- Caiz olmayan terk

Adsense kodları


Caiz olmayan terk

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 21 December 2010, 04:01 pm GMT +0200
B- Caiz Olmayan Terk
 

Terki caiz olmayan hadîse muhalefet etmek, neredeyse mez­hep imamları için sözkonusu değildir. Fakat bazı müctehid âlimle­rin bir meselenin hükmünü idrak edip etmemesinden, her ne ka­dar bir mesele hakkında bir bakış sahibi olup ictihad etmiş olsa da, gereksiz yerde hükmünü anlatmasından, istidlal ederken yanılma­sından, bir delile dayandığı halde daha meseleyi sonuna kadar araştırmadan hükmünü açıklamasından, bir gelenek veya amaç et­kisinde kalmasından, ve konu hakkında araştırmasını tamamlama­masından korkulur. Ve âlim her ne kadar ictihad ederek bir mese­lenin hükmüne varmış olsa da, içtihadın net sonucu bazan kendi­sine açık gözükmez. Bu yüzden âlimler, muteber olmama korkusu nedeniyle böylesi ictihadlardan sakınmışlardır. İşte bu tür hatalar­dan kaynaklanan yanlış ictihadlar müctehîdi günaha sokar. Ancak, biraz önce belirttiğimiz gibi, günahın vebalini tevbe etmeyen çeker ve zikri geçen sebeplerle affedilir.

Fakat heva ve hevesine yenilip bâtılı savunanlar, hiçbir delile dayanmadan bir sözün doğruluk veya yanlışlığını kesin olarak id­dia edenler ise cehennem ateşinde yanacaklardır. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kadılar üçtür; ikisi cehennemlik, birisi cennetliktir; hakkı bilip, hak ile hüküm veren cennetliktir, bilme­diği halde hüküm veren ve hakkı bildiği halde bâtıl ile hüküm ve­ren cehennemliktir." Fetva veren müftüler de bu hadîsin kapsamı­na dahildir. Ümmetçe kabul gören bazı temayüz etmiş âlimlerden böylesi hataların vukuu durumunda -ki bu çok uzak olmuş da değildir-, mutlaka bu günahı silecek, saydığımız sebeplerden biri­si vardır ve bu hatalar âlimin değerini asla zedelemez. Biz onların masum olduklarını savunmuyoruz bilakis günahlara maruz olduk­ları inancındayız. Fakat bununla birlikte Allah katında yüksek de­recelerde olmalarını umuyoruz. Çünkü Allah (c.c.) muvaffak kıldı­ğı salih ameller ve doğru ahvaller onlara bir miad tanımıştır ve on­ların sahabeden daha yüksek derecede olduklarını da söylemiyo­ruz.

Bu bakışımız, öncelikle sahabe arasında vuku bulan savaş, kan davaları, ictihad ve fetvalar için geçerlidir. Sahabe, tabiîn, tebe-i ta­biîn ve dört mezhep imamlarının insanları sahih hadîse muhalefet etmekten sakındırmaları, her kimin görüşü olursa olsun, onu bıra­kıp sahih hadîsle amel etmenin gerekliliğini savunmaları, bizim bu söylediklerimizi çok açık bir şekilde destekliyor, işte sözlerinden birkaç örnek:

a- Said b. Cübeyr'in şöyle dediği rivayet olunur: "İbn Abbas, Resulullah'ın (s.a.v.) haccı temettu' şeklinde (yani önce umreye ni­yet edip, sonra hacca niyet ederek) eda ettiğini söyleyince Urve (r.a.) kendisine Ebubekir ve Ömer'in bunu menettiklerini hatırlat­tı. İbn Abbas, buna karşı Urve'ye şu cevabı verdi: 'Neredeyse bun­lar helak olacaklardır. Ben Resulullah şöyle buyurdu diyorum, on­lar ise Ebubekir ve Ömer şöyle buyurdu diyorlar.'" Başka bir riva­yette İbni Abbas'ın "Neredeyse başlarına gökten taşlar yağacaktır" dediği belirlenmiştir.

