- Çağımızda velâ ve berâ örnekleri

Adsense kodları


Çağımızda velâ ve berâ örnekleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Mon 27 September 2010, 07:42 pm GMT +0200
2. BÖLÜM

ÇAĞIMIZDA VELÂ VE BERÂ ÖRNEKLERİ


İslâm düşüncesinde Velâ ve Berâ meselesini açıkladıktan, bu konu­nun ne kadar önemli olduğunu öğrendikten, aynı zamanda bu ümmetin ilk altın dönemine ait bize ışık tutan örneklerini sunduktan sonra, şimdi de içinde yaşamakta olduğumuz bu çağda müslümanların konumunu bil­mek zorundayız. Günümüz müslümanlan bu meselede acaba işin hangi noktasında bulunmaktadırlar? Buna ne denli bağlı bulunuyorlar veya bun­dan ne derece uzaktırlar? Günümüz müslümanlarına ne olmuştur? Bu acı gerçeğin değişmesini bize müjdeleyen şeyler var mı?

Burada açık bir şekilde söyleyebiliriz ki; son çağlarda İslâm dünyası, hemen her alanda bir gerileme ve aşağılanma noktasına gelmiş bulun­maktadır.

Müslümanlar akideleri yani inançları bakımından bir düşüş ve aşa­ğılanmaya yuvarlanmışlardır. Çünkü müslümanlar selefin gitmekte olduk­ları yolu bırakmışlar, boş sözlerin, sonradan İslama sokuşturulan kelam ilminin önemsiz meselelerine dalmışlardır. Bizansınboş ve önemsiz tartış­malarına bulanmışlardır. Bunlar herhangi bir şekilde bir gerçeği ifade et­medikleri gibi, işi giderek fesada ve yıkıma götürmüşlerdir.

Cihada gerekli önem verilmediği, İslâmın izzetine ve şerefine sımsıkı bağlanılmadığı için bir düşüş görülmektedir. Çünkü hakkı almaları yeri­ne hemen her türlü hurafeleri, yanlış tasavvuf! düşünceleri ve körükörüne bir tevekkülü almışlardır. Zaten düşmanları onların böyle bir duruma düş­melerini devamlı istiyorlardı.

Kısaca hemen her türlü ilmî alanlarda geri kalmışlar, lider olma yer­lerini bırakmışlar, bunun yerine başkalarına tabi olma zilletini kabullen­mişlerdir. Halbuki müslümanlar her yararlı bilim dalında birer araştırıcı ve dalgıç durumunda iken, onlardan sonra gelen nesiller, kendilerine bırakılan bir mirası, hem de muazzam mirası terkettiler.

Evet, bu mirası terkettiler ki, kendilerinden bunu bu dinin düşman­ları alsınlar ve bundan yararlansınlar ve bugün gelebildikleri noktada bu­nu müslümanlara versinler.

Son olarak deriz ki, sonradan gelen bu müslümanlar, insanlara İs­lâm adına çok kötü bir örnek ve ezilmişlik bıraktılar. Bu ise, din düşman­larının hemen her birnoktadan kendilerine saldırmalarım sağladı. Çün­kü düşmanların amacı bu yoldan ALLAH'ın nurunu söndürmektir. Halbu­ki kâfirler hoşlanmasalar da ALLAH nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez.

İslâm dünyasına karşı birçok sayıda ordular hareketegeçmiştir. Bun­ların çokluğuna ve askeri güçlerine rağmen, bununla da yetinmemişler. Bu defa daha başka saldın yollarını ve türlerini denemişlerdir. Askeri saldırı­lardan sonra, buna ek ve yardım olarak bu defa müslümanlara karşı kül­türel ve fikri saldırıyı başlatmışlardır. İşte bu kültürel ve fikri saldırının müslümanlar üzerinde yapmış olduğu tahribatı sıradan ordular yapama­mıştır.

