- Cin,şeytan,büyü ve gayb

Adsense kodları


Cin,şeytan,büyü ve gayb

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
hafız_32
Mon 1 November 2010, 04:37 pm GMT +0200
CİN, ŞEYTAN, BÜYÜ VE GAYB

·   Cin ve Şeytan
·   Şeytan ve Özellikleri
·   Şeytanın Görevi
·   Cinler ve Özellikleri
·   Cinler Gaybı Bilebilirler mi?
·   Cin ve Şeytanın İnsan ile Münâsebetleri         
·   Şeytanın Yaratılması ve İnsanlara Musallat Olmasının Hikmetleri
·   Cinler ve Şeytanın Varlığı Akla Ters midir?   
·   Sihir (Büyü), Üfürükçülük
·   Müneccimlik, Fal ve Burç Falları
·   Halka ve İp Takmak
·   Nazar Boncuğu ve Muska Takmak
·   Gaybı Bilme İddiası
·   Mutlak Gaybı Allah’tan Başka Kimse Bilmez
·   Ruh, Ruh Çağırma ve Tenâsüh (Reenkarnasyon)
·   Sorular

 Bu üniteyi bitirdiğinizde aşağıdaki  amaçlara ulaşmanız beklenmektedir:

* Cin ve şeytan kelimelerinin lügat ve terim anlamlarını tanımlamak.

* Cin ve şeytanın özelliklerini ve görevlerini açıklayabilmek.

* Kur’an’da şeytan kıssasıyla ilgili âyet meallerini belirtip açıklayabilmek.                           

* Cinlerin gaybla ilgilerini ve cinlere peygamber gönderilip

   gönderilmediğini izah edebilmek.

* Cin ve şeytanın insanla münâsebetlerini, şeytanın insana

    musallat olmasındaki hikmetleri açıklamak.

* Cinler ve şeytanın varlığının akla ters düşmediğini izah etmek.

* Sihir (büyü), üfürükçülük, müneccimlik, fal ve burç fallarının

   mâhiyeti ve akaid açısından hükmü hakkında bilgi verebilmek.

* Nazar boncuğu, muska, halka ve ip takan ve bunlardan medet

   umanların akaid açısından hükmünü açıklayabilmek.

* Gaybı bildiğini iddia edenlere ve bu görüşü tasdik edenlere karşı

   nasıl bir tavır takınılması gerektiğini izah edebilmek.

* Ruh, ruh çağırma ve tenâsüh (reenkarnasyon) hakkında bilgi 

   verebilmek ve bunları akaid açısından değerlendirebilmek.   

 
Cin ve Şeytan

Cin ve Şeytan Kelimelerinin Lügat ve Terim Anlamları

“Cin” ismi, Arapça “cenne” kelimesinden gelir. Cenne: Örttü, gizledi, gölgeledi demektir. Kelimenin aslı, bir şeyi duyulardan gizlemek anlamındadır. Nitekim, toprağı örtülmüş bağ ve bahçeye, aynı kökten gelen cennet adı verilir. Cenin, ana rahminde saklı kalan çocuk, cenan, göğüs içinde gizlenen kalp, cinnet ve cünûn, nefis ile akıl arasında perde olan delilik anlamına gelir. Bu kelimelerin hepsinde histen gizleme anlamı vardır. Bu esasa göre cin, gizli yaratıklar cinsine delâlet eden bir cins isimdir.

İslâm’a göre rûhânî varlıklar üç kısımdır. Birinci kısma girenler, Allah’a itaat ve ibâdet eden meleklerdir ki, bunlar Allah’a hiç isyan etmezler, yanlış iş yapmazlar ve insanı aldatmazlar. İkinci kısımdakiler, şerir ve isyankâr olan şeytanlardır. Bunlar, insanları aldatırlar, şer ve kötülük için çalışırlar. Üçüncü nevi rûhânî yaratıklar ise, ikisi ortası olan gizli yaratıklardır. Bunların hayırlıları ve Allah’a itaat edenleri olduğu gibi; şerlileri ve Allah’a isyan edenleri de  vardır. Özel anlamıyla cin, bunlara denir. Cin denince, mü’mini de kâfiri de olan rûhânî varlıklar anlaşılır.

Şeytan ve Özellikleri

“Şeytan” kelimesi ise; azgınlıkta, şer ve kötülükte emsalsiz olan, şerir ve inatçı anlamına gelen her azgına verilen bir cins isimdir. Şeytan kelimesinden, daha çok, cin cinsinden olan cin şeytanı anlaşılırsa da, kötü ruhlu insanlara da bu ad verilir. Dolayısıyla, kötü ruhla alakası olan, görülen veya görülmeyen her kötü ve haktan uzak ve insanları sapıttıran şeylere şeytan ismi verilir. Cin şeytanı olduğu gibi, insanlardan da şeytanlar vardır. İnsan ve insan şeytanı görüldüğü halde, ruhta gizlenen kötülük görülmez; eserleri ile bilinir. Bu sebeple, şeytan isminden, genel olarak, gizli ve kötü bir kuvvet, kötü ve habis ruh anlaşılır.

İnsan şeytanı, cin şeytanına tabi, ona bağlıdır. Yaratılışta her cins, bir “ilk fert” ile başladığından, “şeytan” denilince, bu cinsin ilk ferdi olan ve atası sayılan ilk şeytan, yani “İblis” akla gelir. İblis, şeytanın özel ismidir. Allah’a isyan ederek kibirlenip böbürlenen ve insan neslinin ilk ferdi Âdem (a.s.)’e secde etmeyen İblis, ilk şeytandır, şeytanların atasıdır. Şeytan cinlerdendir. “Hani Biz meleklere, ‘Âdem’e secde edin’ demiştik de, İblis’ten başkası hemen secde etmişti. O, cin’den idi.  Rabbinin emrine karşı gelmişti.” [2400] Şeytan, kötülüğün, küfrün, zulmün, şirkin temsilcisidir. Allah’a ilk isyan eden varlık şeytandır. Allah şeytana kıyâmete kadar yaşama hakkı vermiştir. Yani kıyâmete kadar ölmeyecek, devamlı olarak Allah’ın kullarını doğru yoldan çıkarmak için çalışacaktır.