b- Ebu Derda etrafındaki insanlara "Muaviye'nin hakkından kim gelir. Ben ona Resulullah'ın hadîsini anlatıyorum, o ise kendi görüşünü bana anlatmaya kalkışıyor" dedi. Sonra Muaviye'ye yö­nelerek "içinde bulunduğun bölgede duramayacağım" şeklinde ifadede bulundu. Mağrib (Fas) muhaddisî Hafız İbn Abdilber ki­taplarında bu rivayetleri sahih senetlerle nakletmiştir. Kısaltmak için burada o senetlere yer vermedik.

d- Hanefî kitaplarından "Ravdetu'l-ulûmu'z-zendüsiyyeti" şunu nakletmektedir: "Allah'ın kitabı ile çelişen bir sözüne rastla­dığımızda ne yapalım diye Ebu Hanife'ye soruldu, İmam Ebu Hanife 'Sözümü bırakın, Allah'ın kitabına sarılın' dedi. Ya Resulul­lah'ın sünneti ile çelişen bir sözüne rastladığımızda ne yapalım, so­rusuna cevaben İmam Ebu Hanife, 'Resulullah'ın sünnetine sanrılın’ diye cevap verdi. Sahabenin sözleri ile çelişen bir sözünle rast­ladığımızda ne yapalım, sorusuna da şu cevabı verdi. 'Sözümü bı­rakın sahabenin sözlerine sarılın."

İbrahim bin Yusuf, Züfer bin Huzeyl, Ebu Yusuf, Afiye bin Yezid ve başkaları Ebu Hanife'nin şöyle dediğini rivayet etmişler­dir: "Neye dayanarak söylediğimizi bilmeden sözlerimiz ile fetva vermek, hiç kimse için caiz değildir."

İmam Şafiî, Ebu Hanife Sammak bin el-Fazl'dan şu olayı bize nakletmiştir: "Sammak bin el-Fazl İbn Ebu Zi'b Makbarî'den, o da Ebu Şureyh el-Kabî'den fetih senesinde Resulullah'ın şöyle buyur­duğunu bana söyledi: 'Bir kimsesi öldürülen kişi için iki seçenek vardır. Dilerse kan bedelini alır, dilerse kısası ister.' Sammak bin Ebu'l-Fazl İbn Ebu'z-Zib'e 'Bu hadîsi delil olarak alıyor musun, Ey Ebu'l-Haris?' diye sorduğumda, İbn Ebu'z-Zi'b, her iki eliyle göğ­süme vurdu, son nefese kadar bağırıp biraz beni incitti ve şöyle de­di: 'Ben sana Resulullah'ın hadîsini anlatıyorum. Sen ise bana bu hadîsi delil olarak alıyor musun' diye soruyorsun. Evet ben bu ha­dîsi delil olarak alıyorum. Benim ve bunu işiten herkesin yapması gereken de budur. Allah (c.c.) Hz. Muhammed'i (s.a.v,) insanlardan seçti, onları onunla yola getirdi, insanlar için sözlerini daya­nak kıldı ve herkese ancak ona uymasını gerekli kıldı.' Sammak bin el-Fazl İbn Ebu'z-Zi'b'ten susmasını temenni edinceye kadar sus­madı."

İmam Malik'ten şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Ben ancak bir beşerim, doğruyu söyler, hata da ederim. Sözlerime bakınız. Kitab ve sünnete muvafık olanı alınız, muhalif olanı bırakınız."

İsa bin Kasım, İmam Malik'in şöyle buyurduğunu söylüyor: "Her ne kadar fazilet sahibi olsa da, bir insanın söylediği her sözü­ne uyulmaz, Allah (c.c.) "Onlar ki işittikleri sözün en iyisine uyuyorlar' buyuruyor."

Sahnun İbn Vehb'in şöyle dediği naklolunmuştur: "Malik b. Enes, bana çok meselelere dalmaya karşı olduğunu anlatırken, 'Ey Abdullah, bildiğin şeyleri anlat ve insanlara öğret. Bilmediğinde de sus sakın insanlara yanlış hükümleri yükleme" dedi.

Malik bin Enes'e bir adam gelip bir meselenin hükmünü öğ­renmek istedi, İmam Malik, ona Resulullah'ın mesele hakkındaki hadîsini anlattı. Adam İmam Malik'e "ya senin görüşün nedir?" diye sorunca Malik, şu âyeti okudu: "Onun emirlerine aykırı hare­ket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden ve can yakıcı bîr " azaba uğramaktan sakınsınlar" [25] Önceden insanlara fetva veren selef, ben böyle diyorum görüşleri ile fetva vermezlerdi. An­cak rivayetle yetinir ve ona razı olurlardı, dedi.

