hafiza aise
Tue 21 December 2010, 04:01 pm GMT +0200
B- Caiz Olmayan Terk
Terki caiz olmayan hadîse muhalefet etmek, neredeyse mezhep imamları için sözkonusu değildir. Fakat bazı müctehid âlimlerin bir meselenin hükmünü idrak edip etmemesinden, her ne kadar bir mesele hakkında bir bakış sahibi olup ictihad etmiş olsa da, gereksiz yerde hükmünü anlatmasından, istidlal ederken yanılmasından, bir delile dayandığı halde daha meseleyi sonuna kadar araştırmadan hükmünü açıklamasından, bir gelenek veya amaç etkisinde kalmasından, ve konu hakkında araştırmasını tamamlamamasından korkulur. Ve âlim her ne kadar ictihad ederek bir meselenin hükmüne varmış olsa da, içtihadın net sonucu bazan kendisine açık gözükmez. Bu yüzden âlimler, muteber olmama korkusu nedeniyle böylesi ictihadlardan sakınmışlardır. İşte bu tür hatalardan kaynaklanan yanlış ictihadlar müctehîdi günaha sokar. Ancak, biraz önce belirttiğimiz gibi, günahın vebalini tevbe etmeyen çeker ve zikri geçen sebeplerle affedilir.
Fakat heva ve hevesine yenilip bâtılı savunanlar, hiçbir delile dayanmadan bir sözün doğruluk veya yanlışlığını kesin olarak iddia edenler ise cehennem ateşinde yanacaklardır. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kadılar üçtür; ikisi cehennemlik, birisi cennetliktir; hakkı bilip, hak ile hüküm veren cennetliktir, bilmediği halde hüküm veren ve hakkı bildiği halde bâtıl ile hüküm veren cehennemliktir." Fetva veren müftüler de bu hadîsin kapsamına dahildir. Ümmetçe kabul gören bazı temayüz etmiş âlimlerden böylesi hataların vukuu durumunda -ki bu çok uzak olmuş da değildir-, mutlaka bu günahı silecek, saydığımız sebeplerden birisi vardır ve bu hatalar âlimin değerini asla zedelemez. Biz onların masum olduklarını savunmuyoruz bilakis günahlara maruz oldukları inancındayız. Fakat bununla birlikte Allah katında yüksek derecelerde olmalarını umuyoruz. Çünkü Allah (c.c.) muvaffak kıldığı salih ameller ve doğru ahvaller onlara bir miad tanımıştır ve onların sahabeden daha yüksek derecede olduklarını da söylemiyoruz.
Bu bakışımız, öncelikle sahabe arasında vuku bulan savaş, kan davaları, ictihad ve fetvalar için geçerlidir. Sahabe, tabiîn, tebe-i tabiîn ve dört mezhep imamlarının insanları sahih hadîse muhalefet etmekten sakındırmaları, her kimin görüşü olursa olsun, onu bırakıp sahih hadîsle amel etmenin gerekliliğini savunmaları, bizim bu söylediklerimizi çok açık bir şekilde destekliyor, işte sözlerinden birkaç örnek:
a- Said b. Cübeyr'in şöyle dediği rivayet olunur: "İbn Abbas, Resulullah'ın (s.a.v.) haccı temettu' şeklinde (yani önce umreye niyet edip, sonra hacca niyet ederek) eda ettiğini söyleyince Urve (r.a.) kendisine Ebubekir ve Ömer'in bunu menettiklerini hatırlattı. İbn Abbas, buna karşı Urve'ye şu cevabı verdi: 'Neredeyse bunlar helak olacaklardır. Ben Resulullah şöyle buyurdu diyorum, onlar ise Ebubekir ve Ömer şöyle buyurdu diyorlar.'" Başka bir rivayette İbni Abbas'ın "Neredeyse başlarına gökten taşlar yağacaktır" dediği belirlenmiştir.
b- Ebu Derda etrafındaki insanlara "Muaviye'nin hakkından kim gelir. Ben ona Resulullah'ın hadîsini anlatıyorum, o ise kendi görüşünü bana anlatmaya kalkışıyor" dedi. Sonra Muaviye'ye yönelerek "içinde bulunduğun bölgede duramayacağım" şeklinde ifadede bulundu. Mağrib (Fas) muhaddisî Hafız İbn Abdilber kitaplarında bu rivayetleri sahih senetlerle nakletmiştir. Kısaltmak için burada o senetlere yer vermedik.
d- Hanefî kitaplarından "Ravdetu'l-ulûmu'z-zendüsiyyeti" şunu nakletmektedir: "Allah'ın kitabı ile çelişen bir sözüne rastladığımızda ne yapalım diye Ebu Hanife'ye soruldu, İmam Ebu Hanife 'Sözümü bırakın, Allah'ın kitabına sarılın' dedi. Ya Resulullah'ın sünneti ile çelişen bir sözüne rastladığımızda ne yapalım, sorusuna cevaben İmam Ebu Hanife, 'Resulullah'ın sünnetine sanrılın’ diye cevap verdi. Sahabenin sözleri ile çelişen bir sözünle rastladığımızda ne yapalım, sorusuna da şu cevabı verdi. 'Sözümü bırakın sahabenin sözlerine sarılın."
İbrahim bin Yusuf, Züfer bin Huzeyl, Ebu Yusuf, Afiye bin Yezid ve başkaları Ebu Hanife'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Neye dayanarak söylediğimizi bilmeden sözlerimiz ile fetva vermek, hiç kimse için caiz değildir."
İmam Şafiî, Ebu Hanife Sammak bin el-Fazl'dan şu olayı bize nakletmiştir: "Sammak bin el-Fazl İbn Ebu Zi'b Makbarî'den, o da Ebu Şureyh el-Kabî'den fetih senesinde Resulullah'ın şöyle buyurduğunu bana söyledi: 'Bir kimsesi öldürülen kişi için iki seçenek vardır. Dilerse kan bedelini alır, dilerse kısası ister.' Sammak bin Ebu'l-Fazl İbn Ebu'z-Zib'e 'Bu hadîsi delil olarak alıyor musun, Ey Ebu'l-Haris?' diye sorduğumda, İbn Ebu'z-Zi'b, her iki eliyle göğsüme vurdu, son nefese kadar bağırıp biraz beni incitti ve şöyle dedi: 'Ben sana Resulullah'ın hadîsini anlatıyorum. Sen ise bana bu hadîsi delil olarak alıyor musun' diye soruyorsun. Evet ben bu hadîsi delil olarak alıyorum. Benim ve bunu işiten herkesin yapması gereken de budur. Allah (c.c.) Hz. Muhammed'i (s.a.v,) insanlardan seçti, onları onunla yola getirdi, insanlar için sözlerini dayanak kıldı ve herkese ancak ona uymasını gerekli kıldı.' Sammak bin el-Fazl İbn Ebu'z-Zi'b'ten susmasını temenni edinceye kadar susmadı."
