neslinur
Fri 11 June 2010, 01:38 pm GMT +0200
Caiz Olan Durumlarda Bile Gıybetten Kaçınılmalı
Ulema ve Fukaha (ndvanullahi aleyhim) kimi hususları gıybetin haramlığmın dışında tutmuşlardır. Ancak gıybet sayesinde şer'i bir sonuca ulaşılabiliyorsa, garezsiz, sırf hak ve maslahat için, gıybet bazen mubah ve bazen de vacip olabilir. Yoksa ateşin odunu yakıp yok ettiği gibi; gıybet de salih amelleri yer bitirir.
Gıybete izin veren hususlar altı tanedir:
1- Haksızlığa uğrayan bir kimse bu haksızlığı giderebileceğine inandığı bir yetkiliye uğradığı zulmü anlatabilir. Nitekim Resul-i Ekrem(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
" Muhakkak ki, hak sahibi olan alacaklı için, söz söylemek yetkisi vardır."[73]
Mesela, bir kimse çeşitli şeyleri bahane ederek her gün hanımına hakaret edip onu dövüyorsa, kadın kendisine yapılan bu zulmü önleyebileceğine inandığı bir kişiye kocasını şikâyet edebilir. Çünkü bu kimseye yapılan haksızlığın önlenmesi ancak kendisine yapılan kötülükleri bir başkasına anlatmasıyla mümkündür.
2- Bir münkeri veya kötülüğü önleyebileceğine inanılan bir kimseye o kötülüğü işleyenin tutum ve davranışları açıklanabilir.
Hz. Ömer'e, Ebu Cendel'in Şam'da içki içtiği haberi geldiğinde, Ebu Cendel'e şu mektubu yazdı:
" Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile, Ha, Mim! Bu kitabın indirilişi Aziz ve Alim olan Allah tarafmdandır. O, günah bağışlayla, tevbe kabul edici, azabı şiddetli, kerem sahibi AUah'dır ki, O'ndan başka ilah yoktur, hem dönüş de O'nadır."[74]
Hz. Ömer'in bu mektubu üzerine, Ebu Cendel tevbe etti ve Hz. Ömer, bu haberi kendisine ulaştıranı gıybet yapmakla suçlamamı. Çünkü bu haberi Hz. Ömer'e ulaştıranın amacı, Ebu Cendel'in işlediği münkeri kaldırması içindi. Böyle durumlarda günah işleyenin arkasından konuşmak "nehy-i anil münker" den sayıldığı için vaciptir. Ancak kişinin bunu şer-i amaçla mı yoksa şeytani amaçla mı yaptığını çok iyi bilmesi gerekir. Burada gıybeti ilahi amaçla yaptığı için bu, ibadettir. Halini düzelten Ebu Cendel için de ilahi bir lütuf ve rahmettir. Eğer ilahi amaç olmasaydı, haberi ulaştıran gıybet etmiş olurdu.
3- Bir konuda fetva almak için kişinin kötü davranışları açıklanabilir. Yani " Bir kişinin kardeşim veya eşim hakkımı gasp etti. Hakkımı ondan nasıl alabilirim?" gibi sözlerle kendisine yol gösterilmesini istemesidir.
Ebu Süfyan'ın karısı Hind, Resul-i Ekrem(s.a.v)'e: " Ya Resulullah, Ebu Süfyan çok cimri bir insandır. Bana ve çocuğuma yetecek kadar nafaka vermiyor. Acaba onun haberi olmaksızın onun malından alabilir miyim?" diye sordu.
Resul-i Ekrem(s.a.v) cevaben şöyle buyurdu:
" Normal olarak, sana ve çocuğuna yetecek kadar al."[75]
Burada isim zikretmek ne kadar mubah ise de, en güzeli müphem olarak konuşmaktır. Yani "Kardeşi veya eşi kendisine şöyle zulmeden bir kişi ne yapabilir?" şeklinde fetva isteyip hakkında konuştuğu kişinin adını anmadan içine düştüğü sıkıntıdan kurtulmaya çalışmalıdır.
