sumeyye
Thu 13 January 2011, 05:13 pm GMT +0200
Cennete Girmede Kavimlerini Geçenler
194. Ebû Ümâme el-Bahilî (r.a.) rivayet ediyor:
"Resûlullahı şöyle derken işittim:
"Cennete girmede ben Arapların öncüsü oldum. Süheyb Rumların öncüsü oldu. Bilal Habeşlilerin öncüsü oldu. Selman da İranlıların öncüsü oldu."[696]
İzah
Peygamberimiz Arapların ilk Müslümanı, Süheyb Rumların;
Bilal, Habeşlilerin, Selman da İranlıların ilk Müslümanı olduğu için hadiste bunların Cennete girmede kendi milletlerininin öncüsü olduklarını ifâde ediyor.
Hadiste geçen Sahabîler hakkında tafsilatlı bilgiyi Sahabîler Ansiklopedisi İsimli eserimize havale ederek burada özet bilgi vermek istiyoruz:
Selman, Selmân-ı Fârisi ismiyle şöhret bulan büyük Sahabîlerdendir. Aslen İranlıdır. Mecûsî bir ailenin çocuğu olduğu halde yollara düşerek hakkı aramış, Hıristiyan olmuş, hakkı bulmaya olan düşkünlüğü onu köle olmaya kadar götürmüş, efendilerinin tarlalarında çalışırken Resûlullahın Medine'ye hicret ettiğini duyunca hemen ona koşmuş ve İslâmiyetle şereflenmiştir. Peygamberimiz kendisini kölelikten kurtarmış ve "ehl-i beyti" arasında saymıştır.
Peygamberimizin çok sevdiği Hz. Selman, bir çok defalar onun iltifatına mazhar olmuş, ilminden feyiz almış ve âlim Sahabîler arasına katılmıştır. Peygamberimizin ona en büyük müjdelerinden birisi, "Cennet üç kişinin hasretini çeker: Ali, Ammar bin Yâsir ve Selmân'dır"[697] hadisi olmuştur.
Hz. Selman, Peygamberimizin vefatından sonra fetih ordularında kumandanlık yaptı. Hz. Ömer kendisini Medâin'e vali tayin etti.
Süheyb, Süheyb bin Sinan isimli Sahabîdir. Kendisi ilk Müslümanlardandır. O da hadisde Cennetlik oldukları haber verilen arkadaşları Selman (r.a.) ve Bilal (r.a.) gibi bir köle idi. Fakat o azâd edilmişti. Hamisiz olduğu için müşriklerin çok ağır işkencelerine mâruz kaldı.
Hz. Süheyb azad edildikten sonra çok çalışıp bir miktar mal edinmişti. Medine'ye hicret ederken müşrikler önünü kestiler ve şöyle dediler: "Sen Mekke'ye bir köle olarak geldin. Fakirdin. Bizim sayemizde zengin oldun. Burada kazandığın serveti beraberinde götürmek istiyorsun. Buna razı olamayız."
Süheyb şu cevabı verdi:
"Sizin gözünüz Mekke'deki servetimdedir. İlân ediyorum, ne kadar malım varsa hepsi sizin olsun. Çekilin yolumdan."
Bu teklif müşrikleri sevindirdi. Onu serbest bıraktılar. Medine'ye hicret eden Hz. Süheyb bunu Resûlullaha haber verdiğinde ondan şu müjdeyi aldı:
"Ey Ebû Yahya, sen bu alış verişten kârlı çıktın."
Hz. Süheyb, Hicretin 38. yılında vefat etti.
Bilal ise, Bilâl-i Habeşî ismiyle ve "Müezzinlerin efendisi" unvanıyla anılan Sahabîdir. İlk Müslümanlardandır. Köle olduğu için azılı müşrik Ümeyye bin Halef tarafından çok ağır işkencelere maruz bırakıldı. Fakat o inancı uğrunda bütün bu işkencelere katlandı, inancından asla taviz vermedi. Bunun dünyevî karşılığı olarak da Allah Hz. Ebû Bekir'in vasıtasıyla onu kölelikten kurtardı. Hz. Bilal Peygamberimizin sevgisini kazanmış bir Sahabî idi. Onun müezzini olarak şöhret buldu. 407 numaralı hadise de bakınız.[698]
İslâm Garip Olarak Başladı, Yine Garip Hale Gelecek
195. Sehl bin Sa'd (r.a.) rivayet ediyor:
Resûlullah (s.a.v.),
"Muhakkak İslâm garib olarak başladı, yine garib hale gelecektir. O gariplere müjdeler olsun" buyurdu.
