seymanur K
Wed 21 September 2011, 01:24 pm GMT +0200
Cezayir:
Cezayir denince akla hemen Fransız sömürgecileri gelir. 1830'lu yıllardan 1960'lı yıllara kadar hep Fransızlar bu ülkede at oynatmışlardır. Müslümanlar bu işgal altında iki milyona yakın şehid vererek direnişlerini sürdürmüşlerdir. 1962 yılında ülke bağımsızlığına kavuşmuş gibi görünürse de hiç de öyle olmadığı bugünkü çömezlerinden bellidir. Bugün onların işbirlikçileri durumunda olanlar efendilerini asla utandırmamaya çalışmaktadırlar. Utandırmamak elbette onların sorunu; ancak şehid kanıyla sulanmış ve bereketlenmiş aziz şehidlerin diyarında yüce Allah'ın da bir hesabı vardır. Bunun için de Cezayir'in müslüman halkı özgürlük savaşını tamamlayıp İslami hareketi güçlendirmek zorundaydı. Cezayir'de İslami hareket 1970'lerde Mustafa Buyali tarafından başlatılır. 1987'de şehid olana kadar yılmadan, korkmadan, azim ve cesaretle emperyalistler üzerine yürümüş ve şehadetiyle geride kalan müslümanlara mesaj bırakmıştır.
Daha sonra Şadli bin Cedid, demokratik dönemin kapısını açar açmaz, Abbas Medeni önderliğinde İslami Kurtuluş Cephesi kuruldu. Bin Cedid'in diktatörlüğüne daha fazla dayanamayan Cezayir Müslüman halkı, kurulan bu parti etrafında birleşti. 1990 yılı Mahalli seçimlerinde İslami Kurtuluş Partisi (Fis) çoğunluğu elde edince yeryerinden oynadı adeta. Bin Cedid'in ilk düşündüğü iş, seçimlerde tilkice değişiklikler yapmak ve devlet başkanlığı seçimlerini askıya almak olmuştu. Fis ile rejim arasında geçen benzeri tartışmalar ülke sathına yayılmış ve grevlere dönüşmüştü. Daha sonra arkasından başlayan protesto ve gösteriler, Bin Cedid'in sıkıyönetim ilan etmesine ve orduyu tanklarla, makinalılarla müslümanlar üzerine saldırtmasına dönüştü. Bu kanlı gösterilerde yüzlerce müslüman şehid düşmüş, başta Fis'in lideri Abbas Medeni, genel sekreteri Ali Belhac ve sözcü Muhammed Said altibin'e yakın müslümanla beraber tutuklanmışlardır.
Uluslararası emperyalizmin gönüllü uşaklığını yapan Bin Cedid'den ancak bu sonuçlar beklenirdi. Fakat bizi şaşırtan böyle kritik bir dönemde Şeyh Mahfuz'un İslami Toplum Hareketi'ni partiye dönüştürmesidir. İki partinin de hedefi ülkede İslami bir devlet kurmak ise de yöntem farklılığından dolayı beraber olamamaktadırlar. Bildiğimiz gibi bu 'yöntem farklılığı' dediğimiz düşünce her zaman ve her yerde müslümanların vahdetine ayakbağı olmuştur ve halen olmaktadır. Halbuki kritik durumlarda 'yöntem farklılığının' kaldırılması, yerine düşmanlara karşı 'asgari müşterekler' prensibi getirilmesi esas olmalıdır. Eğer bu anlayışı kazandırıp yaygınlaştırmazsak bu parça parça halimizle hiçbir zaman yem olmaktan kurtulamayız. Kritik anlar dışında yöntem farklılığımızın getirdiği ayrılıkçı çalışmaları mahalli olarak sürdürebiliriz. Vasat bazda belki de bu tür ayrı çalışmalar meşru kabul edilebilir. Ancak olağanüstü hallerde buna asla meydan verilmemelidir.
Bu günkü Cezayir'in durumu bize İslami hareket açısından önemli bir ders vermektedir. Uzun yıllar eğitilmemiş ve İslami bilinçle biliçlenmemiş sıradan halk yığınıyla büyük işler başarmak güçtür. Hazır potansiyel her zaman erimeye, ufak bir esintiyle dağılmaya mahkumdur. Bunun yerine biliçli, az sayıda hayırlı bir cemaat daha etkindir. "Şüphesiz nice az topluluklar vardır ki, Allah'ın izniyle çok topluluklara galip gelmişlerdir." Bu nedenle yetiştirmediğimiz insanlara söz geçirmek yerine, söz geçireceğimiz ve birlikte iş yapacağımız insanlar yetiştirmek işin en doğrusudur. Sünnetullah da böyle olsa gerek. [233]
[233] Beşir İslamoğlu, İslami Hareketin Tarihi Seyri, Denge Yayınları, İstanbul, 1993: 300-302.