4- Müslümam serden korumak ve ona öğüt vermek için fasıkın fışkı açıklanabilir. Münafık bir kimsenin yanına giden bir müslümana, o münafığın nifakının geçeceğinden korktuğun zaman, o müslümana, münafık kimsenin nifakını açıklayabilirsin.
Bilmeyerek bir "bel'am'ın" peşinden giden insanlara o "bel'am'ın" fışkını açıklayarak, onları korumak gerekir.
Dolandırıcı bildiği kimseye serveti emanet etmek, iffetsiz bildiği kişiye kadını emanet etmek gibi hususlarda karşı tarafı uyarması vaciptir. Mesela; bir evlenme hususunda kötü bildiği veya kötülük yapacağı kesin olan bir kişiyi karşı tarafa tanıtmalıdır. Kendisine bu hususta danışılmasa da meşveret ediyormuş gibi söze girmeli ve kötülüğü önlemelidir. Eğer o kişinin " Bu sana hayırlı değildir" sözüyle evlenmekten vazgeçeceğim biliyorsa daha fazla ileri gitmesi gerekmez. Eğer ancak o kişinin bir kusurunu açıklamak suretiyle evlilikten vazgeçeceğini biliyorsa, bir kusuru açıkça söylemekte beis yoktur. Bunu söylemek, darda kalan kimsenin ölü eti yiyebilmesine benzer. Nasıl ki ondan ölmeyecek kadarını yiyebilirse, burada da ihtiyaç kadarını açıklayabilir. İhtiyaçtan fazlası açıklanırsa haram olur.
Bir rivayete göre, Fatma binti Kays (radiyallahu anha) şöyle anlatıyor:" Bir gün Resul-i Ekrem (s.a.v)'e geldim ve: "Ya Resulullah, Ebul-Cehm ve Muaviye bana taliptirler, hangisiyle evleneyim?" diye sordum. Resul-i Ekrem(s.a.v) şöyle buyurdu:
"Muaviye malı olmayan bir yoksuldur. Ebul-Cehm ise değneği omzundan yere koymaz.( yani kadınları çok döver)[76]
Burada nefsin tuzaklarına dikkat etmek ve ihtiyatla hareket etmek gerekir. Amacımız Allah'ın rızası değil de, öfkemizi tatmin etmek olabilir. Burası, nefse aldanabilmenin yeridir. Çünkü bazen bir kişiye olan öfkemiz, bizi böyle bir açıklamaya teşvik edebilir. Zira şeytan bizi aldatıp, öfkemize şefkat kılıfı örterek bizi gıybete kaydırabilir. Eğer bu açıklama nefsanî heva ve hevese bulanmış halde yapılıyorsa ve o kişiyi küçük düşürme amacı taşıyorsa gıybet etmiş oluruz.
5- Ayıbını belirten bir lakab ile tamnan*t>ir insanı bu kusuru ile tarif ederek tanıtmak caizdir. Mesela, adamın bir gözünün kör, bir ayağının topal, bir elinin çolak, kulağının sağır veya dilsiz olduğunu söyleyerek onu tarif etmektir. Maksat adamı kolaylıkla tanıtmak olup, onu küçük düşürmek olmadığından, onu bu kusurları ile tarif etmek caiz görülmüştür. Bir de bu şekilde tarifi yapılan kişi bundan rahatsız olmamaktadır. Çünkü bu lakapla şöhret olmuştur. Eğer bu organ eksikliklerim söylemeden kişiyi tarif etmek mümkün ise, uygun olan başka ismi ile onu anlatmaktır.
İbni Şirin, kör olan İbrahim en-Nehai'den bahsederken elini gözünün üzerine koyup öyle konuştu, kör İbrahim demedi.
