- Cihadın amacı

Adsense kodları


Cihadın amacı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Tue 28 September 2010, 09:57 pm GMT +0200
Cihadın Amacı   
                                                                   
 

İslâm'da cihadın amacı, yeryüzünde bir tek Allah'a ibadeti ve O'nun hakimiyetini sağlamaktır. Şeriatım üstün kılmak, insanları, kul­lara kulluktan kurtarıp Allah'a kul olma hürriyetine kavuşturmaktır. Aynı zamanda beşerin Hanlığından kurtarıp, bir tek olan Allah'ın uluhiyyetine eriştirmek, O'nun hakimiyeti altına sokmaktır.[305] Ayrıca ci­hadın bir başka hedefi de yeryüzündeki mustazafları, ezilenleri kur­tarmaktır. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"Size ne oldu da Allah yo­lunda ve "Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bi­ze tarafından bir sahip gönder, bi­ze katından bir yardımcı yolla" diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsu­nuz? (Buna hakkınız yok)." (Nisâ, 4/75)                                                                                       

Şimdi sana, her guruba karşı nasıl bir uzaklaşış uygulamasına gi­deceksin ye müslümanlann bunlarla cihadının nasıl olması gerektiği hususunu açıklayacağım.                                                             


A- Müşriklere Karşı Berâ (İlişkileri Kesmek) Nasıl Olmalı?

 

1. Medine'de İslam devletinin kurulması ve hakim olmasından son-jra, keşin olarak Mekke ve Mekke dışındaki yerlerde, şirk ağacının kökünün kazınması gerekiyordu. Tevbe sûresi müşriklerle savaş etme hakkında nazil olmuştur. Bunun etraflı açıklaması ise İbn Kayyım'ın da-fha önce adı geçen özetinde vardır. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Allah ve Rasûlünden ken­dileriyle andlaşma yapmış olduğu­nuz müşriklere bir ihtardır:

"(Ey Müşrikler!) Yeryüzün­de dört ay daha dolaşın. İyi bilin ki siz Allah'ı aciz bırakacak de­ğilsiniz; Allah ise kâfirleri rezil (ve perişan) edecektir.

"Hacc-ı Ekber (En büyük ; Hac) gününde Allah ve Rasûlün­den insanlara bir bildiridir: Allah ve Rasûlü müşriklerden uzaktır. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Ve eğer yüz çevi­rirseniz bilin ki, siz Allah'ı aciz bı­rakacak değilsiniz. (Ey Muhammed;) O kâfirlere acıklı bir azabı bildir!

"Ancak kendileriyle andlaş­ma yaptığınız müşriklerden (and­laşma şartlarının tamamına uyan) hiç bir şeyi size eksik bırakmayan ve sizin aleyhinize herhangi bir kimseye arka çıkmayanlar (bu hükmün) dışındadır. Bundan do­layı onların andlaşmalannı, süre­leri bitinceye kadar tamamlayınız. Çünkü Allah (haksızlıktan) sakı­nanları sever.

"Haram aylar çıkınca müş­rikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekatı da verirlerse artık yollarını serbest bı­rakın. Çünkü Allah yarlıgayan, esirgeyendir.

"Ve eğer müşriklerden biri senden aman dilerse, Allah'ın ke­lamını işitip dinleyinceye kadar ona aman ver, sonra (müslüman olmazsa) onu güven içinde bulu­nacağı bir yere ulaştır. İşte böyle (kâfirlikte ısrar etmeleri) onların, bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.

"Mescid'i Haramın yanında kendileriyle andlaşma yaptığınız hariç, (diğer) müşriklerin Allah ve Rasulü yanında nasıl sözleşmesi olabilir? Size karşı dürüst davran­dıkları müddetçe siz de onlara dü­rüst davranın. Çünkü Allah (Ah­di bozmaktan) sakınanları sever.

"Onların nasıl ahdi olabilir;

onlar size galip gelselerdi, sizin hakkınızda ne ahit, ne andlaşma göze­tirlerdi. Onlar ağızlarıyla sizi razı ediyorlar, halbuki kalbleri buna karşı çıkıyor. Çünkü onların çoğu fasıklardır.

