- Cihad ve Siyer Bölümü

Adsense kodları


Cihad ve Siyer Bölümü

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sat 8 October 2011, 01:46 pm GMT +0200
32-) Cihad ve Siyer Bölümü
(Kitâbu't-Cihâd ve's-Siyer)


(Rasûlüllah (s.a.v.)'in bizzat kendisinin ordunun başına geçtiği seferlere "GAZVE" denir. Eğer bu seferlerin başında kendisi değil de atamış olduğu komutanlar var ise bu seferlere "SERİYYE" denilmiştir. Ancak, bazı nüshalarda Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ba­şında bulunmadığı Zü'l-Halsa Seriyyesi İle Sîfu'l-Bahr Seriyyesi'inde olduğu gibi bir kısım seriyyelere de gazve adî verildiği görülür. Bunun nedeni, düşmana karşı sefere çıkma an­lamına gelen gazve teriminin kelime anlamı dikkate alındığından dolayıdır.

Müslümanların istedikleri, sadece korku ve baskıdan uzak olarak serbestçe i-nançlarının gereğini yerine getirebilecekleri bir yerde yaşamaktı. Bu yüce gaye için evlerini ve bütün mallannı terk ettiler, fakat Kureyş onları Medine'de de huzur ve ba­rış içinde yaşatmadı. Üzerlerine bozguncular gönderdi, askerî seferler düzenledi hayvanlarını yağmaladı, mahsûllerini tahrip etti. Bu nedenle Müslümanların, düşman faaliyetini sürekli gözleyebilecek çok etkili bir istihbarat ve gözetleme sistemi oluş­turmaları gerekliydi. Rasûlüllah (s.a,v.) bu amaçla bir devriye (seriyye ve gazve) sis­temi oluşturdu.

Bu seriyyelerin on dokuz tanesi 20 veya daha az kişiden oluşuyordu. Genelde gö­revleri, kendilerine bildirilen herhangi bir konuda bilgi toplamaktı. On iki seriyye, 20 ilâ 60 kişiden meydâna geliyordu, keşif görevlerine ek olarak bunlar çeşitii başka görevler de aldı. Yağma, soygun ve kan dökme olaylarını engellemek, banş ve düzeni sağlama işleriy­le meşgul oldular. Üçüncü tip seriyyeler muharebe seriyyeleriydi ve 60 İlâ 200 kişiden o-luşurdu. Bunlar Kureyş ve müttefikleri ile bu mahiyetteki diğer düşman gruplarının fesat gkarmak maksadıyla Medine etrafında dolanan birliklerini kontrol etmek için gönderildi. Dördüncü tip senyyeier 200 ilâ 500 kişiden oluşmuş, Kureyş ve müttefiklerinin Medine'ye karşı düşmanca faaliyetlerini gerekirse kuvvet kullanarak önlemek maksadını güdüyordu. İlk iki üp seriyyelere çarpışmaktan kaçınma talimat] verilmişti, fakat dördüncü tip olanlar hakiki bir savaş birliğiydi. Aslına bakarsanız, düşmanla çok seyrek vuruşma oldu, çoğun­lukla düşman kaçtı ve Müslümanlar da çarpişmaksızın geri döndüler. Tamamını incelersek 24 seferin yedisinde küçük çatışma cayan etti ve düşman tam bir yenilgiye uğratıldı. 50 ve 15 kişiden meydana gelen iki seriyyede, yaralanan iik seriyyenin lideri hariç, bütün Müslüman mücahidler şehid oldu. Geriye kalan on beş seriyyede, Müslümanların aniden ortaya çıkışıyla düşmana sürpriz yapıldı ve düşman çarpışmaksızın kaçtı.

İlk seriyye, Hz. Harnza (r.a.) komutasında Hicret'in birinci yılında Ramazan ayında deniz sahillerine gönderildi, sonuncusu ise Ali b. Ebî Talib (r.a.)'ın komutası al­tında Hicret'in dokuzuncu yılının son ayında Yemen'e gönderildi. Müslümanların Me­dine'de gittikçe kuvvetlenmeleri, müşrik liderlerin Kabe'nin koruyucuları olarak pres­tijine, sosyal ve ekonomik olarak önderliklerine karşı bir tehdit olarak görülmekteydi.

Rasûiüllah (s.a.v,) Müslümanları dört bir yandan tehdit eden tehlikelerin, özei-kle de Kureyş tehdidi tehlikesinin bilincindeydi, güvenlik sağlama gereğini iyi bili­yordu. Kendisi düşmanın kuvveti, planlan ve hareketleri hakkında sürekli haberdar edecek etkili bir devriye sistemi oluşturdu. Buradan elde ettiği bilgilere göre ne za­man askerî bir savunma hareketine ihtiyaç olsa, duraksamadan gerekeni yaptı. Me­dine çevresinde ne zaman bir düşman faaliyeti olsa, hemen bunun büyümesini önlemek için ya bizzat kendi komutası altında ya da sahabiden bir komutanın başkanlı­ğında bir birlik düzenleyip düşman üzerine yürüdü. Bedir Savaşı'ndan evvel Kureyş'in düşmanca faaliyetleri hakkında haber aldığı zamanlarda böyle seferler yapıldı. Yapı­lan dokuz seferin dördü kendi komutası altında, beşi ashabdan komutanlarla düzen­lendi fakat bu seferlerin hiçbirinde çarpışma meydana gelmedi.) [1208]

 

1177-) Abdullah b. Ömer (r.a,) anlatır: Hz. Peygamber (s.a.v.) (Medine'ye saldırmayı planlayan) Mustalikoğuilan üzerine hayvanları su başında sulanırken ansızın baskın yaptı, savaş yapanları öldürdü, kadın ve ço­cukları esir aldı. O gün Cüveyriye (validemizi de) almıştı. [1209]

 

1178-) Ebû Musa (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), kendisini Muâz (r.a.) ile birlikte Yemen'e görevli göndermiş ve: "Kolaylaştırı-nız, zor/aştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Uyum-lu olunuz, muhalif olmayınız, "buyurmuştur. [1210]

 

1179-) Enes (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kolaytaştınnız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz"'buyurmuştur. [1211]

 

1180-) Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Verdi-ği sözü çiğneyip bozan kimse için kıyamet günü bir sancak var­dır. "Bu, falan oğlu falanın sözünden dönmesidir." denilir."bu­yurmuştur. [1212]

 

1181-) Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) ile Enes b. Mâlik (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Verdiğisözü çiğneyip bozan her kişi için kı­yamet günü bir sancak vardır." buyurmuştur. Ravilerden birisi: "Sancak dikilir" demiştir, diğerisi ise: "Kıyamet günü kendisinin bununla tanıtıldığı, görülen bir sancak"demiştir. [1213]

 

1182-) Enes (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.): "Verdiği sözü çiğneyip bozan her kişi için kıyamet günü kendisinin bununla tanıtıldığı bir sancak vardır." buyurdu"[1214]

 

1183-) Câbir (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v):"Savaş aldatmadır."buyurdu." demiştir. [1215]

 

1184-) Yine Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sa­vaşa aldatma adını verdiği rivayet olunmuştur.

("Aldatma"dan maksat, manevradır. Yoksa sahtekârlık anlamına değildir, yani düşmanı yanıltmak için taktikler uygulamadır.) [1216]

 

1185-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Düşmanla karşılaşmayı istemeyiniz, ama karşılaştığınızda da sabrediniz"buyurmuştur, [1217]

 

1186-) Abdullah b. Ebû Evfâ (r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) düş­manla karşılaştığı savaşlarından birinde Güneş tepe noktasından meyle­dene kadar bekledi, sonra ordunun içerisinde kalkıp hutbe verdi, şöyle buyurdu: "Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı istemeyiniz, Al­lah'tan bela fara karşı sizi korumasını (afiyette kılmasını) isteyi­niz, ama düşmanla karşılaştığınızda da sabrediniz, cennetin kı­lıçların gölgesi altında olduğunu biliniz"buyurdu, daha sonra şöyle devam etti: "Ey Kitabı indiren, bulutlan yürüten, İslâm aleyhine toplanan grupları dağıtan Allah'ım, onları dağıt, hezimete uğ­rat^ onlara karşı bize yardım ve zafer ver"'buyurdu." [1218]

 

1187-) Abdullah b. Ebî Evfâ (r.a.), şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), Hendek Savaşı'nda müşriklere beddua etti ve şöyle dedi: "Allahümme münzile'l-Kitabi Seria'l-Hisâbi Allahümmehzimi'l-Ahzâbe Allahümmehzimhüm ve zelzilhüm (=Ey kitabı indiren, hesabı süratli olan Allah'ım, İslâm aleyhine toplanan grupları dağıt. Al­lah'ım, onları dağıt, hezimete uğrat, onları sars)" [1219]

 

1188-) Abdullah b. Ömer (r.a.) anlatır: "Gazvelerin birisinde bir kadın öldürülmüş olarak bulundu, bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.),kadın ve çocukların öldürülmesini uygun görmedi (ve yasakladı.)"

(Savaşta kadın, çocuk ve yaşlılara saldınlmaması genel bir esasör. Ancak, bunlar Müslümanlann karşısında yer alır, savaşa gkaıiarsa öldürülmelerinde bir beis yoktur.) [1220]

 

1189-) Sa'b b. Cessâme (r.a.)'dan: "Hz. Peygamber (s.a.v.), bize(Mekke İle Medine arasında yerleşim merkezleri olan) Ebvâ veya Veddân'da uğramıştı.

Kendisine gece baskını yapılan müşriklerin, ev halkı soruldu. Çünkü bu baskınlarda onlann kadın ve çocukları da isabet alıyordu. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Onlar da onlardandır" buyurdu, yine kendisini: "Dokunul maz bölge, yalnız Allah ve Rasûlü içindir" diye buyururken işittim. demiştir.