Bu alanda düşmanların ilk defa üzerinde kesinlikle durdukları bir şey var. Bu, kalplere ve zihinlere şüphecilik zehir ve tohumlarının düşman eliyle atılması, kavramların alt üst edilmesiyle olmuştur. Çünkü düşmaT şüphe meydana getirebilecek düşünceleri yaymaya başlamıştır. Şöyle ki:

"Dinin sosyal düzen ve sistemle ilgisi ne olabilir ki? Dinin iktisad ve ekonomiden ne gibi bir haberi olabilir ki? Dinin, ferdle toplum, toplum ile devlet arasında münasebeti olabilir mi hiç? Şu yaşanan gerçek hayatta, dinin bilimsel çalışmalardaki fonksiyonu söz konusu edilebilir mi? Dinin giysilerde ve özellikle de kadınlara ait giysilerde söz söyleme hakkı olabi­lir mi? Din ile sanat ilişkisi ne derece doğru olabilir? Dinin yayınla, basın­la, radyo, sinema ve televizyonla münasebeti ne olabilir? Kısaca din hayat gerçeğinden ne anlar ki? İnsanların üzerinde yaşamakta oldukları bu dünya gerçeğinde, dinin gerçekle olan ilgisi ne olabilir ki?"[275]

Şeyh Muhammed Gazzalî'nin de söylediği gibi bu sömürünün amacı şudur:

"İslama mensup olmaktan aşağılık kompleksine düşen bir neslin mey­dana getirilmesi. İslâmî esas ve prensiplerden herhangi birisini yerine ge­tirmekten hoşlanmaması ve özellikle de büyük gördüğü kültürlü kesim ara­sında kendisinin böyle bir durumda görülmesini istememesi. Nüfuzlu ve yönetimde söz sahibi olan kimseler yanında böyle bir durumda görülme­yi arzulamaması. İşte böyle bir kuşağın oluşmasını istemeleri.

Meselâ böyle şahsiyetini yitirmiş olan bir kimse, gazinodan vb. gibi bir yerden çıkarken insanların kendisini görmesini ister de, camiden çıkarken görülmesini istemez. Yine böyle bir kimseye bu kimse, on kadınla zina yap­mış, diye söylenmesi, çok daha kolay gelir fakat, bu adam iki kadınla ev­lidir, denilince yüzü kararır ve kızarır. Hele hele böyle bir kimsenin Kur­an âyetlerini okunurken dinlemesi, tefekkür etmesi veya Rasûlüllah (s.a.v.)'in sünnetinden herhangi birisine dönülmesi, böylesi bir kimsenin aklından bile geçmez."[276]

Aynı zamanda sömürücü sistem şundan da mutluluk duymaktadır. İslâm bayrağı altında çalışmayı reddeden bir neslin ortaya çıkarılmasında başarılı olmaları sebebiyle mutludurlar. İşte bu nesil, askeri tabirle "Be­şinci kol" durumundadır. Bunlar hemen her alanda bize hezimet ve yı­kım getirmişlerdir.[277]                                                                          

Bu sözlerin ve söylenenlerin sadece boş sözler olmadığını -çünkü böyle denilmektedir- anlatabilmem için burada açık ve seçik olarak bazı deliller sunmak isterim. Bunları kâfir olan düşmanlarımız söylemişler, ve uygula­ma alanına koymuşlardır. Bunların bu söyledikleri, kendilerinin İslama ve müslümanlara ne kadar düşman olduklarını göstermek bakımından ye­terlidir. Gerçekten bunların tek amaçlan bulunmaktadır: Kötülük yapmak, hile ve tuzak kurmak, bu dini böylece zarara uğratmak, dinin prensipleri­ni geçersiz kılmak.                                                                                

Diğer tarafdan sunacağımız bu örneklerde gafil olanlar için, şımarıp aldananlar için bir öğüt ve ibret vardır. Kaldı ki bu aldananlar bizdendir-' ler ve bizim dilimizi konuşmaktadırlar, aynı zamanda bizim isimlerimizi almış bulunmaktadırlar. Sonra da insaflı bir kimse, bunları okuduktan son­ra, bu söylenenlerden gerçekleştirilenler var mı yok mu, karar versin.