"Allah'ın âyetlerine karşılık az bir değeri (dünya malını ve nefsanî istekleri) satın aldılar da (insanları) O'nun yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür!

"Bir mü m in hakkında ne ahid tanırlar ne de andlama. Çünkü onlar saldırganların kendileridir.

"Fakat eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir. Biz, bilen bir kavme âyetlerimizi böyle acık­ıyoruz.

"Eğer andlaşmalardan sonra yeminlerini bozarlar ve dininize sal-dırırlarsa, küfrün önderlerine karşı savaşın. Çünkü onlar yeminleri ol­mayan adamlardır. (Onlara karşı savaşırsanız) umulur ki küfre son verirler.

"(Ey mü'minler!) verdikleri sözü bozan, peygamber'i (yurdun­dan) çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmıyacak mısınız; yoksa onlardan korkuyor mu­sunuz? Eğer (gerçek) mü'minler iseniz, (Bilin ki,) Allah, kendisinden korkmanıza daha lâyıktır.

"Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mü'min toplumun kalple­rini ferahlatsın.

"Ve onların (mü'minlerin) kalplerinden öfkeyi gidersin. Allah di­lediğinin tevbesini kabul eder. Çünkü Allah bilendir, hikmet sahibi­dir." (Tevbe, 9/1-15)

2- Mescidi harama girmekten menedilmeleri. Rabbimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllardan sonra Mescid'i Haram'a

yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluk­tan korkarsanız, (biliniz ki), Al-jjah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Çünkü Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir." (Tevbe, 9/28)

İbn Kesîr'in anlattığına göre bu âyet hicretin dokuzuncu yılında nazil olmuştur. İşte bu sebepten RasûluIIah (s.a), Hz. Ali'yi, Hz. Ebû Bekr'in sohbetine gönderdi. O yıl Hac emiri olarak Hz. Ebû Bekir gidiyordu. Hz. Peygamber, Hz. Ali'yi gönderirken ona; Müşriklere orada, Mekke'de seslenecek, artık o yıllarından sonra müşrikler Ka'be'yi haccetmeyeceklerdir. Çıplak olarak da Beytullah'ı tavaf etmeyecek­lerdir.[306] Allah (c.c), böylece emrini tamamlamış ve şeriat olarak ve takdir olarak da Rabbim bununla hükmetmiştir.[307]

Burada bir hususa dikkatinizi çekmek isteriz. Müşriklerin Mescid'i Haram'a yaklaştırılmalarının nedeni ekonomik olduğundan bu âyette bu noktaya dikkat çekilerek zenginliğin Allah'ın lütfü olduğu, binaenaleyh aslen pis olan müşriklerin Mescid'e yaklaştırılmaları yo­luyla maddî çıkar (döviz vs.) aramanın uygun olmayacağı ihtar edili­yor. Burada geçen Mescidi Haramdan maksadın bütün mescidler ol­duğu, dolayısıyla müşriklerin hiç bir mescide girmelerinin caiz olma­yacağı görüşünü hesaba katarsak bugün camilerimizin yaşadığı vakı­ayı bu âyet ışığında daha iyi anlarız. "[308]

3. Şirk koşan kadınlarla evlenmenin yasaklanması. İbn Cerîr Hudeybiye sulhunu anlatırken diyor ki: Hz. Peygamber (s.a)'e bazı ka­dınlar iman etmiş olarak geldiler. İşte aşağıdaki âyet bununla ilgili ola-raz nazil olmuştur. Allah (c.c) bu âyette şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! Mü'min kadınlar hicret ederek size geldi­ği zaman, onları imtihan edin. Al­lah onların imanlarım daha iyi bi­lir. Eğer siz de onların inanmış ka­dınlar olduklarını öğrenirseniz on­ları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helâl değildir, on­lar da bunlara helal olmazlar. On­ların (kocalarının) sarfettiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikahınızda tutmayın, sarf ettiğinizi isteyin. On­lar da sarfettiklerini istesinler. Allah'ın hükmü budur. Aranızda O hük­meder. Allah bilendir, hikmet sahibidir." (Mümtehine, 60/10)