(Aslında savaşta kadın, çocuk ve yaşlılara saldırmak yasaklanmıştır. Ancak, ba­zı askeri operasyonlarda bunlar doğrudan hedef yapılmadığı halde elde olmayan ne­denlerle kasıtsız olarak söz konusu grup zarar görürse bunlar da bulundukları kimse­lerin arasında sayılmıştır. Ancak bunian operasyondan ayırma imkanı varsa ayırmak, hedef yapmamak genel bir esastır.) [1221]

 

1190-) Abdullah b, Ömer (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) Nadir oğulla-nnın 1!el-Öuveyra" daki hurmalıklarını kesip yaktı. Bunun üzerine: «Kesmiş olduğunuz veya kökleri üzerinde bıraktığınız tüm ağaçlar Allah'ın izni iledir..,» (Haşr: 5) ayeti indi." demiştir.

(Savaş ve düşman sebebiyle görülen lüzum üzeıine ağaçfar kesilebilir. Nitekim Nadiroğullannın hurmalıklannı düşmanın odaklaşmasına neden olduğundan Hz. Pey­gamber (s.a.v.) kestirmiştir. Bunun üzerine inen ayet uygulamaya itiraz etmemiştir. 1196. hadiste Nadiroğullannın mallarından bahsedilecektir.) [1222]

 

1191-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Peygamber' erden bir Peygamber, gazaya çıktı ve kavmine; "Bir kadınla ni­kahlanmış da gerdeğe girmek istediği halde henüz girmemiş olan bir kimse, odalan yapmış da tavanını yapamamış ev yapan bir kimse, doğurmasını gözetlediği koyun veya atmış olan bir kimse benim/e gelmesin" dedi. Arkasından savaşa çıktı, i-kindinamazı vaktinde veya buna yakın bir zamanda savaşacağı beldeye yaklaştı ve Güneşe: "Şüphesiz sen de emir kulusun, ben de emir kuluyum. Allah'ım, bu Güneşi üzerimizde tut" dedi. Bunun üzerine Allah, ona zafer nasip edene kadar Güneş bekle-tildi, arkasından ganimetleri topladı, bu ganimetleri yemek için ateş geldi ama yemedi, bunun üzerine Peygamber: "İçinizde ganimet malına ihanet edenler var, dolayısıyla her kabileden bir kimse gelip benim elime biat etsin" dedi. Biat neticesinde'bir adamın eli Peygamber'in eline yapıştı, bunun üzerine: "Ga­nimet malına ihanet eden sizin içinizde, şimdi kabilen gelip ba­na biat etsin " dedi, neticesinde iki veya üç adamın eli eline yapıştı, bunun üzerine: "Ganimet malına ihanet eden sizin inizdedir." dedi, sonunda inek kafasına benzer altından bir kafa getirip ortaya koydular, arkasından ateş gelip ganimeti yedi. ime ki bundan) sonra Allah ganimetleri bize helâl kıldı. Bizim zayıf ve aciz olduğumuzu gördü de bu yüzden ganimetleri bize helâl kıl­dı"buyurmuştur. [1223]

 

1192-) Abdullah b. Ömer (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.), Necd tarafına içerisinde Abdullah b. Ömer'in de bulunduğu bir askeri birlik gönderdi. Sonunda pek çok deve ganimet aldılar. Her birine hisse olarak on iki veya on bir deve düştü. Fazladan olarak da {beşte bir ayman ganimetten) birer de deve aldılar." demiştir. [1224]

 

1193-) İbni Ömer (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.vO, genel ganimet hissemizin dışında, Allah ve Rasûiüne ait olan beşte birlik hisseden (humustan) bize ganimet verdi. Bana bu verdiğinden bir deve düştü."

Diğer bir rivayet ise şöyledir "Rasûlüllah (s.a.v.), gönderdiği seriyyelerdeki bazı kimselere özel olarak, ordunun genel hissesi dışında fazladan ganimet verdiği olurdu. Bütün ganimetlerde Allah ve Rasûiüne ait olan beşte birlik hisse (humus) farzdır."

(Allah ve Rasûiüne ait olan beşte birlik hisse (humus) şu âyette belirtilmiştir «Bilin M, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Rasûlüne, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir.» (En'fai: 4i) [1225]

 

1194-) Ebû Katâde (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Huneyn seferi yılında Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte sefere çıktık. Düşmanla karşılaştığımızda Müslümanlarda bir gerileme oldu. Derken bir baktım müşriklerden birisi Müslümanlardan bir kimseyi alt etmiş hemen dolanıp adamın arkasına geldim ve boynuna vurdum. O da bana dönüp beni tutup bir sıktı ki ö-lümün kokusunu hissettim. Sonra ölümü geldi de beni salıverdi. Bunun arkasından Ömer b. Hattab'a ulaştım: "Bu insanlara ne oldu?" dedi: "Allah'm emridedim. Sonra insanlar geri döndüler. (Savaş bittiğinde) Rasûlüllahoturdu ve: "Kim bir düşmanı Öldürür ve öldürdüğene dair ili olursa, öldürdüğü kimsenin üzerindekiler onundur" buyur­du Ber de ayağa kalktım ve: "Kim bana şahitlik eder?" dedim ve otur­dum Rasûlüllah (s.a.v.) yine aynı sözünü tekrarladı. Ben de ayağa kalk­tım ve: "Kim bana şahitlik eder?" dedim ve oturdum. Rasûlüllah (s.a.v.) aynı sözünü üçüncü kez tekrarladı. Ben de ayağa kalktım : "Ey Ebû Katâde, neyin var?" buyurdu. Ben de geçen hadiseyi kendisine anlat­tım. Bunun üzerine ordudan bir kimse: "Ey Allah'ın Rasûiü, doğru söyle­di öldürdüğü kimsenin eşyaları bendedir ama bu hakkından dolayı onu sen razı ediver" dedi. Ebû Bekir Sidik da: "Allah'a yemin olsun ki, böyie olamaz! Alfah ve Allah'ın Rasûiü yolunda savaşan, Allah'ın aslanlarından bir aslanın hakkını çiğneyip onun eşyalarını sana veremez!" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): "Doru söyledi, elindekileri ona ver" buyurdu. 0 da ganimeti bana teslim etti. Zırhı sattım ve parasıyla Selimeoğulları bölgesinde bir bahçe satın aldım. Bu bahçe, İslâm'da sahip olduğum ilk kümdür. [1226]

 

1195-) Abdurrahman b. Avf anlatır: "Bedir Savaşı'nda safta durur­ken sağıma ve soluma baktım bir de ne göreyim, Ensar'dan yaşları çok genç iki delikanlı arasındaymışım. Bunlardan daha güçlü kimselerin a-rasında olmayı arzuladım, bu arada ikisinden birisi bana dokundu ve: "Ey amca, Ebû Cehil'i tanıyor musun?" dedi, ben: "Evet tanıyorum, ye­ğenim ona ne ihtiyacın var ki?" dedim: "Bu herifin, Rasûlüflah (s.a.v.)'e sövdüğü bildirildi. Canım elinde olan Allah'a yemin olsun ki, eğer onu görürsem eceli daha yakın olanımız ölene kadar, benimle onun bedeni ayrılmayacak" dedi. Bu hareketine çok şaşırdım, diğeri de bana dokun­du ve aynı şeyleri söyledi. Çok geçmeden Ebû Cehil'i halkın arasında dolaşırken görüverdim: "Bakın, benden sorduğunuz sizinki şudur" dedirn, kılıçlarıyla üzerine atılıp vurarak öldürdüler, sonra dönüp Rasûlüllah (s.a.v.)'e geldiler ve hadiseyi bildirdiler: O da: "İkinizden hangisi onu öldürdü?" buyurdu, herbiri de: "Ben öldürdüm" dedi, Rasûlüllah:   "Kılınçlarınızı   şildiniz   mi?"   buyurdu:   "Hayır"   dediler.

Kilınçlarma baktı ve: "Her ikiniz de öldürmüşsünüz ama CeM'in üzerindeki eşya (öldürücü son darbeyi vuran) Muâz b. Amr b Cemûh'undur,"buyurdu. Bu iki genç delikanlı Muâz b. Afra ile Muâz b. Amr b. Cemûh idi." [1227]

 

1196-) Hz. Ömer (r.a.): "Nadroğullan'nın mallan, Müslümanların at ve deve sürmeden (savaşsız) Allah'ın, Rasülü (s.a.v,)'e gönderdiği ganimetler­dendi. Bu nedenle ganimetler sadece Rasûlüliah (s,a.v.)'e aitti ve kendisi bunları bir yıllık ailesinin geçimi için harcar, sonra da geri kalanı Allah yo lunda savaş hazırlığı oiarak silah ve atlar için kullanırdı," demiştir. [1228]

 

1197-) Hz. Ömer (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Nadir oğullan'ndan gelen ganimet hurmalığının mahsulünü satıp ailesinin bir yıllık azığına ayırdığı rivayet edilmiştir. [1229]

 

1198-) Hz. Aişe (r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımları, Al­lah'ın Rasûiü (s.a.v. )'e savaşsız gönderdiği ganimetin sekizde birlik hissele­rini istemek için Osman'ı Ebû Bekir'e gönderdiler. Ben karşılanna çıkıp: "Al­lah'tan korkmuyor musunuz, Hz. Peygamber (s.a.v,)'in kendisini kasdederek: "Bizler miras bırakmayız, geride kaîan şeylerimiz Al­lah yoluna harcamadır. Ancak Muhammed hanesi bu maldan yi­yebilir." buyurduğunu bilmiyor musunuz?" dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımları kendilerine bildirdiğimden bu tarafa istek­lerine son verdiler." demiştir[1230]

 

