hafız_32
Tue 28 September 2010, 09:57 pm GMT +0200
Cihadın Amacı
İslâm'da cihadın amacı, yeryüzünde bir tek Allah'a ibadeti ve O'nun hakimiyetini sağlamaktır. Şeriatım üstün kılmak, insanları, kullara kulluktan kurtarıp Allah'a kul olma hürriyetine kavuşturmaktır. Aynı zamanda beşerin Hanlığından kurtarıp, bir tek olan Allah'ın uluhiyyetine eriştirmek, O'nun hakimiyeti altına sokmaktır.[305] Ayrıca cihadın bir başka hedefi de yeryüzündeki mustazafları, ezilenleri kurtarmaktır. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
"Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla" diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? (Buna hakkınız yok)." (Nisâ, 4/75)
Şimdi sana, her guruba karşı nasıl bir uzaklaşış uygulamasına gideceksin ye müslümanlann bunlarla cihadının nasıl olması gerektiği hususunu açıklayacağım.
A- Müşriklere Karşı Berâ (İlişkileri Kesmek) Nasıl Olmalı?
1. Medine'de İslam devletinin kurulması ve hakim olmasından son-jra, keşin olarak Mekke ve Mekke dışındaki yerlerde, şirk ağacının kökünün kazınması gerekiyordu. Tevbe sûresi müşriklerle savaş etme hakkında nazil olmuştur. Bunun etraflı açıklaması ise İbn Kayyım'ın da-fha önce adı geçen özetinde vardır. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Allah ve Rasûlünden kendileriyle andlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtardır:
"(Ey Müşrikler!) Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. İyi bilin ki siz Allah'ı aciz bırakacak değilsiniz; Allah ise kâfirleri rezil (ve perişan) edecektir.
"Hacc-ı Ekber (En büyük ; Hac) gününde Allah ve Rasûlünden insanlara bir bildiridir: Allah ve Rasûlü müşriklerden uzaktır. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Ve eğer yüz çevirirseniz bilin ki, siz Allah'ı aciz bırakacak değilsiniz. (Ey Muhammed;) O kâfirlere acıklı bir azabı bildir!
"Ancak kendileriyle andlaşma yaptığınız müşriklerden (andlaşma şartlarının tamamına uyan) hiç bir şeyi size eksik bırakmayan ve sizin aleyhinize herhangi bir kimseye arka çıkmayanlar (bu hükmün) dışındadır. Bundan dolayı onların andlaşmalannı, süreleri bitinceye kadar tamamlayınız. Çünkü Allah (haksızlıktan) sakınanları sever.
"Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekatı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Çünkü Allah yarlıgayan, esirgeyendir.
"Ve eğer müşriklerden biri senden aman dilerse, Allah'ın kelamını işitip dinleyinceye kadar ona aman ver, sonra (müslüman olmazsa) onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte böyle (kâfirlikte ısrar etmeleri) onların, bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.
"Mescid'i Haramın yanında kendileriyle andlaşma yaptığınız hariç, (diğer) müşriklerin Allah ve Rasulü yanında nasıl sözleşmesi olabilir? Size karşı dürüst davrandıkları müddetçe siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah (Ahdi bozmaktan) sakınanları sever.
"Onların nasıl ahdi olabilir;
onlar size galip gelselerdi, sizin hakkınızda ne ahit, ne andlaşma gözetirlerdi. Onlar ağızlarıyla sizi razı ediyorlar, halbuki kalbleri buna karşı çıkıyor. Çünkü onların çoğu fasıklardır.
"Allah'ın âyetlerine karşılık az bir değeri (dünya malını ve nefsanî istekleri) satın aldılar da (insanları) O'nun yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür!
"Bir mü m in hakkında ne ahid tanırlar ne de andlama. Çünkü onlar saldırganların kendileridir.
"Fakat eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir. Biz, bilen bir kavme âyetlerimizi böyle acıkıyoruz.
"Eğer andlaşmalardan sonra yeminlerini bozarlar ve dininize sal-dırırlarsa, küfrün önderlerine karşı savaşın. Çünkü onlar yeminleri olmayan adamlardır. (Onlara karşı savaşırsanız) umulur ki küfre son verirler.
"(Ey mü'minler!) verdikleri sözü bozan, peygamber'i (yurdundan) çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmıyacak mısınız; yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer (gerçek) mü'minler iseniz, (Bilin ki,) Allah, kendisinden korkmanıza daha lâyıktır.
"Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mü'min toplumun kalplerini ferahlatsın.
"Ve onların (mü'minlerin) kalplerinden öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Çünkü Allah bilendir, hikmet sahibidir." (Tevbe, 9/1-15)
2- Mescidi harama girmekten menedilmeleri. Rabbimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllardan sonra Mescid'i Haram'a
yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki), Al-jjah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Çünkü Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir." (Tevbe, 9/28)
İbn Kesîr'in anlattığına göre bu âyet hicretin dokuzuncu yılında nazil olmuştur. İşte bu sebepten RasûluIIah (s.a), Hz. Ali'yi, Hz. Ebû Bekr'in sohbetine gönderdi. O yıl Hac emiri olarak Hz. Ebû Bekir gidiyordu. Hz. Peygamber, Hz. Ali'yi gönderirken ona; Müşriklere orada, Mekke'de seslenecek, artık o yıllarından sonra müşrikler Ka'be'yi haccetmeyeceklerdir. Çıplak olarak da Beytullah'ı tavaf etmeyeceklerdir.[306] Allah (c.c), böylece emrini tamamlamış ve şeriat olarak ve takdir olarak da Rabbim bununla hükmetmiştir.[307]
Burada bir hususa dikkatinizi çekmek isteriz. Müşriklerin Mescid'i Haram'a yaklaştırılmalarının nedeni ekonomik olduğundan bu âyette bu noktaya dikkat çekilerek zenginliğin Allah'ın lütfü olduğu, binaenaleyh aslen pis olan müşriklerin Mescid'e yaklaştırılmaları yoluyla maddî çıkar (döviz vs.) aramanın uygun olmayacağı ihtar ediliyor. Burada geçen Mescidi Haramdan maksadın bütün mescidler olduğu, dolayısıyla müşriklerin hiç bir mescide girmelerinin caiz olmayacağı görüşünü hesaba katarsak bugün camilerimizin yaşadığı vakıayı bu âyet ışığında daha iyi anlarız. "[308]
3. Şirk koşan kadınlarla evlenmenin yasaklanması. İbn Cerîr Hudeybiye sulhunu anlatırken diyor ki: Hz. Peygamber (s.a)'e bazı kadınlar iman etmiş olarak geldiler. İşte aşağıdaki âyet bununla ilgili ola-raz nazil olmuştur. Allah (c.c) bu âyette şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Mü'min kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin. Allah onların imanlarım daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helâl değildir, onlar da bunlara helal olmazlar. Onların (kocalarının) sarfettiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikahınızda tutmayın, sarf ettiğinizi isteyin. Onlar da sarfettiklerini istesinler. Allah'ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hikmet sahibidir." (Mümtehine, 60/10)
Ibn Cerîr diyor ki, Hz. Ömer (r.a), şirk döneminden nikahı altın da bulunan iki kadını boşadı.[309]
4. Müslümanların şirk diyarında ikametlerinin menediimesi.
4. Müslümanların şirk diyarında ikametlerinin menedilmesi, yasaklanmış elması.
Bu, Rabbimiz (c.c)'in, dinini aziz kılıp rnü'min kullarını güçlendirdikten sonra olmuştur. Kendilerinin de bir devletleri ve ikamet edecekleri bir yurtlan olmasından sonra bu yasak gündeme gelmiştir. Bundan böyle müslümanlarm şirk diyarında kalmaları haram kılındı. Zira müslümanların oralarda kalmaları halinde dinleri sebebiyle fitneye maruz kalmaları korku ve endişesi bulunuyordu.
Bundan böyle müslüman, şirk diyarında kalmayacak, gelip müslümanların cemaatine ve toplumuna katılacaktır. Zira onlar onun kardeşleri ve velileridirler. Diğer insanlara göre müslümanların kardeşlerinin ve velilerinin yanında yer alması gerekir. Nitekim Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuşlardır:
"Ben, müşriklerin arasında ikamet eden her müslümandan uzağım." Ey Allah'ın Rasûlü! Neden, diye sordular? O (s) da şöyle buyurdular: "Çünkü ateşleri (müslümanlarla müşriklerin ateşleri) birbirinden ayırdedilmez."[310]
B) Kitap Ehlinden Uzaklaşış (Berâ)
Daha önce de geçtiği gibi demiştik ki, aslında cihad, müslüman-lara tüm düşmanları arasında ayırıcı ve caydırıcı en büyük özelliktir. Bu düşmanlardan biri de Kitap ehlidir. Burada mutlaka onların bazı özelliklerine işaret etmemiz gerekecektir. Onlarla cihada girişmemize ek olarak ehli kitabın ayırıcı özelliklerine de işaret etmeliyiz.