İsa b. Dinar, İbn Kasım'ın şöyle dediğini söylüyor. İmam Malik'e "fetvayı kim verebilir?" diye soruldu. Malik, "insanların hak­kında ihtilaf ettikleri meseleleri bilen kişi ancak fetva verebilir" ya­nıtını verdi.

Abdullah bin Mesleme el-Kanebi şöyle diyor: "Bir gün İmam Malik'in ziyaretine gittim. Evina girerken, ağladığını hissettim, içeri girip selam verdim, İmam Malik selamımı aldı. Kısa bir suskun­luktan sonra tekrar ağlamaya başladı. Kendisine 'Ey Ebu Abdullah, nedir seni ağlatan?' diye sorduğumda bana şu yanıtı verdi. ‘Ey İbn Kaneb, Allah bana ne yapacaktır? Acaba din hususunda söylediğim her kelimeye karşı keşke sopalarla dövülseydim de bu meseleler ve görüşlerde şu gafları yapmasaydımki, o meseleleri söylemek zo­runda değildim' buyurdu." Başka bir rivayette Abdullah bin Mes­leme "Bu görüşlerden vazgeç" dediğinde Malik şöyle yanıt vermiş­tir: "Görüşlerim her yere yayılmış, nasıl vazgeçerim ve siz halimi görüyorsunuz." Sonra biz onu vazgeçirene kadar yanından ayrıl­madık, der el-kanebî. İmam Malik elleri ile Resulullah'ın mezarına işaret ederek, "Bu mezarın sahibi hariç herkesin sözü alınır ve red­dedilir" dedi.

Heysem bin Cemil'den şöyle dediği rivayet olunur. Malik bin Enes'e "Ey Ebu Abdullah! Birtakım kitapları yazan insanlar vardır. Birileri, falan kişi, Ömer bin Hattab'dan bîrşeyler rivayet eder, baş­kası da İbrahim'den birşeyler rivayet eder. Sonra İbrahim'in görü­şünü alır, Ömer'inkini bırakır" diye anlattı. İmam Malik, "Ömer'in sözü kendilerine sahih bir senetle kavuştuğu halde nasıl bunu yapıyorlar?" diye sorunca, "Ömer'in görüşü ancak bir riva­yettir, İbrahim'in görüşü de onlarca sahihtir" dedi. Bazıları Malik'in Heysem'e şöyle dediğini eklemişlerdir: "Bu durumda Ömer'in sözünü terkedenin tevbe etmesi isteniliyorsa, Allah ve Re­sulünün sözlerini bırakıp İbrahim en-Nehâî'den daha az bilgili bi­risinin sözlerini kabul edene ne yapılmalı?" İkaz kitabının sahibi bunu naklederken, şu açıklamada bulunmuş. Yani Malik'e göre bunu yapan kişi, iki küfrün en büyüğüne girer. Ondan tevbe etme­si istenilmez, o zındıklardan sayılır.

Rebi bin Süleyman'ın şöyle dediği rivayet olunur. "Adam'ın biri İmam Şafiî'ye gelip bir meselenin hükmünü öğrenmek ister, İmam Şafiî, mesele hakkındaki Resulullah'ın hadîsini adama anlat­tı. Adam: 'Ey Ebi Abdullah! Sen de bu görüşte misin?' diye söyle­yince, İmam Şafiî'yi birden bir titreme aldı, rengi sarardı, sonra: "Yazıklar olsun sana! Resulullah'ın hadîsini anlatıp da evet başım ve gözüm üstüne evet baş ve gözüm üstüne demesem, hangi yer beni taşır ve hangi gök beni gölgelendirir' diye söyledi.

Yine Rebi İmam Şafiî'nin şöyle dediğini rivayet eder. "Her âli­min göremediği, bilemediği bir hadîs-î Resulullah mutlaka vardır. Söylediğim her söz, koyduğum her kaide ne olursa olsun, Resulullah'ın bir hadîsi ile çelişiyorsa söz Resuluhah'ın sözüdür ve ben de onu diyorum. Söz Resulullah'ın sözüdür ve ben de onu diyo­rum."

