu boşadı.

İsmail yine Cürhümlülerden başka bir kadınla evlendi. İbrahim bir müddet uzak kaldıktan sonra geldi. Yine evde İsmail'i bulamadı. Onun karısının yanına girdi. Ona da İsmail'i sordu. O da: "

"Rızkımızı tedarik etmeye gitmişti, " dedi. ibrahim:

"Nasılsınız? " diyerek geçim ve durumlarını sordu. Kadın:

"Biz, iyilik, mutluluk ve bolluk içindeyiz! " diyerek Allah'a hamdetti. İbrahim:

"Ne yiyip içiyorsunuz? " diye sordu. O;

"Et yiyoruz, su içiyoruz, " cevabım verdi. Bunun üzerine İbrahim:

"Allah'ım, bunların etlerine ve sularına bereket ihsan eyle! " diye duâ etti.

Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "O tarihte onların hububatı yok­tu. Eğer hububatları olsaydı, İbrahim onun için duâ ederdi." Ve devam etti: "İbrahim'in bu duası bereketiyle, başka yerlerdeki et ile su, (sıcak bölge olmasına rağmen) Mekke'deki kadar hiçbir kimsenin sağlığına uy­gun düşmez."

İbrahim, İsmail'in karısına:

"Kocan geldiğinde ona selam söyle ve ona kapısının eşiğini iyi tut­masını emret! " dedikten sonra tekrar (Şam'a) dönmüştü, İsmail gel­diğinde:

"Bir gelen oldu mu? " diye sordu. Karısı:

"Evet, üstü başı düzgün ve güzel yüzlü bir yaşlı geldi, " diyerek İbrahim'i övdü. Sonra kadın: "Seni sordu, ben de rızkımızı temin etmeye gitti, dedim. Geçiminiz nasıl? diye sordu. Ben de, iyilik ve bolluk içindeyiz, " dedim.

İsmail:

"Sana birşey vasiyet etti mi? " diye sordu. Kadın:

"Evet, o yaşlı sana selam söyledi ve kapının eşiğini/basamağını iyi tutmam emretti, " dedi. Bunun üzerine İsmail karısına:

"İşte o, babamdır. Sen de kapının eşiğisin! Babam bana seni hoş tutup güzel geçinmemi emretmiştir, " dedi.

İbrahim yine bir süre daha onlardan uzak yaşadıktan sonra tekrar Mekke'ye 'geldi. O sırada İsmail, Zemzem kuyusunun yakınındaki büyük ağacın altında okunu düzeltmekteydi. Babasını görünce hemen kalkıp yanına vardı. Baba oğluna, oğul da babasına ne yapıyorsa, işte öyle yaptılar; sarıldılar, koklaştılar ve hasret giderdiler. Sonra İbrahim oğluna:

"Ey ismail! Allah bana büyük bir iş emretti, " dedi. İsmail:

"Babacığım, Rabbin ne emrettiyse onu yerine getir, " dedi. İbrahim:

"Bu işte sen bana yardım edeceksin, " dedi. İsmail:

"Ben sana her türlü yardımı yaparım" dedi. İbrahim:

"Allah burada bir Beyt (Kabe) yapmamı emretti, " diyerek çevresinden yüksekçe bir tepeyi gösterdi.

İbrahim ve oğlu İsmail, işte orada Kabe'nin temellerini yükseltti, İsmail taş getirmeye, İbrahim de yapmaya başladı. Nihayet Beyt'in du­varları yükselince İsmail (günümüzde ziyaret edilen) şu taşı getirdi, İbrahim de onu ayağının altına (iskele olarak) koydu ve üzerinde inşaata devam etti. İbrahim yapar, İsmail de taşları uzatırdı, inşaat es­nasında ve inşaat tamamlandıktan sonra, baba oğul Beyt'in etrafında dolaşıyorlar ve şöyle duâ ediyorlardı: "Ey Rabbimiz! (Şu hizmeti) bizden kabul buyur. Şüphesiz sen işitensin ve bilensin."[62]

2.
Kifl'in kıssası:

İbn Ömer diyor ki: Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittim: Sizden önceki İsrail oğullan içinde Kifl adında bir adam vardı. Bu adam işlediği hiçbir günahtan çekinmezdi. Derken ona fakir bir kadın geldi. Adam, cinsel temasda bulunmak üzere kadına altmış dinar verdi. Adam niyetini gerçekleştirmek isteyince, kadın titremeye ve ağlamaya başladı. Adam:

"Neden ağlıyorsun, ben seni zorladım mı? " diye sordu. Kadın:

"Hayır, fakat bu, hiç yapmadığım bir iştir. Bu işe beni sevkeden sadece fakirlik ve ihtiyaçtır, " cevabını verdi. Bunun üzerine Kifl:

"Madem öyle, o halde git ve şu para da senin olsun. Hayır, vallahi bundan böyle kesinlikle Allah'a isyan etmeyeceğim, " dedi ve o gece öldü. Sabah vakti kapısı üzerinde "Şüphesiz Allah Kifl'i bağışladı" şeklinde bir yazı görüldü.[63]

3.
Abraş, kel ve körün kıssası:

Ebû Hüreyre (r.a.), Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işitmiştir: İsrail oğulları içinde biri abraş, biri kel, biri de kör üç kişi vardı. Allah bunları imtihan etmek istedi ve onlara bir melek gönderdi. Melek abraşa gelerek:

"En çok neyi seversin? " dedi. Abraş:

"Güzel bir renk ve güzel bir cilt. Insanlann iğrendiği şu hastalık benden gitsin! " cevabını verdi. Bunun üzerine melek onu sıvazladı. On­dan bu çirkinlik gitti ve ona güzel bir renk, güzel bir ten verildi. Sonra melek ona:

"En çok hangi malı seversin? " diye sordu. O:

"Deve, " cevabını verdi. Ona doğurması yakın on aylık gebe bir deve verildi. Melek ona:

"Allah bu deveyi senin için bereketli eylesin! " dedi. Sonra melek, başı kel olan kişiye giderek:

"En çok neyi seversin? " diye sordu. O da:

"Güzel bir saç. İnsanların beni çirkin, görmesine sebep olan şu kellik benden gitsin! " dedi. Melek onun başını sıvazladı. Ondan kellik gitti ve güzel bir saç verildi. Melek ona:

"En çok sevdiğin mal hangisidir? " diye sordu. O:

"Sığır, " cevabım verdi. Allah ona gebe bir sığır verdi ve melek:

"Allah bu sığırı senin için bereketli kılsın! " dedi. Nihayet melek kör olan kişiye giderek:

"En çok neyi seversin? " diye sordu. O da:

"Allah'ın bana gözümü vermesi ve onunla insanları görmemi, " cev­abını verdi. Melek onun gözünü sıvazladı ve Allah, gözünü ona verdi. Melek ona:

"En çok sevdiğin mal hangisidir? " diye sordu. O da:

"Koyun, " dedi. Melek de ona kuzulu bir koyun verdi.

Derken deve ve sığır yavruladı, koyun da kuzuladı. Böylece birinin bir vadi dolusu devesi, diğerinin bir vadi dolusu sığırı ve ötekinin de bir vadi dolusu koyunu oldu.

Sonra melek önceki kılık ve kıyafetiyle abraşa gelerek:

"Ben yoksul ve garip bir adamım. Yolda çaresiz kaldım. Evime gidebilmem için önce Allah'ın sonra senin yardımına ihtiyacım var. Şimdi ben sana güzel bir renk ve güzel bir ten veren Allah için, senden bir deve istiyorum. Bu yolculuğumda onun üzerinde varacağım yere ulaşayım! " dedi. Abraş:

"İyi ama haklar çoktur; fakirlerin sayısı fazladır. Her gelene bir deve vermek olmaz ki! " dedi. Melek ona:

"Ben seni tanıyacak gibiyim. Sen insanların iğrendiği abraş değil misin? Hani fakirdin, bu malı sana Allah vermişti! " dedi. Abraş:

"Hayır. Ben bu malı ancak atadan ataya intikal eden miras yo­luyla edindim, " cevabını verdi.

Melek:

"Eğer yalancı isen Allah seni eski haline çevirsin! dedi.