"O garipler kimdir, ey Allah'ın Resulü?" denildi.
Resûlullah (s.a.v.),
"İnsanların bozulduğu zamanda bo-zulmayip başkalarını ıslaha çalışanlardır" buyurdu.[699]
İzah
Bâzıları bu hadisde geçen "seyeûd" fiilini "seyesîr" mânâsına nakıs fiil olarak telâkkî etmişler ve neticenin kötü olacağı mânâsını çıkarmışlardır. Bunun için İslâmın neticesinin iyi olmayacağı sanılarak ümitsizliğe düşülmüştür. Oysa "yeûd" fiilinde "yeniden başlama" mânâsı da vardır. Doğru olan da "yeûd" kelimesine bu mânâyı vermektir. Bu mânâ İslâm kültürüne de uygundur. Nitekim Peygamberimiz en zor şartlarda dahi mü'minlefi istikbalde yapacakları fetihlerle müjdelemiş, İslâmiyetin yer yüzüne hâkim olacağını bildirmiştir. Dolayısıyla ümmetini ümitsizliğe düşürmek Peygamberimizin yapmayacağı birşeydir.
Alimler, bu hadisin gayesinin neticenin kötü olacağını bildirerek korkutmak değil, müjdelemek olduğunu söylerler. Meselâ bunlardan Elmalılı Hamdi Yazır, Neml Sûresinin 93. âyetinin tefsirinde "İslâmiyetin istikbâli gece değil, gündüzdür; sönük değil, parlaktır. Ara sıra basan gece zulmetleri onu dinlendirip tekrar uyandırmak içindir" d
edikten sonra yukarıdaki hadis-i şerifi zikreder ve özet olarak şöyle der:
Birçok kimseler bu hadisi hep mü'minleri korkutmak için söylemişler, onları ümitsizliğe ve bedbinliğe sokmuşlardır. Bu hadis,
"İslâm garip olarak zuhur etti, ileride garip olarak zuhur edecek" manasınadır. Hadiste geçen "fetübâ (ne mutlu)" kelimesi, geleceğin karanlık olacağını söyleyerek korkutmak için değil, müjde içindir. Çünkü hadisde geçen "garipler" İslâm'ı ilk yayan bahtiyar kimseler gibidir.[700]
İslâmı ilk yayan bahtiyar kimselere niçin "garib" deniliyordu?
Şirkin, putperestliğin ve her türlü ahlâksızlığın yaygın olduğu Cahiliyye devrinde Peygamberimizin Allah'ın birliği inancıyla ortaya çıkıp müşriklerin inandıkları sayısız ilâhları "bir"e indirmesi onlar tarafından "garip" karşılanmıştı.
Müşrikler Peygamberimize îman eden kimselerin işkenceyi, hattâ ölümü dahi göze alarak sarsılmaz bir imanla ona bağlanmalarını da "garip" karşılamışlardı. O insanların Allah ve Resulü uğrunda, mallarını, mülklerini, ailelerini bırakarak Habeşistan'a ve Medine'ye hicret etmeleri de "garip" di. Kısacası müşriklere göre İslâmiyet de, Müslümanlar da "garip"di. Bu insanlar müşriklerin nazarında gariptiler fakat Allah'ın nazarında bahtiyardılar. Rabbimiz bunu bir âyet-i kerimede şöyle bildirir:
"O Peygambere îman eden, ona hürmet eden, düşmanlarına karşı ona yardımda bulunan ve onunla indirilmiş olan nura [Kur'ân'a] uyanlar, kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir."[701]
Evet, Peygamberimiz bu hadislerinde Allah'ın bildirmesiyle asırlar sonrasını görmüş, İslâmiyetin ve Müslümanların İslâmiyetin ilk yıllarında olduğu gibi "garip" karşılanacaklarını, imanları uğrunda sıkıntı çekeceklerini bildirmiştir. "Ne mutlu o gariplere" buyurarak da bu "garipliğe" razı olanları, Allah ve Resulü uğrunda sıkıntı çekenleri müjdelemiştir.
Nitekim tarihin pekçok devirlerinde mü'minler "garip" karşılanmışlar, sıkıntı çekmişler, zindanlara atılmışlardır. Ülkemizde de Cumhuriyet devrinden sonra Allah'a îman eden, Ona ibâdet eden ve bu noktada taviz vermeyen mü'minler "garip" karşılanmış, eziyete tâbi tutulmuş, öldürülmüş, zindanlara atılmış, mesleklerinden olmuşlardır.