6- Açıkça günah işleyen ve günah işlemeye aldırış etmeyen kimselerin işledikleri günahlarını anlatmak caizdir. Ancak bu kişilerin gizli kalan başka kusurlarını açıklamak caiz değildir. Mesela, Bir kişi açıkça içki içiyor fakat gizlice kumar oynuyorsa, içki içtiğini söyleyebiliriz, fakat kumar oynadığını söyleyemeyiz.
Selef-i Salihin derler ki, üç zümre vardır ki, bunların gıyabında konuşmak gıybet olmaz.
1- Zalim bir idarecinin,
2- Açıktan kötülük işleyen bir kimsenin,
3- Bidat ehli birinin,
Bu üç zümre de günahlarını açıkça işlerler. Bunların işleri ve yolları anlatılırsa, gıybet sayılmaz.
Ancak, bedenlerinde bir ayıp varsa o da söylenirse, o gıybet olur. Ancak, tuttukları yol ve işledikleri fiil anlatüır-sa, bir beis yoktur. Bunlar anlatılmalı ki, halk onlardan korunsun.
Burada bilinmesi gereken en önemli şey, insanın kendini hiçbir zaman nefsin tuzaklarından korunmuş saymaması, büyük bir dikkat ve ihtiyatla hareket etmesi ve gıybetin caiz olduğu bu durumlardan birini kendine mazeret kabul etmeye kalkışmamasıdır. Her ne kadar bu altı husus gıybetin haramlığmm dışında tutulmuşsa da nefsin ve şeytanın tuzaklarına çok elverişli olan bu durumlardan kaçınılmalı ve nefsin harama bulaşmasına imkan sağlayabilecek hallerden uzak durulmalıdır. Çünkü nefis şer ve kabahate eğilimlidir. Nefsin insanı şer'i yolla dahi aldatması ve helake sürüklemesi mümkündür. Onun için caiz olan durumlarda bile fasıkm bir kusurunu açıklarken bunu şer'i amaçla mı yoksa şeytani amaçla mı yaptığımızı iyi bilmemiz gerekir. Fakat sadece caiz olan durumlarda gıybetin terk edilmesi daha evladır.
Ulema ve Fukaha (ndvanullahi aleyhim) kimi hususları gıybetin haramlığmın dışında tutmuşlardır. Ancak gıybet sayesinde şer'i bir sonuca ulaşılabiliyorsa, garezsiz, sırf hak ve maslahat için, gıybet bazen mubah ve bazen de vacip olabilir. Yoksa ateşin odunu yakıp yok ettiği gibi; gıybet de salih amelleri yer bitirir.
Gıybete izin veren hususlar altı tanedir:
1- Haksızlığa uğrayan bir kimse bu haksızlığı giderebileceğine inandığı bir yetkiliye uğradığı zulmü anlatabilir. Nitekim Resul-i Ekrem(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
" Muhakkak ki, hak sahibi olan alacaklı için, söz söylemek yetkisi vardır."[73]
Mesela, bir kimse çeşitli şeyleri bahane ederek her gün hanımına hakaret edip onu dövüyorsa, kadın kendisine yapılan bu zulmü önleyebileceğine inandığı bir kişiye kocasını şikâyet edebilir. Çünkü bu kimseye yapılan haksızlığın önlenmesi ancak kendisine yapılan kötülükleri bir başkasına anlatmasıyla mümkündür.
2- Bir münkeri veya kötülüğü önleyebileceğine inanılan bir kimseye o kötülüğü işleyenin tutum ve davranışları açıklanabilir.