İşte bunlardan biri Rabbimizin Al'i İmrân süresindeki şu âyetidir. Bu âyet aynı zamanda onların bir çok durumlarını da ortaya çıkarmıştır.
Rabbimiz (c.c.) şöyle buyuruyor: Rabbimiz (c.c) şöyle buyuruyor:
"Ey EhPi kitap! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın âyetlerini inkar edersiniz?
"Ey ehl'i kitap! Neden doğ-
303. ruyu eğriye (hakkı bâtıla) karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?" (Âl'i İmrân 3/70-71)
Yine aynı sûrede şöyle buyuruluyor:
"De ki: Ey Ehl'i kitap! Allah yaptıklarınızı görüp dururken niçin Allah'ın âyetlerini inkâr edersiniz?
"De ki: Ey Ehl'i kitap! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin
Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek müminleri Allah yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir." (Âl’i İmrân, 3/98-99)
Yine Rabbim şöyle buyuruyor:
"Ey kitap ehli! Yalnızca Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilene inandığımız için mi bizden hoşlanmıyorsunuz? Oysa çoğunuz yoldan çıkmış kimselersiniz.
"De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mî? Allah'ın lanetlediği ve gazabettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tağuta tapanlar çıkardığı kimseler; işte bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır." (Maide, 5/59-60)
Bu ve benzeri âyetlerde kitap ehlinin uyarıldığını, kendilerine yapılanların hatırlatıldığını gördük. Aynı zamanda bu âyetler onların kendi batıl yaşantılarıyla rezil ve rüsvay olduklarını da ortaya koymaktadır.
Daha sonra Kur'ânî nass, Rasûlullah ve peşinden de mü'minler için geliyor ve şu gerçeği dile getiriyor.
Kitap ehline, hiç bir şeye sahip olmadıklarını, bu itibarla da Allah'ın şeriatını ikame etmeyeceklerini ve kitabıyla da hüküm vermeyeceklerini bildiriyor. Rabbim şöyle buyuruyor:
"De ki: Ey ehl'i kitap! Siz,Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça, (doğru ) bir şey üzerinde değilsinizdir. Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette artıracaktır. Kâfirler topluluğu için üzülme." (Maide, 5/68)
İşte bu yüce âyet, kitap ehliyle ilgili olarak onlara karşı nasıl bir uzaklaşma tavrının ortaya konması gerektiğini açık bir şekilde ortaya konması gerektiğini açık bir şekilde ortaya koyuyor. Nitekim Hz. Mu-hammed Mustafa (s.a)'nın ve ashabının savaşı ve cihadı da özellikle kitap ehline karşıydı. Meselâ, Kaynuka oğullan, Kureyzâ oğulları ve Nadîr oğullarını örnek olarak gösterebiliriz. Hz. Peygamber'in bunlardan uzaklaşması, cihad edişi ve ilgiyi kesmesi gayet açık ve seçik olarak ortadadır.
Nitekim İkinci babın altıncı bölümünde bunların Arapyarımadasından nasıl sürülüp çıkarılmış olduklarını göreceğiz.