Şeytanın Görevi

Âyet-i kerimeden  net olarak anlaşıldığı gibi, şeytan, insanları doğru yoldan, Allah’ın yolundan saptırmaya çalışacaktır; bu onun görevidir. İnsanlar içerisinde ona uyanlar olacağı gibi, ona uymayıp reddedenler de olacaktır.

Allah Teâlâ Kur’an’da, şeytanın bizim düşmanımız olduğunu bizlere defalarca bildirmiştir. Bu düşmanlık kıyâmete kadar devam edecektir. Biz mü’minler, devamlı olarak şeytandan uzak durmalıyız ve kesinlikle ona uymamalıyız. Aksi halde biz de onun gibi Allah’a isyan edenlerden oluruz.

“Ey İnsanlar! Yeryüzündeki temiz ve helâl şeylerden yiyin, şeytana ayak uydurmayın, zira o sizin için apaçık bir düşmandır. Muhakkak size, kötülüğü, hayasızlığı, Allah’a karşı da bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” (2/Bakara, 168-169)

Şeytan insanları kötülüğe ve isyana çağırırken “Ben şeytanım” dememekte, bunu saklamaktadır. Bu işi başka bir kimlikle yapmaktadır.

Günümüzde birçok insan farkına varmadan ya da bile bile şeytanın tavırlarını sergilemektedir. İnsanları medeniyet adına şeytanî metodlarla hayasızlığa götürenler günümüz dünyasının birer şeytanlarıdırlar. Ayrıca çoğu iletişim araçları da aynı görevi üstlenmiş durumdadır.

Allah, her insanı, yol gösteren bir melekle desteklediği gibi; ona vesvese veren bir de şeytan vermiştir. Müslümana düşen görev, şeytana değil meleğe uymaktır.

Cinler ve Özellikleri

Cinler dumansız alevli ateşten yaratılmıştır. Onların yaratılışı insanın yaratılışından önce olmuştur. Cinler akıllı, gözle görülmez ve çeşitli şekillere girebilen varlıklardır.

Cinler yerler, içerler, evlenip, çoluk-çocuk sahibi olurlar, ibâdet ederler. Cinlerin mü’minleri ve kâfirleri vardır. Mü’minleri cennete; kâfirleri cehenneme gidecektir. Cinlerin mü’minleri insanlara faydalı, kâfirleri de zararlı olurlar. Cinler de insanlar gibi Allah’ın emir ve yasaklarına uymak zorundadırlar. Kur’ân-ı Kerim onların da kitabıdır, onlar da Kur’ân-ı Kerim’i dinlerler.

“Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi okuyan ve bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp korkutan peygamberler gelmedi mi?” (6/En’âm  130) “(Rasûlüm!) De ki: ‘cinlerden bir topluluğun (benim okuduğum Kur’an’ı) dinleyip  de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur: ‘Gerçekten biz, doğru yola ileten hârikulâde güzel Kur’an’ı dinledik. Biz de ona İman ettik(Artık) kimseyi Rabbimıza asla ortak koşmayacağız. Doğrusu bizim beyinsiz olanımız (İblis veya azgın cinler), Allah hakkında pek aşırı yalanlar uyduruyormuş. Şu da gerçek ki, insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da, onların (şımarıklıklarını ve) azgınlıklarını arttırırlardı. Doğrusu, biz cinler, göğe erişmeye çalıştık; fakat onu sert bekçilerle, alevler ve meş’alelerle doldurulmuş bulduk. Gerçekten biz, -kimimiz sâlih kişiler, kimimiz ise bunlardan aşağıda- türlü türlü yollar tutmuştuk. İçimizde, (Allah’a) teslimiyet gösterenler de var, hak yoldan sapanlar da var.” (72/Cinn, 1-2, 4, 6, 8, 11, 14)

Cinlerin Yaratılış Amacı

Cinler de insanlar gibi Allah’a ibâdet etsinler diye yaratılmışlardır. “Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibâdet/kulluk etsinler diye yarattım.” (51/Zâriyât, 56)           

Cinler Gaybı Bilebilir mi?

Cinler gaybı bilemezler. Çünkü gaybın bilgisi sadece Allah’a aittir. Ancak Allah, peygamberlerden bazı seçkin kullarına bunun bilgisini verebilir.

“ ...Gaybı bilen ancak O’dur... Ancak dilediği peygamber bunun dışındadır.” (72/Cinn 26-27) “...Eğer cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.” (34/Sebe’, 14) ve bkz. 72/Cin, 8-10

Cin ve Şeytanın İnsan ile Olan Münâsebetleri

İnsanları aldatarak, küfre ve sapıklığa yöneltmeye ve onların ahlâkını bozmaya çalışan şeytan, insanın açık bir düşmanıdır (2/Bakara, 168; 5/Mâide, 91; 36/Yâsin, 60-61).

Eskiden müşrikler, İlâhî sırları bildiğini sandıkları ve bu sebeple korktukları cinleri ilâhlık derecesine çıkarırlardı. Dev, gulyabani, şeytan, peri, cin ve melek adıyla andıkları, hayra veya şerre kaadir sandıkları esrarengiz rûhânî yaratıkları ilâh kabul ederek, onlara tapınırlardı. Her birine çeşitli tılsımlar, sihirler yapan Sabiîler, câhiliyye Arapları ve diğer müşrikler, görülmeyen gizli yaratıklar olan cin ve şeytanları Allah’a ortak koşar, O’na oğullar ve kızlar uydururlardı.