İmam Şafiî'nin talebelerine şöyle dediği de rivayet olunmuş­tur. "Kitabımda Resulullah'ın sünnetine aykırı birşey bulduğunuz­da Resulullah'ın sünnetini alınız, sözümü bırakınız.

İmam Şafiî'nin şöyle dediği de nakledilmiştir. "Resulullah'ın sünnetinde sözlerime muhalif birşey varsa ben sünneti söylüyo­rum ve ona dönüyorum. Söylediğim her mesele hakkında Resulullah'tan muhalif hadîs varsa hayatımda ve ölümümden sonra o sö­zümden geri dönüyorum. Sözlerimin Resulullah'ın sahih hadîsleriyle çeliştiği durumlarda daha evla olan hadîse uyunuz, sözüme uymayınız."

İmam Şafiî kendisine aynı soruyu yönelten başka birisine şöy­le demiştir: "Kiliseden çıktığımı mı gördün, belimde Hıristiyanla­rın kuşağını mı gördün? Ben sana Resulullah'ın hadîsini anlatıyo­rum. Sen bana onu alıyor musun, şeklinde soru yöneltiyorsun. Ben Resulullah'tan hadîsi rivayet ederim de sözünü nasıl almayacağım, dedikten sonra, Resulullah'ın sünneti varken başkasının sözüne yer yoktur. Sünnet varken başkasının sözü delil olarak alınmaz, hükmü üzere ümmet icma etmiştir. Şüphesiz Allah herkese ancak Resulullah'a uymalarını emretmiştir. Allah'ın kitabı ve Resulul­lah'ın sünnetinden başka hiçbir sözün itibarı yoktur. Başkalarının sözü Kur'an ve sünnete tâbidir. Resulullah'ın sünnetini kabul et­mek Allah'ın bize, bizden öncekilere ve bizden sonrakilere kesin bir buyruğudur. Hadîs sahih ise sözlerimi duvarın yüzüne vurunuz ve gerçekten hadîs sahih ise mezhebim de odur."

İmam Şafiî'nin bu son cümlesinin aynısı diğer üç imamdan da rivayet edilmiştir.

Kaleme aldığımız İmam Şafiî'nin bütün bu sözleri mezhebi­nin ancak kitap ve sünnet çerçevesinde olduğunu gösteriyor. Hadî­se aykırı bir sözü ona nisbet etmek ve onun mezhebi diye o sözle fetva vermek kesinlikle doğru değildir. Daha doğrusu bunu yap­mak İmam Şafiî'ye apaçık bir iftiradır. İmam Şafiî'nin talebelerin­den bazı âlimler de bu söylediklerimizi savunarak, İmam Şafiî'ye ait sahih hadîs ile çelişen bir meseleyi gördüklerinde okuttukları talebelerine "Bu meseleye çarpı işareti koyunuz, bu İmam Şafiî'nin mezhebi değildir" diye vurgulamayı adet edinmişlerdi ki, en doğ­rusu budur ve bütün imamlar taraftarlarına böyle yapmalarını em­retmişlerdir. Haklarında bunun aksini sananlar imamları değerle­rinden düşürmüş ve haklarında çok büyük kötülükte bulunmuş olurlar.

Nurettin es-Senhurî, konu ile ilgili İmam Malik'ten de buna benzer rivayetlerin kendilerine ulaştığını belirtmiştir. İbn Musdî ise bu gerçeği bize açıklayarak şöyle demiştir: "Şüphesiz İmam Malik'in kitap ve sünnete aykırı olan görüşleri onun mezhebi olarak sayılmaz. Ancak İmam Şafiî'nin görüşleri olduğu gibi İmam Malik'in de kitab ve sünnete muvafık olan görüşleri mezhebi olarak sayılır." El-İkaz kitabının sahibi bu sözlerin aynısını naklettikten sonra şöyle demiştir:

"Müctehidlerin kitap, sünnet ve icmaya muhalif olan sözleri­nin mezheplerinden sayılmadığını kabul ettikten sonra mezheple­rine uyan tebaaların daha çok kitap, sünnet ve icmaya özen göster­meleri gerçeği tayyün eder. Ki imamlarının mezheplerini doğru bir şekilde öğrensinler. Dört mezhebin son devir fakihlerinin delillerden soyutlanmış kısa metinlerle yetinip hadîs usûlü, fıkıh usûlü ve hadîs kitaplarından tamaen yüz çevirdikleri gibi yapmasınlar, yok­sa bu durumda onlar imamlarının mezheplerini bilmeyen insanla­rın en cahil sınıfında yer alırlar. Çünkü imamların mezhebi diye bildikleri sünnet ve icmaya aykırı olan nice meseleler vardır. İmam el-Karafî "Kavaid" kitabında şöyle demiştir: "Taklit ettiği imamda, Kitab ve icmaya aykırı bir meseleye rastlanan kişinin o meseleyi in­sanlara nakletmesi veya onunla fetva vermesi asla caiz değildir. Al­lah'ın dinidir bu şeriata aykırı fetva vermek haramdır. Fetvanın asıl sahibi, her ne kadar günahkâr olmasa da, bilakis ictihadından do­layı ecir alıyorsa da o fetvanın şeriata aykırı olduğunu farkeden mukallidin kasıtlı olarak o fetvayı yaymakla günahkâr olur. Bu yüzden her asrın fakihleri, mezheplerini inceleyerek şeriata aykırı bir meseleyi gördüklerinde —ki hiçbir mezhep buna benzer mese­lelerden hâli değildir— onu mezhep dışına almaları gerekir. Şeri­ata aykırı olan o mesele ile fetva vermeleri kesinlikle haramdır. Bi­raz önce İmam Şafiî'nin "Her âlimin Resulullah'ın sünnetinden göremediği veya anlamadığı bir sünnet vardır" sözlerini zikretmiş­tik. İbn Dakiku'l-İd, dört mezhep imamlarının sahih hadîse muha­lif olan görüşlerini topladığı kitabının başında şunları demiştir: "Buna benzer meseleleri müctehid imamlara nisbet etmek haram­dır. Onları taklit eden fakihlerin bu meseleleri öğrenmeleri gerekli­dir. Ki, onlara nisbet ederek haklarında yalan etmiş olmasınlar."

Cezayirli Şeyh İsa es-Salibî bu sözleri naklettikten sonra şun­ları eklemiştir: "İmamların sözlerinden şu gerçekleri anlıyoruz. Ki­tab, sünnet, icma veya kıyas-ı celi ile çelişen bir mesele hakkındaki bir müctehidin görüşünü alan kişi taklit davasında yalancıdır. O nevasına ve mezhebi taassubuna tutunmuştur. Şüphesiz o taklit ettiği müctehidden beridir. O tıpkı Ehl-i Kitap papazlarının peygam­berleri ile olan konumdadır. Peygamberleri onlara Hz. Muhammed'e iman etmeyi, ona destek vermelerini ancak ona uymalarım emrettikleri halde, Hz. Muhammed'e inanmayıp ona eziyet etmiş­lerdir. Bununla birlikte peygamberlerine tâbi olduklarını iddia et­meyi de hiç ihmal etmemişlerdir. Oysa Hz. Muhammed'e inanma­mak, bütün peygamberlere inanmamak demektir. Şüphesiz her peygamber ümmetinden Hz. Muhammed'e inanmaları ve ona destek olmaları üzere söz almıştır. Bu yüzden Yahudi ve Hristiyanlar Hz. Muhammed'e inanmadıkları halde Hz. Musa ve İsa'ya ina­nıyoruz davalarında yalancıdırlar.

Ebu Davud, İmam Ahmed'e "Malik'e mi uyayım, yoksa Evzai'ye mi?" diyerek görüşünü almak istedi, İmam Ahmed, Ebu Da­vud'a "Dininde bunların hiçbirisine uyma. Resulullah ve sahabe­den gelen hadîsleri al, onlara uy. Tabiînin sözlerine uymakta ise in­san muhayyerdir" diyerek yol gösterdi, İmam Ahmed, taklit ile ittiba arasındaki farkı anlatırken, ittibaı şöyle tanımlamıştır: "İttiba, Resulullah ve sahabeden gelen hadîslere uymaktır." Başka bir riva­yette İmam Ahmed'in Ebu Davud'a şöyle dediği nakledilmiştir: "Ne bana, ne Malik'e, ne Şafiî'ye ne Evzaî'ye, ne de Sevrî'ye uy. Onlar nereden aldıysalar sen de oradan al. Ancak din bilgisinden yoksul olan kişi din konusunda başka insanlara uyar." Bazıları İmam Ahmed'in fıkıh ile ilgili eser yazmamasını bu gerekçeye bağ­lıyorlar. Ancak talebeleri fıkhı, görüşlerini sözlerinden, davranışla­rından, verdiği fetvalarından toplayarak fıkhı mezhebini oluştur­muşlardır.