Ibn Cerîr diyor ki, Hz. Ömer (r.a), şirk döneminden nikahı altın da bulunan iki kadını boşadı.[309]

4.  Müslümanların şirk diyarında ikametlerinin menediimesi.

4. Müslümanların şirk diyarında ikametlerinin menedilmesi, ya­saklanmış elması.

Bu, Rabbimiz (c.c)'in, dinini aziz kılıp rnü'min kullarını güçlen­dirdikten sonra olmuştur. Kendilerinin de bir devletleri ve ikamet ede­cekleri bir yurtlan olmasından sonra bu yasak gündeme gelmiştir. Bun­dan böyle müslümanlarm şirk diyarında kalmaları haram kılındı. Zi­ra müslümanların oralarda kalmaları halinde dinleri sebebiyle fitneye maruz kalmaları korku ve endişesi bulunuyordu.

Bundan böyle müslüman, şirk diyarında kalmayacak, gelip müs­lümanların cemaatine ve toplumuna katılacaktır. Zira onlar onun kar­deşleri ve velileridirler. Diğer insanlara göre müslümanların kardeşle­rinin ve velilerinin yanında yer alması gerekir. Nitekim Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuşlardır:

"Ben, müşriklerin arasında ikamet eden her müslümandan uza­ğım." Ey Allah'ın Rasûlü! Neden, diye sordular? O (s) da şöyle bu­yurdular: "Çünkü ateşleri (müslümanlarla müşriklerin ateşleri) birbi­rinden ayırdedilmez."[310]

 
B) Kitap Ehlinden Uzaklaşış (Berâ)
 

Daha önce de geçtiği gibi demiştik ki, aslında cihad, müslüman-lara tüm düşmanları arasında ayırıcı ve caydırıcı en büyük özelliktir. Bu düşmanlardan biri de Kitap ehlidir. Burada mutlaka onların bazı özelliklerine işaret etmemiz gerekecektir. Onlarla cihada girişmemize ek olarak ehli kitabın ayırıcı özelliklerine de işaret etmeliyiz.

İşte bunlardan biri Rabbimizin Al'i İmrân süresindeki şu âyeti­dir. Bu âyet aynı zamanda onların bir çok durumlarını da ortaya çı­karmıştır.

Rabbimiz (c.c.) şöyle buyuruyor: Rabbimiz (c.c) şöyle buyuruyor:

"Ey EhPi kitap! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin Al­lah'ın âyetlerini inkar edersiniz?

"Ey ehl'i kitap! Neden doğ-

303.    ruyu eğriye (hakkı bâtıla) karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsu­nuz?" (Âl'i İmrân 3/70-71)

Yine aynı sûrede şöyle buyuruluyor:

"De ki: Ey Ehl'i kitap! Al­lah yaptıklarınızı görüp dururken niçin Allah'ın âyetlerini inkâr edersiniz?

"De ki: Ey Ehl'i kitap! (Ger­çeği) görüp bildiğiniz halde niçin

Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek müminleri Allah yolun­dan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz de­ğildir." (Âl’i İmrân, 3/98-99)

Yine Rabbim şöyle buyuruyor:

"Ey kitap ehli! Yalnızca Al­lah'a, bize indirilene ve daha ön­ce indirilene inandığımız için mi bizden hoşlanmıyorsunuz? Oysa çoğunuz yoldan çıkmış kimse­lersiniz.

"De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size ha­ber vereyim mî? Allah'ın lanetlediği ve gazabettiği, aralarından may­munlar, domuzlar ve tağuta tapanlar çıkardığı kimseler; işte bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır." (Maide, 5/59-60)

Bu ve benzeri âyetlerde kitap ehlinin uyarıldığını, kendilerine yapılanların hatırlatıldığını gördük. Aynı zamanda bu âyetler onların ken­di batıl yaşantılarıyla rezil ve rüsvay olduklarını da ortaya koymaktadır.

Daha sonra Kur'ânî nass, Rasûlullah ve peşinden de mü'minler için geliyor ve şu gerçeği dile getiriyor.

