saniyenur
Mon 23 January 2012, 09:25 am GMT +0200
IV. Çağdaş Dünyada Ölüm
Tabiata bu denli hakim olan, her türlü engeli aşabilen, türlü sorunlara çözüm getirebilen çağımız insanı, ölüm karşısında tamamen güçsüz durumdadır. O, ölümü erteleyebilir, fiziki ağrıları yokedebilir, onu rasyonalize edebilir veya doğal varlığını yadsıyabilir fakat ondan asla kaçamaz [207]. Çağdaş batı kültürünün Amerikan kültürüyle çoğu noktalarda birbiriyle paralellik arzetmesiyle birlikte, ölümle ilgili tutumların değişmesinde Amerikan kültürünün daha etkili olduğu kabul edilmektedir. Bu durumu da dikkate alarak Çağdaş batı ve Amerikan toplumlarının ölüme ilişkin tutumlarını değerlendirecek olursak şunları söyleyebiliriz.
Çağdaş batı toplumunun ölüme ilişkin tutumlarının, mazisiyle bir kopukluk içerisinde olduğu, çoğu araştırmacı tarafından kabul edilen bir husustur. Şöyleki, batılıların mazisinde ölüm, özellikle tuğ ve bayraklarla donatılmış kortejlerde, cenaze töreninin Barok protokolünde, yas giysilerinde, mezarlıkların yayılmasında, mezarlara yapılan ziyaretlerde ve anı kültünde hemen hemen her yerde vardı. Bugün sanayi toplumunda getirilen yasak ise, ölümü isimsiz bir şey haline getirmiştir. Konfordan sarhoş olan bir toplumun yeni tutumu, ölümle ilgili eski tutumuna hiç benzememektedir. Zira, geçmişte hiçbir dönemde bu kadar çok tüketim malına sahip olmayan batı toplumu, hiçbir zaman ölüm karşısında bu kadar donanımsız olmamış, “ölüme karşı hile yapmak” için hiç bu kadar uğraşmamıştır [208]. Halbuki ortaçağ Avrupa'sında insanlar, ölümlerini sezdikleri zaman ölüme karşı bir direnme veya reddetme tutumu içerisine girmeyip, hazırlıklar yaparak aileleri içinde ölürlerdi. Ölmekte olanın odası, serbestçe gezilen bir kamusal alan durumunda idi ve bu dönemde ölümle ilgili en büyük korku kaynağı, yalnız ve tek başına ölmekti [209].
Çağdaş dünyada ise ölüm yalnızlaştırılmış ve insanî olmayan bir duruma getirilmiştir. Çünkü hastalar çoğunlukla ailevi çevrelerinden alınarak, acil durum odalarına atılmaktadırlar. Dinlenmeye, rahata ve eski anılarını hatırlamaya ihtiyacı olan hasta, bir sedyeye konmakta, ambulans sireninin sesine tahammüle ve hastane kapısına gelmeye zorlanmaktadır. Hastanede kendisine bir eşya gibi davranılmakta, çoğu kararlar kendi fikri sorulmadan alınmaktadır. Bu duruma isyan etmeye kalkışsa da fazla bir şey yapamamakta, neticede üzerinde yoğun tedaviler uygulanarak bir araştırma ve mâli yatırım objesi durumuna sokulmaktadır [210]. Nitekim batı dünyasında ölümlerin %80'i bir kamu kurumunda veya özel bir kurumda gerçekleşmektedir [211].
Batı dünyasında ölüm toplumsal olmaktan çıkmıştır. Çünkü can çekişen birisinin yanında durmak, ölünün temizliğini yapmak, cesedi beklemek, uzun süre başsağlığı dileklerini kabul etmek vb. gibi şeyler, ölü yakınlarının yapmak istemediği şeyler haline gelmiştir. Bunları yapmak istemeyen ölü yakınları, bunların kendi yerlerine yapılması için para ödemektedir. Bu işlerle uğraşan kurumlar oluşmuş, bunun sonucu olarak Amerika'da olduğu gibi insanlara “sessiz sedasız ölmeleri” için yardım eden, böylece ailenin kusurlarım örtbas eden yeni meslekler (tanatopraksi) ortaya çıkmış ve bu andan itibaren ölüm, verimliliğin hedeflendiği bir işletme problemi haline gelmiştir. Evinde fakat özellikle hastanede ölmek üzere olan kişi, can çekişir, sonra hazırlıksız olarak gizlilik içinde hatta diğerlerinin haberi olmadan tek başına ölür. Gizli ve tanıksız olaylar sanki ölüm yokmuş gibi gelişir. İnsanlara gizlice ölmelerinden dolayı minnettar kalınır, bağırır veya çok şikayetlenirlerse, bu yüzden onlara kızılır. [212] Bugünün Fransızı, ölümün anlamsızlığını, cıvıklığını, bayağılığını, büyüklük ve soyluluktan yoksunluğunu anlatmak için “Sığırca veya inekçe ölüm” gibi kaba bir kelimeyi ölüme sıfat yapmıştır. Zira Fransız edebiyatında ölüm, sığır görünüşlüdür. Mesela son devir Fransız edebiyatında özellikle savaşlar için kullanılan şu sözler dikkat çekicidir;
“Ah azizim! Bu dünya sizi temin ederim ki, koskoca bir mezbahadır” [213].