İmam Malik'ten şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Ben ancak bir beşerim, doğruyu söyler, hata da ederim. Sözlerime bakınız. Kitab ve sünnete muvafık olanı alınız, muhalif olanı bırakınız."
İsa bin Kasım, İmam Malik'in şöyle buyurduğunu söylüyor: "Her ne kadar fazilet sahibi olsa da, bir insanın söylediği her sözüne uyulmaz, Allah (c.c.) "Onlar ki işittikleri sözün en iyisine uyuyorlar' buyuruyor."
Sahnun İbn Vehb'in şöyle dediği naklolunmuştur: "Malik b. Enes, bana çok meselelere dalmaya karşı olduğunu anlatırken, 'Ey Abdullah, bildiğin şeyleri anlat ve insanlara öğret. Bilmediğinde de sus sakın insanlara yanlış hükümleri yükleme" dedi.
Malik bin Enes'e bir adam gelip bir meselenin hükmünü öğrenmek istedi, İmam Malik, ona Resulullah'ın mesele hakkındaki hadîsini anlattı. Adam İmam Malik'e "ya senin görüşün nedir?" diye sorunca Malik, şu âyeti okudu: "Onun emirlerine aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden ve can yakıcı bîr " azaba uğramaktan sakınsınlar" [25] Önceden insanlara fetva veren selef, ben böyle diyorum görüşleri ile fetva vermezlerdi. Ancak rivayetle yetinir ve ona razı olurlardı, dedi.
İsa b. Dinar, İbn Kasım'ın şöyle dediğini söylüyor. İmam Malik'e "fetvayı kim verebilir?" diye soruldu. Malik, "insanların hakkında ihtilaf ettikleri meseleleri bilen kişi ancak fetva verebilir" yanıtını verdi.
Abdullah bin Mesleme el-Kanebi şöyle diyor: "Bir gün İmam Malik'in ziyaretine gittim. Evina girerken, ağladığını hissettim, içeri girip selam verdim, İmam Malik selamımı aldı. Kısa bir suskunluktan sonra tekrar ağlamaya başladı. Kendisine 'Ey Ebu Abdullah, nedir seni ağlatan?' diye sorduğumda bana şu yanıtı verdi. ‘Ey İbn Kaneb, Allah bana ne yapacaktır? Acaba din hususunda söylediğim her kelimeye karşı keşke sopalarla dövülseydim de bu meseleler ve görüşlerde şu gafları yapmasaydımki, o meseleleri söylemek zorunda değildim' buyurdu." Başka bir rivayette Abdullah bin Mesleme "Bu görüşlerden vazgeç" dediğinde Malik şöyle yanıt vermiştir: "Görüşlerim her yere yayılmış, nasıl vazgeçerim ve siz halimi görüyorsunuz." Sonra biz onu vazgeçirene kadar yanından ayrılmadık, der el-kanebî. İmam Malik elleri ile Resulullah'ın mezarına işaret ederek, "Bu mezarın sahibi hariç herkesin sözü alınır ve reddedilir" dedi.
Heysem bin Cemil'den şöyle dediği rivayet olunur. Malik bin Enes'e "Ey Ebu Abdullah! Birtakım kitapları yazan insanlar vardır. Birileri, falan kişi, Ömer bin Hattab'dan bîrşeyler rivayet eder, başkası da İbrahim'den birşeyler rivayet eder. Sonra İbrahim'in görüşünü alır, Ömer'inkini bırakır" diye anlattı. İmam Malik, "Ömer'in sözü kendilerine sahih bir senetle kavuştuğu halde nasıl bunu yapıyorlar?" diye sorunca, "Ömer'in görüşü ancak bir rivayettir, İbrahim'in görüşü de onlarca sahihtir" dedi. Bazıları Malik'in Heysem'e şöyle dediğini eklemişlerdir: "Bu durumda Ömer'in sözünü terkedenin tevbe etmesi isteniliyorsa, Allah ve Resulünün sözlerini bırakıp İbrahim en-Nehâî'den daha az bilgili birisinin sözlerini kabul edene ne yapılmalı?" İkaz kitabının sahibi bunu naklederken, şu açıklamada bulunmuş. Yani Malik'e göre bunu yapan kişi, iki küfrün en büyüğüne girer. Ondan tevbe etmesi istenilmez, o zındıklardan sayılır.
Rebi bin Süleyman'ın şöyle dediği rivayet olunur. "Adam'ın biri İmam Şafiî'ye gelip bir meselenin hükmünü öğrenmek ister, İmam Şafiî, mesele hakkındaki Resulullah'ın hadîsini adama anlattı. Adam: 'Ey Ebi Abdullah! Sen de bu görüşte misin?' diye söyleyince, İmam Şafiî'yi birden bir titreme aldı, rengi sarardı, sonra: "Yazıklar olsun sana! Resulullah'ın hadîsini anlatıp da evet başım ve gözüm üstüne evet baş ve gözüm üstüne demesem, hangi yer beni taşır ve hangi gök beni gölgelendirir' diye söyledi.
Yine Rebi İmam Şafiî'nin şöyle dediğini rivayet eder. "Her âlimin göremediği, bilemediği bir hadîs-î Resulullah mutlaka vardır. Söylediğim her söz, koyduğum her kaide ne olursa olsun, Resulullah'ın bir hadîsi ile çelişiyorsa söz Resuluhah'ın sözüdür ve ben de onu diyorum. Söz Resulullah'ın sözüdür ve ben de onu diyorum."
İmam Şafiî'nin talebelerine şöyle dediği de rivayet olunmuştur. "Kitabımda Resulullah'ın sünnetine aykırı birşey bulduğunuzda Resulullah'ın sünnetini alınız, sözümü bırakınız.