C. Münafıklardan Uzaklaşış
Münafıklardan ayrılmak ve onlardan uzak durmak, aslında Rasülullah (s.a) ve onunla birlikte hareket edenlerden alınmış bir uygulama ve metoddur. Bu konuda Allâme İbn Kayyım (r.a) şöyle diyor:
Hz. Peygamber (s.a)'in münafıklarla olan ilişkisi ve tavrı şöyle idi. Onların açıkça işledikleri duruma göre kendilerine gereken muameleyi yapardı. Onların bu yöndeki açıklıklarını kabul eder, gizli yönlerini ise Allah'a havale buyururdu. Bunlarla ilmi deliller ve hüccet ile cihad eder, aynı zamanda bunlardan yüzçevirilmesini emir buyurur, kendilerine karşı sert bir tavır takınılmasını istelerdi. En beliğ ve güzel ifadelerle bunlara tebliğ yapılarak kalplerinin, derinliklerine işlemesini isterken, öldüklerinde cenaze namazlarının kılınmamasını ister ve kabirlerinin başlarında kendilerine dua yapılmamasını emrederdi. Aynı zamanda şunu da söylerdi. Bunlar için Allah' dan mağfiret dileğinde bulunulsa da, Allah (c.c), bunları asla bağışlamayacaktır.[311]
Daha önceki sayfalarda belirttiğimiz gibi v münafıkların en belirgin özelliği kafirlerle dostluk kurmalarıdır. Allah'ın dininden hoşlanmamaları, müslümanların arasında kendilerini küçük görmeleridir. Bunun içindir ki, Rabbimiz onların durumlarını mü'minlere açıklarken, mü'minlerin bunlardan kesinlikle ayrılmaları ve uzak durmalarını istemiştir. Nitekim bu konuya ilişkin bir çok âyetler nazil olmuştur. Bu âyetler onlardan ayrılmanın gerekliliğini göstermektedir ki, işte bu, Berâ' yani uzaklaşmak ve bunlarla münasebet kurmamak demektir. Şimdi bu hususları ele alalım:
1- Münafıklardan yüz çevirmek ve onlara sert davranmak. Nitekim bu konu kâfirlerle cihad konusuyla birlikte gelmiş ve ele alınmıştır. Münafıklara karşı katı ve sert davranmak cihadın türlerindendir. Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:
"Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!" (Tevbe, 9/73)
Aynı zamanda Tandırı süresindeki 9. âyet ve Tevbe sûresi bunların tüm aşağılıklarını her yönüyle ortaya koymaktadır. Bundan dolayı da bunlar "Fadiha" yani rezil diye adlandırılmışlardır. Buharî'nin Sahihinde Saîd b. Cübeyr'den rivayet olunduğuna göre demiştir ki: "İbn Abbâs'a, Tevbe sûresi ne hakkında nazil olduğu diye sordum? O da şu cevabı verdiler: "Tevbe sûresi mi? Hayır O, Fadiha süresidir (insanların çirkinliklerini ortaya koyan sûredir). Zira o sûrede devamlı olarak "Ve minhürn... ve minhüm" " = ve onlardan... ve onlardan..." diye nazil oluyordu. Öyleki hiç kimsenin kalmayıp hepsinin bu sûrede zikir olunduğu zannına vardılar."[312]
Yüce Rabbim Nisa sûresinde ise şöyle buyurmaktadır:
"Başüstüne" derler, ama yanından ayrılınca onlardan bîr kısmı, senin dediğinden başkasını gizlice kurar. Allah da onların
gizlice kurduklarını yazar. Sen onlara aldırma ve Allah'a dayan; sana vekil olarak Allah yeter." (Nisa, 4/81)
2- Bunların cenaze namazlarının kılınmasının ve kabirlerine gidilip dua edilmesinin menedîlmesi, kabirleri yanında. saygıyla durulması da bu yasağın içindedir. Yüce Mevlâmız şöyle buyurmaktadır:
"Onlardan (münafıklardan) ölmüş olan hiç bir kimse üzerine, hiç bir zaman (cenaza) namaz(ı) kılma; kabri başında da durma!
Çünkü onlar, Allah'ı ve Rasûlünü inkar ettiler ve kâfir olarak Öldüler." (Tevbe, 9/84)
İbn Kesîr diyor ki, yukarıdaki âyette geçen hüküm, genel bir hükümdür. Dolayısıyla münafıklıkları bilinen herkes için bu âyetin hüH mü geçerlidir. Gerçi âyet her ne kadar münafıkların başı olan Abduf lah b. Übeyy b. Selûl hakkında nazil olmuş ise de, bu, hükmün geneligine engel teşkil etmez.[313]
3-Böylelerinin cihaddan geri kalmaları halinde hiçbir özürleri makbul ve geçerli kabul edilmez.Kaldı ki , bundan ötürü Rasulullah (s.a)onları reddetmiş ve kabul etmemiştir. Rabbim şöyle buyuruyor:
"Eğer Allah seni onlardan
bir gurubun yanına döndürür de (Tebük seferinden Medine'ye döner de başka bir savaşa seninle beraber) çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: "Benimle beraber asla çıkmayacaksınız ve düşmana karşı benimle beraber asla savaşm, vacaksınız! Çünkü siz birinci defa (Tebük seferinde) yerinizde kalmaya razı oldunuz. Şimdi de geri kalanlarla (kadın ve çocuklarla) beraber oturun!" (Tevbe, 9/83)
"(Seferden) onlara döndüğünüz zaman size özür beyan edecekler. De ki: "(Boşuna) özür dilemeyin! Size asla inanmayız; çünkü Allah, sizin gerçek tutumlarınızı bize bildirmiştir. (Bundan sonraki) amelinizi Allah da görecektir, Rasûlü de. Sonra görüleni ve görülmeyeni Bilen'e döndürüleceksiniz de yapmakta olduklarınızı size haber verecektir.