Bazı insanların zannettiği gibi cinler ve şeytanlar, ne göklere  yükselirler, ne İlâhî sırları kulak hırsızlığı yapıp öğrenerek yeryüzüne inerler. Bu, onların ne görevidir, ne de buna güçleri yeter. Bununla birlikte, insanların görmediği ve bilmediği bir çok mânevî ve âdi olayları görür ve bilirler. Fakat, cinlerin şeytanlıklarına kapılarak ve gaipten sırlar öğrenmek sevdasıyla onların istilâsına düşmemeli, kötü tasarrufuna girmemelidir. Cinlere verilen tasarruf kudreti, insanlara verilen idrâk kuvvetinden daha yüksek değildir ve bunların hepsi İlâhî kudret önünde bir hiçtir. Onun içindir ki, Allah’a ihlâsla İman eden gerçek mü’minler onlardan korkmazlar ve istilâlarına uğramazlar. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’in nûru onları yakar.

Şeytanın Yaratılış ve İnsanlara Musallat Olmasının Hikmetleri

İnsanın apaçık düşmanı olduğu bildirilen ve gayesi insanı doğru yoldan çıkararak küfre ve dalâlet e sevke çalışmak olduğu anlaşılan şeytan, acaba niçin yaratılmıştır?

Şüphe yok ki, süflî duygu ve arzular, insanın fiziksel varlığı için şarttır. Fakat bunlar çığırından çıkıp kontrol edilmez bir hale gelirse, insanın iyi ve yüce bir hayata doğru yönelmesine ve yükselmesine  engel olur. İslâm, bu duygu ve arzuları görmezlikten gelmez; ama bunlara istikamet ve sınır çizer. Insanın bu cins duygu ve arzularını kontrol etmesi, yöneleceği yeri helâl olanlara göre belirlemesi ve haddi aşmaması gerekir. Eğer bunu yapmakta başarıya ulaşırsa, ne bu fizikî arzular, ne de onu tahrik eden şeytan insana zarar verebilir. Tam aksine, bu beşerî duygu ve arzular, mânevî cephesinin emrine girer ve  onun yükselmesine hizmet eder. İnsan için bir sınanma alanı olan bu dünyada insanı iyiliğe sevketmek için melek, vicdan, fıtratın varlığı nasıl lüzumlu ise; fizikî varlığı için de onun süflî arzularını kamçılayan kuvvetler, kontrol altına alınmak şartı ile zararsız; hatta faydalı olabilir.

Aslında şeytan, önce insana itaati kabul etmez. Babamız Âdem’e vesvese verdiği gibi, hepimizi yoldan çıkarmaya çalışır. Onun niyeti, insanoğlunu parlak sözlerle ve yalanla süflî arzularını uyandırarak, onu yanlış yola sevketmektir. İnsan, rûhî gelişmesinin ilk aşamasında, şeytanın içinde uyandırdığı süflî ve kötü arzuları susturmak için onunla savaşmak zorundadır. Fakat insan, bu mücâdelede azimli olursa, İlâhî vahiy sayesinde sonunda şeytanı yenecektir. İnsan, bu safhayı atlatıp gâlip çıkar, ihlâs sahibi samimi mü’min olursa, artık yükselir. Şeytan, vesvese vermeye çalışsa da kâmil İmana sahip ihlâslı insanlara güç yetiremez. Artık, şeytanla imtihan edildiği ve onu sürekli yendiği için, şeytan böyle bir insanın -istemese de- takvâsını, derecesini artırmış olur. Bu düşman sayesinde insan, meleklerden de üstün seviyeye çıkar. Şeytan ve onun içimizdeki vesvesesi olmamış olsaydı, insanın bu yücelmesi de mümkün olmayacaktı. “Benden size bir hidâyet rehberi geldiğinde kim ona uyar, yolundan giderse, onlar için artık korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaktır.” (2/Bakara, 38 )

Cin ve Şeytanın Varlığı Akla Ters Değildir

Saf ateşten yaratılan ve insan gözüyle görülemeyen cinler ile, aynı cinsten olduğu Kur’an’da haber verilen şeytanın gizli varlıklar oldukları, varlıkları Kur’an’la sâbittir. Bu konuda birçok âyet ve Kur’an’da “Cin sûresi” adıyla anılan müstakil bir sûre vardır. Cinlerin varlığını Hz. Peygamber  de haber vermiştir. O halde, bizim müslüman olarak, muhkem âyetler ve sahih hadislerle var olduğu bildirilen cin ve şeytanın, Allah’ın görülmeyen gizli yaratıkları olduğuna inanmamız gerekir.

Şer’an sâbit olan meleklerin varlığını inkâr etmeyen insan aklı, aynı sebepten, varlığı şer’an sâbit olan cin ve şeytanı da inkâr edemez. Çünkü bu husus, aklen muhal değildir. Cinlerin de cismanî bir bünyesi olabilir. Fakat, bizim her bünyeyi görmemiz zarûri olmadığı gibi, gördüğümüz cisimlerin de her cüz’ünü göremediğimiz bilinen bir gerçektir. O halde, gözlerimizin önünde, bir bünyeye sahip bir çok varlıklar olduğu halde, biz onları görmeyebiliriz. Nitekim mikroplar var olduğu halde, onları çıplak gözle göremeyiz. Bu bakımdan, hava içinde hiç hissetmediğimiz dalgalar ve ışınlar bulunduğu gibi, araç ve âletle bile hissedemeyeceğimiz gizli varlıklar bulunabilir.

Esasen, bütün cismanî ve fizikî kuvvetleri henüz keşfedemediğimiz bir gerçektir. O halde çok geniş olan kâinatta, duyularımızdan gizli ve görme gücüne sahip olmadığımız rûhânî varlıkların bulunduğunu inkâr etmek doğru olmaz. Her türlü varlığı yaratmaya kaadir olan Allah’ın yarattıklarının, yalnız gözümüzle veya âletlerle görüp bildiğimiz şeylerden ibâret olduğunu sanmak, büyük gaflet olur. Bu ise, yüce Allah’ın İlâhî kudretini ve evrenin kapladığı alanı bilmemekten başka bir şey değildir. 