20. yüzyılın son yıllarında dahi insanlar İslâmiyeti savundukları için hapsedilmediler mi? Kız talebeler başlarını örttükleri için okuldan atılmadılar mı?
İşte, Peygamberimiz bu hadisleriyle İslâmiyet uğrunda çile çekenleri bir yönüyle Sahabîlere benzetmekte, sabretmelerini isteyerek "Ne mutlu o gariplere" ifadesiyle istikbalin böylelerin olduğunu müjdelemektedir.
Asrımızın en büyük "garip"lerinden birisi de en zor şartlarda dahi İslâmiyetin geleceğinin parlak olduğunu, istikbalde İslâmiyetin hükmedeceğini müjdeleyen Bediüzzaman'dır. Bediüzzaman Said Nursî, Allah, Peygamber ve Kur'ân dediği için memleketinden, talebelerinden koparılmış, çeşitli yerlere sürgüne gönderilmiş, zindanlara atılmış, defalarca zehirlenmiştir. Fakat bu hadisi düşünerek Allah'a şükretmiştir. Garipliğini ve bu hadisin kendisine nasıl tesellî verdiğini özetle nakletmek istiyoruz:
"Sizleri ziyâde müteessir etmemek için, gurbetimdeki firkatimin ziyâde elîm kısmını tayyedip [atlayıp] bir kısmını sizlere hikâye edeceğim....
"İhtiyarlık sırrıyla, hemen ekseriyet-i mutlaka ile, akran ve ahbabım ve akaribimden yalnız ve garip kaldım. Onlar beni bırakıp âlem-i berzaha gittiklerinden neş'et eden hazin bir gurbeti hissettim (...) Ve şu gurbet içinde bir daire-i gurbet daha açıldı ki, vatanımdan ve akaribimden ayrı düşüp, yalnız kaldığımdan tevellüd eden firkatli bir gurbeti hissettim....
"Birden fesübhânallah dedim; bu gurbetlere ve karanlıklara nasıl dayanılır düşündüm....
Birden nûr-u iman, feyz-i Kur'ân, lütf-u Rahman [iman nuru, Kur'ân'ın feyzi, Rahman olan Allah'ın lütfü] imdada yetiştiler. O beş karanlıklı gurbetleri, beş nûrânî ünsiyet dairesine çevirdiler. Lisânım: 'Vekil olarak Allah yeter.'O ne güzel vekildir.' söyledi. Kalbim,
'Allah bana yeter. Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur" âyetini[702] okudu. (...)
"Meşhur Hikem-i Atâiyyenin şu fıkrası: 'Cenâb-ı Hakkı bulan, neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden, neyi kazanır?' Yâni: 'Onu bulan herşeyi bulur. Onu bulmayan hiçbir şeyi bulmaz, bulsa da başına belâ bulur.' Ne derece âlî bir hakikat olduğunu gördüm ve 'Tûbâ il'1-kurabâ [Ne mutlu o gariplere]1 hadisinin sırrını anladım, şükrettim."[703]
Evet, bu hadis bâzılarının anladığı gibi bir ümitsizlik değil, bir müjdedir. İstikbalda İslâmın ufkunun bir müddet kararacağı, İslâmiyetin ilk yıllarında olduğu gibi Müslümanların sıkıntalara maruz kalacağı, fakat zaferin İslâmın olacağı haber verilerek Müslümanlardan bu sıkıntı ânında sabırlı olmaları istenmektedir. Bu sabrın neticesinde büyük bir mükâfat olduğu müjdelenmektedir. O karanlık devri yaşadık. Artık aydınlık ve nurlu devirler biz Müslümanları bekliyor. "Ümitvar olunuz, istikbalde en yüksek gür sada İslâmın olacaktır" müjdesinin aydınlığı ufkumuzda doğmak üzere. "Kışda gelenler" bizim "baharımıza" zemin hazırladılar. Allah onlardan razı olsun. Onları ve bizleri "garipler" kervanına dahil etsin.[704]
Cihada Gitmek Ve Anne Babanın İzni
196. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
"Düşman evinin kapısında bile olsa, anne babanın izni olmaksızın savaşa gitme."[705]
İzah
Umumî seferberlik ilân edilmesi veya kişinin asker olması gibi, üzerine farz olan bir cihada çıkması için anne ve babasından izin alması gerekmez. Ancak farz olmadığı halde, sadece sevap kazanmak düşüncesiyle savaşa çıkmak isteyen kimsenin anne ve babasından izin alması gerekir.