Keşiş Züveymür, 1935 yılında Kudüs'te toplanan Kudüs kongresinde İslâm dünyasında misyonerlik faaliyetini yürüten ve hıristiyanlaştırma için çalışanlara şöyle sesleniyordu:

"Sizi bir delege ve eleman olarak Muhammedi ülkelere gönderen hıristiyan ülkelerin en çok önem verdikleri şey, halkı İslâmdan ayırıp hıris-tiyanlık dinine sokmak değildir. Böyle bir şey, onlar için bir hidayettir ve saygınlıktır. Sizin buralardaki en önemli göreviniz, müslümanı dininden çıkarıp bundan uzaklaştırmaktır. Böylece öyle bir duruma gelsinler ki, ALLAH ile ilgileri kalmasın. Buna bağlı olarak ahlâksız olarak yetişsinler. Çünkü bu milletlerin ayakta kalabilmeleri bu esaslara bağlıdır. Sizin böyle yap­manız halinde İslâm ülkelerinde ve topraklarında sizler yaptınız işlerle fetih açısından onların öncüleri olursunuz. Nitekim bu, sizin geçen yüz sene içerisinde yerine getirdiğiniz en hayırlı işiniz olmaktadır. İşte bu nok­ta, sizi tebrik edeceğim bir noktadır. Tüm hıristiyan ülkelerinin ve hıristiyanların sizi tebrik edeceği bir konudur bu. Sırf bu yüzden tüm tebrikleri ve kutlamaları sizin olacaktır."[278]

Şimdi sen bu sözün sonuç itibariyle nereye geldiğini düşün, çünkü bu kin kusan hiristiyanî delil, kendilerin alim sanan teslimiyetçi müslümanlara bir fikir verir sanırım. Çünkü bu teslimiyetçi bilginler dinlerin kardeşliği meselesinden, dinlerin birbirlerine yaklaş t ırılması konusundan sözetmektedirler. Nitekim biz bu konuyu İkinci Bab'da ele almıştık. Bu, onların gerçekten ne derece gaflette olduklarını, ne derin bir cehalete sa­hip bulunduklarım, İslâmı ne kadar bilmediklerini, İslâm düşmanlarının İslama olan düşmanlıklarının ne kadar gerçek olduğunu bile bilmemek­tedirler.

9. Levis şöyle diyor: "Müslümanların yıkıma uğratılması için sadece askerî savaş yetmez. Kesinlikle onların akidesi ve inancıyla da savaşmak gerekir." Sonra bir başka düşmanın şöyle konuştuğunu görmekteyiz: -Bu adam müslümanların Islama dönüşlerini değerlendirerek der ki-:

"Gerçekten yepyeni bir güç ortaya çıkmış bulunmaktadır. Dikkat edin bu yeni güç İslama davettir. Hem de çok onurlu bir davet. İslâmı bir yol ile gayret göstermek suretiyle, tekrar hayata egemen olmaktır. Bu, öteki sistemlerin bir nüshası veya onların bir taklidi değildir. Tam aksine bu, kendisine özgü hüviyetiyle, taklidiyle, maddî ve manevi maslahatıyla or­taya çıkmış olmaktadır."[279]

Vilyim Gifard Balgraff ise şöyle diyor: "Arap ülkelerinden Kur'an ve Mekke şehri ne zaman gizlenir. İşte ancak o zaman biz Arapların uygarlık alanında adım adım ilerlediklerini göreceğiz. Çünkü onları bundan uzak­laştıran Muhammed ve onun kitabıdır.”[280]

" Buna benzer daha yüzlerce örnek verebiliriz. Bunların hepsi aynı ma niyettedir ve işledikleri tema şudur:

"îslâmı geçersiz kılmak, müslümanları İslâmdan ayırmaktır." Şu acı bir gerçektir ki, bugün müslüman olan ülkelerde, bu düşmanlara yardım­cı olan ve plânlarını uygulamada fırsat tanıyan kimseler bulunabilmekte­dir. Bunlar ALLAH düşmanlarına uyum sağlamak uğrunda İslâmı esas ve prensipleri bu yolda feda edebilmektedirler.

Üstad Abdülkadir Udeh (r.a.) diyor ki: "Öyle bölgeler var ki, kendi­lerini müslüman olarak lanse etmelerine ve tanıtmalarına rağmen, ingiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan misyonerlerinin kendi ülkelerinde cirit at­malarına izin verirler. Hatta hıristiyanhğın propagandasını yapabilmeleri için, bunların müsrümanlannju'kelerinde okullar açmalarına da izin ve­rirler. Böylece buralarda devam edecek olan müslüman çocuklarını, din­leri açısından bir fitneye sokmak isterler. Nitekim bunun doğal bir sonu­cu olarak bu misyonerler, devletin resmi okullarında İslâm dinine ait ilim­lerin ve bilgilerin okutulmasını kaldırabiİmişler, hatta îslâm tarihi dersle­rini bile kaldırıp yerine Avrupa tarihini koyarak buna değer vermeye, Önem vermeye çalışmışlardır. Avrupa tarihini, kültürünü ve uygarlığını saygınlı­ğın, medeniyetin ve ilerlemenin kıblesi olarak takdim etmektedirler.[281]