Sihir (Büyü)

“...Fakat şeytanlar kâfir oldular; insanlara sihir öğrettiler.”[2401]

“Helâk edici yedi şeyden korunun! Allah’a şirk koşmaktan ve sihirden....”[2402]

“Düğüm atarak üzerine üfleyen kimse sihir yapmıştır. Sihir yapan ise şirk koşmuştur. Üzerine (muska, nazarlık gibi) bir şey takan kimse, (Allah’a değil; taktığı şeye) güvenmiş olur.”[2403]

Türkçede büyü denilen sihir, sebebi gizli olan ince şey demektir. Sebebi gizli olmakla birlikte gerçeğin tersi olarak hayallendirilen canlılık, yaldızcılık, hilekârlık yoluyla oluşturulan şeydir. Sihir, yalın olarak söylendiğinde göz bağcılık ve esrarengiz bir şekilde hakkı bâtıl, bâtılı hak, gerçeği hayal, hayali gerçek göstermek şeklinde anlaşılır. Bu yüzden yerilmiş ve kötü bir şey olarak nitelendirilmiştir.

Sihir bizâtîhi harika bir şey değildir. Kur’an’da, bunun göz yanılması ve hayallendirme olarak belirtildiğine rastlarız: “...Bir de ne görsün: Büyülerinden ötürü onların ipleri ve sopaları (hakikaten) koşuyor gibi ona hayallendiriliyordu.”[2404] Yani sihir, halkın göz boyama dediği cinsten, duyuları yanıltarak, hayal görmelerini sağlamaktır. Sihir, hakikati hayal; hayali hakikatmış gibi göstermektir. Sihrin her an yapılabileceği özel bir yol ve sebebi, kendi içinde tutarlı bir açıklaması vardır. Yalnız, o sebep herkesçe bilinmediği için hârika imiş gibi düşünülür. Sihrin, şarlatanlık ve hilekârlık denilen ve gerçek dışı olanın yanında, sanat ve bilim yoluyla sihirbazların, bilinmeyen bir nedenle gerçek olan bir mâhiyeti olağanüstü bir mâhiyetmiş gibi insanları kandırmaya çalıştıkları da çok görülenlerdendir. Tarihçilerin ve tefsirlerin anlattığına göre Firavun’un sihirbazları ip ve değneklerini yılanlar şeklinde yürütürken cıvadan istifâde ederek bunu yapmışlardır. Cıvanın genleştiğini bilmeyen insanlar, ipleri hareket ederken görmüşler, sebebini bilmedikleri için bu olayı, harika zannederek kandırılmışlardır. Bu ister istemez, bir korku ve heyecana sebep olacaktır. Sonra Allah’ın yardımı yetişerek, onların bu aldatmalarını boşa çıkarmıştır.

Sihir boş ve hayali şeyler olmakla beraber, ondan korkup ürkenlere, psikolojik olarak etkilenenlere zarar verebilir. “Allah’ın izni olmadıkça onlar, hiçbir kimseye onunla (sihirle) asla zarar verici olamazlar.”[2405]   

Kur’an, üfürükçülük ve sihir yapanları, “düğümlere üfleyenler” olarak tanıtır ve şerlerinden Allah’a sığınılmasını tavsiye eder.[2406] Düğümlere üfleyenler, sihir yapan kimselerdir. Sihirler neye yapılmış olursa olsun, o şeyin aslında veya şeklinde bir değişiklik yapamaz. Meydana gelen şey, sadece sihirbazın, duyguları etki altına alarak o nesneyi farklı şekilde gösterebilmesi, telkin vb. yollarla hayal göstermesinden, insanları kandırmasından ibârettir.

Sihir küfür, sihir yapan da kâfirdir. Kur’an insanlara, her konuda Allah’a sığınmayı öğretmektedir. Bu sebepten dolayı da, bunun aksine olan her türlü düşünce ve fiili yasaklamıştır. “Onların yaptığı bir büyü hilesidir. Büyücü ise nereye varsa, asla başarıya ulaşamaz.”[2407]

Üfürükçülük

Tevhid inancına ters düşen hususlardan biri de üfürükçülüktür. Câhiliye devrindeki insanlar, cinlerden yardım bekleyerek, bazı musibet ve felâketleri önlemek amacıyla, Arapça olmayan anlamsız bazı kelimeleri, ağızlarında geveleyip dururlardı. İslâm geldi, bunları yasakladı. Nitekim, hadis-i şerifte: "Şüphesiz üfürükçülük, mavi boncuk, muska, her türlü sihir ve tılsım şirktir."[2408] buyurulmaktadır. Kur’an, üfürükçülük ve sihir yapanları, “düğümlere üfleyenler”[2409] olarak tanıtır ve şerlerinden Allah’a sığınılmasını tavsiye eder. Düğümlere üfleyenler, sihir ya da büyü yapan kimselerdir. Bunlar, telkine müsait olan kişileri kandırabillirler. Bunu gerçekleştirmek için, büyülerinde iplik veya mendil gibi bir şeye düğümler atarak üzerine üflerler.

Rivâyete göre; Bir gün Abdullah bin Mes'ud, hanımının boynunda bir iplik gördü. Bu nedir?" deyince, hanımı: "sıtma için okunmuş bir iptir." dedi. İbn Mes'ud, ipi çekerek kopardı, attı. Sonra şöyle dedi: "Andolsun ki, Abdullah ailesi şirkten uzaktır. Rasûlullah'tan işittim, buyurdu ki; "Şüphesiz üfürükçülük, nazar boncuğu, muska, sihir ve tılsım şirktir." Hanımı dedi ki: "Gerçekten gözüm atıyordu, filan yahudiye tedavi için gidip geliyordum. Gözümü afsunladı; atması durdu. Abdullah bin Mes'ud dedi ki: "Bu, şeytanın işidir. Şeytan eliyle dokunuyor, afsunladığı zaman elini çekiyor. Hâlbuki, Rasûlullah'ın okuduğunu okusaydın, sana kâfi idi. Allah'ın rasûlü şu duâyı okurdu: “Ey insanların Rabbi! Rahatsızlığı gider, şifâ ver, şifâ veren Sensin! Senin şifândan başka şifâ yoktur. Hastalık bırakmayan şifâ ver!”[2410]

Şirk unsuru taşımayan okumada bir sakınca yoktur. Ama, unutulmamalıdır ki, kişinin kendisi ve çok yakınları, inanarak, okuduğu duânın anlamını bilip şuurla Allah’a duâ etmeleri duânın kabulü için daha uygun şartlar oluşturur. Bununla birlikte bir başkası da âyet ve hadislere dayalı ve Allah’a yapılan duâ ile ve hiçbir şirk unsuruna bulaşmadan hastaya okuyabilir.