Batı toplumları, genelde hastalığın gizlenmesine çalışarak insanın ölüm haberdarlığını izale etmeye çalışmaktadır. Böyle bir uygulama iki şekilde etkili olabilir. Birincisi; insanlar günlük realitelerden soyutlandıkları zaman ölümden daha çok korkabilirler. Zira o zaman ölüm, ard arda gelen tabiat olaylarından ayrılmış, garip ve yabancı.bir fenomen haline gelir. İkinci, olarak; ölüm süreciyle ilgili düzenli olaylara karşı mesafe koymak, aynı zamanda insanın ölüm sezgisiyle ilgili duygusal bilinciyle de araya bir mesafe koymak anlamına gelmektedir. [214]
Sekülerleşmiş insanlar, ölüm hakkında çok az düşünürler. Fakat gerçekte hayatın geçiciliği, yani insanın fâni olması, modern zihinlerin ön planında uğursuz bir hayalet gibi belirmektedir. Batı- insanı, devamlı ölümün kaçınılmazlığı içinde yaşamakta, zihni korkunç bir toptan yokolma ihtimaliyle aşındırılmış, bu büyük ayrılığın ötesinde onu bekleyen şeylere karşı korumasız durumdadır. Bu bağlamda modern insanın ölüm karşısındaki sabit fikirlerinin oluşmasına, ekzistansiyal analizlerin katkıda bulunduğunu da ayrıca belirtmek gerekir [215].
Batılı insan, ölümden daha ziyade yaşama önem vermektedir. Ona göre hayatın niteliği, ölümün son olmasından daha önemlidir [216]. Genelde ölümü biyolojik bir olay olarak gören ve bir yokluk olarak değerlendiren modern insan [217] cinsellik ve aşk ilişkilerine aşırı derecede önem vererek, ölümü şuurdan uzaklaştırmaya çalışmaktadır [218]. Fakat böyle bir eğilimin ölüm kaygısını azaltıp azaltmayacağı konusu yeterince açık değildir [219]. Nitekim bazı araştırmacılara göre batı toplumu, ölüm gerçeğinin doğru bir şekilde değerlendirerek engeller durumdadır. Bu tutumun, insanların ölümü doğru bir şekilde değerlendirerek onun ortaya çıkaracağı dehşet ve belirsizliği azaltmaya katkıda bulunmaktan ziyade, onları ölümden dehşete düşüren “bumerang” etkisini büyüten bir ikilem yarattığı kabul edilmektedir. [220].
Ölüm hayatın en temel gerçeklerinden biri olmasına rağmen, batı kültüründe insanların fikir ve aksiyonlarının çoğuna onunla ilgili kamuflaj ve kaçınmalar hakim durumdadır. Ölüm konusu, insanın şuurunun dışında ve nazik bir sohbet konusu olarak tutulmaya çalışılmaktadır. Hatta ölüm ve ölme kelimeleri, günlük dilde bunların yerine kullanılan daha hafif kelimelerle çoğunlukla kamufle edilmektedir. İngiliz antropolog G. Gorer, Viktorian döneminde seksin olduğu gibi, bugünün batısında ölümün ağza alınmaz bir kelime olduğunu bildirmektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi batı düşüncesi tarihinde felsefi olarak ölüm, hayat sürecinin tabii bir sonu, dinî olarak da bedenin çürümesi ve yeni hayatın başlangıcı olarak değerlendirilmiştir. Marcuse'ye göre bu iki zıt kutuptan iki zıt ahlak sistemi türetilebilir. Şöyleki, ölüme karşı olan tutumlar bir taraftan kaçınılmazın septik ve stoik (şüpheci ve stoacı, sevinç ve kedere karşı kayıtsız) kabulü veya hatta ölüm düşüncesinin hayatla bastırılmasını ifade ederken, diğer taraftan hayata mâna veren şey olarak ölümün yüceltilmesi veya insan hayatının gerçeğine hazırlanması mânasını da ifade etmektedir [221].