Durum hükümetler seviyesinde böyle olunca, bu gibi konularda in­sanların aldatılması çok daha kolay olmaktadır. Öyle insanlar var ki daha aşırı bir şekilde ileri gitmektedirler. Bu tür kimseler iki sınıftır. Birincileri alimlerden, sözde alimlerden oluşan sınıf, diğeri de Avrupalılar tarafın­dan sömürülüp eğitilen uşaklardır. Şimdi bunları ele alalım.

1- Bu birinci sınıf içerisinde yer alan alimler, bu yeni tarih dönemin­de bir mevkileri ve yerleri olan kimselerdir. Bunlar adına yazılan ciltler dolusu kitaplar ve reformcu, ıslahatçı lakaplar vererek cankurtaran simi­di gibi tanıtmışlardır. Ancak tarih bunların hüviyetlerini, durumlarını açıklayıp ortaya koymuştur. Şimdi bunlardan birkaç isim sunalım.

a- Abdurrahman el-Kevakibî: bu adam, din ile siyasetin birbirinden ayrılması konusunda öncelik payı olan bir kimsedir. Bu adam dini davet ile siyasi akımların birbirinden ayrılmasını açıkça ifade etmiştir. Nitekim "Ümmü'1-Kura" adını verdiği bir kitap yayınlamıştır. Bu kitap 1899'da yayınlandı. Bu kitapta öylesine görüşler yer alıyor ki; burada müslüman-ların kafalarını bulandıracak, şüphe doğuracak düşüncelere, Avrupa devletlerine karşı sevgi ve bağlılığa yer verilmiştir. O Avrupa ki, tek gayesi müslümanları sömürmektin Bu adam kitabında şunlara yer vermektedir:

"Müslüman olmasalar da kapıları ardına kadar açıp bu ****! hükü­metlere güzelce itaat etmek ve irşadlarından yararlanmak gerekir. Ömer b. Hattab gibi de olsalar, halkı mutlak bir boyun eğmeye yöneltenlere de tüm kapıları kapamak gerekir."[282]

 b- Şeyh Muhammed Abduh: Kendisi hakkında Üstad Gazî et-Tevbe şunları söylüyor: "Bu zatın Mısır'ı işgal eden ingilizlere yardımı o derece olmuştur ki, bu şahıs, İngiltere'de bulunan misyoner casuslara varıncaya dek, bunlarla işbirliği yaparak yardımlaşmaya girişmiştir. Nitekim Abduh, bunlara olan mutlak güvenini ve bunlarla olan yardımlaşmalarım, Mister Bellent'e gönderdiği iki mektubunda açıklamaktadır. Bu mektup adı ge­çen kimsenin Mısır Müftüsüne gönderdiği bir sorusu üzerine kaleme alın­mıştı. Mısır Müftüsüne sorulan soru şu merkezde idi: Mısır'daki yeni si­yasetin durumu hakkındaki görüşleri soruluyordu. Bir. de, Mısır için ya­pılması düşünülen yeni bir kanun ile ilgiliydi. Reşid Rıza bu iki mektubu, yazmış olduğu tarihinin birinci cildinin 899 ve 902. sayfalarında kayda geç­miştir. Burada yer alan ikinci mektubunun üçüncü fıkrasında şu ifadeler yer alıyor:

"Mesela şöyle farz edinki, şayet bazı İngiliz bakanların, Mısır'da ele-başları, adamları vardır. O halde gerekli olan şey, bu temsilcilere, yani Mı­sırlı temsilcilere veya bu ikinci derecedeki bakanlara bir yetki verilmelidir. Bu yetki kendilerine verilsin ki, din ile ilgili hemen her meselede ve benze­ri şeylerde gereken ayırımı iki. temel bakanlık altında ele alsınlar. Böylece Mısırlı görevliler, bugün görüldüğü gibi onların ellerinde birer oyuncak olmasınlar."[283]

İşte yukarıda gördüğünüz fikirler, çağın maslahatlarım haykıran bir alimin görüşleridir.

c- Abbas Mahmud Akkâd: Bu şahıs: "et-Tefkîr Fariza un İslâmiyye" adını verdiği kitabında aşağıdaki görüşlere yer vermektedir:

 "Müslümam demokrasi için çalışmaktan meneden şey nedir? Müs-lümanı sosyalizm adına çahşmaktanmeneden şey nedir? Veya dünya birli­ği için çalışmasına mani olan bir şey var mı?