Kitap ehline, hiç bir şeye sahip olmadıklarını, bu itibarla da Al­lah'ın şeriatını ikame etmeyeceklerini ve kitabıyla da hüküm verme­yeceklerini bildiriyor. Rabbim şöyle buyuruyor:

"De ki: Ey ehl'i kitap! Siz,Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden si­ze indirileni hakkıyla uygulama­dıkça, (doğru ) bir şey üzerinde değilsinizdir. Rabbinden sana in­dirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette artıracaktır. Kâfirler topluluğu için üzülme." (Maide, 5/68)

İşte bu yüce âyet, kitap ehliyle ilgili olarak onlara karşı nasıl bir uzaklaşma tavrının ortaya konması gerektiğini açık bir şekilde ortaya konması gerektiğini açık bir şekilde ortaya koyuyor. Nitekim Hz. Mu-hammed Mustafa (s.a)'nın ve ashabının savaşı ve cihadı da özellikle kitap ehline karşıydı. Meselâ, Kaynuka oğullan, Kureyzâ oğulları ve Nadîr oğullarını örnek olarak gösterebiliriz. Hz. Peygamber'in bun­lardan uzaklaşması, cihad edişi ve ilgiyi kesmesi gayet açık ve seçik olarak ortadadır.

Nitekim İkinci babın altıncı bölümünde bunların Arapyarımadasından nasıl sürülüp çıkarılmış olduklarını göreceğiz.

 
C. Münafıklardan Uzaklaşış
 

Münafıklardan ayrılmak ve onlardan uzak durmak, aslında Rasülullah (s.a) ve onunla birlikte hareket edenlerden alınmış bir uygu­lama ve metoddur. Bu konuda Allâme İbn Kayyım (r.a) şöyle diyor:

Hz. Peygamber (s.a)'in münafıklarla olan ilişkisi ve tavrı şöyle idi. Onların açıkça işledikleri duruma göre kendilerine gereken mua­meleyi yapardı. Onların bu yöndeki açıklıklarını kabul eder, gizli yön­lerini ise Allah'a havale buyururdu. Bunlarla ilmi deliller ve hüccet ile cihad eder, aynı zamanda bunlardan yüzçevirilmesini emir buyu­rur, kendilerine karşı sert bir tavır takınılmasını istelerdi. En beliğ ve güzel ifadelerle bunlara tebliğ yapılarak kalplerinin, derinliklerine iş­lemesini isterken, öldüklerinde cenaze namazlarının kılınmamasını is­ter ve kabirlerinin başlarında kendilerine dua yapılmamasını emrederdi. Aynı zamanda şunu da söylerdi. Bunlar için Allah' dan mağfiret dile­ğinde bulunulsa da, Allah (c.c), bunları asla bağışlamayacaktır.[311]

Daha önceki sayfalarda belirttiğimiz gibi v münafıkların en belir­gin özelliği kafirlerle dostluk kurmalarıdır. Allah'ın dininden hoşlan­mamaları, müslümanların arasında kendilerini küçük görmeleridir. Bu­nun içindir ki, Rabbimiz onların durumlarını mü'minlere açıklarken, mü'minlerin bunlardan kesinlikle ayrılmaları ve uzak durmalarını is­temiştir. Nitekim bu konuya ilişkin bir çok âyetler nazil olmuştur. Bu âyetler onlardan ayrılmanın gerekliliğini göstermektedir ki, işte bu, Berâ' yani uzaklaşmak ve bunlarla münasebet kurmamak demektir. Şimdi bu hususları ele alalım:

1- Münafıklardan yüz çevirmek ve onlara sert davranmak. Nite­kim bu konu kâfirlerle cihad konusuyla birlikte gelmiş ve ele alınmış­tır. Münafıklara karşı katı ve sert davranmak cihadın türlerindendir. Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

"Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!" (Tevbe, 9/73)