Bu konuda izahını yaptığımız hadisten başka daha birçok hadis vardır. Bir defasında bir zât Resûlullaha gelerek, "Ey Allah'ın Resulü, ben cihada çıkabilir miyim?" diye sormuştu.
Peygamberimiz (s.a.v.),
"Senin annen baban var mı?" buyurdu.
O zât, "Evet" cevabını verdi.
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Öyle ise onların hizmetinde bulunarak cihad et."[706]
Bir defasında aynı soruyu soran birisine Peygamberimiz,
"Annen ve baban sana izin verdiler mi?" diye sormuş, o kimse "Hayır" cevabını verince de şöyle buyurmuştur:
"Git onlardan izin iste. Eğer izin verirlerse cihada katıl, yoksa onlara hizmet et."[707]
Farz olmadığı halde sevap kazanmak düşüncesiyle anne ve babasından izin almadan savaşa çıkan birisi günahkâr olur. Taberâni'nin rivayet ettiği ve ileride tamamının tercüme edeceğimiz bir hadisde, anne ve babasının izni olmadan cihada çıkan ve şehid olan kimsenin mahlukat arasında hesap bitinceye kadar bekletileceği, Cennete sokulmayacağı bildirilmiştir.[708]
Ancak sevap kazanılmak üzere cihada çıkmak için izin almak, Müslüman olan anne ve baba içindir. Şayet kişinin anne ve babası Müslüman değilse, onların iznini alması şart değildir.[709]
Yolculuk Dönüşünde Namaz Kılmak
197. Ali (r.a.) rivayet ediyor:
Resûlullah (s.a.v.) yolculuktan döndüğünde iki rekât namaz kılardı.[710]
Sehiv Secdesi
198. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Resûlullah bize öğle veya ikindi namazlarından birini kıldırdı. İki rekattan sonra selâm verdi. Bu arada "Namazmı kısaldı yoksa?" diyerek mescidden çıkanlar oldu. Cemaat içerisinde Ebû Bekir ve Ömer de vardı. Fakat onlar Resûlullahabirşey söylemekten çekindiler. Acelesi olanlar çıkıp gittiler. Resûlullah bir elini diğerinin üzerine gelecek şekilde mescidin tahtasının üzerine koydu. Bu esnada Zülyedeyn [iki elli] Bu ismi ona Resûlullah vermişti isimli biri kalktı, "Yâ Resulallah, unuttun mu yoksa namaz mı kısaldı?" dedi.
Resûlullah (s.a.v.),
"Unutmadım, namaz da kısaltılmadı" buyurdu. Sonra da oradakilere sordu.
Onlar, "Zülyedeyn doğru söylüyor" dediler.
Resûlullah geri döndü, normal rekâtları gibi veya daha uzunca iki rekât daha namaz kıldırdı. Sonra iki defa secde yaptı."[711]
İzah
Konuyla ilgili bir başka hadis de şöyledir:
"Şüphesiz namazla ilgili yeni birşey olursa onu size haber veririm. Ama ben ancak bir beşerim, sizin gibi ben de unuturum. Birşey unuttuğum zaman bana hatırlatınız."[712]
Bu hadisten Resûlullahın yerinden ayrıldıktan, hattâ konuştuktan sonra namazını tamamladığını öğreniyoruz. Mezhep âlimlerinin konu ile ilgili görüşleri şöyledir:
İmam Şafiî'ye göre böyle birinin namaza devam etmesi sahihtir.
İmam-ı A'zam ve talebelerine göre, İmam yanlışlıkla iki rekâtta selâm verirse, cami içerisinde hatırladığında ve konuşmadığında namazının kalan rekâtlarını tamamlayabilir. Camiden çıktıktan ve konuştuktan sonra namazı yeni baştan kılması gerekir. Hanefî mezhebi âlimlerine göre izahını yaptığımız hadisde konuştuktan sonra namaz kılmak ilk zamanlara mahsus bir ruhsat idi, sonradan bu hüküm değişti.