İmam Şafiî'nin şöyle dediği de nakledilmiştir. "Resulullah'ın sünnetinde sözlerime muhalif birşey varsa ben sünneti söylüyorum ve ona dönüyorum. Söylediğim her mesele hakkında Resulullah'tan muhalif hadîs varsa hayatımda ve ölümümden sonra o sözümden geri dönüyorum. Sözlerimin Resulullah'ın sahih hadîsleriyle çeliştiği durumlarda daha evla olan hadîse uyunuz, sözüme uymayınız."
İmam Şafiî kendisine aynı soruyu yönelten başka birisine şöyle demiştir: "Kiliseden çıktığımı mı gördün, belimde Hıristiyanların kuşağını mı gördün? Ben sana Resulullah'ın hadîsini anlatıyorum. Sen bana onu alıyor musun, şeklinde soru yöneltiyorsun. Ben Resulullah'tan hadîsi rivayet ederim de sözünü nasıl almayacağım, dedikten sonra, Resulullah'ın sünneti varken başkasının sözüne yer yoktur. Sünnet varken başkasının sözü delil olarak alınmaz, hükmü üzere ümmet icma etmiştir. Şüphesiz Allah herkese ancak Resulullah'a uymalarını emretmiştir. Allah'ın kitabı ve Resulullah'ın sünnetinden başka hiçbir sözün itibarı yoktur. Başkalarının sözü Kur'an ve sünnete tâbidir. Resulullah'ın sünnetini kabul etmek Allah'ın bize, bizden öncekilere ve bizden sonrakilere kesin bir buyruğudur. Hadîs sahih ise sözlerimi duvarın yüzüne vurunuz ve gerçekten hadîs sahih ise mezhebim de odur."
İmam Şafiî'nin bu son cümlesinin aynısı diğer üç imamdan da rivayet edilmiştir.
Kaleme aldığımız İmam Şafiî'nin bütün bu sözleri mezhebinin ancak kitap ve sünnet çerçevesinde olduğunu gösteriyor. Hadîse aykırı bir sözü ona nisbet etmek ve onun mezhebi diye o sözle fetva vermek kesinlikle doğru değildir. Daha doğrusu bunu yapmak İmam Şafiî'ye apaçık bir iftiradır. İmam Şafiî'nin talebelerinden bazı âlimler de bu söylediklerimizi savunarak, İmam Şafiî'ye ait sahih hadîs ile çelişen bir meseleyi gördüklerinde okuttukları talebelerine "Bu meseleye çarpı işareti koyunuz, bu İmam Şafiî'nin mezhebi değildir" diye vurgulamayı adet edinmişlerdi ki, en doğrusu budur ve bütün imamlar taraftarlarına böyle yapmalarını emretmişlerdir. Haklarında bunun aksini sananlar imamları değerlerinden düşürmüş ve haklarında çok büyük kötülükte bulunmuş olurlar.
Nurettin es-Senhurî, konu ile ilgili İmam Malik'ten de buna benzer rivayetlerin kendilerine ulaştığını belirtmiştir. İbn Musdî ise bu gerçeği bize açıklayarak şöyle demiştir: "Şüphesiz İmam Malik'in kitap ve sünnete aykırı olan görüşleri onun mezhebi olarak sayılmaz. Ancak İmam Şafiî'nin görüşleri olduğu gibi İmam Malik'in de kitab ve sünnete muvafık olan görüşleri mezhebi olarak sayılır." El-İkaz kitabının sahibi bu sözlerin aynısını naklettikten sonra şöyle demiştir:
"Müctehidlerin kitap, sünnet ve icmaya muhalif olan sözlerinin mezheplerinden sayılmadığını kabul ettikten sonra mezheplerine uyan tebaaların daha çok kitap, sünnet ve icmaya özen göstermeleri gerçeği tayyün eder. Ki imamlarının mezheplerini doğru bir şekilde öğrensinler. Dört mezhebin son devir fakihlerinin delillerden soyutlanmış kısa metinlerle yetinip hadîs usûlü, fıkıh usûlü ve hadîs kitaplarından tamaen yüz çevirdikleri gibi yapmasınlar, yoksa bu durumda onlar imamlarının mezheplerini bilmeyen insanların en cahil sınıfında yer alırlar. Çünkü imamların mezhebi diye bildikleri sünnet ve icmaya aykırı olan nice meseleler vardır. İmam el-Karafî "Kavaid" kitabında şöyle demiştir: "Taklit ettiği imamda, Kitab ve icmaya aykırı bir meseleye rastlanan kişinin o meseleyi insanlara nakletmesi veya onunla fetva vermesi asla caiz değildir. Allah'ın dinidir bu şeriata aykırı fetva vermek haramdır. Fetvanın asıl sahibi, her ne kadar günahkâr olmasa da, bilakis ictihadından dolayı ecir alıyorsa da o fetvanın şeriata aykırı olduğunu farkeden mukallidin kasıtlı olarak o fetvayı yaymakla günahkâr olur. Bu yüzden her asrın fakihleri, mezheplerini inceleyerek şeriata aykırı bir meseleyi gördüklerinde —ki hiçbir mezhep buna benzer meselelerden hâli değildir— onu mezhep dışına almaları gerekir. Şeriata aykırı olan o mesele ile fetva vermeleri kesinlikle haramdır. Biraz önce İmam Şafiî'nin "Her âlimin Resulullah'ın sünnetinden göremediği veya anlamadığı bir sünnet vardır" sözlerini zikretmiştik. İbn Dakiku'l-İd, dört mezhep imamlarının sahih hadîse muhalif olan görüşlerini topladığı kitabının başında şunları demiştir: "Buna benzer meseleleri müctehid imamlara nisbet etmek haramdır. Onları taklit eden fakihlerin bu meseleleri öğrenmeleri gereklidir. Ki, onlara nisbet ederek haklarında yalan etmiş olmasınlar."