Aynı zamanda Tandırı süresindeki 9. âyet ve Tevbe sûresi bunla­rın tüm aşağılıklarını her yönüyle ortaya koymaktadır. Bundan dola­yı da bunlar "Fadiha" yani rezil diye adlandırılmışlardır. Buharî'nin Sahihinde Saîd b. Cübeyr'den rivayet olunduğuna göre demiştir ki: "İbn Abbâs'a, Tevbe sûresi ne hakkında nazil olduğu diye sordum? O da şu cevabı verdiler: "Tevbe sûresi mi? Hayır O, Fadiha süresidir (insanların çirkinliklerini ortaya koyan sûredir). Zira o sûrede devamlı olarak "Ve minhürn... ve minhüm" " = ve onlardan... ve onlardan..." diye nazil oluyordu. Öyleki hiç kimsenin kalmayıp hepsinin bu sûrede zikir olunduğu zannına vardılar."[312]

Yüce Rabbim Nisa sûresinde ise şöyle buyurmaktadır:

"Başüstüne" derler, ama ya­nından ayrılınca onlardan bîr kıs­mı, senin dediğinden başkasını gizlice kurar. Allah da onların

gizlice kurduklarını yazar. Sen onlara aldırma ve Allah'a dayan; sana vekil olarak Allah yeter." (Nisa, 4/81)

2- Bunların cenaze namazlarının kılınmasının ve kabirlerine gidilip dua edilmesinin menedîlmesi, kabirleri yanında. saygıyla durulması da bu yasağın içindedir. Yüce Mevlâmız şöyle buyurmaktadır:

"Onlardan (münafıklardan) ölmüş olan hiç bir kimse üzerine, hiç bir zaman (cenaza) namaz(ı) kılma; kabri başında da durma!

Çünkü onlar, Allah'ı ve Rasûlünü inkar ettiler ve kâfir olarak Öldüler." (Tevbe, 9/84)

İbn Kesîr diyor ki, yukarıdaki âyette geçen hüküm, genel bir hükümdür. Dolayısıyla münafıklıkları bilinen herkes için bu âyetin hüH mü geçerlidir. Gerçi âyet her ne kadar münafıkların başı olan Abduf lah b. Übeyy b. Selûl hakkında nazil olmuş ise de, bu, hükmün geneligine engel teşkil etmez.[313]

3-Böylelerinin cihaddan geri kalmaları halinde hiçbir özürleri makbul ve geçerli kabul edilmez.Kaldı ki , bundan ötürü Rasulullah (s.a)onları reddetmiş ve kabul etmemiştir. Rabbim şöyle buyuruyor:

"Eğer Allah seni onlardan         

bir gurubun yanına döndürür de (Tebük seferinden Medine'ye dö­ner de başka bir savaşa seninle be­raber) çıkmak için senden izin is­terlerse, de ki: "Benimle beraber asla çıkmayacaksınız ve düşmana karşı benimle beraber asla savaşm, vacaksınız! Çünkü siz birinci defa (Tebük seferinde) yerinizde kalmaya razı oldunuz. Şimdi de geri kalanlarla (kadın ve çocuklarla) beraber oturun!" (Tevbe, 9/83)                                 

"(Seferden) onlara döndüğü­nüz zaman size özür beyan ede­cekler. De ki: "(Boşuna) özür di­lemeyin! Size asla inanmayız; çünkü Allah, sizin gerçek tutum­larınızı bize bildirmiştir. (Bundan sonraki) amelinizi Allah da göre­cektir, Rasûlü de. Sonra görüle­ni ve görülmeyeni Bilen'e döndü­rüleceksiniz de yapmakta olduk­larınızı size haber verecektir.

“Onların yanına döndüğü­nüz zaman size, kendilerinden (onları cezalandırmaktan) vazgeç­meniz için Allah âdına andiçecekler. Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır. Kazanmakta olduklarına (kötü işlerine) karşılık ceza olarak varacakları yer cehen­nemdir.

''Onlardan razı olasınız diye size yemin edecekler. Fakat siz on­lardan razı olsanız bile Allah fasıklar topluluğundan asla razı olmaz.” (Tevbe, 9/94-96)

4- Bağışlanmayacaklar ve mağfiret dilenmeleri kendileri adına ka­bul^ olunmayacak. Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

"(Ey Muhammedi) Onlar için ister af dile, ister dileme. On­lar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek. Bu, onların Allah ve Rasûlünü in­kâr etmelerinden Ötürüdür. Allah fâsiklar topluluğunu hidâyete erdir­mez." (Tevbe, 9/80)

Bir başka sûrede de Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Onlara "Gelin, Allah'ın peygamberi sizin için mağfiret .dilesin" denildiği zaman başları­nı çevirirler ve (bundan sonra sen) onların, büyüklük taslayarak uzaklaştıklarım görürsün."