1199-) Âişe (r.a.)'dan. Kendisi şu bilgileri vermiştir. Rasûlüliah (s.a,v.)'in kızı Patıma, Allah'ın, Rasûlüne savaş yapmadan nasip eyledi­ği Medine ve Fedek ile Hayber arazi gelirinin beşte birinden (humus­tan) geriye kalan, Rasûfüllah (s.a.v.)'in mirasını istemek için Ebû Bekir­'e haber gönderdi. Bunun üzerine Ebû Bekir: "Rasûlüliah (s,a.v.): "Biz­ler miras bırakmayız, geride bıraktıklarımız sadakadır. Ancak Muham­med hanesi bu maldan yiyebilir" buyurmuştur. Bu nedenle Allah'a ye­min olsun ki, Rasûlüliah (s.a.v.)'in sadakasından hiçbir şeyi, onun zada yapılan uygulamayı asla değiştiremem. Rasûlüliah (s.a.v.) bu man'ı nasıl muamele ettiyse ben de öyle muamele ederim." dedi. Fatıma'ya bir şey vermeyi kabul etmedi. Bunun üzerine a Ebû Bekir'e kırıldı, küstü ve onunla konuşmadı ve nihayet vefat etti Kendisi, Rasûlüliah (s.a.v.)'den sonra altı ay yaşadı. Vefat ettiğin­de eşi. Ebû Talib kendisini geceleyin defnetti ve Ebû Bekir'e vefa­tını bildirmedi. Cenaze namazını da Ali kıldırdı. Patıma hayatta iken, A-li'nin halkın yanında itiban vardı, vefat ettiğinde Ali, halkın itibarlarını beğenmedi ve Ebû Bekir ile banşmak ve ona biat etme yolunu aradı. Altı ay boyunca henüz ona biat etmemişti. Ebû Bekir'e "Bize gel, ya­nında başka birisini getirme" diye haber gönderdi. -Ömer b. Hattab'ın hazır bulunmasını istememişti Bu haber üzerine Ömer, Ebû Bekir'e: 'Tek başına onların yanına gitme" dedi, Ebû Bekir: "Bana bir şey yapa­caklarını sanmıyorum. Ben onlara gideceğim" dedi. Ebû Bekir onlara vardı. Ali b. Ebû Talib şehadet getirdi sonra şöyle konuştu: "Ey Ebû Bekir, biz senin üstünlüğünü ve Allah'ın sana verdiği ikramı biimişizdir. Allah'ın sana gönderdiği hayır konusunda seninle yanşamayız. Ancak, idare konusunda bize karşı kendi başına hareket ettin, Rasûlüilah (s.a.v.)'e yakınlığımız nedeniyle bizim de bir hakkımız olacağı görüşün­deydik." Ali, Ebû Bekir'e konuşmasını sürdürdü sonunda Ebû Bekir'in gözlerinden yaşlar boşaldı. Ebû Bekir konuştuğunda ise şöyle dedi: "Canım elinde oian Allah'a yemin olsun ki, Rasûlüliah (s.a.v.)'in akraba­ları ile ilişkiyi sürdürmem, kendi akrabalarımla ilişkiyi sürdürmemden bence daha iyidir. Ancak, benimle sizin aranızdaki şu mal nedeniyle or­taya çıkan anlaşmazlığa gelince biline ki, bu konuda haktan ayrılma­dım, Rasûlüliah (s.a.v.)'in bu hususta yaptığını gördüğüm hiçbir uygu-iamayı terk etmedim ben de aynısın yaptım." Ali, Ebû Bekir'e: "Biat için buluşmamız öğleden sonra" dedi. Ebû Bekir, öğle namazını kıldıktan sonra minbere çıktı şehadet getirdi Ali'nin durumunu, biati geciktirme-S|ni ve bu konuda kendisine sunduğu mazereti anlattı sonra istiğfar et­ti- Arkasından Ali b. Ebû Talib şehadet getirdi, Ebû Bekir'in hakkını yü­celtti ve kendisini böyle davranmaya sevk eden şeyin ne Ebû Bekir'i Ekememesi ne de Allah'ın ona verdiği fazileti inkar olduğunu belirttive şöyle devam etti: "Ancak, idare konusunda bizim de bir hissemiz ol­duğu görüşünde idik ama bize karşı kendi başına hareket etti bu yüz­den içimizden ona kırıldık." Bu davranış üzerine Müslümanlar sevindiler ve: "Doğru hareket ettin" dediler. Ali iyi davranışta bulununca Müslü­manlar da kendisine yakınlık gösterdiler." [1231]

 

1200-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Kadınlarımın nafakası ile işçimin ücretinden sonra benîm mirasçılarım bı­raktığım bir tek dinarı dahi paylaşmasınlar, bu kalan sadaka buyurmuştur. [1232]

 

1201-) Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan. Rasülüllah (s.a.v.), ganimet dağıtımında at için iki hisse, piyade için bir hisse vererek böl üstü rmüştür. [1233]

 

1202-) Ebû Hureyre (r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) Necid bölgesi yönüne atlı bir birlik gönderdi. Birlik, Hanifeoğuüarından Sümâme b. Esâl adında birisini alıp getirdi. Esiri mescidin direklerinden bir direğe bağladılar arkasından Hz. Peygamber (s.a.v.) yanına çıktı ve: "Ey Sümâme gönlünde ne var?" buyurdu. O da: "Gönlümdeki ha­yırdır; eğer beni Öldürürsen kan davası olan birisini öldürmüş olursun. İyilikte bulunacak olursan şükredecek birisine iyilik etmiş olursun. Eğer mal istiyorsan, dilediğini iste" dedi. Ertesi güne kadar bırakıldı. Sonra yine: "Ey Sümâme gönlünde ne var?" buyurdu. O da: "Gönlümde­ki, sana söylediğim şeydir; eğer iyilikte bulunursan şükredecek birisine iyilik etmiş olursun" dedi akabinde ertesi günden sonraki güne kadar bırakıldı. Sonra yine: "Ey Sümâme gönlünde ne var?" buyurdu. O da: "Gönlümdeki, sana söylediğim şeydir" dedi. Bunun üzerine: "Sümâme'yisalıverin"buyurdu. Hemen mescidin yanındaki hurma­lığa gidip boy abdesti aldı, sonra mescide girdi ve: "Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasülüllah, Ey Muhammedi Al­lah'a yemin olsun ki, yeryüzünde senin yüzünden daha fazla nefret et­tiğim bir yüz yoktu. Ama şimdi senin yüzün, bence yüzlerin en sevimlisi oldu. Allah'a yemin olsun ki, senin dininden daha fazla nefret ettiğim

bir din yoktu. Ama şimdi benim için senin dinin, bence dinlerin en se­vimlisi oldu. Allah'a yemin olsun ki senin memleketinden daha fazla nefret ettiğim bir memleket yoktu. Ama şimdi senin memleketin, bence memleketlerin en sevimlisi oldu. Ben umreye niyetlenmiş iken senin at­lıların beni yakaladı, ne buyurursun?" dedi. Rasülüllah (s.a.v.) kendisini sevindirip müjdeledi ve umre yapmasını emreyledi. Sümâme Mekke'ye geldiğinde birisi ona: "Dininden döndün ha!" dedi. O da: "Hayır, ama Allah'ın elçisi Muhammed (s.a.v.) ile birlikte Müslüman oidum. Allah'a yemin olsun ki, Hz. Peygamber (s.a.v.) izin vermedikçe artık Yemâme'den size bir buğday tanesi bile gelmez!" dedi.

(Sümâme (r.a.)'ın memleketi Yemame idi. Kendisi memleketinde tanınıp, sayı­lan» bir kimse idi. Müslüman olduktan sonra içindeki nefret sevgiye dönüştü. Aynı durum Ebû Süfyan'ın karısında da gerçekleşmiştir. 1164. hadise bakınız) [1234]

 

1203-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Mesddde bulunuyor­duk. Derken yanımıza Rasülüllah (s.a.v.) geliverdi ve: "Haydi Yahudile­rin üzerine hareket ediniz" buyurdu. Kendisiyle birlikte sefere çıktık. Onlara vardığımızda Rasülüllah (s.a.v.) ayağa kalktı ve şöyle seslendi: "Ey Yahudi topluluğu! Müslüman olun, kurtulun "Onlar da: "Ey Ebû Ka­sım, tebliği ettin" dediler. Rasülüllah (s.a.v.) de: "Ben de bunu istiyordum. Müslüman olun, kurtulun" buyurdu. Onlar da: "Ey Ebû Kasım, tebliği ettin" dediler. Rasûlüllah (s.a.v.) de: "Ben de bunu istiyordum. Müslüman olun, kurtulun" buyurdu. Onlar da: "Ey Ebû Kasım, tebliği ettin" dediler. Rasûlüllah (s.a.v.) de: "Ben de bunu istiyordum." buyurdu ve üçüncüde: "Biliniz ki, bu toprak Allah'ın ve Rasûlünündür. Ben sizi bu topraktan sürmek istiyorum. Kim, ma­lından satacak bir şey bulursa onu hemen satsın, değilse bilin ki, bu toprak Allah'ın ve Rasûlünündür. "buyurdu"[1235]

 

1204-) Abdullah b. Ömer (r.a.); "Nadir kabilesi ve ardından Kurayza kabilesi anlaşmayı bozup savaş açtı. Bunun üzerine Hz. Pey­gamber (s.a.v.) Nadiroğullannı Medine'den sürdü Kurayza'yı bağışlayıp yerinde bıraktı. Nihayet onlar da savaş açtı. Bunun üzerine Hz. Pey­gamber (s.a.v.) kendisine sığınıp iman ederek Müslüman olmuş bazı

kimseler dışında erkekleri öldürdü, kadın ve çocukları ile mallarını Müs­lümanlar arasında bölüştürdü. Sonunda Yahudilerin tamamını Medine'­den sürdü. Abdullah b. Selâm'ın kabilesi Kaynukaoğullan ve Harisoğuliarını hülasa tüm Medine Yahudiierini sürdü." demiştir. [1236]

 

1205-) Ebû Said el-Hudri (r.a.): "Kureyza Yahudileri, Sa'd b. Muâz'ın vereceği karara razı oldular. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) Sa'd'ahaber Saldl. O da eşeğin Üzerine binip geldi. (Kurayza muhasarası esasında)namazgaha yaklaştığında Ensara: "Efendinizveya en iyiniz için ayağa kalkıp karşılayın"buyurdu. Sonra da: "Bu adamlar senin vereceğinkaran kabulettiler'buyurdu. Oda: "Onların (revrattada belirttiği üzere) sava-şanlannı öldürür, gerideki çocuk ve kadınlarını köle yaparsın" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Allah'ın hükmüyle hükmettin 'buyurdu belki de:

"Melik'in hükmüyle hükmettfn"buyurdu" demiştir.