Müneccimlik, Fal ve Burç Falları

Sihrin bir çeşidi de müneccimliktir. Müneccimlik, gelecekte meydana gelecek, özel ve genel olayları, yıldızlara ve burçlara bakarak haber vermektir. Günümüzde astroloji adıyla, gök cisimlerinin konumu, horoskop denilen haritalarla ve yapanlara göre bilimsel olduğu ileri sürülen, insanların geleceğiyle ilgili uydurma bilgiler veren medyumluk veya astrologluk da modern müneccimliktir. Hz. Peygamber’in  bu  konuyla  ilgili  şöyle bir ikazı vardır: “Bazı insanlar, Allah’ın nimetiyle geceyi geçiriyor, sabah olunca da, ‘bize şu yıldız sebebiyle yağmur yağdırıldı’ diyor. Böyle demeleri sebebiyle onların çoğu kâfir olmuştur.”[2411] Yine bir başka hadis rivâyeti de benzer bir ikazdır: “Kim yıldızlarla haber vermeye çalışırsa, sihir ile haber vermiş olur.”[2412]

Bu hadisler, yıldızların uzaklığını, yerlerini, yörüngelerini gözlem ve araçlarla inceleyen astronomi ilmi hakkında değildir. Bu ilim, ilkeleri, kuralları ve araçları olan bir ilimdir. Kur’an zaten, baştan sona insanları gözleme, düşünmeye, araştırmaya ve evrenin sırlarını keşfetmeye dâvet etmektedir. Ancak, ilimleri, gaybı biliyormuş gibi yorumlamak,  insanı şirke götürür. Çünkü gaybı bilen sadece Allah’tır.

Fal ve Falcılık

Gelecekte olacak şeyler hakkında bilgi sahibi olmak için başvurulan çeşitli yolların en belirginlerinden biri faldır. Daha çok baht, uğur ve talihi, genel olarak da gelecekte olacak şeyleri anlamak için birtakım garip yollara başvurma, atılan boncuk ve baklaya, tesadüfen açılan bir kitabın bir satırına, koyunun kürek kemiğine, kahve fincanına vb. şeylere bakıp bunlardan anlam çıkarma ve kişilik okuma işine fal; bu işi yapmaya da falcılık denir. Gelecek zamanda vuku bulacak olayları haber vererek gayb sırlarını bildiğini iddia edene de falcı, medyum denir. 

Câhiliyye Arapları, bir yolculuğa, bir savaşa, bir ticarete, evlenmeye, yahut herhangi önemli bir işe teşebbüs edecekleri zaman üç zar (veya ok) çekerler, yahut kuş uçururlardı. Bu zar veya okların birinde, “Rabbim emretti”, yahut “yap” diye emir; diğerinde “Rabbim nehyetti” veya “yapma” diye nehy kelimeleri yazılı olurdu; biri de boş bulunurdu. Birisi torbaya elini sokar, zarlardan birini çeker, emir çıkarsa yaparlar, nehy çıkarsa yapmazlar, boş çıkarsa bir daha çekerlerdi. Kur’an, bunu şiddetle yasaklamıştır. “Ey İman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şeytan işi birer pisliktir; bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz.”[2413]

Burç ve Yıldız Falı

Bugün yaygın olan fal çeşitlerinden biri de, modern câhiliyyenin itibar ettiği yıldız falıdır. Gökteki burçlardan yola çıkılarak yapılan bu falcılığın aslı, Sâbiîlere dayanır. Sâbiîler, gök yüzünü on iki burca taksim etmişler ve eflâkten/göklerden yalnız tapındıkları ve heykellerini diktikleri “sebaî” gezegenlerin durumlarına göre, yeryüzünde meydana gelecek olayları bildireceği iddiasıyla yıldızlarla ilgili birtakım hükümleri yazmışlardı. Onların bu inançları, günümüze kadar gelmiş bulunmaktadır.[2414]

Dinimizin kesinlikle yasakladığı falcılık, bir çeşit gaybdan haber vermektir. Hâlbuki, Kur’an; gaybı, Allah’tan başka hiçbir kimsenin bilemeyeceğini, peygamberlerle meleklerin dahi kendilerine vahyedilmedikçe gaybdan haber veremeyeceklerini açıkça bildirmektedir. “De ki: ‘Göklerde ve yerde olan gaybı, Allah’tan başka bilen yoktur.”[2415]; “De ki: Size ‘Allah’ın hazineleri elimdedir demiyorum, gaybı da bilmiyorum.”[2416]; “Eğer gaybı bilseydim, daha fazla hayır yapardım.”[2417] âyetleri buna yeterli delildir.