Çoğu araştırmacıya göre yadsıma ve kaçınma tutumu, ölüme karşı Amerikan toplumunun çoğunluğunun karakteristik özelliğidir [222] ve çoğu Amerikalının ölüme karşı baskın şuur hali, onu red veya inkar şeklindedir. [223] Araştırmacılara göre bu şuur halini, ölmekte olan hastalarla ilgilenen doktorlarda bile görmek mümkündür, Zira doktorların çoğu ölmekte olan hastalara gereğince yardımcı olamamaktadır. Üstelik doktorlar diğer insanlara nispeten ölümü en çok yadsıyan gruptur. Hastanede çalışan doktorlar ve diğer sağlık personeli, incitme ve tedirgin etme kaygısıyla ölmekte olan hastalarla konuşmaktan genellikle kaçınmaktadır. Oysa ölümü yaklaşan hastaların, ölüme gidişlerinin ammsatılmasmdan kaçınmak bir yana, çoğu kez tartışmaya istekli oldukları bilinmektedir. Mesela bir doktor olan Kübler Ross, ölmekte olan 200 hastadan sadece dördünün kendisiyle görüşmeyi reddettiğini ve görüşmeyi kabul edenlerin hiçbirinin olumsuz bir tepkide bulunmadığını bildirmiştir. Buna karşılık hastane personeli, onun bu hastalarla görüşme yapmasını hoş karşılamamış ve hatta bazıları yapılan araştırmayı insanca bulmadıklarını öfkeli bir üslupla dile getirmişlerdir. Bu gözlemler, hastane personelinin kendi ölümlerine ilişkin kaygılarının bir yansıması olarak değerlendirilmiştir [224].
Yine Amerikan toplumu, gençliğe ve geleceği yönelik bir toplum olduğundan, bu toplumda yaşlıya saygı kavramı yoktur ve hatta Amerikanların ölümle ilgili taziye bildirecek kalıplaşmış bir ifadeleri bile bulunmamaktadır. “Üzgünüm” ifadesi, aynı zamanda “affedersiniz” mânasına da geldiği için, yaygın olarak kullanılmasına rağmen, taziye ifade etmek konusunda yetersiz kalmaktadır. Günümüz Amerika'sında ölüm, hemen hemen hiç konuşulmaz ve evinde kendi döşeğinde ölen kimselere nadir rastlanır. Hasta hemen hastaneye kaldırılır ve ölüm belirtisi gösteriyorsa, “ölmesi beklenen hastalar odası”na konarak ölmesi beklenir, öldükten sonra da cenaze işleriyle uzmanlaşmış bir şirket tarafından defnedilir. Ancak kimsesizlerin cenazeleri bu şirketlerin aracılığı olmadan kaldırılır. [225]
Modern toplumlar, bürokratik düzenlemelerle ölüm olayını denetim altına almışlardır. Zira son iki nesilde Amerika'da ölümle ilgili deneyimler dramatik bir şekilde değişmiştir. Nitekim batıda olduğu gibi Amerika'da da daha birkaç kuşak önce insanlar, evlerinde ölüyorlar ve hemen hemen herkes, ölüme genellikle evinde veya yakın ilişkide bulunduğu birisinin evinde (kardeşlerinin, anne veya babasının ölümüne) şahit oluyordu. Bugün yaşlılar yurdu ve hastaneler, ileri derecede hasta olanlarla ilgilenmekte ve ölüm bunalımlarıyla uğraşmakta, cenaze işleri ve toprağa verme işini üstlenmektedirler. Birçok insan için gitgide daha yabancı bir durum olduğundan, ölümle nasıl başa çıkılacağı da daha az öğrenilmektedir. Ne ölmekte olan kişi, ne de ailesi ve arkadaşları, ölüm yaşantısıyla uğraşmayı sağlayacak anlayış ve bilgiye sahiptir [226]. Nitekim Amerika'da ölen kişilerin %70'inin son yıllarını bakımevleri veya hastanelerde, çoğu zaman acı içinde ve yalnız olarak geçirdikleri saptanmıştır. [227]
Ölümün evlerden kurumlara taşınmasının çeşitli nedenleri vardır. Evlerin küçüklüğü, özellikle kadınların çalışması halinde zaman kısıtlılığı, ailenin çekirdek aile haline gelmesi ve hatta belki de çağdaş insanlar için katlanılmaz bir hal alan, can çekişmenin yarattığı korku, bunlardan bazılarıdır. Öte yandan ölümü algılayıştaki değişiklik de bu hususta en önemli faktörlerden bir diğeridir. Zira kötü, pis ve uygunsuz olarak algılanan ölüm, ancak yalnızlık içinde gizli olarak yaşanabilir. Eskiden olduğu gibi kitlelere sunulmaz [228].