İmam Mâlik göre ise abdest bozulmadıkça ne kadar ara verilirse verilsin, kalan rekâtları kılmak caizdir.[713]
Gusülden Sonra Abdest Almak
199. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
"Gusülden sonra abdest alan bizden değildir."[714]
İzah
Guslün kendisi bir abdestir. Bir insan guslettikten sonra abdesti bozacak birşey olmadığı müddetçe, gusülle abdestli olarak yapılması gereken bütün ibâdetleri yapabilir; namaz kılabilir, Kur'ân okuyabilir. Dolayısıyla gusül abdestinden sonra yeniden abdest almaya gerek yoktur.
Hadiste geçen "Bizden değildir" ifâdesi, "Bizim sünnetimize uygun hareket etmiş olmaz" mânâsındadır. Nitekim Hz. Aişe'nîn rivayet ettiği şu hadis, Resûlullahın gusülden sonra abdest almadığını açıklar:
"Resûlullah (s.a.v.) gusleder, sabah namazının sünnetini ve farzını kılardı. Onun guslettikten sonra abdesti yenilediğini hatırlamıyorum."1
Gusülden sonra abdest almak sünnet olmamakla beraber, güsle başlarken abdest almak sünnettir.[715]
Zemzem
200. Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor:
Resûlullah (s.a.v.) Zemzemden bahsetti. Zemzemin mübarek bir su olduğunu, lezzetli bir gıda ve hastalığa şifâ olduğunu bildirdi.[716]
İzah
Hadiste dikkat çekilen Zemzem, hacıların Mekke'den getirdikleri hemen herkesin bildiği bir sudur. Hadiste de ifâde edildiği gibi lezzetli ve şifalıdır.
Zemzem, Hz. İbrahim zamanında onun hanımı Hacer validemizle oğlu İsmail'in (a.s.) zor durumda kalması sebebiyle Cebrail'in (a.s.) ayağını yere vurması ile çıkmıştır. Tafsilat için Hanefi ve Şâfiîlere Göre Büyük İslâm İlmihali isimli eserimizin 598. sayfasına bakılabilir.[717]
Çok Ziyaret Etmek Sevgiyi Azaltır
201. Habib bin Mesleme rivayet ediyor:
"Az az ziyaret et ki sevgin artsın."[718]
İzah
Hadiste az ziyaretin sevgiyi artıracağına dikkat çekiliyor. Çünkü sık sık yapılan ziyaretler günlük hayatta da yaşadığımız gibi, ünsiyet peydah ettirir. Bir tanıdığımıza ilk gittiğimizde onun bize gösterdiği alaka ile sonraki günlerde yaptığımız sık sık ziyaretler esnasında gösterdiği alaka hiçbir zaman bir olmuyor.
Ancak hadiste geçen "az ziyaret" ziyareti bütün bütün azaltmak demek değildir. Bunun ortasını bulmak gerekir. Ayrıca eğer bir kimsenin ne kadar sık ziyaret edilse bundan memnun kaldığı bilinir, anlaşılırsa ve bu ziyaretlerle o kimseye manen faydalı olunuyorsa, böylelerini fazla ziyaret etmek hadisin sınırlamasına dâhil değildir. Çünkü mü'minler arasındaki irtibat çok mühimdir.[719]
İmamlık Ve Müezzinliğin Mesuliyeti
202. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
"İmam namazda cemaatin kefili, müezzin de mutemetidir. Allah'ım, imamları hakda sebat ettir, müezzinleri de bağışla."[720]
İzah
İmamlık yüce ve kudsî bir meslek olmakla beraber, mes'uliyetlidir de. Yukarıdaki hadisde, imamın namaz esnasında cemaatin mes'uliyetini yüklendiğine dikkat çekilmektedir. Konu ile ilgili bir başka hadis şu mealdedir:
"İmam kefildir. Eğer namazı iyi kıldırırsa sevap hem onadır, hem cemaatedir. Şayet kötü kıldırırsa, vebali kendinedir, cemaate birşey yoktur."[721]
Hadisde müezzinlerin de mutemeti olduğu ifâde edilmektedir. Bilhassa saat ve takvimlerin olmadığı zamanlarda müezzinler namaz vakitlerini, imsak ve iftar vakitlerini ilân ediyorlardı. Müslümanlar onların okudukları ezan ile namaz kılıyor, oruç açıyorlardı. Hadiste geçen mutemet kelimesi bunu ifâde etmektedir.