Müslümam, dini hükümlerinden hangisi gelişmeyi savunan görüşleri engelleyebilir. Veya dinin hükümlerinden hangisi, en güzel örnekliği ile varlık mezhebini kabul etmesine engeldir?

Nihayet şu görüşlere yer veriyor ve diyor ki: M.üslümanın akidesi ve inancı onun sosyalist olmasına engel değildir."[284] Başkalarının bildiği gi­bi ben de biliyorum ki, bu söz garip karşılanacak ve hiç hoş görülmeye­cektir. Çünkü bu söz alışılanın dışında bir sözdür. Ancak ben de Prof.Dr. Muhammed Muhammed Hüseyin (rh)'in değerli kitabı: "İslâm ve Batı Uygarlığı" adlı kitabında söylediklerini demek isterim.

Muhammed Muhammed Hüseyin şöyle diyor:

"Biz yeniden insanların değerlerine ve hayatlarına göz atmaya davet­te bulunurken, hiçbir kimsenin değerini düşürelim istemiyoruz. Ancak bizim bir istediğimiz şey vardır. Toplumda ve toplumumuzda tapınılan yeni put­lar edinmesinler insanlar. Birtakım insanlar çıkıp bunların masumiyetle­rini, hata işlemez olduklarını savunmasınlar. Bütün bunların yaptığı şey­lerin iyi ve güzel olduğunu, kesinlikle leke ve tenkid tanımayacağım iddia etmesinler. Zira bunlara aldanmış olan biri, veya bunlara taassup derece­sine bağlı biri, bunların görüş ve düşüncelerine önem veren biri çıkar da, başka bir kimsenin bunların liderlerini hata ile nitelemesi halinde heyeca­na kapılır ve aleyhte harekete geçer. Bunlar bunu savunurlarken, Hz. Peygamber'in ashabından herhangi birisinin durumu anlatılınca, masum li­derlerinin kabul edemeyecekleri bir şeyle tanıtılmaları halinde feveranı ba­sarlar. Meselâ bunlar İslâmın kılıcı Hz. Halid bin Velid'in, savaşta Malik b. Nuveyriye'yi öldürmesini, mürtedler savaşında bunu öldürmesini, Hz. Halid'in bunun güzel hanımına göz dikmesine bağlarlar ve böyle bir şeyle damgalamak isterler. Bu kendilerini rahatsız etmez. Bu konuda birçok da yalan uydurup dururlar, yayarlar. Aynı zamanda bu kimseler iki nur sahi­bi diye tanıtılan Zinnureyn Osman b. Affan (r.a.)'ın tarihine gölge düşü­rerek yahudi Abdullah b. Sebe'nin çizdiği yoldan hareket ederler. Onun töhmetlerini ve iftiralarım gündeme sokmak isterler. Evet bütün bu gibi şeyleri bunlar kabul ederler. Daha sonra birisinin kendi putlarına dokun­ması halinde feveranı basarlar. En ufak bir şekilde bile putları için bir şeyler söylenmesine tahammül edemezler. Müslümanların icmaına aykırı ve mu­halif olan konularda tamamen her yönüyle özgürlük ve hürriyet isterler, bunu kesinlikle yapmak isterler. Bu hürriyete dayanarak kendi görüşleri­nin karşıtı olanlarına ise bunu tanımazlar, bundan kaçarlar. Bunlar müslümanların müctehid imamlarını, hem de büyüklerini hatalı olarak bildi­rir ve tanıtırlar, zan ve vehimlerine dayanarak bunları cerhetmeye, kötüle­meye kalkışırlar. Ancak kendi efendilerinin ve beylerinin hatalarını veya kesin gerçeklere aykırılıklarını doğru olarak tercih ederler."[285]