Cezayirli Şeyh İsa es-Salibî bu sözleri naklettikten sonra şunları eklemiştir: "İmamların sözlerinden şu gerçekleri anlıyoruz. Kitab, sünnet, icma veya kıyas-ı celi ile çelişen bir mesele hakkındaki bir müctehidin görüşünü alan kişi taklit davasında yalancıdır. O nevasına ve mezhebi taassubuna tutunmuştur. Şüphesiz o taklit ettiği müctehidden beridir. O tıpkı Ehl-i Kitap papazlarının peygamberleri ile olan konumdadır. Peygamberleri onlara Hz. Muhammed'e iman etmeyi, ona destek vermelerini ancak ona uymalarım emrettikleri halde, Hz. Muhammed'e inanmayıp ona eziyet etmişlerdir. Bununla birlikte peygamberlerine tâbi olduklarını iddia etmeyi de hiç ihmal etmemişlerdir. Oysa Hz. Muhammed'e inanmamak, bütün peygamberlere inanmamak demektir. Şüphesiz her peygamber ümmetinden Hz. Muhammed'e inanmaları ve ona destek olmaları üzere söz almıştır. Bu yüzden Yahudi ve Hristiyanlar Hz. Muhammed'e inanmadıkları halde Hz. Musa ve İsa'ya inanıyoruz davalarında yalancıdırlar.
Ebu Davud, İmam Ahmed'e "Malik'e mi uyayım, yoksa Evzai'ye mi?" diyerek görüşünü almak istedi, İmam Ahmed, Ebu Davud'a "Dininde bunların hiçbirisine uyma. Resulullah ve sahabeden gelen hadîsleri al, onlara uy. Tabiînin sözlerine uymakta ise insan muhayyerdir" diyerek yol gösterdi, İmam Ahmed, taklit ile ittiba arasındaki farkı anlatırken, ittibaı şöyle tanımlamıştır: "İttiba, Resulullah ve sahabeden gelen hadîslere uymaktır." Başka bir rivayette İmam Ahmed'in Ebu Davud'a şöyle dediği nakledilmiştir: "Ne bana, ne Malik'e, ne Şafiî'ye ne Evzaî'ye, ne de Sevrî'ye uy. Onlar nereden aldıysalar sen de oradan al. Ancak din bilgisinden yoksul olan kişi din konusunda başka insanlara uyar." Bazıları İmam Ahmed'in fıkıh ile ilgili eser yazmamasını bu gerekçeye bağlıyorlar. Ancak talebeleri fıkhı, görüşlerini sözlerinden, davranışlarından, verdiği fetvalarından toplayarak fıkhı mezhebini oluşturmuşlardır.
İmam Ahmed'e göre zayıf ve mürsel hadîs ve İmam Malik'e göre de mürsel belağat hadîsleri ve sahabe sözünün kıyasa takdim edilme gerekliliği vardır. Hallal'in rivayetine göre İmam Şafiî, aynı görüşü İmam Malik ile paylaşıyor. Çünkü kıyas ancak zaruret durumunda itibar kazanıyor.
İmam Ebu Hanife'nin talebeleri zayıf hadîsin kıyasa takdim edilmesi üzere icma etmişlerdir. Şüphesiz İmam Ebu Hanife, bu esasa dayanarak mezhebini oluşturmuştur, İmam Nesaî terki üzere ittifak edilmeyen hadisleri istisnasız delil olarak alma görüşünü taşıyor. Ebu Davud, Müsned'inde bu metodu izleyerek bir konuda sahih hadîsi bulamadığı zaman zayıf hadîsleri kıyasa tercih ederek delil olarak almıştır. Böyle nice müctehidler istisnasız zayıf hadîsi kıyasa tercih ederek öncelik tanımışlardır.
İmam Ahmed, Müsned'inde "El inzal alel hükm" hadîsini zikrederken Peygamber (s.a.v.) emir olarak tayin ettiği sahabeye ictihad ettiği meselenin hükmünü kendisine nisbet etmesini emretmiş, Allah'a nisbet etmesini menetmiştir, şeklinde buyurmuştur. Düşünün Peygamber (s.a.v.) Allah'ın hükmü ile müctehid emirin hükmünü birbirlerinden nasıl ayırmış, müctehidin hükmünün Allah'ın hükmü ile adlandırılmasını menetmiştir. Bu yüzden Hz. Ömer: "Allah ve emiru'l-mü'minîn Ömer'in emri budur" yazan katibine "Böyle yazma, ancak emiru'l-mü'minînin görüşü budur yaz" dedi.
İbn Ebu Davud, İbn Ömer'den şunu rivayet etmiştir: "Babamın şu sözleri söylediğini hatırlıyorum: Ancak kötü niyetli olanların kıyasla amel ettiklerini görüyoruz.'"
Konu ile ilgili daha nice rivayet vardır. Zikrettiğimiz bu rivayetler kalbi duyarlı olanlar için yeterlidir. Sahih hadîsi terkeden âlimin mazur olduğunu bilmemizle birlikte mânâsını geçersiz kılacak bir muarızı olmayan sahih hadîsleri aramamızı araştırılıp kabul ve tebliğ edilmesinin ümmetin üzerine vacib olduğu inancında olmamızı engelleyecek hiçbir şey yoktur. Bu hüküm, hakkında âlimlerin ihtilaf etmedikleri sahih hadîs için geçerlidir. Terki hakkında âlimlerin ihtilaf ettikleri hadîs ise, mensuh olmadığı, icma veya daha güçlü bîr delil ile çelişmediği neticesine varana kadar bununla amel edilmez, bu vasfı taşıyan hadîs ile ancak mensuh olmadığını icma veya daha güçlü delil ile çelişmediğini bilince delil olarak alınır. Bazıları konu ile ilgili ihtilafı ve onunla amel etmenin vücubiyetini açıkladıktan sonra şu görüşü ileri sürmüşlerdir. Böylece, bilindi ki, hadîsin mensuh olmadığı icma ve daha güçlü bir delil ile çelişmediği neticesine varıldıktan sonra hadîs askıya alınmaz; bir mani görülmediği müddetçe onunla amel edilmelidir. Bu gerekliliğe dayanak olarak aslı itibara alıp hiçbir engelin olmaması yeterlidir; ki âlimler eşyada aslına itibar etme kaidesi üzere şu ve benzeri gibi çok hükümler bina etmişlerdir. Bu meselenin açıklamasını daha geniş bir şekilde ictihad konusunda ele alacağız. [26]
[25] Nur: 24/63.