Batının modern sanatında da ölüm karşısında sergilenen tutumlar gizlenmiştir. Zira modern insanın karakteristiklerinden birisi, dramatik ve romanımsı durumları reddetmektir. Bu durum modern sanatkarlar için de geçerlidir [229]. Buna paralel olarak modern sanat, ölümü tasvir etmekten uzaktır. Onu gösterdiği yerde bile, önemsiz göstermekte, mümkün olduğu kadar küçültmektedir. Neden bunu yapmasın ki? Zira batıda önemli olan ölüm değil hayattır [230].
Çağdaş batı ve Amerika'da ölüme bir tabu olarak bakılırken [231] onunla ilgili mülahazalar çarpık (hastalıklı) bir şey olarak karşılanmaktadır. Buna ilaveten çocuklar da çeşitli bahanelerle ölü ortamından ve onunla ilgili tartışmalardan uzak tutulmakta ve hatta çocuklara hastanede ölmekte olan yakınlarını ziyaret izni verilmemektedir, Onlar bu durumlarda bazı akrabaların yanına gönderilmekte ve bunu ölen yakınların bir gezintiye çıktığı şeklindeki uydurma ifadeler izlemektedir. Böylece bazı şeyleri yanlış algılayan çocuklar, bunlara komşularının inanılmaz hikayelerinin de eklenmesi durumunda büyüklerine karşı bir güvensizlik hissetmeye başlamaktadırlar. Ölenin yokluğunu hissetmemeleri için, hediye yağmuruna tutulan çocuklar, böylece ölüm konusundan daha da uzak tutulmaya çalışılmaktadır. Ancak daha sonra yaşı ilerleyen çocuklar, aile durumundaki değişiklikten haberdar olup, çözümsüz üzüntülerle karşı karşıya gelebilmektedirler. Tesadüfen karşılaştıkları bu durumlar, çocuklar tarafından sarsıntı verici ve gizemli bir şekilde karşılanmakta ve yetişkinlerle ilgili bu güvensizlik hisleri, onları bu yeni durumla başetme konusunda zorlamaktadır. Ayrıca çocuklara inanılmayacak hikayeler anlatmak, onların ilerdeki yaşantılarını da olumsuz yönde etkilemektedir. Mesela küçük kardeşi ölen bir çocuğa “Tanrı küçük çocukları sever, onları onun için alır ve cennetine kor” denmiş, daha sonra bu çocuk büyüyüp yetişkin bir kadın olmuş ve küçük çocuğunu kaybedince, Allah'a olan öfkesini hiçbir zaman çözümleyemeyerek, bu durum onda neticede psikopatolojik bir depresyona dönüşmüştür [232].
Özellikle Amerika'da insanların ölüm bilincini bastırmak amacıyla, cenaze törenlerinde, cesetleri süsleyerek güzelleştirme çabası içine girildiği bildirilmektedir [233]. Zira güzelleştirilen cesetler daha az korku yaratmakta [234], insanlara kendi ölümlerini hatırlatan ölülere yapılan makyajlarla, sanki yaşıyorlarmış gibi bir görüntü verilmektedir [235]. Nitekim Amerikan cenaze törenleriyle ilgili olarak, gözlemciler, aranan hedef üzerinde hemfikirdirler. Bu da ölümü gizlemek, acı ve gizem üstünde ısrar etmemek, törenleri ortadan kaldırmak, herşeye masum ve sevimli bir nitelik vermek. Kısacası ölüme rağmen, hayattakilerin mutlu kalmalarına yardımcı olmak [236].
Ölümün tiksinti verici görünümünü yumuşatmanın yanında, meselinin bir de ticari boyutu bulunmakta ve bu durum, aynı zamanda toplumda yasla ilgili olarak oluşan gelenekleri de değiştirmektedir. Şöyleki ölü teşrifatçıları (tahatolojistler), ölüm gibi soğuk bir olguyu satmak için onu güzel göstermeye çalışmakta, kendilerini de aynı zamanda “elem doktoru” olarak lanse etmektedirler. Bu durumda elemli kişilerin durumlarını düzeltme görevini kendilerine veren ve kendilerini bir nevi kutsallaştıran bu tacirler, böylece matemi, artık toplum tarafından dayatılan zorunlu bir dönem olmaktan çıkartmış, elem doktoru tarafından tedavi edilmesi, kısaltılması ve silinmesi gereken hastalıklı bir hale getirmişlerdir [237].