Bizim görevimiz mutlaka hatalı olanlara sen hatalısın, demektir. Ay­nı zamanda isabetli olan kimseye de: "Sen güzel yaptın. ALLAH bunu senin için mübarek kılsın" demek durumundayız. Gerçekten bu alimlerin ve baş­kalarının kâfirlere bağlılık ve dostluk gösterme meselesinde kaygan dav­ranmaları veya ellerinde herhangi şer'î bir delil bulunmaksızın bazı konu­larda onlarla birlik olmada umursamaz olmaları konusu, İsiâmm reddet­tiği bir konudur, İslâm bundan hep uzak durmuştur. Çünkü burada bi­zim örnek edineceğimiz kimse ALLAH Rasûlü ile değerli ve şerefli ashabı, bir de salih selefimizdir. Bu, bizim için yeterlidir. Kim olursa olsun, hiçbir ferdin, kendi görüş ve düşüncesini ve ilmini yükselme için bir merdiven ve dayanak yapma hakkı yoktur. Evet kâfirleri kendilerine yandaş ve dost ve kabul edip bunlara yetki veren, bunlara bağlılık gösteren hiçbir kimse­nin kendi görüş ve düşüncesini bir merdiven yapmak suretiyle yükselmeye giden bir yol olarak sunmaya hakkı yoktur. Daha sonra da bu adamın or­taya çıkarak, kendisinin bir İslâm davetçisi, büyük bir ıslahatçı olduğunu ileri sürmeye de hakkı yoktur!..

2- İkinci sınıf. Bu sınıfı oluşturanlar, bizzat sömürgecilerin gözleri önünde eğittikleri ve kendilerine Avrupai bir düşüncenin hayranı haline getirdikleri kimselerdir. Özellikle de düşüncede, yaşama tarzında içlerin­de erittikleri kimseler. Çünkü bu gibi kimseler müslümanlarla Avrupalı sömürücüler arasında yakınlaşmayı sağlayacak olanlardır.

Tâhâ Hüseyin bu sınıf içinde yer alanlardandır. "Mısır'da Kültürün Geleceği*' adlı eserinde şu görüşlere yer veriyor:

"Ancak bu ilerlemeye giden yol, sadece sözle değil ki, bir elçi gönde­rip gerekeni yapasın, veya yalancı görüntüler de değildir. Aynı zamanda yaldızlı sözlerin ve ifadelerin konumu da değildir. Ancak bu, açıktır, net­tir, dosdoğrudur. Bunda herhangi bir eğrilik ve yalpalanma da yoktur. Bu bir tek yoldur. Farklı farklı yollar değildir. O halde bu tek yol, bizim izle­memiz gereken Avrupalılara ait olan yoldur. Onları izlememiz, onların yolundan gitmemiz gerekir. Ancak böylece onlara eş ve denk olabiliriz. Di­ğer taraftan hayrında da, şerrinde de onlara her yönüyle uygarlıklarında ortak olmak zorundayız, iyi ve kötü, tümünü almalıyız. Acısını da tatlısını da, sevilenini ve sevilmeyenini, hoşa gidenini ve gitmeyenini almalıyız. Övüleni ve ayıplananı kabul etmeliyiz”[286]

Mademki biz, genel hatlarıyla düşmanlarımızın amacım öğrendik. Onlara aldanmış olan bazı kimselerin gerçek mevkilerini mademki tanıdık. O halde, onların plânlarım, araçlarını etraflı bir şekilde açıklamak biie düşmektedir. İşte bazı plânları:


[275] Biz Müslüman mıyız?", s.110.

[276] Kifahu Dîn", s.147.

[277] Hasadu'l-Ğurûr", s.39.

[278] Prof.Abdullah et-Tell, "Cüzûru'1-Belâ", s.275.

[279] General Bayar Galu, "Muctama'ul-Kuveytiyye" dergisi, sayı: 450, s.4, Yıl.1399 h.

[280] İslam dünyasına baskın (el-Garetu Alel Alemi' 1-İslâmî)", s.94.

[281] el-İslâm ve Evdauna el-Kanuniyye", s.75.

[282] Dr. Muhammed Muhammed Hüseyin, "Ezmetu'i-Asr", s.18-20.

[283] el-Fikru'1-İsSâmî el-Muasır. Dirase ve takvîm", s.35-37.

[284] Mevsûatu’l-Akkad", 4/958. Gazî Tevbe, "el-Fikru'!-İsIâmî", s.171.

[285] İslâm ve Batı Uygarlığı", s.50.

[286] el-İtticahatu'l-Vataniyye fi'l-edebilmuasır", 2/229. Garf Tevbe, "el-Fikru'1-İslâriıî' s.104.