"Onlara mağfiret dilesen de,

dilemesen de birdir. Allah onları kat'iyyen bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez." (Münafikûn 63/5-6)

 
D- Allah Ve Rasûlüne Savaş Açan Yakınlarla Her Türlü Dostluğu Kesmek
 

Biz Mekke dönemiyle ilgili olarak şöyle demiştik: Mü'min Mek­ke döneminde kâfir olan anne ve babasıyla ilgisini kesmemek ve on­larla iyi geçinmekle emrolunmuştu. Böyle bir davranışta ise onlarla bir muvalat ve dostluk söz konusu değildir. Sadece Mekke'de mü'minlerin bunlarla ilişkilerini kesmeleri ya da bunlardan ayrılmaları em­redilmiş değildi.

Ancak Medine'de durum farklılık kazandı. Zira İslam devletinin kurulmasından ve hakim olmasından sonra, müşrik ve kâfirlerle cihad emrinin gelişiyle Medine'de durum çok farklı boyutlara ulaştı. Bu­rada öyle bir sınır konuldu ki, mü'min artık tam manâsıyla müşrik ya da kâfir olan yakımyla her türlü bağını kesmekle yükümlü olduğu gibi aynı zamanda münafıklarla da konumlan çok farklıydı. Müslü­manların bunlarla da tam bir ayrılık içinde olmaları emir gereğiydi. Nitekim buna dair bir çok âyet nazil olmuştur. Bunlardan biri,Rab-bimizin şu âyetidir:

"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, -oğulları, kardeşleri, yahut akraba­ları da olsa- Allah'a ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin. İşte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut

olmuşlardır. İşte onları Allah'ın gurubudur. İyi bilin ki, kurtulaşa ere­cek olanlar sadece Allah'ın gurubu olanlardır." (Mücadele, 58/22)

* İlim ehli bu âyetin nüzul sebebiyle ilgili olarak demişlerdir ki, "Bu âyet, Uhud savaşında Ebû Ubeyde Amir b. el-Cerrah, babası Abdul­lah b. Cerrah'ı öldürmesi üzerine nazil olmuştur. Aynı zamanda bu, Ebû Bekir (r.a) hakkında da nazil olmuştur, çünkü o da Bedir sava­şında oğlunun karşısına çıkıp savaşmasını istemiştir. Yine denmiştir ki bu âyet, Hz. Ömer ile ilgili olarak nazil olmuştur. Çünkü o da, Bedir gününde dayısı As b. Hişam'ı öldürmüştür. Aynı zamanda Hz. Ali ve Hz. Hamza hakkında da nazil olmuştur. Çünkü bunlar da Bedir gününde Rebîa'nın iki oğlu Utbe ile Şeybe'yi ve Velîd b. Utbe'yi öl­dürmüşlerdi.[314] Ayrıca bu âyetin daha bir çok nüzul sebepleri vardır denilmiştir.[315]

İşte bu âyet-i kerime Allah taraftarlarıyla şeytan yandaşları ara­sında tam ve kesin bir ayrılığın olrnası gerektiğini ortaya koymuş olu­yor. Mü'minin her türlü cazibeden ve her türlü tarafgirlikten sıyrıla­rak müslümanların safında yer alması, bir tek kulpa sarılması ve bir tek ipe bağlanması gerekir. İslâm'ın olduğu yerde neseb yok, akraba­lık gailesi yok, aile ye yakınlık davası yok, vatan, cins, ırk, asabiyet ve kavmiyetçilik, bölgecilik gibi bir şey yok. Allah'ın istediği şeylerin dışında hiç bir şeyi tabulaştırmak yok. Sadece ve sadece akide ve onun bayrağı altında durmak vardır.-Ancak böyle bir halde müslüman Hiz-bullah denilen kimse olabilir. Allah (c.c)'ın istediği tarafta olmuş ola­bilir. Kim de şeytanın boyunduruğu ve istilası altına girmiş ise, o kim­se de batıl bayrağının altında yer alır. Böyle bir kimse hiç bir zaman Allah (c.c) taraftarlarıyla bir yerde buluşamazlar.[316] Nitekim Tevbe Sûresinde tam ayrılıkla ilgili olarak son bir emir geliyor. Bu emirde meselenin ve problemin açıklaması bulunmaktadır. Mesele ya da prob­lem burada iman ve küfür meselesi ya da problemidir, yoksa cüz'î bir mesele veya ikinci derecede gelen bir problem değildir. Rabbim şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler! Eğer küf­rü imana tercih ediyorlarsa, baba­larınızı ve kardeşlerinizi (bile) ve­liler (idareciler) edinmeyin. Kim onları veli (idareci) edinirse, işte onlar zâlimlerin kendileridir.

