- Câhiliye Devrinde Ribâ Uygulaması

Adsense kodları


Câhiliye Devrinde Ribâ Uygulaması

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Mon 23 July 2012, 04:02 pm GMT +0200
IV — Câhiliye Devrinde Ribâ Uygulaması:


İslâm'ın zuhurundan önce, Arap ileri gelenlerinin en önemli kazanç yolu faizcilikti. Hicaz yöresinde, Kureyş büyüklerinin herbiri birer bankerdi. Bunların kendilerine göre ödünç verme yöntemleri vardı. Kimi zaman vadesinde ödenemeyen borç yeni anlaşmalarla eklenen faizler yüzün­den bir kaç katına yükselirdi. Kureyş tefecilerinin eline düşen ihtiyaç sahiplerinin kurtulması çok güçtü. Faiz ekle­riyle ödenemeyecek bir noktaya gelen borçlar yüzünden düşmanlıklar ve anlaşmazlıklar doğardı. Cahiliyye devri,, rîbânın yol açtığı savaşlarla doludur [135]

Arapların cahiliyette uyguladıkları ribâ, hep vadeye bağlı ödünç verme suretiyle tahakkuk ettirilen fazlalık

şeklinde olup, buna «gerçek ribâ» denir. Ribâ âyetlerinin nüzul sebebi de, bu çeşit borçlarda eklenen faizdir. Di­ğer ribâ çeşidi ise «mülhak ribâ» adını alır ki, hadiste  [136]zikredilen altı madde hakkındaki ribâdır [137]

Ribâ âyetleri nazil olduğu sırada, altın veya gümü­şü ödünç vermede uygulanan faiz, cahiliyye arapları ta­rafından biliniyordu. Hatta zenginlerin çoğunun yediği iç­tiği ribâ kazancına dayanıyordu. Biri diğerine belli bir vade için altın veya gümüş ödünç verir ve karşılıklı rıza ile vadeye uygun bir ilaveyi şart koşardı. Herhangi bir borcun vadesi gelince, borçlu ödeme yapamadığı tak­dirde, alacaklısına «borcunu ödeyemiyeceğim, vadeyi uzat ve faiz miktarını arttır» derdi. Böylece vade yenilendik­çe, faiz miktarı da artar ve sonunda ana paranın bir kaç katını bulurdu.

Cahiliyye devrinde borç (deyn)un aslına anapara (re'sü'1-mâl), ziyadeye de «ribâ» adı verilirdi. Vadeye gö­re ne miktar basit veya bileşik faiz ekleneceğini taraf­lar karşılıklı rıza ile tesbît ederlerdi [138]

Ebu Bekr el-Cassâs (ö. 370/980) cahiliyye devrin­deki ribâyı şöyle açıklar : İslâm ribânın kapsamını ge­nişletmiştir. Usame b. Zeyd hadisinde «Ribâ ancak va­deli satışta söz konusu olur [139] buyurulması bunu gös­terir. Hz. Ömer (ö. 23/643) ribânm açıklığa kavuşturul­mayan birçok çeşitlerinin bulunduğunu, hayvanlar üze­rinde selem akdi yapmanın bunlardan birisi olduğunu be­lirttikten sonra şunu ilâve eder;   «Ribâ âyeti,  Kur'an-ı Kerim'in son inen âyetlerindendir. Nebî (s.a.) onu bize açıklamadan vefat etmiştir. Bu nedenle ribâdan ve ribâ şüphesi bulunan şeylerden kaçınınız». Bununla, ribânın cahiliyye devrinde vazolunduğu mâna yanında, ayrıca İslâmî bir kapsam kazandığı anlaşılmaktadır. Çünkü ribânin hükmü yalnız sözlük anlamına dayansaydı, bu Hz. Ömer'e gizli kalmazdı. O, Arap dilini iyi bilen bir kim­seydi. Bu duruma göre Araplar, altının altınla, gümüşün gümüşle vadeli satışım ribâ olarak kabul etmiyorlardı. Halbuki bu İslâm'da ribâdır» [140]

İbn Rüşd el-Hafîd (Ö.52O/1I26), cahiliyye ribâsı adı­nı verdiği, İslâm'ın çıkışından önce cereyan eden ribâyı şöyle belirler : «Cahiliyye ribâsı, üzerinde ittifak edilen ribâ çeşidi olup yasaklanmıştır. Onlar fazlasını almak üze­re ödünç veriyorlar ve vâde tanıyorlardı. Bu işlem şöyle oluyordu; borçlu alacaklıya, 'bana vâde tanı, ben de sa­na olan borcumu arttırayım' diyordu. İşte Hz. Peygamber'in Veda Haccındaki sözlerinde kasdettiği bu ribâ­dır [141]

İbn Cerîr et-Taberî (ö. 310/922) tefsirinde cahiliy­ye ribâsı hakkında şunları söyler : Cahiliyye arapları şöy­le diyordu; Allah'ın kullarına helal kıldığı alım-satım (bey') ribâ gibidir. Ödeme tarihi gelen borçlu, alacaklı­sına, «bana va'deyi arttır,, ben de borcumu arttırayım» der, bunu yaparlarsa kendilerine, işte helal olmayan ri­bâ budur, denilince de şöyle cevap verirlerdi: Bizim için, malı (mebîi) ilk defa satarken satış bedelini arttırmak­la, bu malın veresiye satılması hâlinde, vadesinde öden­meyen borcu, yeni bir vade tanıyarak arttırmak arasın­da hiçbir fark yoktur  [142]

Bu yanılma onların «Alım - satım da ancak ribâ gi­bidir» demelerinden ileri gelir [143] Halbuki, Allah bu iki muameleyi birbirinden ayırarak «Allah alış - verişi he­lal ribâyı ise haram kılmıştır» [144] buyurmuştur.

Âyetlerle ilga edilen faiz borçlan, ödünç verilen na­kit paraya, vade sebebiyle yapılan ziyadelerden ibarettir.

İslâm'dan önce Hicaz yöresinde faizle iş görenler, ti­caret kervanlariyle zenginlik ve servetleriyle tanınan kimselerdi. Bunların alıp verdikleri krediler tüketim kredi­leri olmayıp, üretimle ilgili borçlardı. Kâr elde etmek için sayıları bîn ilâ üç bin arasında olan deve kervanlariyle ticaret yapıyorlardı. Bunun için borç alıp veriyor­lardı. Onların para ihtiyaçları çoktu. Paranın getirdiği kârdan çoğunu, ödünç verene faiz olarak veriyor ve bu da sermayeyi zayıflatıyordu [145]


[135] Tecrîd-i Sarih Tere, c. VI, s. 387.

[136] Müslim, Musâkât, 81; Ebû Dâvud, Buyu', 18; İbn Hanbel, c. V, s. 314, 320.

[137] Tecrid-i Sarih, c. VI, s. 387.

[138] Elmalılı, a.g.e., c. II, s. 953.

[139] Müslim, Musâkât, H. 102.

[140] el-Cassâs, Ahkâmü'I-Kur'ân, c. II, s. 183.

[141] İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, c. II, s. 111.

[142] İbn Cerir et-Taberî, Tefsir, c. III, s. 103, 104; eş-Şevkânî, Fethu'l-Kadîr, c.l,s. 295.

[143] Bakara, 275.

[144] Bakara, 275.

[145] M. Faruk, a.g.e., s. 38.

Dr. Hamdi Döndüren, Çağdaş Ekonomik Problemlere İslami Yaklaşımlar, İklim Yayınları: 66-69.