[26] Şeyh Senusi, Nassın Uygulanışı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995: 29-39.
Terki caiz olmayan hadîse muhalefet etmek, neredeyse mezhep imamları için sözkonusu değildir. Fakat bazı müctehid âlimlerin bir meselenin hükmünü idrak edip etmemesinden, her ne kadar bir mesele hakkında bir bakış sahibi olup ictihad etmiş olsa da, gereksiz yerde hükmünü anlatmasından, istidlal ederken yanılmasından, bir delile dayandığı halde daha meseleyi sonuna kadar araştırmadan hükmünü açıklamasından, bir gelenek veya amaç etkisinde kalmasından, ve konu hakkında araştırmasını tamamlamamasından korkulur. Ve âlim her ne kadar ictihad ederek bir meselenin hükmüne varmış olsa da, içtihadın net sonucu bazan kendisine açık gözükmez. Bu yüzden âlimler, muteber olmama korkusu nedeniyle böylesi ictihadlardan sakınmışlardır. İşte bu tür hatalardan kaynaklanan yanlış ictihadlar müctehîdi günaha sokar. Ancak, biraz önce belirttiğimiz gibi, günahın vebalini tevbe etmeyen çeker ve zikri geçen sebeplerle affedilir.
Fakat heva ve hevesine yenilip bâtılı savunanlar, hiçbir delile dayanmadan bir sözün doğruluk veya yanlışlığını kesin olarak iddia edenler ise cehennem ateşinde yanacaklardır. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kadılar üçtür; ikisi cehennemlik, birisi cennetliktir; hakkı bilip, hak ile hüküm veren cennetliktir, bilmediği halde hüküm veren ve hakkı bildiği halde bâtıl ile hüküm veren cehennemliktir." Fetva veren müftüler de bu hadîsin kapsamına dahildir. Ümmetçe kabul gören bazı temayüz etmiş âlimlerden böylesi hataların vukuu durumunda -ki bu çok uzak olmuş da değildir-, mutlaka bu günahı silecek, saydığımız sebeplerden birisi vardır ve bu hatalar âlimin değerini asla zedelemez. Biz onların masum olduklarını savunmuyoruz bilakis günahlara maruz oldukları inancındayız. Fakat bununla birlikte Allah katında yüksek derecelerde olmalarını umuyoruz. Çünkü Allah (c.c.) muvaffak kıldığı salih ameller ve doğru ahvaller onlara bir miad tanımıştır ve onların sahabeden daha yüksek derecede olduklarını da söylemiyoruz.
Bu bakışımız, öncelikle sahabe arasında vuku bulan savaş, kan davaları, ictihad ve fetvalar için geçerlidir. Sahabe, tabiîn, tebe-i tabiîn ve dört mezhep imamlarının insanları sahih hadîse muhalefet etmekten sakındırmaları, her kimin görüşü olursa olsun, onu bırakıp sahih hadîsle amel etmenin gerekliliğini savunmaları, bizim bu söylediklerimizi çok açık bir şekilde destekliyor, işte sözlerinden birkaç örnek:
a- Said b. Cübeyr'in şöyle dediği rivayet olunur: "İbn Abbas, Resulullah'ın (s.a.v.) haccı temettu' şeklinde (yani önce umreye niyet edip, sonra hacca niyet ederek) eda ettiğini söyleyince Urve (r.a.) kendisine Ebubekir ve Ömer'in bunu menettiklerini hatırlattı. İbn Abbas, buna karşı Urve'ye şu cevabı verdi: 'Neredeyse bunlar helak olacaklardır. Ben Resulullah şöyle buyurdu diyorum, onlar ise Ebubekir ve Ömer şöyle buyurdu diyorlar.'" Başka bir rivayette İbni Abbas'ın "Neredeyse başlarına gökten taşlar yağacaktır" dediği belirlenmiştir.
b- Ebu Derda etrafındaki insanlara "Muaviye'nin hakkından kim gelir. Ben ona Resulullah'ın hadîsini anlatıyorum, o ise kendi görüşünü bana anlatmaya kalkışıyor" dedi. Sonra Muaviye'ye yönelerek "içinde bulunduğun bölgede duramayacağım" şeklinde ifadede bulundu. Mağrib (Fas) muhaddisî Hafız İbn Abdilber kitaplarında bu rivayetleri sahih senetlerle nakletmiştir. Kısaltmak için burada o senetlere yer vermedik.
d- Hanefî kitaplarından "Ravdetu'l-ulûmu'z-zendüsiyyeti" şunu nakletmektedir: "Allah'ın kitabı ile çelişen bir sözüne rastladığımızda ne yapalım diye Ebu Hanife'ye soruldu, İmam Ebu Hanife 'Sözümü bırakın, Allah'ın kitabına sarılın' dedi. Ya Resulullah'ın sünneti ile çelişen bir sözüne rastladığımızda ne yapalım, sorusuna cevaben İmam Ebu Hanife, 'Resulullah'ın sünnetine sanrılın’ diye cevap verdi. Sahabenin sözleri ile çelişen bir sözünle rastladığımızda ne yapalım, sorusuna da şu cevabı verdi. 'Sözümü bırakın sahabenin sözlerine sarılın."
İbrahim bin Yusuf, Züfer bin Huzeyl, Ebu Yusuf, Afiye bin Yezid ve başkaları Ebu Hanife'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Neye dayanarak söylediğimizi bilmeden sözlerimiz ile fetva vermek, hiç kimse için caiz değildir."
İmam Şafiî, Ebu Hanife Sammak bin el-Fazl'dan şu olayı bize nakletmiştir: "Sammak bin el-Fazl İbn Ebu Zi'b Makbarî'den, o da Ebu Şureyh el-Kabî'den fetih senesinde Resulullah'ın şöyle buyurduğunu bana söyledi: 'Bir kimsesi öldürülen kişi için iki seçenek vardır. Dilerse kan bedelini alır, dilerse kısası ister.' Sammak bin Ebu'l-Fazl İbn Ebu'z-Zib'e 'Bu hadîsi delil olarak alıyor musun, Ey Ebu'l-Haris?' diye sorduğumda, İbn Ebu'z-Zi'b, her iki eliyle göğsüme vurdu, son nefese kadar bağırıp biraz beni incitti ve şöyle dedi: 'Ben sana Resulullah'ın hadîsini anlatıyorum. Sen ise bana bu hadîsi delil olarak alıyor musun' diye soruyorsun. Evet ben bu hadîsi delil olarak alıyorum. Benim ve bunu işiten herkesin yapması gereken de budur. Allah (c.c.) Hz. Muhammed'i (s.a.v,) insanlardan seçti, onları onunla yola getirdi, insanlar için sözlerini dayanak kıldı ve herkese ancak ona uymasını gerekli kıldı.' Sammak bin el-Fazl İbn Ebu'z-Zi'b'ten susmasını temenni edinceye kadar susmadı."