Hz. Ömer'e, Ebu Cendel'in Şam'da içki içtiği haberi geldiğinde, Ebu Cendel'e şu mektubu yazdı:
" Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile, Ha, Mim! Bu kitabın indirilişi Aziz ve Alim olan Allah tarafmdandır. O, günah bağışlayla, tevbe kabul edici, azabı şiddetli, kerem sahibi AUah'dır ki, O'ndan başka ilah yoktur, hem dönüş de O'nadır."[74]
Hz. Ömer'in bu mektubu üzerine, Ebu Cendel tevbe etti ve Hz. Ömer, bu haberi kendisine ulaştıranı gıybet yapmakla suçlamamı. Çünkü bu haberi Hz. Ömer'e ulaştıranın amacı, Ebu Cendel'in işlediği münkeri kaldırması içindi. Böyle durumlarda günah işleyenin arkasından konuşmak "nehy-i anil münker" den sayıldığı için vaciptir. Ancak kişinin bunu şer-i amaçla mı yoksa şeytani amaçla mı yaptığını çok iyi bilmesi gerekir. Burada gıybeti ilahi amaçla yaptığı için bu, ibadettir. Halini düzelten Ebu Cendel için de ilahi bir lütuf ve rahmettir. Eğer ilahi amaç olmasaydı, haberi ulaştıran gıybet etmiş olurdu.
3- Bir konuda fetva almak için kişinin kötü davranışları açıklanabilir. Yani " Bir kişinin kardeşim veya eşim hakkımı gasp etti. Hakkımı ondan nasıl alabilirim?" gibi sözlerle kendisine yol gösterilmesini istemesidir.
Ebu Süfyan'ın karısı Hind, Resul-i Ekrem(s.a.v)'e: " Ya Resulullah, Ebu Süfyan çok cimri bir insandır. Bana ve çocuğuma yetecek kadar nafaka vermiyor. Acaba onun haberi olmaksızın onun malından alabilir miyim?" diye sordu.
Resul-i Ekrem(s.a.v) cevaben şöyle buyurdu:
" Normal olarak, sana ve çocuğuna yetecek kadar al."[75]
Burada isim zikretmek ne kadar mubah ise de, en güzeli müphem olarak konuşmaktır. Yani "Kardeşi veya eşi kendisine şöyle zulmeden bir kişi ne yapabilir?" şeklinde fetva isteyip hakkında konuştuğu kişinin adını anmadan içine düştüğü sıkıntıdan kurtulmaya çalışmalıdır.
4- Müslümam serden korumak ve ona öğüt vermek için fasıkın fışkı açıklanabilir. Münafık bir kimsenin yanına giden bir müslümana, o münafığın nifakının geçeceğinden korktuğun zaman, o müslümana, münafık kimsenin nifakını açıklayabilirsin.
Bilmeyerek bir "bel'am'ın" peşinden giden insanlara o "bel'am'ın" fışkını açıklayarak, onları korumak gerekir.
Dolandırıcı bildiği kimseye serveti emanet etmek, iffetsiz bildiği kişiye kadını emanet etmek gibi hususlarda karşı tarafı uyarması vaciptir. Mesela; bir evlenme hususunda kötü bildiği veya kötülük yapacağı kesin olan bir kişiyi karşı tarafa tanıtmalıdır. Kendisine bu hususta danışılmasa da meşveret ediyormuş gibi söze girmeli ve kötülüğü önlemelidir. Eğer o kişinin " Bu sana hayırlı değildir" sözüyle evlenmekten vazgeçeceğim biliyorsa daha fazla ileri gitmesi gerekmez. Eğer ancak o kişinin bir kusurunu açıklamak suretiyle evlilikten vazgeçeceğini biliyorsa, bir kusuru açıkça söylemekte beis yoktur. Bunu söylemek, darda kalan kimsenin ölü eti yiyebilmesine benzer. Nasıl ki ondan ölmeyecek kadarını yiyebilirse, burada da ihtiyaç kadarını açıklayabilir. İhtiyaçtan fazlası açıklanırsa haram olur.