Kendilerine  “arrâf”, “kâhin” veya “medyum” denilen falcıları ve bu falcılara gidip fal açtıran, onlara inanan veya destekleyenleri Peygamberimiz, ağır bir dille kınamış, hatta küfürle nitelemiştir. “Kim bir arrâfa gidip de ona bir şey sorarsa, kırk gecelik namazı kabul olmaz.”[2418]; “Kim bir kâhine gider, dediklerini doğrularsa; şüphesiz ki Muhammed’e indirilmiş olanı inkâr etmiş olur.”[2419]

Burç falı, “insanları, doğdukları burçlara göre gruplayarak geleceğini okumaya, kaderine dair konuşmaya” denir. Modern câhiliyyenin yaşandığı günümüzde kendini aydın sanan birtakım gazete ve televizyon programcıları, her gün yıldız falı hurâfesiyle insanların kaderi hakkında birtakım yorumlar yapmaktadırlar ki bunlar hiçbir bilimsel dayanağa sahip değildir. Ayrıca bu asılsız yorumlar, okuyucuların ruhsal dengelerine olumsuz yönde etki yapmaktadır. Bu bir atma, saçma ve aldatmadan ibârettir.

İslâm âlimleri, Sâbiîler gibi, tesiri yalnız yıldızlardan, burçlardan bilerek onlardan birtakım hükümler çıkarmaya kalkışmanın küfür ve şirk olduğunda ittifak etmişlerdir.[2420]

Bunun yanında insanın, girişeceği önemli bir iş için, uzman kişilerle istişare yaptıktan sonra istihâre yapması meşrûdur, sünnettir. Bunun, İslâm’da yasak edilen falcılık ve kehânetle hiçbir ilgisi yoktur.

Halka ve İp Takmak

Tevhid, Allah’ın kâinatta koyduğu kanunlar çerçevesinde sebeplere sarılmaya asla karşı çıkmaz; bilakis teşvik eder. Elbette ki açlığı gidermek için yemek, susuzluğu gidermek için su, tedavi için ilaç, savunma için silâh gereklidir. Insan hastalandığı zaman doktora gidecektir. Bütün bunlar ve benzerleri İslâm’da meşrûdur. Ne var ki, meydana gelen veya meydana geleceği sanılan tehlikeleri defetmek için, birtakım bilinmeyen ve gizli olan sebeplere sarılarak esrarengiz yollara başvurmak, asla meşrû sayılmaz. Bazı toplumlarda görülen madenî halkalar takmak, kollara ip bağlamak, bu türdendir. Bir keresinde Hz. Peygamber, zayıflıktan kurtulmak için koluna demir takan sahâbîye bunu çıkarttırmıştır. Yine Hz. Peygamber, sıtmayı önlediğine inanıldığı için koluna ip takan hastanın kolundan da aynı şekilde bunun çıkarılmasını istemiş ve arkasından şu âyeti okumuştur: “Onların çoğu, şirk koşmadan Allah’a inanmazlar.”[2421]

Görüldüğü gibi, Rasûlullah’ın bunların üzerinde durmasının yegâne sebebi, şirkten ve  şirke giden yollardan insanları uzaklaştırmaktır. Burada hatırımıza şöyle bir soru gelebilir: Acaba deneysel bilim, birtakım araştırmalar yaparak, kola takılan bu madenlerin fizikî faydasını ispat etse, yine yasak olur mu? Şüphesiz hayır! Çünkü bunun yasaklanmasının sebebi, bu gibi şeylere, birtakım bilinmeyen güçler atfedilerek sığınılmasıdır. Meselâ, bakır bilezik cinsinden bazı halkaların romatizmanın tedavisindeki faydası bilimsel olarak da ortaya çıktığı için, ilaç kullanılır gibi kola veya ayağa takılmasında hiçbir sakınca yoktur.     

Nazar Boncuğu ve Muska Takmak

Nazar boncuğu ve Kur’an âyetleri dışında yazılar, tuhaf şekiller bulunan muska takmak da, insanı şirke götüren yollardan biridir. Câhiliyye döneminde Araplar, özellikle çocuklara boncuk ve muska takarlar, bu yolla cinlerden ve nazardan korunacaklarını sanırlardı. Halk arasında nazardan korunmak için, nazarlık, at nalı, at kafası, çeşitli muskalar takma, kurşun dökme ve tütsü yapma gibi yollara başvurulduğu görülür. Bu gibi bâtıl yolları Hz. Peygamberimiz yasaklamıştır.[2422]

Bunların tıbbî hiçbir yararı yoktur. Aynı zamanda, Allah’tan başkasından zararı defetmesini istemek de söz konusudur. Halbuki Kur’an’da bu konuda önemli ikazlar vardır. “Allah sana bir sıkıntı verirse, O’ndan başkası bunu gideremez. Sana bir iyilik verirse, başkası onu engelleyemez. O, her şeye gücü yetendir.”[2423]

Muska takılması da aynı şekilde câiz görülmemiştir. Âlimlerin bir kısmı, muskada Kur’an’dan âyetler yazıyorsa takılabilir demişlerdir. Ama, içinde Kur’an âyetleri yazılı olsa da  takmamak en iyisidir; çünkü hangi muskanın içinde âyet yazdığını takanların hemen hiç birisi bilmeyeceği gibi; bilinmiş olsa bile, başka muskalar için de kötü örnek olur, cinler için, ya da insan kandırmak için yazılmış muskalara yol açılır. Aynı zamanda, insanda alışma özelliği olduğundan, zamanla bu, diğer şeylerin takılmasına da yol açabilir. Yeri gelmişken, Mehmed  Âkif’in şu mısrâlarını hatırlamamak olmaz:

“Ya açar bakarız Nazm-ı Celîl’in yaprağına,

Ya üfler geçeriz bir ölünün toprağına.

İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin.

Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için.”

Gaybı Bilme İddiası

Gayb; duyularla algılanamayan, insanın deney ve gözlemlerine konu olmayan şeylerdir. Câhiliyye dönemi Arapları, tanrı olarak taptıkları putlarının gaybı bildiğine inanırlardı. Yalnız, onların bu bilgisine direkt yollarla değil, endirekt yolla ulaşmaya çalışırlardı. Meselâ Mekke’liler, Hübel putunun yanındaki okları çekerek, başvurdukları iş hakkında tanrılarının ne düşündüğünü anlamaya çalışırlardı.