“Onların yanına döndüğünüz zaman size, kendilerinden (onları cezalandırmaktan) vazgeçmeniz için Allah âdına andiçecekler. Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır. Kazanmakta olduklarına (kötü işlerine) karşılık ceza olarak varacakları yer cehennemdir.
''Onlardan razı olasınız diye size yemin edecekler. Fakat siz onlardan razı olsanız bile Allah fasıklar topluluğundan asla razı olmaz.” (Tevbe, 9/94-96)
4- Bağışlanmayacaklar ve mağfiret dilenmeleri kendileri adına kabul^ olunmayacak. Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:
"(Ey Muhammedi) Onlar için ister af dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek. Bu, onların Allah ve Rasûlünü inkâr etmelerinden Ötürüdür. Allah fâsiklar topluluğunu hidâyete erdirmez." (Tevbe, 9/80)
Bir başka sûrede de Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Onlara "Gelin, Allah'ın peygamberi sizin için mağfiret .dilesin" denildiği zaman başlarını çevirirler ve (bundan sonra sen) onların, büyüklük taslayarak uzaklaştıklarım görürsün."
"Onlara mağfiret dilesen de,
dilemesen de birdir. Allah onları kat'iyyen bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez." (Münafikûn 63/5-6)
D- Allah Ve Rasûlüne Savaş Açan Yakınlarla Her Türlü Dostluğu Kesmek
Biz Mekke dönemiyle ilgili olarak şöyle demiştik: Mü'min Mekke döneminde kâfir olan anne ve babasıyla ilgisini kesmemek ve onlarla iyi geçinmekle emrolunmuştu. Böyle bir davranışta ise onlarla bir muvalat ve dostluk söz konusu değildir. Sadece Mekke'de mü'minlerin bunlarla ilişkilerini kesmeleri ya da bunlardan ayrılmaları emredilmiş değildi.
Ancak Medine'de durum farklılık kazandı. Zira İslam devletinin kurulmasından ve hakim olmasından sonra, müşrik ve kâfirlerle cihad emrinin gelişiyle Medine'de durum çok farklı boyutlara ulaştı. Burada öyle bir sınır konuldu ki, mü'min artık tam manâsıyla müşrik ya da kâfir olan yakımyla her türlü bağını kesmekle yükümlü olduğu gibi aynı zamanda münafıklarla da konumlan çok farklıydı. Müslümanların bunlarla da tam bir ayrılık içinde olmaları emir gereğiydi. Nitekim buna dair bir çok âyet nazil olmuştur. Bunlardan biri,Rab-bimizin şu âyetidir:
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, -oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa- Allah'a ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin. İşte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut
olmuşlardır. İşte onları Allah'ın gurubudur. İyi bilin ki, kurtulaşa erecek olanlar sadece Allah'ın gurubu olanlardır." (Mücadele, 58/22)
* İlim ehli bu âyetin nüzul sebebiyle ilgili olarak demişlerdir ki, "Bu âyet, Uhud savaşında Ebû Ubeyde Amir b. el-Cerrah, babası Abdullah b. Cerrah'ı öldürmesi üzerine nazil olmuştur. Aynı zamanda bu, Ebû Bekir (r.a) hakkında da nazil olmuştur, çünkü o da Bedir savaşında oğlunun karşısına çıkıp savaşmasını istemiştir. Yine denmiştir ki bu âyet, Hz. Ömer ile ilgili olarak nazil olmuştur. Çünkü o da, Bedir gününde dayısı As b. Hişam'ı öldürmüştür. Aynı zamanda Hz. Ali ve Hz. Hamza hakkında da nazil olmuştur. Çünkü bunlar da Bedir gününde Rebîa'nın iki oğlu Utbe ile Şeybe'yi ve Velîd b. Utbe'yi öldürmüşlerdi.[314] Ayrıca bu âyetin daha bir çok nüzul sebepleri vardır denilmiştir.[315]