Bir rivayete göre, Fatma binti Kays (radiyallahu anha) şöyle anlatıyor:" Bir gün Resul-i Ekrem (s.a.v)'e geldim ve: "Ya Resulullah, Ebul-Cehm ve Muaviye bana taliptirler, hangisiyle evleneyim?" diye sordum. Resul-i Ekrem(s.a.v) şöyle buyurdu:
"Muaviye malı olmayan bir yoksuldur. Ebul-Cehm ise değneği omzundan yere koymaz.( yani kadınları çok döver)[76]
Burada nefsin tuzaklarına dikkat etmek ve ihtiyatla hareket etmek gerekir. Amacımız Allah'ın rızası değil de, öfkemizi tatmin etmek olabilir. Burası, nefse aldanabilmenin yeridir. Çünkü bazen bir kişiye olan öfkemiz, bizi böyle bir açıklamaya teşvik edebilir. Zira şeytan bizi aldatıp, öfkemize şefkat kılıfı örterek bizi gıybete kaydırabilir. Eğer bu açıklama nefsanî heva ve hevese bulanmış halde yapılıyorsa ve o kişiyi küçük düşürme amacı taşıyorsa gıybet etmiş oluruz.
5- Ayıbını belirten bir lakab ile tamnan*t>ir insanı bu kusuru ile tarif ederek tanıtmak caizdir. Mesela, adamın bir gözünün kör, bir ayağının topal, bir elinin çolak, kulağının sağır veya dilsiz olduğunu söyleyerek onu tarif etmektir. Maksat adamı kolaylıkla tanıtmak olup, onu küçük düşürmek olmadığından, onu bu kusurları ile tarif etmek caiz görülmüştür. Bir de bu şekilde tarifi yapılan kişi bundan rahatsız olmamaktadır. Çünkü bu lakapla şöhret olmuştur. Eğer bu organ eksikliklerim söylemeden kişiyi tarif etmek mümkün ise, uygun olan başka ismi ile onu anlatmaktır.
İbni Şirin, kör olan İbrahim en-Nehai'den bahsederken elini gözünün üzerine koyup öyle konuştu, kör İbrahim demedi.
6- Açıkça günah işleyen ve günah işlemeye aldırış etmeyen kimselerin işledikleri günahlarını anlatmak caizdir. Ancak bu kişilerin gizli kalan başka kusurlarını açıklamak caiz değildir. Mesela, Bir kişi açıkça içki içiyor fakat gizlice kumar oynuyorsa, içki içtiğini söyleyebiliriz, fakat kumar oynadığını söyleyemeyiz.
Selef-i Salihin derler ki, üç zümre vardır ki, bunların gıyabında konuşmak gıybet olmaz.
1- Zalim bir idarecinin,
2- Açıktan kötülük işleyen bir kimsenin,
3- Bidat ehli birinin,
Bu üç zümre de günahlarını açıkça işlerler. Bunların işleri ve yolları anlatılırsa, gıybet sayılmaz.
Ancak, bedenlerinde bir ayıp varsa o da söylenirse, o gıybet olur. Ancak, tuttukları yol ve işledikleri fiil anlatüır-sa, bir beis yoktur. Bunlar anlatılmalı ki, halk onlardan korunsun.
Burada bilinmesi gereken en önemli şey, insanın kendini hiçbir zaman nefsin tuzaklarından korunmuş saymaması, büyük bir dikkat ve ihtiyatla hareket etmesi ve gıybetin caiz olduğu bu durumlardan birini kendine mazeret kabul etmeye kalkışmamasıdır. Her ne kadar bu altı husus gıybetin haramlığmm dışında tutulmuşsa da nefsin ve şeytanın tuzaklarına çok elverişli olan bu durumlardan kaçınılmalı ve nefsin harama bulaşmasına imkan sağlayabilecek hallerden uzak durulmalıdır. Çünkü nefis şer ve kabahate eğilimlidir. Nefsin insanı şer'i yolla dahi aldatması ve helake sürüklemesi mümkündür. Onun için caiz olan durumlarda bile fasıkm bir kusurunu açıklarken bunu şer'i amaçla mı yoksa şeytani amaçla mı yaptığımızı iyi bilmemiz gerekir. Fakat sadece caiz olan durumlarda gıybetin terk edilmesi daha evladır.