Ayrıca modern batı kültürü, kaçınılmaz kader olan ölümü mümkün olduğu kadar ertelemeye çalışmaktadır. Zira kitaplar ömrü uzatan yemeklerle ilgili tariflerde doludur. Pekçok erkek ve kadın, az çok ömrü uzatma ve ölüm zamanını erteleme gibi aslı olmayan boş ümitlerle, pekçok tabiî zevklerden kendilerini mahrum etmektedirler. İlacı bulunmayan hastalıklarda bile tıbbın, ölmekte olan hastaların hayatını birkaç gün veya hatta bir kaç saat uzatmaya yönelik olan sunî girişimleri de büyük bir kabul görmektedir. Fakat bu çağdaş yaşama isteğinde (hayatı uzatma) hayata karşı duyulan tutku seviyesinde bir sevgiye işaret edecek bir kanıt bulunmamaktadır. Tecrübeler daha az yaşayanların hayata daha derinden sarıldığını göstermektedir- Hayata olan ilgisini kaybedenlerin ölümü daha kolay kabulleneceğini iddia etmek, psikolojik realite ile bağdaşmamaktadır. Zira tecrübeler, hayatı daha kuvvetle (ancak realist bir şekilde) yaşayanların, ölümü daha kolay kabullendiklerini göstermektedir. Nitekim hayatın hileleri (tuzakları) ve ızdırapları üzerinde yoğunlaşmak, hiçbir şekilde ölümü daha kolay kabul edilir yapamamaktadır [238]. Batıda ölmekte olan hastalar için çoğunlukla sert, ciddi ve ürkütücü dinsel törenler yapıldığı, genelde hastanın çevresinde bulunanların papazın veya vaizin ne söylediği anlaşılmaz söz ve dualarıyla kederlendikleri de ifade edilmektedir [239]. Bu durum da batılı insanın ölümden daha çok korkmasına ve onu düşünmek istememesine neden olabilmektedir.
Netice olarak ölüme varoluşun kaçınılmaz sonu olarak bakan klasik batı kültürü ölümü yadsıma eğilimi göstermektedir. Nitekim bu eğilimden dolayı olsa gerek, batıda 1960'lara kadar ölüm, psikolojik perspektiften incelenmemiştir [240]. “Kendi ölümünü yaşamayan birey açısından ölüm yoktur. Ama ölünce de hayat yoktur”, şeklinde Epikür'ün ölüm korkusunu yenmek üzere öne sürdüğü paradoks, çağdaş dünyanın yasaklamacı tutumunun temelinde yatmaktadır [241]. Böylece ölüm, üzerinde düşünmekten insanı korkutan sübjektif nedenlere sahiptir ki, modern insanın ölümü düşünmesi, hayatı protesto etmesine neden olabilmektedir. Eğer insan kendisine ayrılan vakti (ömrünü) israf etme hakkına sahip olmadığına inanır, hayatla ilgili tecrübeleri şiddetli ve dramatik olursa, her halükarda ölümlü bir varlık olduğunu anlayacaktır. [242] Bütün bu nedenlerden dolayı batı toplumlarında ölüm, korku ve kasvet getiren bir şey olarak algılandığından, düşünülmek bile istenmemiştir [243]. Nitekim doğu kültürüyle yetişmiş insanların, batıdakilerden daha az bir ölüm kaygısı hissetmeye daha eğilimli oldukları, doğu dini inanç sistemlerinin ölüm korkusunu hafifletme konusunda daha etkili oldukları, yapılan araştırmalarla tespit edilmiştir [244]. Mesela Westman ve Center, doğu teslimiyeti ile ölüm endişesi arasında ters bir korelasyon tespit etmişlerdir. Bu ilişki, doğunun, ölüm hadisesini sadece bir geçiş sureci veya insanın gelip gidici bir varlığa sahip olmasıyla açıklamasına dayandırılmıştır. Buna mukabil materyalist batı kültürü ise bedenin ölümünü ruhların ölümleriyle aynı tutmak eğilimindedir [245]. Yine mesela doğu dinlerinden Hinduizm ve Budizm, ölüm kaygısını yenme konusunda en etkili yol olan, “ölümü hayatın birincil gerçeklerinden sayma” inancını' somutlaştırmıştır [246]. Yine doğu-batı mukayesesinin düşünüldüğü, Avustralya ve Kanada ile doğudan Hindistanlı denekler üzerinde yapılan bir araştırmada, beklenildiği gibi doğu kültürüne sahip denekler, daha az ölüm kaygısı göstermişlerdir [247].