"De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşlerniz, kazan­dığınız mallar, kesada uğramasın­dan korktuğunuz ticaret, hoşlan­dığınız meskenler size Allah'tan, Rasûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bek­leyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez." (Tevbe, 9/23-24)

İşte bu, Allah'tan gelen bir emirdir ki, kâfirler babalarımız ve kar­deşlerimiz de olsalar kesinlikle onlardan uzak durmamızı emretmekte ve onlarla muvalatı ve dostluğu yasaklamaktadır. Bunlar küfrü ima­na tercih etmeleri halinde kendileriyle yapılacak olan budur.[317]

Kurtubî diyor ki, Tevbe sûresinin bu âyetinin hükmü, mü'minlerle kâfirler arasındaki velayetin, yetkinin ve dostluğun sona erdiril­mesi bakımından kıyamete kadar geçerlidir.[318]

İbn Abbâs (r.a) ise, âyetin: "Kim onları veli (idareci) edinirse, işte onlar zâlimlerin kendileridir” kısmıyla ilgili olarak diyor ki: "O da onlar gibi müşriktir, zira şirke kim rıza gösterirse o da tıpkı müşrik gibi müşriktir."[319]

Kur'ân-ı Kerîm, değişik şekillerdeki lezzetleri, tamaları, ilgi ve ala­kaları terazinin bir kefesine, Akideyi ve buna bağlı olan diğer şeyleri de terazinin diğer kefesine koymak suretiyle her şeyi meydana dökü-veriyor.

Atalar (babalar), oğullar, kardeşler, eşler, yakın çevre ve akra­ba, kısaca kan bağı, soy bağı, karabet = (yakınlık) ve evlilik nedeniy­le olan yakınlık gibi tüm bu bağlar, mal, ticaret -ki bunlar fıtratın arzulayıp rağbet gösterdiği şeylerdir- gibi bağlar, kişiyi dinlendiren meskenler-çünkü bunlar hayatın metaı ve lezzetidirler- .... bütün bu sayılanlar terazinin bir kefesine, diğerine ise Allah ve Rasulünün sevgisi Allah yolunda cihad sevgisi konulmaktadır. Durum böylece ser­gilenmektedir. Cihad tüm gerekleriyle ve zorluklarıyla ve beraberinde getirdiği ve getireceği sıkıntı ve yorgunluklarla düşünülmeli, öyle de­ğerlendirilmeli. Bunda sıkıntı var, mahrumiyet var, bu yolda can ver­mek ve kurban olmak var, acı var, yaralanma var ve şehitlik var. Ci­had, her türlü gürültüden uzak, her türlü söylentiden berî, her türlü gösterişle ilgisi olmayan, içinde övünme, gösteriş ve riya bulunmayan sırf Allah rızası gözetilen bir cihad ise terazinin diğer kefesine...