Kur’an, gaybı bildiği iddia edilen sahte tanrıların gaybı bilemeyeceklerini şöyle ifâde eder: “Onlar, diriler değil; ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. [2424] Gaybı bilmek, ulûhiyetin özelliklerindendir. Psikolojik bir gerçektir ki, insanoğlu taptığı varlığın gaybı bilmesini istemektedir. Çünkü gaybı bilmek, tek başına bir üstünlüktür.  Aynı  zamanda  başkalarına  üstünlük  kurmanın yollarından birisidir. Tabii ki insanın bu merakı, birçok bâtıl ve hurâfenin de kaynağını oluşturmaktadır. İnsanoğlunun bu zaafı, gaybı bildiğini iddia eden birçok insanın da ortaya çıkıp diğer insanları kandırarak sömürmesine sebep olmuştur. 

Mutlak Gaybı Allah’tan Başka Kimse Bilemez

“De ki, Allah’tan başka ne yerde ne de gökte kimse gaybı bilemez.”[2425]

“Kim bir arrâfa veya kâhine gider, gaybdan verdiği haberi tasdik ederse; şüphesiz ki o Hz. Muhammed (s.a.s.)’e indirilmiş vahyi inkâr etmiştir.”[2426]

“Gaybın anahtarları O’nun yanındadır. O’ndan başka kimse gaybı bilmez.”[2427]

 “De ki: ‘Ben size Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Gaybı da bilirim demiyorum.”[2428]

“De ki: Allah’tan başka göklerde ve yerde (bulunan) hiç kimse gaybı bilmez.”[2429]

Allah, Peygamberlerinden Dilediğini Dilediği Kadar Gayba Muttalî Kılar 

“Allah, sizi gayba muttali kılacak değil; fakat Allah, Rasûllerinden dilediğini (gaybe muttali kılmak için) seçer.”[2430] 

“Allah, gaybı bilendir. Hiç kimseyi gaybına vâkıf etmez. Ancak beğenip seçtiği Rasûl(ler müstesnâ.)”[2431]

“De ki: Allah’ın dilediği müstesnâ, kendi nefsim için bir zarar def edip bir menfaat sağlayamam. Eğer gaybı bilseydim hayırdan çok (şeyler) yapardım ve bana kötülük dokunmazdı. Ben, başka değil, ancak inanan bir toplum için müjdeleyici ve bir uyarıcıyım.”[2432]

Müşrikler, çeşitli vesilelerle, beşer tâkatinin ulaşamadığı bazı şeylerin bilgisini veya onların icadını Rasûlullah’tan istiyorlardı. Zira onlar, peygamberlik iddiasında bulunan kimsenin insanüstü bir güce sahip olması, sebepler kanununun dışında, istediği zaman gayb haberlerine vâkıf olması ve olağanüstü işleri yapmaya her an muktedir olmasının gerekliliğine inanıyorlardı. Bundan dolayı, Allah’ın Rasûlü, Rabından aldığı vahiylerle gaybı bilen ve her şeye gücü yetenin ancak Allah olduğunu, Allah bildirmedikçe gaybı bilemediğini onlara tebliğ ediyordu.

Bâtıl ve sapık inançlardan biri de gayb âleminde birçok tasarruflar yapmaya yetkisi bulunan İlyas, Hızır, Gavs, Kutup ve Ricâlu’l-Gayb gibi ölmüş veya hayalî varlıklara inanmaktır. Çoğu kez bu hayalî şahıslara olan inanç bağı ve bağlılık onların ilâhlaştırılmasına kadar gidiyor, dolayısıyla tevhidden saptırıp şirk batağına sürüklüyor.   

Ruh, Ruh Çağırma ve Tenâsüh (Reenkarnasyon)

Ruh

Ruh; İnsan ve hayvanlardaki dirilik kaynağı, sürekli hayat, can anlamlarında kullanılır. İnsandaki canlılığın ve diriliğin, irâdeyle ilgili ve irâde dışı hareketlerin ve idrâk kabiliyetinin kaynağı ve nefis anlamına da gelir. Bazı İslâm âlimleri, rûhun iyiyi kötüden ayırdetme denen temyiz ve düşünme tarafını karşıladığını belirtmişlerdir.

Ruh, Allah’ın yaratma işlerindendir; sırlarından bir sırdır. Gerçek mahiyetini ve tüm özelliklerini bilmek mümkün değildir. “Sana ruhtan sorarlar. De ki: ‘ruh, Rabbimin emrindendir. Size (bu hususta) ilimden pek az bir şey verilmiştir.”[2433]

Rûhun kendisi görülemiyorsa da, yaptığı işlerden varlığını anlıyoruz. Her şeye canlılık veren, hayat ve dirilik kaynağı olan ruh, Allah’a en yakın yaratıktır.

Genel olarak, peygamberlere, meleklere ve özellikle Cebrâil’e “ruh” denilir. Rûhu’l-Emîn, Rûhu’l-Kuds (Emin Ruh, Mukaddes Ruh) isimleri de Cebrâil’in isimlerindendir.[2434]

Ruh Çağırma

Rûhun varlığını kabul eden, fakat hakkında sapık ve gerçek dışı bir anlayışa sahip olan kimseler, ölmüş insanların ruhlarıyla irtibat kurabileceğini ve böylece, gayb âleminden bilgi alınabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu kimseler, düzenlemiş oldukları ruh çağırma seanslarıyla insanları kandırmakta ve onların cehâletlerinden istifâde ederek menfaat elde etmektedirler. Ruh, Allah Teâlâ’nın emrinde ve denetiminde olan bir varlıktır. Onun insanlar tarafından çağrılıp bazı istekleri yerine getirmesinin mümkün olduğuna inanmanın hiçbir dayanağı yoktur. Ruh çağırma seanslarında, çoğunlukla cinler kullanılmakta, bir cin, kendini bir insanın rûhu diye tanıtıp insanların kandırılmasında rol oynamaktadır.