(Melik, Allah'ın isimlerindendir. Bilindiği üzere Yahudilerle Müslümanlar, Medine anayasasına göre mevcut devletin vatandaşları idiler. Ancak Kurayza Yahudileri va­tana saldıran düşmana yardım etmeleri nedeniyle vatana ihanet suçuyla yargılanıp idam edildiler. Aslında bu hüküm kendi kitapları Tevratta da bu şeklide idi. (Bakınız, Kitabı Mukaddes, Tesniye: Bâb: 20/ıo-ıs) Sa'd b. Muâz (r.a.) için 1666. ve 1667. hadislere bakınız.) [1237]

 

1206-) Âişe (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Sa'd b. Muâz, Hendek sava­şında yaralanmıştı. İbnİ Anka denilen Kureyşli bir adam kendisine bir ok atmış ve pazusundaki damarını vurmuştu. Bunun üzerin Rasûtüllah (s.a.v.) yakından ilgilenmek için mescidde ona bir çadır kurdurmuştu. Rasûlüllah (s.a.v.) Hendek Savaşı'ndan döndüğünde silahını çıkardı ve banyo yaptı, bu sırada başından tozlan silkerek Cebrail ona, geldi ve: "Silahı bıraktın mı, vallahi ben silahı bırakmadım. Haydi üzerlerine sefere çık" dedi. Rasülüllah (s.a.v.): "Ne tarafa?"buyurdu, o da Kureyza oğullan'nı gösterdi. Rasûlüilah (s.a.v.) de onlarla savaştı. Neticede onlar, Rasülüllah (s.a,v.)'in vereceği karara razı oldular. Rasûlüllah (s.a.v.), on­lar hakkında verilecek hükmü Sa'd b. Muâz'a havale etti. O da: "Onların savaşanlannı öldürmesine, gerideki çocuk ve kadınlarının köle yapılması­na, mallarının bölüştürül meşine hüküm veriyorum." dedi." [1238]

 

1207-) Âişe (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Sa'd. Muâz, yarası kuruyup meve başladığında: "Allah'ım, biliyorsun ki, Rasûlünü yalanlayan vevurdundan çıkaran bir toplumla Senin için savaşmaktan bana daha sevimli gelen hiçbir şey yoktur. Allah'ım, eğer geride Kureyşte yapılacak kaldıysa beni de geriye bırak Senin için onlarla savaşayım. Allah-, bizimle onlar arasında savaşın bittiğini tahmin ediyorum, eğer bizim­le onlar arasında savaş bitti ise yaramı kanat ve ölümümü bunda kıl." di­ye dua etti. Bunun üzerine boynunun altından kan boşaldı. Mescidde Gifaroğulları'nın da bir cadın vardı. Onlan (sakin şekilde dururken) kendi­lerine doğru akıp gelen kan ürpertmişti. Hemen: "Ey çadır ahalisi, sizin taraftan bize doğru gelen bu,şey de nedir" dediler. Bir de baksak ki Sa'd b. Muâz'ın yarası kanıyordu, çok geçmeden orada vefat etti"[1239]

 

1208-) Tine Abduilah b. Ömer (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) Ahzab Savaşı'ndan döndüğünde, bize: "Hiçbir kimse Kurayza oğulla' undan başka bir yerde ikindiyi kılmasın."buyurdu. Bu sırada bazı­ları ikindiye yolda erişti, aralarından bir kısmt: "Söylenilen yere varana değin namazı kılamayız." derken bir kısmı: "Hayır kılabiliriz, Peygamber (s.a.v.)'in bizden istediği bu değildi" dedi. Sonunda bu durum Hz. Pey­gamber (s.a.v.)'e söylendi, o da bu topluluktan hiçbir kimseye (bu farklı davranışından dolayı) niye böyle yaptınız demedi. [1240]

 

1209-) Enes b. Mâlik anlatır: "Muhacirler Mekke'den Medi­ne'ye geldiklerinde ellerinde hiçbir şey yoktu, Ensar ise arazi ve emlak sahipleri idi, bu nedenle Ensar her yıl arazilerinin ürününün (yananı) vermek, ziraat işlerini görmek mülkiyetlerini onlarla bölüştü. -Enes (r.a.)'m annesi, aynı zamanda Süleym'in ve Ebû Talha'nın oğlu Abdullah'ın da annesi idi. Bu zaman Enes'in annesi de hurma Rasûiüllah (s.a.v.)'e vermişti. Hz. Peygamber (s.a.v.) de bunları Ussme b. Zeyd'in annesi ve azat ettiği Ümmü Eymen'e verdi.

yine Enes (r.a.)'dan gelen rivayete göre: Hz. Peygamber (s.a.v.) navber Savaşî'nı bitirip, Medine'ye döndüğünde Muhacirler, Ensar m ürünlerini bağışladıkları mallarını onlara geri verdiler. Hz. Peygamber (s.a.v.) de Enes'in annesine hurma ağaçlarını geri verdi ve bunun yeri­ne bahçesinin bir kısmını Ümmü Eymen'e verdi. [1241]

 

1210-) Abdullah b. Muğaffel (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hayber kalesini kuşatmıştık, birisi içi yağ dolu bir tulum attı. Hemen almak için koştum. Etrafıma baktım Hz. Peygamber (s.a.v.)'i gördüm (bana gülümsüyor.) Bunun üzerine kendisinden utandım"[1242]

 

1211-) İbni Abbâs (r.a.), Ebû Süfyân b. Harb (r.a.)'m kendisine bildirdiği şu malumatı anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.), Ebû Süfyân ve Kureyş kâfirleri arasında saldırmazlık antlaşması (Hudeybiye Antlaşması) yap­tığı süre içerisinde, Ebû Süfyân Şam diyarında ticaret yaparken Bizans Kralı Hiraki haber salıp Ebû Süfyân ve yanındaki topluluğu çağırtmıştı. Hiraki ve erkanı İlyâ'da (Beyt-ı Makdis'te) iken Ebû Süfyân'ı yanına getirdi­ler, Hiraki yanında Rumların ileri gelenlerinin bulunduğu meclisine on­ları çağırttı. Sonra tercümanını ve onları huzuruna aldı:

"Kendisinin Peygamber olduğunu söyleyen bu adama akrabalık yönünden hanginiz daha yakındır?" dedi. Ebû Süfyân:

"Akrabalık yönünden en yakını benim." dedim." dedi. Hiraki:

"Onu yanıma getirin, arkadaşlarını da yanına getirip arkasına yer­leştirin." dedi, sonra da tercümanına:

"Onun arkadaşlarına söyle ben, şu kimse hakkında buna soru so­racağım. Eğer yalan söylerse onun yalan söylediğini bildirsinler." dedi.

Ebû Süfyân şöyle devam eder: "Vallahi, arkadaşlarımın benim ya­lanımı anlatmalarından çekinmem olmasaydı, onun hakkında yalan söylerdim. Sonra bana Peygamber hakkında sorduğu ilk soru:

"Sizin aranızda onun soyu nasıldır?" olmuştur. Ben:

"O, içimizde soylu birisidir." dedim. Hiraki:

"Ondan önce sizden birisi onun söylediği bu şeyleri söylemiş miy­di?" dedi.

"Hayır" dedim.

"Atalarından kral olan var mıdır?" dedi.

"Hayır" dedim.

"Halkın ileri gelenleri mi kendisine tâbi oluyor? Yoksa zayıf kimse­ler mi tâbi oluyor?" dedi.

"Zayıf kimseler" dedim.                                                                        :

"Çoğalıyorlar mı yoksa azalıyorlar mı?" dedi.

"Hayır, çoğalıyorlar." dedim.

"Onlardan, dinine girdikten sonra memnun olmadığından dinden dönen biri var mıdır?" dedi.

"Hayır" dedim.

"Söylediği şeyleri söylemezden önce yalan töhmetinde bulunuyor muydunuz?" dedi.

"Hayır" dedim.

"Sözünden döner mi?" dedi.

"Hayır. Ancak biz bir süredir ondan aynyız. Şu anda ne yaptığını bilmiyoruz." dedim. - Ebû Sûfyan: "Bu sözden başka içerisine bir şeyler ka­tabileceğim başka bir söz imkanım olmadı." dedi- ve şöyle devam etti:

"Onunla savaştanız mı?"

"Evet" dedim.

"Onunla savaşınız nasıl olmuştu?" dedi.

Onunla aramızdaki savaş değişiyor, bir bize meylediyor bir ona meylediyor." dedim.

"Size ne emrediyor?" dedi.

'Tek olan Allah'a kul olun, Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın, ataları­nızın söylediklerini bırakın" diyor ve bize namaz kılmayı, dürüst ve na­muslu olmayı, akraba ile ilişkiyi sürdürmeyi emrediyor" dedim. Hiraki tercümanına: "Ona şöyle de: Sana onun soyundan sordum, kendisinin içinizde soylu birisi olduğunu söyledin. Zaten Peygamberler böyle olur, kavmin soylu olanlarından peygamber gönderilir. Sana, sizden birisi onun söylediği şeyleri söylemiş midir, diye sordum, hayır dedin. O hal­de diyorum ki: Eğer kendisinden önce bu sözü söyleyen bir kimse ol­saydı, kendisinden önce söylenmiş bir sözün peşine takılmıştır" derdim. Sana, atalarından kral olan var mıdır? diye sordum, hayır dedin. O hal­de ben de diyorum ki, eğer atalarından kral olan birisi olsaydı, atalarının kraliyetini arzu eden bir kimsedir" derdim.