Amerika halkının ölümle ilgili bu yasaklamacı toplumsal tutumdan memnun olduğunu söylemek zordur. Nitekim yapılan bir araştırmaya göre, insanların çoğunluğunun kendi evlerinde ve yataklarında, fazla uzun sürmeyecek az bir ızdırapla ölmek istedikleri tespit edilmiştir Buna göre insanlar, ailelerinin yanında hayatı sürdürmek için daha az ilaç alarak, ölümü daha bir gizemlilik içinde kabul etmek istemektedirler. Halbuki modern toplumlarda insanlar, durumlarına hazırlıklı ve acılarını azaltan büyük hastanelerde ölmektedirler. Hastanenin bu hizmeti ise, narkozlar, oksijen çadırları, damarın içine yerleştirilen tüpler vb. şeylerle kişisellikten yoksun bir biçim taşımaktadır.
Ölüm zamanı olarak da çoğu insan daha az ızdıraplı olacağı için geceleyin, ölmek istemektedir. Bazıları uyku ile ölümü iki ikiz kardeş gibi sayarlar. Mesela ortodoks Yahudiler, her uykudan uyanınca Tanrıya yeniden bir hayat hakkı tanıdığı için teşekkür ederler [248].
Yukarıda bahsedilen araştırmaya paralel olarak batı ve Amerikan insanının gizliden de olsa ölüme bir ilgi duyduğu, yapılan araştırmalar sonucu ortaya konmuştur. Mesela “Psychology Today” dergisi tarafından 1970 yılında yapılan ankete rekor sayıda iştirak olmuş, o zamana kadar 20.000 kişinin katıldığı seks anketinin rekoru, 30.000 kişiyle kırılmış ve ankete katılanlardan 2000'den fazlası, konuyla ilgili olarak dergiye önemli mektuplar göndermişlerdir. Nitekim ölümle ilgili dertlerini dökmek için fırsat bekleyen binlerce kişi, dile getirilmeyen düşüncelerini yazdıktan sonra biraz rahatlamıştır. Çok sayıda mektup da ankete iştirak edenlerin fazlasıyla memnun kaldıklarını, böyle bir araştırmanın kendileri için ne kadar anlamlı olduğunu dile getirmiştir [249]. Araştırmacıların çoğunluğu, bu ankete verilen cevaplardan, ankete katılanların tabu olarak kabul ettikleri şeyler arasından, ölüm fenomeninin çıkmaya başladığı sonucunu çıkarmışlardır [250]. Nitekim 1970 yılı itibariyle Amerikanın ölüme karşı tutumu, oldukça karışık ve kararsızdır. Ölüm korkusu, ondan sakınma, ölüme karşı olan cazibe, ölüm riski alma, mutluluk isteme ve şahsiyeti tahrip edici şekilde davranma, ölüme bir tabu olarak bakma ve onun hakkında konuşmak için yeni fırsatlar bulmada ısrar etme, bombalarla ilgili olarak bir saplantı içinde bulunma ve ruhsal olarak yeniden doğmaya gösterilen derin bir ilgi bunlardan bazılarıdır [251].
Psychology Today'ın bu geniş kapsamlı araştırmasını yöneten Sneidman, ölümün özellikle eğitimli insanlar açısından, ne konuşacakları konusunda zorlandıkları bir konu olduğunu ve bu tip sohbetlerde ölüme atıfta bulunmanın, çoğu kere sıkıntı, bahaneler uydurma ve kaçamak yapmayla sonuçlandığını belirtmiştir. Ona göre Amerikan toplumu, acil bir şekilde ölümü tartışma ve aynı zamanda ona karşı antibiyotik bir reaksiyon geliştirmek zorundadır [252]. Bu bağlamda batı ve Amerikan dünyasında insanların ölüm hakkındaki görüşlerinin, son birkaç jenerasyonda köklü bir değişime uğradığını öne süren Shneidman'a göre, Psychology Today okurları ve belki de bu yüzyıl insanlarının çoğunluğu kendilerini, kendi evrenlerinin merkezi yapmışlar ve kendilerini ölümlerinin arkasına yerleştirmişlerdir. Zira onlar ölümü ve ölmeyi hayatın bir veçhesi olarak algılamaya başlamışlardır. Nitekim ona göre ankete.katılanların %92'si psikolojik faktörlerin, ölüme etki edebileceğine veya hatta bir ölüm nedeni olabileceğine ya tam olarak inandıkları veya inanma eğiliminde olduklarını ortaya koymuşlardır [253].