Hadisin son kısmında ise Peygamberimiz ağır bir mes'uliyet yüklenmiş olan imam ve müezzinlere duâ etmektedir.[722]
Kabir Azabı
203. Halid bin Urfata (r.a.) rivayet ediyor:
Resûlullahın (s.a.v.),
"Karın ağrısından ölen kabrinde azap görmez" buyurduğunu işittim" diyor.[723]
İzah
Kabir azabı, inkarcı ve günahkâr kulların kabre konuldukları andan itibaren Kıyamete kadar maruz kalacakları azaptır. Gerek âyet-i kerimelerde, gerekse hadis-i şeriflerde kabir azabının olacağı açıkça anlatılmıştır. Meselâ Tekâsür Sûresinde kabir azabına şöyle işaret edilir:
"Çokluğunuzla övünmek, kabre girinceye kadar sizi oyaladı. Heyhat! Kabre girdikten sonra bileceksiniz. Sonra Kıyamette bileceksiniz."[724]
Peygamberimiz de birçok hadislerinde kabir azabını haber vermiştir. Meselâ bir hadislerinde kabirdekilere sabah akşam her gün Cehennemdeki yerlerinin gösterileceğini bildirmiştir.[725] Zaman zaman Ashabına kabir azabından Allah'a sığınmalarını tavsiye etmiştir.[726]
Peygamberler, Allah'ın sevgili kulları ve sevabı günahından fazla olan mü'minler kabirlerinde azaba çarptırılmazlar. Çeşitli hadislerde Allah yolunda şehid olanların, nöbet tutarken ölenlerin, Tebareke Sûresini devamlı olarak okuyanların, kelime-i tevhidi çok söyleyenlerin kabir azabından kurtulacakları bildirilmiştir. Peygamberimiz yukarıdaki hadislerinde de karın ağrısından ölenlerin kabir azabına çarptırılmayacaklarını bildirmiştir.
Bununla beraber, böylelerine azap verip vermemek Allah'ın, dilemesine bağlıdır. Fakat Allah'ın rahmetinin böyle kullarına kabir azabı çektirmeyeceği kuvvetle ümit edilir.
Kabir azabı hakkında tafsilatlı bilgiyi Ölüm Cenaze Kabir isimli eserimizin 313-326. sayfasına bakılabilir.[727]
Aklin Ehemmiyeti
204. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
"Kişi namaz, zekât, hac, umre ve cihad ehlinden olur, hattâ neyde hayır var diye hayrın miktarlarını dahi araştırır. Fakat Kıyamet gününde aklını kullanması ölçüsünde mükâfat görür."
[696] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/284.
[697] Tirmizî, Menâkib: 34.
[698] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/285-286.
[699] Müslim, İman: 232; İbni Mâce, Fiten: 15; Tirmizî, İman: 13. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/286-287.
[700] Hak Dini Kuran Dili, 5:3713, 3714.
[701] A'raf: 7/157.
[702] Tevbe: 9/129.
[703] Mektûbat, s. 22-24.
[704] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/287-290.
[705] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/290-291.
[706] Ebû Dâvud, Cihad: 31; Müslim, Birr: 5; Buhari, Cihad: 138; Tirmizî, Cihad: 2.
[707] Ebû Dâvud, Cihad: 32; Beyhakî, Sünen: 9:29; Hakim, Müstedrek, 1:114 (2501)
[708] Taberânî, Mucemüs-Sagir, 1:238 (465 numaralı hadise bakınız).
[709] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/291-292.
[710] Buhari, Megâzî: 79, Cihad: 198; Müslim, Tevbe: 53, Salatü'l-Müsâfirin: 74; Ebû Dâvud, Cihad: 166; Nesâî, Mesacid: 38. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/292.
[711] Ebû Dâvud, Salat: 189; Buhari, Salat: 88; Müslim, Mesâcid: 97, 99; Tirmizî, Mevakit: 175; İbni Mâce, İkâme: 134. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/293.
[712] Ebû Dâvud, Salat: 189.
[713] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/293-294.
[714] Mu'cemü'l-Evsat, 4:51 (3065) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/294.
[715] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/294-295.
[716] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/295.
[717] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/295.
[718] Mu'cemü'l-Evsat, 4:61, (3076) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/295-296.
[719] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/296.
[720] Tirmizî, Mevâkıt: 39. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/296.
[721] İbni Mâce, İkâme: 47.
[722] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/296-297.
[723] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/297.
[724] Tekâsür: 102/1-4.
[725] Buhârî, Cenâiz: 89.
[726] Müslim, Cennet: 17.
[727] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/297-298.