İmam Ahmed'e göre zayıf ve mürsel hadîs ve İmam Malik'e göre de mürsel belağat hadîsleri ve sahabe sözünün kıyasa takdim edilme gerekliliği vardır. Hallal'in rivayetine göre İmam Şafiî, aynı görüşü İmam Malik ile paylaşıyor. Çünkü kıyas ancak zaruret du­rumunda itibar kazanıyor.

İmam Ebu Hanife'nin talebeleri zayıf hadîsin kıyasa takdim edilmesi üzere icma etmişlerdir. Şüphesiz İmam Ebu Hanife, bu esasa dayanarak mezhebini oluşturmuştur, İmam Nesaî terki üzere ittifak edilmeyen hadisleri istisnasız delil olarak alma görüşünü ta­şıyor. Ebu Davud, Müsned'inde bu metodu izleyerek bir konuda sahih hadîsi bulamadığı zaman zayıf hadîsleri kıyasa tercih ederek delil olarak almıştır. Böyle nice müctehidler istisnasız zayıf hadîsi kıyasa tercih ederek öncelik tanımışlardır.

İmam Ahmed, Müsned'inde "El inzal alel hükm" hadîsini zik­rederken Peygamber (s.a.v.) emir olarak tayin ettiği sahabeye ictihad ettiği meselenin hükmünü kendisine nisbet etmesini emret­miş, Allah'a nisbet etmesini menetmiştir, şeklinde buyurmuştur. Düşünün Peygamber (s.a.v.) Allah'ın hükmü ile müctehid emirin hükmünü birbirlerinden nasıl ayırmış, müctehidin hükmünün Al­lah'ın hükmü ile adlandırılmasını menetmiştir. Bu yüzden Hz. Ömer: "Allah ve emiru'l-mü'minîn Ömer'in emri budur" yazan katibine "Böyle yazma, ancak emiru'l-mü'minînin görüşü budur yaz" dedi.

İbn Ebu Davud, İbn Ömer'den şunu rivayet etmiştir: "Baba­mın şu sözleri söylediğini hatırlıyorum: Ancak kötü niyetli olanların kıyasla amel ettiklerini görüyoruz.'"

Konu ile ilgili daha nice rivayet vardır. Zikrettiğimiz bu riva­yetler kalbi duyarlı olanlar için yeterlidir. Sahih hadîsi terkeden âli­min mazur olduğunu bilmemizle birlikte mânâsını geçersiz kılacak bir muarızı olmayan sahih hadîsleri aramamızı araştırılıp kabul ve tebliğ edilmesinin ümmetin üzerine vacib olduğu inancında olma­mızı engelleyecek hiçbir şey yoktur. Bu hüküm, hakkında âlimlerin ihtilaf etmedikleri sahih hadîs için geçerlidir. Terki hakkında âlim­lerin ihtilaf ettikleri hadîs ise, mensuh olmadığı, icma veya daha güçlü bîr delil ile çelişmediği neticesine varana kadar bununla amel edilmez, bu vasfı taşıyan hadîs ile ancak mensuh olmadığını icma veya daha güçlü delil ile çelişmediğini bilince delil olarak alı­nır. Bazıları konu ile ilgili ihtilafı ve onunla amel etmenin vücubiyetini açıkladıktan sonra şu görüşü ileri sürmüşlerdir. Böylece, bilindi ki, hadîsin mensuh olmadığı icma ve daha güçlü bir delil ile çelişmediği neticesine varıldıktan sonra hadîs askıya alınmaz; bir mani görülmediği müddetçe onunla amel edilmelidir. Bu gereklili­ğe dayanak olarak aslı itibara alıp hiçbir engelin olmaması yeterlidir; ki âlimler eşyada aslına itibar etme kaidesi üzere şu ve benzeri gibi çok hükümler bina etmişlerdir. Bu meselenin açıklamasını da­ha geniş bir şekilde ictihad konusunda ele alacağız. [26]



[25] Nur: 24/63.

[26] Şeyh Senusi, Nassın Uygulanışı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995: 29-39.