Tenâsüh (Reenkarnasyon/Ruh Göçü)

Rûhun bir bedenden başka bir bedene geçmesi inancına tenâsüh / ruh göçü denir. Rûhun bir cisimden diğerine, bazan insandan hayvana ve hayvandan insana geçmesi şeklindeki bu bâtıl inanç, Hint dinlerinden, eski Mısır inançlarından günümüze kadar taşınmıştır. Bu anlayış, İslâm âlimlerince reddedilmiş, bunun Kur’an ve Sünnet’e ters düşen bir inanç olduğu belirtilmiştir.

“Ateşin karşısına durdukları vakit bir görsen! ‘Ah, keşke dünyaya geri çevrilsek de Rabbimiz’in âyetlerini inkâr etmesek ve mü’minlerden olsak!’ diyecekler. Hayır! Evvelce gizleyip durdukları şeyler karşılarına çıktı da ondan böyle söylüyorlar. Yoksa geri çevrilselerdi mutlaka yasak edildikleri fenalığa yine dönerlerdi. Şüphesiz onlar yalancıdırlar.”[2435]

“Onlar, nereye varacak diye ancak onun te’vilini gözetirler. Onun te’vilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar: ‘gerçekten Rabbimizin peygamberleri hakkı getirmişler. Şimdi acaba hiçbir şefaatçı var mı ki bize şefaatte bulunsun veya dünyaya döndürülür müyüz ki, yaptıklarımızdan başkasını yapalım’ diyecekler. Gerçekten onlar, kendilerine yazık ettiler. Ve o uydurdukları şeyler onlardan kaybolup gitti.”[2436]

“Orada onlar: ‘Ey Rabbimız, bizi çıkar da eskiden yapageldiklerimizden başka yararlı bir iş yapalım!” diye feryad ederler. Kendilerine: ‘size düşünecek bir kimsenin düşüneceği kadar ömür vermedik mi? Hem sizi uyaran peygamber de geldi. O halde tadın azâbı. Çünkü zâlimler için hiçbir kurtarıcı yoktur’ denir.”[2437]

“Nihâyet o müşriklerin birine ölüm geldiği vakit: ‘Ey Rabbim! Beni dünyaya döndür. Ta ki, o zâyi ettiğim ömürde yararlı işler göreyim’ der. Hayır! Bu sadece onun söylediği boş bir kelimedir. Önlerinde ise, ta diriltilecekleri güne kadar bir perde vardır.”[2438]   

Cin, Şeytan, Büyü ve Gayb Ünitesiyle İlgili

SORULAR


1- Cin ve şeytan kelimelerinin lügat ve terim anlamları nelerdir?

2- Şeytanla cin arasında nasıl bir bağ vardır? 

3- Şeytan hangi şeyden yaratılmıştır?

4- Şeytanın cennetten kovuluş sebebi nedir?

5- Cinler hangi şeyden yaratılmışlardır?

6- Cinlerin yaratılış amacı nedir?

7- Cinler gaybı bilebilirler mi?

8- Şeytanın yaratılış sebebi nedir?

9- Cin ve şeytanın özelliklerini ve görevlerini açıklayabilmek.

10- Cin ve şeytanın insanla münâsebetlerini, şeytanın insana musallat olmasındaki hikmetleri açıklamak.

11- Şeytanın bir mü’mine fayda ve zararları nelerdir?

12- Sihir / büyü ne demektir? Dindeki hükmü nedir?

13- Fal, yıldız falı, burç falı neye denir? Bunu yapanların hükmü nedir?

14- Üfürükçülük, nazar boncuğu ve muska takma konusunda bilgi veriniz.

15- Gayb bilinebilir mi? Peygamberler gaybdan haber vermişler midir?

16- Ruh nedir? Ruh çağırma doğru mudur?

17- Reenkarnasyon/ruh göçü inancı İslâm akaidiyle bağdaşır mı, bir âyet mealiyle açıkla

-merve-7d-
Thu 26 December 2013, 05:52 pm GMT +0200
. Dev, gulyabani, şeytan, peri, cin ve melek adıyla andıkları, hayra veya şerre kaadir sandıkları esrarengiz rûhânî yaratıkları ilâh kabul ederek, onlara tapınırlardı. Her birine çeşitli tılsımlar, sihirler yapan Sabiîler, câhiliyye Arapları ve diğer müşrikler bunları yaparlardı Allah kimseyi böyle olanlarla karşılaştırmasın  Ayrıca allaha bu şekilde şirk koşmalarıda çok yanlış

elif 7d
Thu 26 December 2013, 07:26 pm GMT +0200
doğru söylüyosun

Ercan 7-d
Thu 26 December 2013, 07:36 pm GMT +0200
evet merve doğru söylürsun.:)

elif 7d
Thu 26 December 2013, 07:40 pm GMT +0200
ban a demesende  >:( sende ercan sende

Hafsa Nur 6.D
Thu 26 December 2013, 07:43 pm GMT +0200
 :-[ :-[esrarengiz olaylar , kimse ALLAHA bu tür olaylar için şirk koşmasın haşa cinlere taparsak , ömür boyu cehennemlik olabiliriz...
allah korusun,,

duyguB7
Sun 13 November 2016, 05:18 pm GMT +0200
Esselamu Aleykum
1- Cin kelimesinin anlamı örttü gizlendi demektir.
3- Ateşten

Bilal2009
Sun 13 November 2016, 05:56 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri faydalı ilim öğrenenlerden eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun

ceren
Thu 6 December 2018, 07:46 am GMT +0200
Esselamu aleykum. Rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim. ..

Sevgi.
Thu 6 December 2018, 11:49 pm GMT +0200
Aleyküm Selam.  Paylaşım için Allah razı olsun. Rabbim bizlerin ilmini artırsın inşaAllah

ceren
Fri 4 January 2019, 02:58 pm GMT +0200
Esselamu aleykum. Rabbim razı olsun bizlere bu bilgileri sunan kardesimizden...

ceren
Sun 4 August 2019, 01:41 pm GMT +0200
Esselamu aleykum. Rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim. ..