Bütün bu tarihi süreç neticesinde son zamanlarda özellikle sosyal bilimlerde ve teolojide ölümü bir realite olarak sunmak ve hayatın bütün alanlarının içinde ona daha şerefli bir pozisyon kazandırmak için bazı çabalar gözükmektedir [254]. Zira toplumun ölüme karşı olan bu duyarsızlığı ve bunun neticesinde ortaya çıkan huzursuzluk durumu, bazı Amerikan psikolog ve düşünürlerini bu konuyla ilgili araştırmalar yapmaya sevketmiş, 1960’1ı yıllardan sonra bu konuda araştırmalar yoğunluk kazanmaya başlamıştır. [255] Yine dünya savaşları da, batı dünyasının ölüme olan ilgisini artırmış [256], son 30-35 yılda batı toplumları ölümü yeniden keşfetmiş ve kitle iletişim araçlarında ölüm cezası, ölüm hakkı, klinik ölüm gibi konular tartışılır hale gelmiştir. Ötenazi konusunda da değineceğimiz gibi ABD ve bazı batı ülkelerinde daha da ileri gidilerek ölüm haklarına sahip olunması gerektiğini savunanlar, hatta konuyla ilgili dernekler kuranlar bile olmuştur [257].
Toplumumuzda ölüm fenomeninin tarihi süreç içerisinde değerlendirilişini psikolojik veya sosyal perspektiften ortaya koyan araştırmalar yok denecek kadar az olduğundan, bu konuda yapılacak olan araştırmalara olan ihtiyacın altını çizmek gerekir. Ancak meseleye kültürel ve dinî açıdan bakıldığında, ölüm fenomeninin toplumumuzda batı ve ABD'den daha sosyal bir tarzda değerlendirildiğini söylemek mümkündür. Şöyleki İslâm dini ve genelde ona göre şekillenen gelenek ve göreneklerimizde ölüm hadisesi, psikolojik olduğu kadar sosyal bir fenomen olarak da değerlendirilmiş, hasta ziyareti, cenaze törenlerine katılma, ölü yakınlarına taziyede bulunma, mezar ziyareti gibi sosyal boyutlu davranışlar, hem dinen teşvik edilmiş hem de Türk-Islâm kültüründe gelenekleşmiştir. Bunun yanında meseleye kurumsallaşma açısından bakıldığında, toplumuzun ölüm olayını batı dünyasından daha az kurumsallaştırdığı göz önüne alınırsa, bu durumun ölümle ilgili tutumlara yansıyabileceği düşünülebilir. Bu konuyla ilgili hipotezler, araştırmamızın tecrübî bölümünde sınanacak ve genel bir mukayese yapılacaktır. Ancak hızlı bir şekilde batılılaşma sürecinde olan insanımızın, batıdakine benzer bir süreçten geçebileceği ve ölümle ilgili tutumların değişmeye açık olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. [258]
[207] Bk. Wahl, TheFearof Death.s 17
[208] Kış. Mannoni, Korku, s. 24-25.
[209] Bk. Philip Aries, Batılının Ölüm. Karşısında Tavırları, s. 11-13; Hick, John, “Değişen Ölüm Sosyolojisi”, Çev. Turan Koç, Eıciyes Üni, I.E Dergisi, Konya 1990, sayı:7,, s. 238.
[210] Bk. Kübler Ross, On Death and Dying, s. 8.
[211] Bk. Thomas, Ölüm, s. 71-75.
[212] Bk. Thomas, Ölüm, s. 71-75.
[213] Kus. Schaerez, Çağdaş Filozoflarda Ölümün Anlamı, s. 6-7.
[214] Krş. Schumaker-Barraclough, Death Aruciety, s 42.
[215] Krş. Muchland, Deaıh and the Modern Mind, s. 5.
[216] Bk. Murcland, Death and the Modern Mind, s. 9
[217] Krş. Lepp, Death and Its Mysteries, s. 31; Mannoni, Korku, s. 25; Gardner Murphy, “Discussîon”, in The Meaning of Death, ed. Herman Feifel, Mc Graw-Hill, New York, 1959, s. 321.