İmam Malik'ten şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Ben ancak bir beşerim, doğruyu söyler, hata da ederim. Sözlerime bakınız. Kitab ve sünnete muvafık olanı alınız, muhalif olanı bırakınız."
İsa bin Kasım, İmam Malik'in şöyle buyurduğunu söylüyor: "Her ne kadar fazilet sahibi olsa da, bir insanın söylediği her sözüne uyulmaz, Allah (c.c.) "Onlar ki işittikleri sözün en iyisine uyuyorlar' buyuruyor."
Sahnun İbn Vehb'in şöyle dediği naklolunmuştur: "Malik b. Enes, bana çok meselelere dalmaya karşı olduğunu anlatırken, 'Ey Abdullah, bildiğin şeyleri anlat ve insanlara öğret. Bilmediğinde de sus sakın insanlara yanlış hükümleri yükleme" dedi.
Malik bin Enes'e bir adam gelip bir meselenin hükmünü öğrenmek istedi, İmam Malik, ona Resulullah'ın mesele hakkındaki hadîsini anlattı. Adam İmam Malik'e "ya senin görüşün nedir?" diye sorunca Malik, şu âyeti okudu: "Onun emirlerine aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden ve can yakıcı bîr " azaba uğramaktan sakınsınlar" [25] Önceden insanlara fetva veren selef, ben böyle diyorum görüşleri ile fetva vermezlerdi. Ancak rivayetle yetinir ve ona razı olurlardı, dedi.
İsa b. Dinar, İbn Kasım'ın şöyle dediğini söylüyor. İmam Malik'e "fetvayı kim verebilir?" diye soruldu. Malik, "insanların hakkında ihtilaf ettikleri meseleleri bilen kişi ancak fetva verebilir" yanıtını verdi.
Abdullah bin Mesleme el-Kanebi şöyle diyor: "Bir gün İmam Malik'in ziyaretine gittim. Evina girerken, ağladığını hissettim, içeri girip selam verdim, İmam Malik selamımı aldı. Kısa bir suskunluktan sonra tekrar ağlamaya başladı. Kendisine 'Ey Ebu Abdullah, nedir seni ağlatan?' diye sorduğumda bana şu yanıtı verdi. ‘Ey İbn Kaneb, Allah bana ne yapacaktır? Acaba din hususunda söylediğim her kelimeye karşı keşke sopalarla dövülseydim de bu meseleler ve görüşlerde şu gafları yapmasaydımki, o meseleleri söylemek zorunda değildim' buyurdu." Başka bir rivayette Abdullah bin Mesleme "Bu görüşlerden vazgeç" dediğinde Malik şöyle yanıt vermiştir: "Görüşlerim her yere yayılmış, nasıl vazgeçerim ve siz halimi görüyorsunuz." Sonra biz onu vazgeçirene kadar yanından ayrılmadık, der el-kanebî. İmam Malik elleri ile Resulullah'ın mezarına işaret ederek, "Bu mezarın sahibi hariç herkesin sözü alınır ve reddedilir" dedi.
Heysem bin Cemil'den şöyle dediği rivayet olunur. Malik bin Enes'e "Ey Ebu Abdullah! Birtakım kitapları yazan insanlar vardır. Birileri, falan kişi, Ömer bin Hattab'dan bîrşeyler rivayet eder, başkası da İbrahim'den birşeyler rivayet eder. Sonra İbrahim'in görüşünü alır, Ömer'inkini bırakır" diye anlattı. İmam Malik, "Ömer'in sözü kendilerine sahih bir senetle kavuştuğu halde nasıl bunu yapıyorlar?" diye sorunca, "Ömer'in görüşü ancak bir rivayettir, İbrahim'in görüşü de onlarca sahihtir" dedi. Bazıları Malik'in Heysem'e şöyle dediğini eklemişlerdir: "Bu durumda Ömer'in sözünü terkedenin tevbe etmesi isteniliyorsa, Allah ve Resulünün sözlerini bırakıp İbrahim en-Nehâî'den daha az bilgili birisinin sözlerini kabul edene ne yapılmalı?" İkaz kitabının sahibi bunu naklederken, şu açıklamada bulunmuş. Yani Malik'e göre bunu yapan kişi, iki küfrün en büyüğüne girer. Ondan tevbe etmesi istenilmez, o zındıklardan sayılır.
Rebi bin Süleyman'ın şöyle dediği rivayet olunur. "Adam'ın biri İmam Şafiî'ye gelip bir meselenin hükmünü öğrenmek ister, İmam Şafiî, mesele hakkındaki Resulullah'ın hadîsini adama anlattı. Adam: 'Ey Ebi Abdullah! Sen de bu görüşte misin?' diye söyleyince, İmam Şafiî'yi birden bir titreme aldı, rengi sarardı, sonra: "Yazıklar olsun sana! Resulullah'ın hadîsini anlatıp da evet başım ve gözüm üstüne evet baş ve gözüm üstüne demesem, hangi yer beni taşır ve hangi gök beni gölgelendirir' diye söyledi.
Yine Rebi İmam Şafiî'nin şöyle dediğini rivayet eder. "Her âlimin göremediği, bilemediği bir hadîs-î Resulullah mutlaka vardır. Söylediğim her söz, koyduğum her kaide ne olursa olsun, Resulullah'ın bir hadîsi ile çelişiyorsa söz Resuluhah'ın sözüdür ve ben de onu diyorum. Söz Resulullah'ın sözüdür ve ben de onu diyorum."
İmam Şafiî'nin talebelerine şöyle dediği de rivayet olunmuştur. "Kitabımda Resulullah'ın sünnetine aykırı birşey bulduğunuzda Resulullah'ın sünnetini alınız, sözümü bırakınız.