Sana, "Söylediği bu şeyleri söylemezden önce yalan töhmetindebulunuyor muydunuz?" dîye sordum: "Hayır" dedin. Bundan anlıyorum ki, insanlara yalan söylemeyen, Allah'a karşı hiç yalan söylemez.

Sana: "Halkın (feri gelenleri mi kendisine tâbi oluyor? Yoksa zayıf kimseler mi tâbi oiuyor?" diye sordum. Zayıf kimselerin kendisine tâbi olduğunu söyledin. Aslında peygamberlere (ine önce) uyanlar da onlardır. :           Sana: "Çoğalıyoriar mı azaîıyoriar mı?" diye sordum, kendilerinin çoğaldıklannı söyledin. Zaten iman işi böyledir. Tamamlanana değin artar,

Sana: "Onlardan, dinine girdikten sonra memnun olmadığı için dinden dönen biri var mıdır?" diye sordum, hayır dedin. Zaten iman da budur, iman nuru kalbe girdiğinde böyle olur.

Sana: "Sözünden döner mi?" diye sordum. Hayır dedin. Peygamberler de sözlerinden dönmezler.

Sana: "Size neyi emrediyor?" diye sordum, "Size putlara kulluğu yasakladığını, tek olan Allah'a kul olmayı ve Ona ortak koşmamayı em­rettiğini ve yine, namaz kılmayı, dürüst ve namuslu olmayı emrettiğini söyledin. Eğer senin söylediklerin doğru ise yakında bu kimse şu iki ayağımın bastığı yerlere sahip olacaktır. Aslında ben onun zuhur ettiği­ni biliyordum ama sizden olacağını tahmin edemiyordum. Eğer ona laşacağımı biisem, tehlikeye rağmen, kendisiyle karşılaşma zahmetine katlanırım, şayet yanında olsaydım ayaklarını bile yıkardım." dedi sonrada, Rasulüliah (s.a.v.)'in Dihye (r.a.) ile Bizans'ın Busra emirine gön­derdiği mektubunu istedi. Mektubu getiren, onu Hiraki'a verdi, o da Mektubu okudu. Mektup şöyleydi:

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,

Allah'ın Rasûlü Muhammed'den Rumlann büyüğü Hirakl'e. Selâm,hidayete uyan kimseleredir, Bundan sonra, ben seni İslâm çağrısınadavet ediyorum. Müslüman ol ki kuıtuiastn. Allah, yaptığın işin karşılığını sana iki kat verir. Eğer kabul etmez, yüz çevirirsen çiftçi ve ziraatçıolan halkının günahı da sana olur.

«Ey Kitap ehli! Aramızda ortak olan söze gelin. Allah'a kul olalım, Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Birbirimizi, Allah'ın dışında birtakım rabler edinmeyelim. Eğer yüz çevirirlerse:şahit olun ki bizler Allah'a teslim olanlarız" deyiniz.» (Âı-ı imrâm 64) Sonra Ebû Süryân şöyle devam eder:

Hirakl, söyleyeceğini söyleyip mektubu bitirdiğinde yanında sesler yükseldi, gürültüler çoğaldı, biz de oradan çıkarıldık. Oradan çıkarılır­ken arkadaşlarıma: "EbÛ Kebşe'nİn (Ebû Kehşe, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in dedele­rinden birisinin ismidir) oğlunun etkisi önem kazandı, ondan Rumlann kralı bile korkuyor olmalı." dedim. Onun galip geleceği kanaatini hep taşı­dım, sonunda Alfah İslâm'ı gönlüme koydu." [1243]

 

1212-) Ebû İshâk'tan. Şöyle demiştir: "Bir kimse, Berâ (r.a.)'a geldi ve: "Ey Ebû Umara, Huneyn savaşında geriye kaçmış mıydınız" dedi, o da: "Allah'ın Peygamberinin geriye kaçmadığına şahitlik ederim. Ancak, ordu­dan aceleci ve üzerlerinde zırhı olmayanlar Havâzin kabilesinin şu boyuna karşı harekete geçtiler. Onalar iyi ok atan bir topluluktu hemen ok yağmu­runa tuttuiar sanki oklar çekirge sürüsü gibi idi. Bunun üzerine harekete geçenler dağıldılar, düşman da Rasûlüllah (s.a.v.)'e yöneldi bu sırada Ebû Sufyân Peygamberimizin kabrini çekiyordu. Rasûlüflah yere inip dua etti, Ailah'tan yardım diledi. Şöyle diyordu: "Ben, Peygamberim, yalan yok­tur. Ben, Ahdüimuttatib'in oğluyum! Allah'ım, yardımım indir" Vallahi, harp kızıştığında biz kendisiyle korunuyorduk. Bizim en cesurumuz onun yanında durabilendi." dedi"[1244]

 

1213-) el Berâ b. Âzib (r.a.Va bir adam: "Huneyn Savaşı'nda (ordu bir ara dağılırken) Rasûiüllah (s.a.v.)'in yanından kaçtınız mı? dedi, o da: "(Evet kaçtık) ama Rssûlüİlah (s.a.v.) kaçmadı, Havazin kabilesi iyi ok atan bir kabile idi. Biz onlarla karşılaştığımızda Müslümanlar ganimetlere yöneldiler, onlar da üzerlerimize ok yağdırdılar (biz de kaçtık) ama Rasûiüllah (s.a.v.) kaçmamıştı, kendisini Ebû Süfyân'ın yularını çektiği beyaz katırının üzerinde gördüm, Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ben Pey­gamberim,   yaian  yoktur.   Ben Abdülmuttalib'in   oğluyum"diyordu." dedimiştir.

(Huneyn, Mekke ile Taif şehirleri arasında bir vadidir. Huneyn gazvesi, Mekke'-rvn fethinden snnra hicri sekizinci ytlda olmuştur. On iki bin kişiden oîuşan İslâm or­dusu savaşg bir kabile olan Havazin ve Sakif kabilelerinden on dört bin kişilik bir ordu ile savaştı. Bozgunla burun buruna gelen İslâm ordusu Hz. Peygamber (s.a.v.)'in cesaret ve sebatı sayesinde toparlanarak zafer.) [1245]

1214-) Abdullah b. Ömer (r.a.): "Rasûlültah (s.a.v.) Taif i kuşattığında bir şey elde edemedi: "İnşallah (kuşatmayı bırakıp) döneceğiz"buyurdu. Bu durum orduya ağır geldi: "Fethetmeden geri mi gideceğiz" dediler. (Diğer bir rivayette ise): "Nasıl döneriz" demişler. Bunun üzerine: "Yarınsavaşa çıkın" buyurdu. Ertesi gün savaşa çıktılar sonunda yaralanmalar oldu arkasından: "Ya/m inşallah (kuşatmayı bırakıp) döneceğiz"buyurdu, bu karar hoşlarınagitti, bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) gülümsedi." demiştir.

(Taif, Mekke'nin 120 km. güneyinde 1650 m, yüksekliğinde bir yayladır. Sakif kabilesinin merkezi ve eski bir yerleşim yeri olan bu şehir gayet sağlam kalelerle çevrilidir, Mekke fethi ve Huneyn zaferinden sonra düşman safındaki Sakif kabilesi Taife çekildi. Meşhur Haccac zaliminin de kabilesi olan Sakifliler kalelerinde aylarca dayanacak erzak depoladıklarından dolayı Hz. Peygamber (s.a.v.) kuşatmadan so­nuç alınamayacağı düşüncesiyle kuşatmaya son vermişti. Bir yıl sonra Taiflîler bir heyet göndererek Müslüman olduklarını bildirmişlerdir.) [1246]

 

1215-) Abdullah b. Mes'ûd (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) Fetih günü Mekke'ye girdi. Beytullah'tn etrafında üç yüz altmış put bulunu­yordu elindeki değnekle dürtüp: «Hak geldi, batıl yok oldu» (isrâ: si) «Hak geldi, batıl ne yoktan var edebilir ne de yeniden dirilte­bilir» (Sebe: 49) diyordu" demiştir.

(Rasûlüllah (s.a.v.) Mekke'ye geldiğinde Kabe ve çevresinde putlar vardı, bu putları temizleterek Kabe'nin içerisine girmişti. Kendisinin Kabe'ye girişini ve içeride ne yaptığı 871 ve 872. hadislerde anlatılmaktadır.) [1247]

 

1216-) Ebû İshak, Berâ b. Âzib'i şöyle derken işittim, demiştir: "Hudeybiye anlaşmasının yapıldığı zaman Hz. Peygamber (s.a.v.) ile Mek­ke müşrikleri arasındaki banş anlaşmasını Ali b. Ebî Talib yazmıştı. Şöyle yazmıştı "Bu, Allah'ın Rasûlü Muhammed (s.a.v.)'in yaptığı sözleşmedir..." Bunun üzerine müşrikler:" Allah'ın Rasûlü, diye yazma. Eğer senin, Allah­'ın Rasûlü olduğunu bilseydik seninle savaşmazdık." dediler. Hz. Peygam­ber (s.a.v.) de Ali'ye: "Bu ifadeyi sil" bıyurâu, O da: "Ben bu ifadeyi si-lemem" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) de eliyle kendisi sildi. Müşriklerin ileri sürdükleri şartlar içerisinde "Mekke'ye girmeleri ve üç gün kalmaları, silahlar da kınında olarak gireceklerdir." şartı da vardı."