İşte bu âyet-i kerime Allah taraftarlarıyla şeytan yandaşları arasında tam ve kesin bir ayrılığın olrnası gerektiğini ortaya koymuş oluyor. Mü'minin her türlü cazibeden ve her türlü tarafgirlikten sıyrılarak müslümanların safında yer alması, bir tek kulpa sarılması ve bir tek ipe bağlanması gerekir. İslâm'ın olduğu yerde neseb yok, akrabalık gailesi yok, aile ye yakınlık davası yok, vatan, cins, ırk, asabiyet ve kavmiyetçilik, bölgecilik gibi bir şey yok. Allah'ın istediği şeylerin dışında hiç bir şeyi tabulaştırmak yok. Sadece ve sadece akide ve onun bayrağı altında durmak vardır.-Ancak böyle bir halde müslüman Hiz-bullah denilen kimse olabilir. Allah (c.c)'ın istediği tarafta olmuş olabilir. Kim de şeytanın boyunduruğu ve istilası altına girmiş ise, o kimse de batıl bayrağının altında yer alır. Böyle bir kimse hiç bir zaman Allah (c.c) taraftarlarıyla bir yerde buluşamazlar.[316] Nitekim Tevbe Sûresinde tam ayrılıkla ilgili olarak son bir emir geliyor. Bu emirde meselenin ve problemin açıklaması bulunmaktadır. Mesele ya da problem burada iman ve küfür meselesi ya da problemidir, yoksa cüz'î bir mesele veya ikinci derecede gelen bir problem değildir. Rabbim şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veliler (idareciler) edinmeyin. Kim onları veli (idareci) edinirse, işte onlar zâlimlerin kendileridir.
"De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşlerniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Rasûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez." (Tevbe, 9/23-24)
İşte bu, Allah'tan gelen bir emirdir ki, kâfirler babalarımız ve kardeşlerimiz de olsalar kesinlikle onlardan uzak durmamızı emretmekte ve onlarla muvalatı ve dostluğu yasaklamaktadır. Bunlar küfrü imana tercih etmeleri halinde kendileriyle yapılacak olan budur.[317]
Kurtubî diyor ki, Tevbe sûresinin bu âyetinin hükmü, mü'minlerle kâfirler arasındaki velayetin, yetkinin ve dostluğun sona erdirilmesi bakımından kıyamete kadar geçerlidir.[318]
İbn Abbâs (r.a) ise, âyetin: "Kim onları veli (idareci) edinirse, işte onlar zâlimlerin kendileridir” kısmıyla ilgili olarak diyor ki: "O da onlar gibi müşriktir, zira şirke kim rıza gösterirse o da tıpkı müşrik gibi müşriktir."[319]
Kur'ân-ı Kerîm, değişik şekillerdeki lezzetleri, tamaları, ilgi ve alakaları terazinin bir kefesine, Akideyi ve buna bağlı olan diğer şeyleri de terazinin diğer kefesine koymak suretiyle her şeyi meydana dökü-veriyor.
Atalar (babalar), oğullar, kardeşler, eşler, yakın çevre ve akraba, kısaca kan bağı, soy bağı, karabet = (yakınlık) ve evlilik nedeniyle olan yakınlık gibi tüm bu bağlar, mal, ticaret -ki bunlar fıtratın arzulayıp rağbet gösterdiği şeylerdir- gibi bağlar, kişiyi dinlendiren meskenler-çünkü bunlar hayatın metaı ve lezzetidirler- .... bütün bu sayılanlar terazinin bir kefesine, diğerine ise Allah ve Rasulünün sevgisi Allah yolunda cihad sevgisi konulmaktadır. Durum böylece sergilenmektedir. Cihad tüm gerekleriyle ve zorluklarıyla ve beraberinde getirdiği ve getireceği sıkıntı ve yorgunluklarla düşünülmeli, öyle değerlendirilmeli. Bunda sıkıntı var, mahrumiyet var, bu yolda can vermek ve kurban olmak var, acı var, yaralanma var ve şehitlik var. Cihad, her türlü gürültüden uzak, her türlü söylentiden berî, her türlü gösterişle ilgisi olmayan, içinde övünme, gösteriş ve riya bulunmayan sırf Allah rızası gözetilen bir cihad ise terazinin diğer kefesine...