İmam Şafiî'nin şöyle dediği de nakledilmiştir. "Resulullah'ın sünnetinde sözlerime muhalif birşey varsa ben sünneti söylüyorum ve ona dönüyorum. Söylediğim her mesele hakkında Resulullah'tan muhalif hadîs varsa hayatımda ve ölümümden sonra o sözümden geri dönüyorum. Sözlerimin Resulullah'ın sahih hadîsleriyle çeliştiği durumlarda daha evla olan hadîse uyunuz, sözüme uymayınız."
İmam Şafiî kendisine aynı soruyu yönelten başka birisine şöyle demiştir: "Kiliseden çıktığımı mı gördün, belimde Hıristiyanların kuşağını mı gördün? Ben sana Resulullah'ın hadîsini anlatıyorum. Sen bana onu alıyor musun, şeklinde soru yöneltiyorsun. Ben Resulullah'tan hadîsi rivayet ederim de sözünü nasıl almayacağım, dedikten sonra, Resulullah'ın sünneti varken başkasının sözüne yer yoktur. Sünnet varken başkasının sözü delil olarak alınmaz, hükmü üzere ümmet icma etmiştir. Şüphesiz Allah herkese ancak Resulullah'a uymalarını emretmiştir. Allah'ın kitabı ve Resulullah'ın sünnetinden başka hiçbir sözün itibarı yoktur. Başkalarının sözü Kur'an ve sünnete tâbidir. Resulullah'ın sünnetini kabul etmek Allah'ın bize, bizden öncekilere ve bizden sonrakilere kesin bir buyruğudur. Hadîs sahih ise sözlerimi duvarın yüzüne vurunuz ve gerçekten hadîs sahih ise mezhebim de odur."
İmam Şafiî'nin bu son cümlesinin aynısı diğer üç imamdan da rivayet edilmiştir.
Kaleme aldığımız İmam Şafiî'nin bütün bu sözleri mezhebinin ancak kitap ve sünnet çerçevesinde olduğunu gösteriyor. Hadîse aykırı bir sözü ona nisbet etmek ve onun mezhebi diye o sözle fetva vermek kesinlikle doğru değildir. Daha doğrusu bunu yapmak İmam Şafiî'ye apaçık bir iftiradır. İmam Şafiî'nin talebelerinden bazı âlimler de bu söylediklerimizi savunarak, İmam Şafiî'ye ait sahih hadîs ile çelişen bir meseleyi gördüklerinde okuttukları talebelerine "Bu meseleye çarpı işareti koyunuz, bu İmam Şafiî'nin mezhebi değildir" diye vurgulamayı adet edinmişlerdi ki, en doğrusu budur ve bütün imamlar taraftarlarına böyle yapmalarını emretmişlerdir. Haklarında bunun aksini sananlar imamları değerlerinden düşürmüş ve haklarında çok büyük kötülükte bulunmuş olurlar.
Nurettin es-Senhurî, konu ile ilgili İmam Malik'ten de buna benzer rivayetlerin kendilerine ulaştığını belirtmiştir. İbn Musdî ise bu gerçeği bize açıklayarak şöyle demiştir: "Şüphesiz İmam Malik'in kitap ve sünnete aykırı olan görüşleri onun mezhebi olarak sayılmaz. Ancak İmam Şafiî'nin görüşleri olduğu gibi İmam Malik'in de kitab ve sünnete muvafık olan görüşleri mezhebi olarak sayılır." El-İkaz kitabının sahibi bu sözlerin aynısını naklettikten sonra şöyle demiştir:
"Müctehidlerin kitap, sünnet ve icmaya muhalif olan sözlerinin mezheplerinden sayılmadığını kabul ettikten sonra mezheplerine uyan tebaaların daha çok kitap, sünnet ve icmaya özen göstermeleri gerçeği tayyün eder. Ki imamlarının mezheplerini doğru bir şekilde öğrensinler. Dört mezhebin son devir fakihlerinin delillerden soyutlanmış kısa metinlerle yetinip hadîs usûlü, fıkıh usûlü ve hadîs kitaplarından tamaen yüz çevirdikleri gibi yapmasınlar, yoksa bu durumda onlar imamlarının mezheplerini bilmeyen insanların en cahil sınıfında yer alırlar. Çünkü imamların mezhebi diye bildikleri sünnet ve icmaya aykırı olan nice meseleler vardır. İmam el-Karafî "Kavaid" kitabında şöyle demiştir: "Taklit ettiği imamda, Kitab ve icmaya aykırı bir meseleye rastlanan kişinin o meseleyi insanlara nakletmesi veya onunla fetva vermesi asla caiz değildir. Allah'ın dinidir bu şeriata aykırı fetva vermek haramdır. Fetvanın asıl sahibi, her ne kadar günahkâr olmasa da, bilakis ictihadından dolayı ecir alıyorsa da o fetvanın şeriata aykırı olduğunu farkeden mukallidin kasıtlı olarak o fetvayı yaymakla günahkâr olur. Bu yüzden her asrın fakihleri, mezheplerini inceleyerek şeriata aykırı bir meseleyi gördüklerinde —ki hiçbir mezhep buna benzer meselelerden hâli değildir— onu mezhep dışına almaları gerekir. Şeriata aykırı olan o mesele ile fetva vermeleri kesinlikle haramdır. Biraz önce İmam Şafiî'nin "Her âlimin Resulullah'ın sünnetinden göremediği veya anlamadığı bir sünnet vardır" sözlerini zikretmiştik. İbn Dakiku'l-İd, dört mezhep imamlarının sahih hadîse muhalif olan görüşlerini topladığı kitabının başında şunları demiştir: "Buna benzer meseleleri müctehid imamlara nisbet etmek haramdır. Onları taklit eden fakihlerin bu meseleleri öğrenmeleri gereklidir. Ki, onlara nisbet ederek haklarında yalan etmiş olmasınlar."