(Mekke'ye girerken silahların kınında olması kaydının iki nedeni olabilin Mekke'ye si­lahlan dışanda olarak giren Müslümanlann, burayı fethetmiş görüntüsü verebileceğinden do­layıdır. Yahut bir sataşma olduğunda hemen silaha davranabilirlerdi. Kanaafjmca birinid yaklaşım daha uygundur. Kâfirler sembolik bile olsa İslâm'ın muzafferiyetini içlerine asla sin­diremezler. Bu geçmişten günümüze kadar böyle gelmiş ve böyle devam edecektir.) [1248]

 

1217-) Ebû Vâfl'den. Şöyle demiştir: "Seni b. Huneyf (r.a.), Sıffînsavaşında ayağa kalkıp (anlaşmaya sıcak bakmayan ve savaşa karşı kendisinin gevşekdavrandığı ithamında bulunanlara) şöyle dedi: "Ey insanlar, asıl siz kendinizi yoklayınız (itham ediniz.) Hudeybiye barışında Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte olduk. Eğer savaşı gerekli görseydik kesinlikle orada savaşırdık. Bu söylediğim Rasûlüllah (s.a.v.) ile müşrikler arasındaki barış anlaş­masında olmuştu. Anlaşma sonunda Ömer, Rasûlüllah (s.a.v.)'e geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, biz hak üzerinde, onlar batıl üzerinde değil mi?" dedi: "Evet öyle" buyurdu: "Bizim ölenlerimiz cennette, onların ölenleri cehennemde değil mi?" dedi: "Evet Öyle"buyurdu: "Öyleyse niye dinimiz konusunda ödün veriyor ve henüz Allah, bizimle onlar ara­sında hükmünü vermeden geri dönüyoruz?" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): "Ey Hattaboğlu! Ben, Allah'ın Rasûlüyüm. Allah, beni ihmal etmez" buyurdu. Bunun üzerine Ömer öfkeli bir şekilde oradan ayrıldı ve Ebû Bekir'e vardı: "Ey Ebû Bekir, biz hak üzerinde, onlar batıl üze­rinde değil mi?" dedi: "Evet öyle" dedi: "Bizim ölenlerimiz cennette, onların ölenleri cehennemde değil mi?" dedi: "Evet öyle" dedi: "Öyleyse neye dayanarak dinimiz konusunda ödün veriyor ve henüz Al­lah, bizimle onlar arasında hükmünü vermeden geri dönüyoruz?" dedi. Ebû Bekir: "Bilesin ki, o, Allah'ın Rasûlüdür. Allah, onu ihmal etmez" dedi. Bunun araksından, Rasûlüllah (s.a.v.)'e fetih müjdesini veren su­re indi. Rasûlüllah (s.a.v.), Ömer'e haber saldı ve bu sureyi ona okuttu. O da: "Ey Allah'ın Rasûlü, bu fetih müjdemi mi?" dedi: "Evet" buyur­du. Bunun üzerine Ömer'in içi rahat etti ve Medine'ye döndü"[1249]

 

1218-) Ebû Hâzim Seleme b. Dinar'dan. Kendisi, Rasûlüllah (s.a.v.)'in Uhud savaşında yaralanması konusunda Seni b. Sa'd (r.a.)'ı dinlemiş. Sehl b. Sa'd (r.a.), şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in yüzü yaralandı, dişi ki başındaki miğferi parçalandı. Rasûlüllah (s.a.v.)'in kızı Fâtıma kanj yı­kıyor, Ali b. Ebî Taiib de kalkan iie üzerine su döküyordu. Fâttma, suyun kanamayı artırdığını görünce bir hastr parçası alıp kül haline gelene kadar yaktı, arkasından yaranın üzerine koydu böylece kan kesildi," [1250]

 

1219-) Enes b. Mâlik (r.a.): "Uhud Savaşı'nda Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kafası yarılmıştı. Bunun üzerine: "Peygamberlerinin kafa­sını yaran bir toplum nasıl kurtulabilir ki" buyurdu, bu nedenle Allah: «Onların tevbelerini kabul etmesi veya alim oldukların­dan dolayı onlara azab etmesi senin elinde değildir.» (âh imrân: 128) ayetini indirdi." demiştir. [1251]

 

1220-) İbni Mes'ûd (r.a.): "Sanki ben Hz. Peygamber (s.a.v.)'i Pey­gamberlerden bir Peygamberi anlatırken şimdi görür gibiyim. (Anlattığı bu pey­gamberin) kavmi kendisini dövüp kan içinde bırakmış, yüzünden kanını siier-ken: "Allah'ım, kavmimi bağışla, çünkü oniar bilmiyorlar." diyordu." demiştir. [1252]

 

1221-) Ebû Hureyre (r.a.): "Rasûiüllah (s.a.v.) ön dişleri ile azı dişleri arasındaki kınlan dişlerini göstererek: "Peygamberine bunu yapan topluma Allah'ı'ın gazabı çok çetin olmuştur. Allah'ın Rasûl'ünün Allah yolunda öldürdüğü adam için Allah'ın gazabı çok çetin olmuştur, "buyurdu" demiştir. [1253]

 

1222-) Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) Kabe'nin yanında namaz kılıyordu, bu sırada Ebû Cehil ve arkadaşları da orada oturuyorlardı. Derken birisi (ebû cemi) diğerlerine: "Hanginiz falanca­ların kestiği devenin döl eşini (devenin karnındaki yavrunun bulunduğu zarı) getirip de Muhammed namazda secdeye varınca üzerine koyabilir?" dedi. Topluluğun en eşkıyası koşup onu getirdi, Hz. Peygamber (s.a.v.) ş secdeye varıncaya kadar bekledi ve akabinde iki omuzunun arasına sırtına bıraktı, Ben de hiçbir şey yapamadan seyrediyordum keşke bir gü­cüm olsaydı- onlar gülüşüp (bu sen yaptın o yaptı diye) birbirlerine isnat et­meye başladılar. Rasû!ül!ah (s.a.v.) ise secdeden başını kaidıramıyordu

sonunda Fatıma gelip sırtındakini attı da Rasûlüllah başını kaldırabildî. Sonra üç defa: "Ey Allah'ım Kureyş'isana hava/e ediyorum"'dedi. Kendilerine beddua etmesi onlara çok ağır geldi. Çünkü bu şehirde dua­nın kabul olunacağı inananda idiler. Hz. Peygamber (s.a.v,) devamla bedduasında isim de verdi: "Ey Allah'ım! Ebö Cehil'i sana havale ediyorum, Utbe b. Rabia'yı, Şeybe b. Rabia'yı, Velid b. Utbe'yi, Ömeyye b. Halefi, Ukbe b. Ebi Muayt'ı sana havale ediyorum" dedi. -Yedincisini de saymış ancak hadisi rivayet eden onu ezberinde tu­tamamış- Abdullah İbni Mes'ûd (r.a.): "Canım elinde olan Allah'a yemin oisun ki, Rasûlüllah (s.a.v.)'in saydıklarının kuyuda, Bedir kuyusunda ye­re serilmiş cesetlerini gördüm" demiştir. [1254]

 

1223-) Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımı Hz. Aişe (r.a.), Hz. Pey­gamber (s.a.v.)'e: "Uhud Savaşı'ndan daha zor bir gün sana geldi mi?" demiş, o da: "Kavminden (Kureyşten) çok şeylerle karşılaştım, ama onlardan karşılaştığım, Akabe Biati zamanında karşılaştığımdan daha zor değildi. (Taif ıien geienterindenvMMftr Kulâl'in oğlu İbni Abdi Yâtîl'e beni barındırmasını teklif ettim, fakat isteğime cevap vermedi. Arkasından yolum üzere üzgün bir şekilde oradan ay­rılıp Çlktim. (Mekke yakınlarında küçük bir dağ olan) Kamil Seâlİb mevkİSİne

kadar üzüntümden kendime gelemedim. Burada başımı kaldır­dım, bir de ne göreyim, beni gölgesine almış bir bulut var. Bak­tım, içerisinde Cebrail vardı. Bana: "Allah, kavminin sana söyle­diklerini ve seni reddetmelerini işitmiştir. Onlar hakkında dile­diğinde emir vermen için sana Dağların Meleği'ni göndermiş­tir. " diye seslendi. Arkasından, Dağların Meleği seslenip, bana selâm verdikten sonra: "Ey Muhammed, (Aiiah) istediğini yapma­mı söyledi. Eğer şu iki yalçın dağı (Ebö Kubr ,s ve Kuaykân Dağiart'm) üzer­lerine kapayıvermemiistersenyapıvereyim."dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): "Hayır, Allah'ın, onların sulbünden kendi­sine hiçbir şeyi ortak koşmayarak, sadece Allah'a kulluk edenkimseleri çıkarmasını umarım"buyurmuştur.

(Efendimizin, başta amcası Hz. Hamza olmak üzere ashabından değerli şahsi­yetleri kaybettiği, bundan öte ölüm tehlikesi atlattığı Uhud Savaşı'ndan daha ağırgeldiğini belirttiği olaylar, Akabe Biati öncesi kendisini koruyan amcası Ebû Talib ve en büyük destekçisi Hz. Hatice validemizin vefatından sonra destek bulmak için çık­tığı Taif yolculuğu ve bu tarihlerdeki karşılaştığı sıkıntılardır. Kendisi Ölüm tehlikesin­den dolayı Mekke'ye ancak Mut'im b. Adİyy'in himayesinde girebilmiştir. Bu olaylar­dan Önce de Kureyşüler'in boykotu vardı ki yaklaşık üç yıl sürmüştü. Bu sürede am­cası ve hanımını kaybetmişti. Bu yıla da Hüzün Yılı adı verilmiştir.) [1255]

 

1224-) Cündüb b. Süfyân (r.a.)'dan: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in savaş­ların birisinde parmağı kanamıştı, bunun üzerine şu beyti söyledi: "Hel enti illâ isbaun dem iti ve fi sebilillahi mâ lagîti Allah yolunda karşılaştığın, sadece senin kanayan bir parmak olmandır.) [1256]

 

1225-) Esved b. Kays'tan. Kendisi, Cündüb (r.a.)'ı şöyle derken i-şitmiştir: "Cebrail, Rasûiüllah (s.a.v.)'e gelmekte gecikti. Bunun üzerine müşrikler: "Muhammed, terkedildi" dediler. Arkasından Yüce Allah: «Kuşluk vaktine ve karanlığı iyice bastırdığı zaman ki geceye yemin olsun kî, Rabb'in seni bırakmadı, sana darılmadı da» ayetini indirdi." [1257]