Bu defa melek aynı şekilde kele giderek abraşa söylediklerini ona da söyledi. Fakat o da abraş gibi cevap verdi. Melek de ona:

"Eğer yalancı isen Allah seni eski haline çevirsin! " dedi. Nihayet köre de aynı şekilde giderek:

"Ben yoksul ve yolcu bir adamım. Çaresiz kaldım. Evime gidebil­mem için evvela Allah'ın sonra senin yardımına ihtiyacım var. Şimdi ben sana gözlerini geri veren Allah için senden bir koyun istiyorum. Bu yolculuğumda onunla varacağım yere ulaşabileyim! " dedi. O da meleğe:

"Gerçekten ben kör idim. Allah bana gözümü geri verdi. Fakir idim. Allah beni zengin kıldı, (işte koyunlarım!) dilediğin kadar al. Val­lahi bugün Allah için alacağın şeyde sana bir zorluk çıkarmam! " dedi. Melek ona:

"Malını muhafaza et, hepsi senindir! " Ancak siz imtihan edildiniz. Allah senden razı oldu. iki arkadaşın da Allah'ın hışım ve gazabına uğradı.[64]

4. Bin dinar ödünç veren kişinin kıssası:

Ebû Hüryere'den (r.a) rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah (s.a.v.) İsrail oğullarından bir adam anlattı. O adam İsrail oğullarının birinden kendisine ödünç olarak bin dinar vermesini istedi. Para sahibi:

"Şahit tutacağım şahitleri bana getir, " dedi. ödünç isteyen adam:

"Şahit olarak Allah yeter, " dedi. Para sahibi bu defa da:

"O halde bana kefil getir! " dedi. Adam:

"Kefil olarak Allah yeter, " dedi. Bunun üzerine para sahibi:

"Gerçekten doğru söyledin, " dedi ve belli bir süreye kadar ona bin dinar verdi.

Derken ödünç alan adam deniz yolculuğuna çıktı ve işini gördü. Sonra borçlandığı adama gelmek üzere binmek için bir gemi aradı. Çünkü belirledikleri ödeme tarihi geliyordu. Fakat adam bir gemi bula­madı. Bunun üzerine kalın ve kuru bir ağaç parçası alıp onu oydu. içine bin dinar ile o arkadaşına yazdığı bir mektubu koydu. Sonra o oyuk yeri sıkıca kapatıp düzeltti ve onu deniz kenarına getirerek "Allahım sen bi­liyorsun ki, falan kimseden ben bin dinar ödünç istedim. O benden bir kefil istediğinde ben "Kefil olarak Allah yeter" dedim. O, senin kefale­tine razı oldu. Benden bir şahit istediğinde, ben yine "Şahit olarak Allah yeter" dedim. O da senin şehadetine razı oldu. (Vadesi gelen) şu parayı ona ulaştırmak için bir gemi bulmaya çalıştım ama bulamadım. Artık ben şu bin dinar borcumu sana emanet ediyorum" dedi ve onu denize attı. Nihayet o emanet denize girdi ve kendisi oradan ayrıldı. Adam kendisini memleketine götürecek bir gemi bulmaya çalışırken, alacaklı da onun dönmesini umarak kıyıya gelmiş onu gözlüyordu. O sırada an­iden içinde para olan tahta parçasını kıyıda gördü. Yakacak niyetiyle onu alıp evine götürdü. Evde onu parçalayınca içindeki parayı ve mek­tubu gördü. Sonra borçlu adam geldi ve alacaklıya bin dinarı uzatarak:

"Vallahi, paranı zamanında sana getirebilmek için devamlı bir gemi aradım, fakat bundan önce bulamadım, " dedi. Alacaklı adam:

"Sen bana birşey gönderdin mi? " diye sordu. Borçlu:

"Şu  geldiğim   günden  önce bir  gemi  bulamadığımı  sana söylüyorum, " cevabını verdi. Bunun üzerine alacaklı:

"Şüphesiz Allah, tahta parçası içinde gönderdiğin borcunu senin nâmına ödedi. Artık (getirdiğin) şu bin dinarı güle güle götür ve harca! " dedi.[65

Kaan8/B
Thu 16 April 2015, 01:52 pm GMT +0200
Esselamu Aleykum ve Rahmetullah
Gercekten cok guzel

ceren
Mon 25 May 2015, 07:54 pm GMT +0200
Aleykümselam.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim.Çocuklara kıssalar anlatmak çocuğun zihnin de canlanır,ve ona iyi bir örnek olur...

saniye
Mon 25 May 2015, 08:14 pm GMT +0200
Ve aleykumusselam. Kıssalar tek çocukların değil yetişkinlerin de dikkatini çekiyor. Peygamber kıssalarını, Kuranda anlatılan diğer kıssaları çocuklarınıza anlatalim inş.

Sevgi.
Sun 4 June 2023, 01:09 am GMT +0200
Esselâmu Aleyküm bilgiler için Allah sizlerden razı olsun kardeşim