Allah (c.c), bu sorumluluk ve yükümlülüğü, mü'minlerin bunu taşıyabileceklerini bildiği için onlara yüklemiştir. Zira onların yaratı­lışlarının buna müsait olduğunu bilmektedir. Zira Allah (c.c), hiç bir kimseye gücünün üzerinde bir yük yüklemez. Aynı zamanda, insanla­rın fıtratına bu görevi tevdi eden Allah (c.c), her şeyden arınmış ola­rak ona bu yüce gücü rahmeti sayesinde ihsan etmiştir. Bu, Allah'ın kullarına olan merhameti sebebiyledir. Kuluna öylesine bir şuur lez­zeti vermiştir ki, bu sayede kul, Allah ile münasebetini sürdürüyor. Bu öylesine bir lezzettir ki, bunun üzerinde bir başka lezzet düşünüle­mez. Tüm zayıflığına rağmen, tüm inişlerine rağmen, et ve kan ağırlı­ğından kurtulması yanında bu, yücelme ve yükselme lezzetidir. Bu, aydın olan ufuklara tırmanma ve yücelme lezzetidir.[320]

 
Kısaca Şöyle Toparlayalım:
 

'Vela ve Berâ kavramları gerçek hüviyetlerine Medine dönemin­de kavuşmuştur. İslamın adil ve dosdoğru devletinin kurulmasıyla. İman kardeşliğinin, tüm bağların üstünde değerlendirilmesiyle, bunun dışındaki bağların hepsinin bu uğurda feda edilmesiyle, gerçek şeklini bulmuştur. Kâfirlere ve müşriklere ve bir de andlaşmasim bozanlara karşı cihadın meşru olmasıyla gerçek anlamını kazanmıştır. Gelen ila­hî emir, münafıklara karşı sert tavır takınmayı ve onlardan yüz çevir­meyi öngörmekle gerçek hüviyetini kazanmış oldu. Böylece Allah'a ve Rasûlüne iman etmeyen, Hak Dini kendileri için din kabul etme­yen tüm yakınlardan ve akrabalardan uzaklaşmayı öngören bir emir. Bu yakın çevre babalar, kardeşler, eşler veya diğer şeyler olsa da, in­sanların kendilerince değer verdiği her şey bu amaçla bir kenara itil­mek suretiyle sağlanan Berâ ve Velâ.

Artık müslümanlann safı belirlendi. Dinlen sayesind.e yüceldiler. Her türlü izzetin, şerefin, yüceliğin ve efendiliğin, baş olmanın sebebi olan bu dine mensup olmakla övünür oldular. Evet doğuyu ve batıyı feth ettiklerinde bununla övünüyorlardı. Mü'rhinler bugün ve yarın tekrar şerefli oluşu ve yücelmeyi istiyorlarsa akidelerine, inançlarına dönsünler. Buna ancak sevgiyle, Allah'ın dinine ve mü'minlere bağ­lanmakla ve onların dostluğuna sarılmakla ulaşabilirleri Bir de en ya­kınları da olsalar tüm kafir, müşrik ve münafıklardan ilişkilerini kes­mekle eski hüviyetlerine erişebilirler. Şayet anne ve baba kafir iseler, kişi bunlara iyilikte devam edecek, çünkü bu, kıyamete dek baki olan bir hükümdür.


[305] Yoldaki İşaretler, Cihad bölümü. Fî Zilâl, 1

[306] Buharı, Tefsîr, Tevbe sûresi tefsiri, VIII, 317-4655. Hadisi.

[307] İbn Kesîr, Tefsîri, 4/73.

[308] Kur'ân Meali (İfav), Tevbe, 28. âyetle ilgili dipnot.

[309] Taberî Tefsîri, 26/100, İbn Kayyım, Zimmet Ehli ahkairfı, 1/69.

[310] Ebû Davûd, Cihad 95; Nesâî, Kasâme 27, Tirmizî, Siyer, 1654.

[311] Zâdü'l-Meâd, 3/161.

[312] Buharî, Tefsir, Haşr sûresi.

[313] İbn Kesîr, Tefsir, 4/132.

[314] Vahidî, Esbâbünnüzûl, 236; İbn Kesîr, Tefsir, 8/79.

[315] Daha fazla bilgi için bak. Kurtubî, Ahkâmü'l-Kur'ân, 17/307.

[316] Fî Zilâl, 6/3514, 3516.

[317] İbn Kesîr, Tefsir, 4/66.

[318] Kurtubî, Ahkamu’l-Kur'ân, 8/94.

[319] a-agk. 8/94.

[320] Fî ZİIâl, 3/161