Allah (c.c), bu sorumluluk ve yükümlülüğü, mü'minlerin bunu taşıyabileceklerini bildiği için onlara yüklemiştir. Zira onların yaratılışlarının buna müsait olduğunu bilmektedir. Zira Allah (c.c), hiç bir kimseye gücünün üzerinde bir yük yüklemez. Aynı zamanda, insanların fıtratına bu görevi tevdi eden Allah (c.c), her şeyden arınmış olarak ona bu yüce gücü rahmeti sayesinde ihsan etmiştir. Bu, Allah'ın kullarına olan merhameti sebebiyledir. Kuluna öylesine bir şuur lezzeti vermiştir ki, bu sayede kul, Allah ile münasebetini sürdürüyor. Bu öylesine bir lezzettir ki, bunun üzerinde bir başka lezzet düşünülemez. Tüm zayıflığına rağmen, tüm inişlerine rağmen, et ve kan ağırlığından kurtulması yanında bu, yücelme ve yükselme lezzetidir. Bu, aydın olan ufuklara tırmanma ve yücelme lezzetidir.[320]
Kısaca Şöyle Toparlayalım:
'Vela ve Berâ kavramları gerçek hüviyetlerine Medine döneminde kavuşmuştur. İslamın adil ve dosdoğru devletinin kurulmasıyla. İman kardeşliğinin, tüm bağların üstünde değerlendirilmesiyle, bunun dışındaki bağların hepsinin bu uğurda feda edilmesiyle, gerçek şeklini bulmuştur. Kâfirlere ve müşriklere ve bir de andlaşmasim bozanlara karşı cihadın meşru olmasıyla gerçek anlamını kazanmıştır. Gelen ilahî emir, münafıklara karşı sert tavır takınmayı ve onlardan yüz çevirmeyi öngörmekle gerçek hüviyetini kazanmış oldu. Böylece Allah'a ve Rasûlüne iman etmeyen, Hak Dini kendileri için din kabul etmeyen tüm yakınlardan ve akrabalardan uzaklaşmayı öngören bir emir. Bu yakın çevre babalar, kardeşler, eşler veya diğer şeyler olsa da, insanların kendilerince değer verdiği her şey bu amaçla bir kenara itilmek suretiyle sağlanan Berâ ve Velâ.
Artık müslümanlann safı belirlendi. Dinlen sayesind.e yüceldiler. Her türlü izzetin, şerefin, yüceliğin ve efendiliğin, baş olmanın sebebi olan bu dine mensup olmakla övünür oldular. Evet doğuyu ve batıyı feth ettiklerinde bununla övünüyorlardı. Mü'rhinler bugün ve yarın tekrar şerefli oluşu ve yücelmeyi istiyorlarsa akidelerine, inançlarına dönsünler. Buna ancak sevgiyle, Allah'ın dinine ve mü'minlere bağlanmakla ve onların dostluğuna sarılmakla ulaşabilirleri Bir de en yakınları da olsalar tüm kafir, müşrik ve münafıklardan ilişkilerini kesmekle eski hüviyetlerine erişebilirler. Şayet anne ve baba kafir iseler, kişi bunlara iyilikte devam edecek, çünkü bu, kıyamete dek baki olan bir hükümdür.
[305] Yoldaki İşaretler, Cihad bölümü. Fî Zilâl, 1
[306] Buharı, Tefsîr, Tevbe sûresi tefsiri, VIII, 317-4655. Hadisi.
[307] İbn Kesîr, Tefsîri, 4/73.
[308] Kur'ân Meali (İfav), Tevbe, 28. âyetle ilgili dipnot.
[309] Taberî Tefsîri, 26/100, İbn Kayyım, Zimmet Ehli ahkairfı, 1/69.
[310] Ebû Davûd, Cihad 95; Nesâî, Kasâme 27, Tirmizî, Siyer, 1654.
[311] Zâdü'l-Meâd, 3/161.
[312] Buharî, Tefsir, Haşr sûresi.
[313] İbn Kesîr, Tefsir, 4/132.
[314] Vahidî, Esbâbünnüzûl, 236; İbn Kesîr, Tefsir, 8/79.
[315] Daha fazla bilgi için bak. Kurtubî, Ahkâmü'l-Kur'ân, 17/307.
[316] Fî Zilâl, 6/3514, 3516.
[317] İbn Kesîr, Tefsir, 4/66.
[318] Kurtubî, Ahkamu’l-Kur'ân, 8/94.
[319] a-agk. 8/94.
[320] Fî ZİIâl, 3/161