Cezayirli Şeyh İsa es-Salibî bu sözleri naklettikten sonra şunları eklemiştir: "İmamların sözlerinden şu gerçekleri anlıyoruz. Kitab, sünnet, icma veya kıyas-ı celi ile çelişen bir mesele hakkındaki bir müctehidin görüşünü alan kişi taklit davasında yalancıdır. O nevasına ve mezhebi taassubuna tutunmuştur. Şüphesiz o taklit ettiği müctehidden beridir. O tıpkı Ehl-i Kitap papazlarının peygamberleri ile olan konumdadır. Peygamberleri onlara Hz. Muhammed'e iman etmeyi, ona destek vermelerini ancak ona uymalarım emrettikleri halde, Hz. Muhammed'e inanmayıp ona eziyet etmişlerdir. Bununla birlikte peygamberlerine tâbi olduklarını iddia etmeyi de hiç ihmal etmemişlerdir. Oysa Hz. Muhammed'e inanmamak, bütün peygamberlere inanmamak demektir. Şüphesiz her peygamber ümmetinden Hz. Muhammed'e inanmaları ve ona destek olmaları üzere söz almıştır. Bu yüzden Yahudi ve Hristiyanlar Hz. Muhammed'e inanmadıkları halde Hz. Musa ve İsa'ya inanıyoruz davalarında yalancıdırlar.
Ebu Davud, İmam Ahmed'e "Malik'e mi uyayım, yoksa Evzai'ye mi?" diyerek görüşünü almak istedi, İmam Ahmed, Ebu Davud'a "Dininde bunların hiçbirisine uyma. Resulullah ve sahabeden gelen hadîsleri al, onlara uy. Tabiînin sözlerine uymakta ise insan muhayyerdir" diyerek yol gösterdi, İmam Ahmed, taklit ile ittiba arasındaki farkı anlatırken, ittibaı şöyle tanımlamıştır: "İttiba, Resulullah ve sahabeden gelen hadîslere uymaktır." Başka bir rivayette İmam Ahmed'in Ebu Davud'a şöyle dediği nakledilmiştir: "Ne bana, ne Malik'e, ne Şafiî'ye ne Evzaî'ye, ne de Sevrî'ye uy. Onlar nereden aldıysalar sen de oradan al. Ancak din bilgisinden yoksul olan kişi din konusunda başka insanlara uyar." Bazıları İmam Ahmed'in fıkıh ile ilgili eser yazmamasını bu gerekçeye bağlıyorlar. Ancak talebeleri fıkhı, görüşlerini sözlerinden, davranışlarından, verdiği fetvalarından toplayarak fıkhı mezhebini oluşturmuşlardır.
İmam Ahmed'e göre zayıf ve mürsel hadîs ve İmam Malik'e göre de mürsel belağat hadîsleri ve sahabe sözünün kıyasa takdim edilme gerekliliği vardır. Hallal'in rivayetine göre İmam Şafiî, aynı görüşü İmam Malik ile paylaşıyor. Çünkü kıyas ancak zaruret durumunda itibar kazanıyor.
İmam Ebu Hanife'nin talebeleri zayıf hadîsin kıyasa takdim edilmesi üzere icma etmişlerdir. Şüphesiz İmam Ebu Hanife, bu esasa dayanarak mezhebini oluşturmuştur, İmam Nesaî terki üzere ittifak edilmeyen hadisleri istisnasız delil olarak alma görüşünü taşıyor. Ebu Davud, Müsned'inde bu metodu izleyerek bir konuda sahih hadîsi bulamadığı zaman zayıf hadîsleri kıyasa tercih ederek delil olarak almıştır. Böyle nice müctehidler istisnasız zayıf hadîsi kıyasa tercih ederek öncelik tanımışlardır.
İmam Ahmed, Müsned'inde "El inzal alel hükm" hadîsini zikrederken Peygamber (s.a.v.) emir olarak tayin ettiği sahabeye ictihad ettiği meselenin hükmünü kendisine nisbet etmesini emretmiş, Allah'a nisbet etmesini menetmiştir, şeklinde buyurmuştur. Düşünün Peygamber (s.a.v.) Allah'ın hükmü ile müctehid emirin hükmünü birbirlerinden nasıl ayırmış, müctehidin hükmünün Allah'ın hükmü ile adlandırılmasını menetmiştir. Bu yüzden Hz. Ömer: "Allah ve emiru'l-mü'minîn Ömer'in emri budur" yazan katibine "Böyle yazma, ancak emiru'l-mü'minînin görüşü budur yaz" dedi.
İbn Ebu Davud, İbn Ömer'den şunu rivayet etmiştir: "Babamın şu sözleri söylediğini hatırlıyorum: Ancak kötü niyetli olanların kıyasla amel ettiklerini görüyoruz.'"
Konu ile ilgili daha nice rivayet vardır. Zikrettiğimiz bu rivayetler kalbi duyarlı olanlar için yeterlidir. Sahih hadîsi terkeden âlimin mazur olduğunu bilmemizle birlikte mânâsını geçersiz kılacak bir muarızı olmayan sahih hadîsleri aramamızı araştırılıp kabul ve tebliğ edilmesinin ümmetin üzerine vacib olduğu inancında olmamızı engelleyecek hiçbir şey yoktur. Bu hüküm, hakkında âlimlerin ihtilaf etmedikleri sahih hadîs için geçerlidir. Terki hakkında âlimlerin ihtilaf ettikleri hadîs ise, mensuh olmadığı, icma veya daha güçlü bîr delil ile çelişmediği neticesine varana kadar bununla amel edilmez, bu vasfı taşıyan hadîs ile ancak mensuh olmadığını icma veya daha güçlü delil ile çelişmediğini bilince delil olarak alınır. Bazıları konu ile ilgili ihtilafı ve onunla amel etmenin vücubiyetini açıkladıktan sonra şu görüşü ileri sürmüşlerdir. Böylece, bilindi ki, hadîsin mensuh olmadığı icma ve daha güçlü bir delil ile çelişmediği neticesine varıldıktan sonra hadîs askıya alınmaz; bir mani görülmediği müddetçe onunla amel edilmelidir. Bu gerekliliğe dayanak olarak aslı itibara alıp hiçbir engelin olmaması yeterlidir; ki âlimler eşyada aslına itibar etme kaidesi üzere şu ve benzeri gibi çok hükümler bina etmişlerdir. Bu meselenin açıklamasını daha geniş bir şekilde ictihad konusunda ele alacağız. [26]
[25] Nur: 24/63.
[26] Şeyh Senusi, Nassın Uygulanışı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995: 29-39.