 

1226-) Üsâme b. Zeyd (r.a.)'dan: "Rasûiüllah (s.a.v.) Bedir Sava-şı'ndan önce üzerine fedek dokuması saçaklı kadife palan vurulmuş bir eşeğe bindi, arkasına da Üsâme b. Zeyd'i bindirdi. Haris b. Hazrec o-ğulları'ndaki Sa'd b. Ubâde'ye hasta ziyaretine gidiyordu. İçerisinde Abdullah b. Übey b. Selûl'ün de bulunduğu bir meclise uğradı. -Bu oiay Abdullah b. Übey'in Müslüman olmasından önce idi- Bir de baksa ki mecliste Müslümanlardan, putlara kulluk eden müşriklerden ve Yahudi­lerden karışık birtakım kimseler vardı. Abdullah b. Ravaha da mecliste bulunuyordu. Hayvanın kaldırdığı toz meclisi kaplayınca, Abdullah b. Übey elbisesi ile burnunu kapattı, sonra: "Üzerimize tozutmayın!.." de­di. Rasûlüüah (s.a,v.) oradakilere selâm verdi, durup aşağı indi ve ken­dilerini Allah'a davet etti, onlara Kur'ân okudu. Bunun üzerine Abdullah b. Übey b. Selûl: "Be adam!.. Şu biline ki eğer gerçek ise bu söylediğin şeylerden daha güzel yoktur, ama bunlarfa bizi meclisimizde rahatsız etme!,. Yerine git de sana kim gelirse ona anlat!.." dedi. Bunun üzeri­ne Abdullah b. Ravaha: "Ey Allah'ın Rasûlü, sen ona bakma. Bizimmeciislerimize bunları yine getir. Gerçekten biz bunları seviyor, istiyoruz." dedi. Bunun üzerine Müslümanlar, müşrikler ve Yahudiler birbirleriyle söz dalaşması yaptılar, hatta neredeyse birbirlerine atılıp saldıracaklardı, bu arada Rasûiüllah (s.a.v.) sürekli yatıştırmaya çalışı­yordu. Sonunda sakin leşti ier. Arkasından Hz. Peygamber (s.a.v.) hay­vanına binip hareket etti, nihayet Sa'd b. Ubâde'nin yanına girdi, Ab­dullah b. Übey'i kastederek: "Ey Sa'd, Ebû Hubâbe'nîn ne söyledi­ğini duydun mu? Şöyle, şöyle söyledi Sa'd b. Ubâde: "Ey Allah'ın Rasûiü, onu bağîşla, kusuruna bakma. Sana Kitabı indirene yemin olsun ki şu belde halkı ona taç giydirip kralların sarığını sarmaya anlaştıkları bir sırada Allah, sana İndirdiği hakikati getirmiştir. Sana verdiği hakikat ile Allah bu işi geri çevirince bu durum onun boğazına durdu, hazmedemedi. Görmüş olduğun şeyleri bu nedenle yapmıştır."dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) onu bağışladı."

(Söz konusu kimselerin Müslüman olmaları görüntüde idi, içlerindeki kin ve nefret sürekli devam etmiş, yeri geldiğinde her fırsatı değerlendirmiş, münafıklıkları­nı sergilemişlerdir.) [1258]

 

1227-) Enes b. Maiik (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Abdul­lah b, Übey'e gitsen?" denildi. Hz. Peygamber (s.a.v.) de bir eşeğe bi­nerek ona gitti. Müslümanlar da kendisiyle birlikte gittiler. Gittikleri yer çorak bir yerdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) onun yanına vardığında: "Ben­den uzak dur. Vallahi eşeğinin pis kokusu beni rahatsız etti." dedi. Bu­nun üzerine Ensardan bir kimse: "Allah'a yemin olsun ki, Rasûiüllah (s.a.v.)'in eşeği, senden daha hoş kokuludur" dedi. Arkasından Abdul­lah'ın kabilesinden bir adam Abdullah'a söylenen bu sözden doiayı öf­kelendi, bunun arkasından her iki tarafın adamiarı birbirlerine karşı öf­keye kapıldılar ve hurma çubuklanyla, ayakkabılarla ve elleriyle arala­rında kavga oldu. «Müminlerden iki taraf birbirleriyle kavga e-derse hemen aralarım düzeltiniz» (Hucörât: 9) âyetinin bu yüzden indiği bilgisi bize ulaştı"[1259]

 

1228-) Enes b. Mâlik (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûiüllah (s.a.v.): "Ebû Cehil'in ne yaptığına kim bakar? buyurdu. HemenAbdullah b. Mes'ûd koşup gitti ve onu Afrâ'nm iki oğlu tarafından yara­lanmış ve yerde yığılmış olarak buldu. Sakalından tutup: "Sen Ebû Ce­hil değil misin?" dedi. Ebû Cehil: "Öldürdüğünüz adamın veya kavminin öldürdüğü adamın üstünde (daha üstün bir kimse) var mıdır?" dedi." [1260]

 

1229-) Câbir b. Abduilah (r.a): "Rasûlüliah (s.a.v.): "Kim, Ka'b b. Eşrefe haddini bildirir? Çünkü o, Allah ve Rasûfânü incitip ezi­yet vermiştir." buyurdu. Muhammed b. Mesîeme hemen kalkıp: "Ey Allah'ın Rasûlü, onu benim öldürmemi ister misin?" dedi O da: 'Ta­mam" dedi. Muhammed b. Mesleme: "Bazı şeyler söylemem için bana izin ver" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): 'Tamam söyle" buyurdu. Netice­de Muhammed b. Mesleme, Ka'b b. Eşrefin yanına geldi ve: "Şu adam bizden zekât vermemizi istedi, gerçekten bizi yorup bitirdi. Bu yüzden ben senden borç istemeye geidim" dedi. Ka'b: "Evet öyle, Allah'a yemin oisun ki ondan daha çok usanırsın" dedi. Muhammed b. Mesfeme: "Bir kere ona uyduk, durumu ne oiur sonuna bakana değin artık kendisini bı­rakmayı düşünmüyoruz. Bize bir iki yük yiyecek vermeni istedik" dedi, o da; "Oiur ama bana rehin bırakmanız lazım" dedi. Oniar: "Rehin ne istiyorsun?" dediler. Ka'b: "Kadınlarınızı bana rehin bırakın" dedi. Onlar: "Sen, Arapların en yakışıklısı iken kadınlarımızı nasıl sana rehin bırakabili­riz" dediler. Ka'b: "O zaman oğullarınızı bana rehin bırakın" dedi. Oniar: "Birileri: "Bir iki yüke rehin bırakıldı" diye evlatlarımızı dillerine dolarlar bu da bize ar oiur ama silahlarımızı sana rehin bırakalım" dediler. Arkasın­dan Ka'b tekrar gelmeleri için onlara zaman belirledi. Muhammed b. Mesleme, Ka'b'ın süt kardeşi Ebû Naile ife birlikte geceleyin geldiler. Ka'b onları kaleye çağırmıştı, (geldiklerinde) yanlarına indi. Kans/: "Bu saatte ne­reye gidiyorsun?" dedi: "Bu gelenler Muhammed b, Mesleme ile karde­şim Ebû Naile'dir" dedi. Kansı: "Ben bir ses duyuyorum... Sanki ondan kan damlıyor..." dedi, O da: "Bu geienler Muhammed b. Mesleme karde­şim ile süt kardeşim Ebû Naile'dir. Hem soylu bir kimse geceleyin kılıç darbesine bile çağrılsa buna icabet eder." dedi. Muhammed b. Mesleme kendisiyle birlikte iki kişiyi de içeri koydu. Bir rivayete göre bunlar Ebû Abs b. Cübeyr, Haris b. Evs ve Abbâd b. Bişr"dir. Muhammed b. Meslemearkadaşlarına: "Yanımıza geldiğinde ben saçının ne güzel koktuğunu söyler ve kokianm bu sırada onu yakaladığımı gördüğünüzde hemen atı­lıp vurun!" dedi. Diğer bir rivayette ise: "Sonra size de başını koklatmm." demiştir. Ka'b kılıcını kuşanmış etrafına güzel kokular saçarak indi. Mu­hammed b. Mesleme: "Bugünkü kadar böyle güzei bir koku görmedim" dedi. Ka'b: "Arabın en güzei kokulu ve en mükemmel kadınian benim yanımdadır." dedi. Muhammed b. Mesleme: "Başını bir koklamama izin verir misin?" dedi. O da: 'Tabi" dedi. Başını kokladı sonra da arkadaşla­rına koklattı, arkasından: "Bir daha koklamama izin verir misin?" dedi. O da: 'Tabi" dedi. Muhammed b. Mesieme, Ka'b'ı yakalayınca: "Haydi sal­dırın!" dedi, hemen öldürdüler sonra da Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelipdurumu bildirdiler."