[218] Krş. Hökelekli, Ölüm ve Ölüm Ötesi Psikolojisi, s. 154.
[219] Krş. Schumaker-Barraclough, Death Anxiety, s. 42.
[220] Kış. Robert Kastenbaum, “Time and Death in Adolescence”, in The Ueaningoj Death, Ed. Herman Feifel, Mc. Graw-Hill, 1959, s 111.
[221] Krş. Feifel, Atütudes toward Death, s. 115-117; Mc. Gowan, Eschatology in, s 51
[222] Krş. Feifel, Atütudes toward Death, s. xv.
[223] Bk. Conte-Veiner-Plutchik, Measuring Death Anxiety, s. 777.
[224] Bk. Kübler Ross, On Death and Dyıng, s. 21-28; “There ıs Life After Death'”, in Death and Dying, Ed; David L. Bender- Richard Flagen, Greenhaven Press, Minnesota 1980, s. 111.
[225] Krş. Schaerez, Çağdaş Filozoflarda Ölümün Anlamı, s. 6-7,
[226] Bk. Çileli, Ölüm, s. 266-267; Shetdman. You and Death, s. 44.
[227] Krş. Shneidman, You and Death, s. 45; Çileli, Ölüm, s. 244
[228] Bk. Thomas, Ölüm, s. 65-66.
[229] Krş. Carla Gottlieb, “Modern An and Death”: in The Meamııg oj Death, Ed: Herman Feifel, Mc. Graw-Hill 1959, s. 185.
[230] Bk. Gottlieb, Modern Art and Death, s 157-163.
[231] Krş. Thomas, Ölüm, s. 45; Kübler Ross, On Death and Dying, s. 6-7;Moody, Ölümden Sonra Hayat, s. 17; David L. Bender.-Hagen, Richard, Death and Dying, Greenhaven Press, Minnesota 1980, s. 15.
[232] Bk. Kübler Ross, On Death and Dying, S 6-8.
[233] Krş Wahl, The Fear of Death, s. 18.
[234] Krş. Thomas, Ölüm, 105-107.
[235] Bk. Lepp, Death and İts Mysteries, s. 70, Thomas, Ölüm, s. 105.
[236] Bk. Mannoni, Korku, s. 25.
[237] Bk. Aries, Batılının Olum Karşısında Tavırları, s. 96-97
[238] Bk. Lepp, Death and Us Mysteries, s. 148
[239] Krş. Thoren, an Atheists View of Death, s. 63.
[240] Krş. Gençtan, Çağdaş Yasam, s. 123
[241] Krş Kılıçbay, Ölümün, s. 110
[242] Krş Lepp, Death and Us Mysteries, s. 152.
[243] Kış Hick, Değişen Ölüm Sosyolojisi, s. 235
[244] Bk. Scmaker-Warren-G Marnat, Death Anxıeiy, s. 512
[245] Krş. Schumaker-Barraclough, Death Anxıety, s. 42
[246] Krş. Schumaker-Barraclough, Death Anxıety, s. 42
[247] Bk Wüttam R Mc Mordie-Kumar, Anand, “Cross-Cukural Research on the Templer-Mc Mordie Death Anxıety Scale\Psychologıcal Reports, 1984, 54, s. 962.
[248] Krş. Feifel, Attitudes toward Death, s. 119.
[249] Bk. Shneidman, You and Death, s. 43
[250] Bk. Shneidman, You and Death, s. 44.
[251] Bk. Shneidman, You and Death, s. 44.
[252] Bk. Shneidman, You and Death, s. 44.
[253] Bk. Shneidman, You and Death, s 44-45.
[254] Krş. Mc. Gowan, Eschatology inv s 51; Thomas, Ölüm, s. 45
[255] Krş. Doğan Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, Remzi Kiıabevi, 2. Basım, istanbul 1991, s. 367-368.
[256] Krş. Schaerez, Çağdaş Filozoflarda Ölümün Anlamı, s. 6-7,
[257] Bk. Henri WA. Hilhorst, “Religion and Eruhanasia in the Netheriands Exploring a Diffuse Relationship”, Social Compass, 1983, 30, (4), s. 496-498; J. Holden, “Demographics, Attitudes, and Afterlife Beliefs of Rightio-life and Righttio-die Organization Members”, The Journal of Social Psychology, 133, (4), s. 521; Thomas, Ölüm, s. 77; Çileli, Ölüm, s. 244.
[258] Yrd. Doç. Dr. Faruk Karaca, Ölüm Psikolojisi, Beyan Yayınları: 69-83.