(Ka'b'ın babası Eşref, Tay kabilelesinden idi, annesi ise Yahudi Nadiroğullan kabilelesinden olup bir sonraki hadiste anlatılan Ebû Râfi' Sellâm b. Ebi'l-Hukayk'ın kızıdır. Ka'b b. Eşref şair, servet sahibi bir kimse İdi. Söylediği şiirlerle o günün ka­muoyunu Hz. Peygamber (s.a.v.)'in aleyhine çevirmek için büyük çaba göstermiştir. Bedir Savaşı'ndaki İslâm zaferini bir türlü hazmedememiş ve Mekke'ye giderek müş­riklerle yas tutmuş, katledilen müşrik liderler için şiirler söyleyerek müşrikleri Hz. Peygamber (s.a.v,)'e karşı kışkırtmıştır. Tabiîn döneminden sonra gelen ünlü müfes-sir Mukâtil b. Süleyman: «...Kâfirlere gelince, onların dostları Tâğût'tur...» (Bakara: 257} ayetindeki, şeytani güç diye niteleyebileceğimiz Tâğût'tun, Ka'b b. Eşref olduğunu söylemiştir. (Zâdü'i-Mesîr, îbnu'i-cevzî, i. 268) İbni Abbâs (r.a.), Dahhâk ve Mücâhid, Nisa: 51. ayetteki Tâğût'un da Ka'b b. Eşref olduğunu söylemişlerdir. (TefefruVTaberî, iv. 135-136, zâdü'i-Mesîr, ibnij'Kevzî, ii. 139) O dönemde kamuoyunu yön­lendiren en yaygın vasıta olan şiirle Müslümanlara sataştığı gibi Müslüman kadınian da diline dolamıştır. Bu çirkin yayına Peygamber şairi Hassan b. Sabit (r.a.) söylediği şiirlerle cevap vererek Ka'b'ın Medine'yi terk etmesine neden olmuştur. Bedir sava-şı'ndan sonra Mekke'ye giderek Kureyşin intikam duygularını tahrik eden Ka'b b. Eş­ref ve onu Mekke'de evlerinde misafir edenler hakkında Hassan b. Sabit (r.a.) şiirler söyleyerek bunları hicvetmiştir. Onun bu şiirleri o kadar etkili oldu ki, artık kimse bu adamı evinde misafir kabul etmeye cesaret edemedi.

Hz. Peygamber (s.a.v.) haksız yere Müslümanlara saidıran, acımasızca olmadık iftiralarla Müslümanları küçük düşüren, o dönemin yayın organı sayabüeceğmiz diğer şairleri de uyarmış yaptıkları iftira kampanyasına son vermezlerse ortadan kaldırıl­malarını emretmiştir. Esma bintü Mervan, Ebû Afek, Ebû Uzze bunlardandır. Ebû Uzze şiirleriyle Kinâneoğuilan'nın Kureyş'e yardıma koşmalarına neden olmuştur. Bu konuda daha geniş bilgi edinmek için "Sahîh-i Buharı Muhtasarı Tecrîd-i Sarih" isimli çalışmamızdaki 1613. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.

Aynca aynı yerde Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma'nın, şair ve şiirlerin basın işlevini gör­düğünü anlattığı "Hz. Peygamber (s.a.v.) Devrinde Basın" isimli makalesine de bakınız) [1261]

 

1230-) Enes (r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) Hayber Gazası'na çıktı. Sabah namazını ortalık karanlık iken Hayber yakınlarında kıldık. Ardından Hz. Peygamber (s.a.v.) bineğine bindi. Ebû Talha da bindi ben de Ebû Talha'nın terkisinde idim. Hz. Peygamber (s.a.v.) Hayber sokağı içerisinde ilerledi. Dizim Hz. Peygamber (s.a.v.)'in uyluğuna do­kunuyordu, (kalabalık ve sürtünme) izan sıyrıldı ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'in uyluğunun beyazlığını görüyordum. Şehre girdiğinde üç defa: "Allahü Ekber, Hayber şehri harap oldu! Biz bir kavmin yurduna in­diğimizde uyarılmış olanların sabahı ne kötü olur." buyurdu, (bu ifade sâffât: 177. ayetinden alıntıdır.) Halk işlerinin başına çıktığında: "Eyvah! Muhammedi" dediler. Hayber şehrini kuvvet kullanarak ele geçirdik."

Diğer bir rivayet şöyledir "Hayber Gazası'nda ben de Ebû Talha'nın terkisinde idim, ayağım Rasûlüllah (s.a.v.)'in ayağına dokunuyordu. Hayberlilerin üzerine Güneş doğduğunda varmıştık, hayvanlarını arazi­ye çıkarmış kendileri de zembil, kazma ve kürekleriyle çıkmışlardı: "Ey­vah! Muhammedi Ordu!" dediler. Rasûlüllah (s.a.v.): "Hayber şehri harap oldu! Biz bir kavmin yurduna indiğimizde uyarılmış fanların Sabahı ne kötü olur. "buyurdu. (Bu ifade Sâffât: 177. ayetinden alın­tıdır.)" buyurdu. Yüce Allah, onları hezimete uğrattı." şeklindedir. [1262]

 

1231-) Seleme b. Ekvâ (r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte Hayber'e çıkmıştık, bir gece yürüdük. Ordudan birisi Âmir b. Ekvâ (r.a.)'a: "Ey Âmir ezgi şiirlerinden bize bir şeyler dinletmez mi­sin?" dedi. Âmir şair bir kimse idi ve deve sürerken söylenen şiirleri de söylerdi. Bu şiirlerinden söyleyip ordunun develerini sürmek için indi:

"Allah'ım sen yol göstermeseydin doğru yolu bulamazdık,ne sadaka verir ne de namaz kılardık.Canımız sana feda olsun bizi geriye bıraktığın sürece bağışla,düşmanla karşılaştığımızda ayaklarımızı sabit kıl üzerimize sükunet (sekîne) gönder.

Haksızlığa çağrıldığımızda karşı çıkarız. Nidalarıyla bize karşı yar­dım istediler." diyordu. Rasûlüllah (s.a.v.): "Bu sürücü kimdir?"bu­yurdu. Oradakiler: "Âmir b. Ekvâ" dediler. Rasûlüllah (s.a.v.): "Allah ona merhamet etsin "buyurdu.

Ordudan birisi: "Ey Allah'ın Peygamberi (artık bu dua ne onun şemd olması) ketî (şehid olup cennete girecek, bıraksaydın aramızda kalsaydı da) ondan biraz daha İstifade etseydik." dedi. Sonunda Hayber'e geldik ve kuşatmayı başlattık, neticede büyük bir açlıkla karşılaştık, arkasından Allah bize Hayber'de zafer nasip etti. Zafer kazandığımız günün akşamı halk pek çok ateş yaktı, Rasûlüllah (s.a.v.): "Bu ateşler de nedir? filiye yakıyorsunuz?" bu­yurdu: "Et pişirmek için" dediler: "Hangi et?" buyurdu: "Evcil eşek eti" dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Etleri dökün, kaplan da kırın" bu­yurdu. Bir kimse: "Ey Allah'ın Rasûlü tencereleri boşaltsak da yıkasak (kır-masakjoîmaz mı?" dedi: "Öyle de yapabilirsiniz."buyurdu. Âmir'in kılıcı kısa idi, muhasarada ordu savaş düzeni aldığında bu kılıçla Yahudinin ba­cağına vurmak için uzandı ama kılıcın keskin tarafı kendisine döndü, Amir-'in diz kapağına isabet etti ve bu sebeple vefat etti. Ordu döndüğünde Rasûlüllah (s.a.v.) beni gördü, ellerimden tuttu: "Neyin var?"öeö\, ken­disine: "Annem babam sana feda olsun Âmir'in {kendi hamlesiyle yaralanıp) ame­linin boşa gittiğini iddia edip söylediler ne dersin?" dedim. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bunu söyleyen doğru söylememiştir, -iki parmağını birleşti­rip- şüphesiz onun iki sevabı vardır. O, Cahid'dir (=gayretli çalış­kan) ve Mücahiddir (Allah yolunda çarpışandın) Bu hal üzere yü­rüyen bunun gibi bir Arap çok azdır, "buyurdu."

(Âmir b. Ekvâ (r.a.), Seleme b. Ekvâ (r.a.)'ın amcasıdır. Seleme (r.a.)'ın babası Amr, dedesi Ekvâ'dır. Kendisi Seleme b. Ekvâ olarak tanınmıştır.) [1263]

 

1232-) el-Berâ b. Âzib (r.a.) anlatır: "Hendek Savaşı'nda Rasûlüllah (s.a.v.)'i toprak kamının beyazlığını kapatmış halde toprak taşırken gör­düm: "Allah'ım, Sen yol göstermeseydin biz doğru yolu bulamaz sadaka veremez, namaz kılamazdık. Sen bize huzur ve sükûneti (sekmeyi) indir, kâfirlerle karşılaştığımızda ayaklarımızı sağlam kıl, bu adamlar bize saldırmışlardır. Bizi dinimizde fitneye dü­şürmek istediklerinde onlara karşı çıktık, "diyordu. [1264]

 

1233-) Sehl b. Sa'd (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hendek kazıp o-muzlarımızda toprak taşırken, Rasûlüllah (s.a.v,), yanımıza geldi ve:"Allah 'im, kalıcı hayat âhiret hayatıdır. Sen Muhacir ve Ensar'ı bağışla "buyurdu." [1265]

 

1234-) Enes b. Mâlik (r.a.)'dan. Rasûlülfah (s.a.v.) Hendek Savaşı'nda hendek kazıldığında hendeklere gitmişti. Baktı İd soğuk bir sabah vakti Muhacir ve Ensar hendek kazıyorlar. Kendilerinin işlerini görecek köleleri de yoktu. Üzerlerindeki yorgunluk ve açlfğı görünce: "Allah'ım, kalıcı hayat âhiret hayatıdır. Sen Muhacir ve Ensar'ı bağışla" buyurdu. Onlar da şu beyitle karşılık vererek: "Bizler ki Muhammed'e hayatta kaldı­ğımız sürece ebediyete kadar biat edenleriz." dediler. [1266]

 

1235-) Yine kendisinden gelen diğer bir rivayette ise: "Muhacir ve Ensar Medine'nin etrafına hendek kazmaya başladı. Omuzlarında top­rak taşıyor ve: "Bizler ki Muhammed'e hayatta kaldığımız sürece ebedi­yete kadar İslâm üzere kalmaya biat edenjeriz." diyorlardı."

Hz. Peygamber (s.a.v.) de onlara: "Allah'ım, şu bir gerçektir ki âhiret haynndan başka hayır yoktur. Ensar ve Muhacir hakkında bereket ve hayır ver. "diyerek, onlara karşılık veriyordu." demiştir. [1267]

 

1236-) Seleme b. Ekvâ (r.a.): "Sabah ezanı okunmadan önce yola gkmıştım. Rasûlülfah (s.a.v.)'in sağım develeri Zâtu'l-Garad bölgesind