armi
Sat 9 January 2010, 02:20 pm GMT +0200
Büyük Günahlar(Kebâir) Niyetle İlgili Meseleler Amellerin Terki İnkar Edenlerin Hesabı
Bu bölümde amelleri boşa çıkartan ve amel ehlini helaka sürükleyen büyük günahları açıklanacaktır. Büyük günah sahiplen farklı derecelere sahiptirler. Küfür ehlinin çekilecekleri hesap da bu fasılda ele alınacak ayrı bir konudur.
Yüce Allah buyurdu ki: "Eğer size yasaklanan günahların büyüklerinden kaçınırsanız, öbür günahlarınızı örtüp bağışlarız". (Nisa/31) Görüldüğü üzere küçük günahların bağışlanma şartı; büyük ve kulu helake itecek nitelikteki günahlardan sakınmaktır. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Beş vakit namaz ve Cuma´dan Cu-ma´ya kılman namaz, -büyük günahlardan sakınan kimseler için-bu vakitler arasında işlenen günahların kefareti olur". Bu hadisin diğer bir lafzı ise şu şekildedir: "Bu namazlar, büyük günahlar dışındakiler için kefarettirler [1]
Kılman namazların günahlar için kefaret olma hususiyetinden tek müstesna, büyük günahlardır.
Sahabe ve Tabiun alimleri büyük günahların mikdarı hakkında farklı rivayetlerde bulunmuşlardır. Kimine göre dört, kimine göre yedi, dokuz, on bir veya daha fazladır.
Ibni Mesud (ra) büyük günahların dört olduğunu bildirmiştir. Ibni Ömer (ra) ise yedi olduğunu söylemiştir. Abdullah b. Amr (ra) ise büyük günahların dokuz tane olduğunu bildirmiştir.
Ibni Abbas (ra), İbni Ömer´in (ra) rivayeti kendisine ulaştığında şöyle demiştir: Büyük günahların yetmiş olması, bana göre yedi olmasından daha muhtemeldir. Yine o, bir defasında şöyle demiştir: Allah Teala´nm nehyettiği her şey büyük günahlardandır. O ve başkaları tarafından nakledilen bir başka tasnif de şu esasa dayanır: Allah Teala´nm cehennem azabı ile tehdit ettiği her günah büyük günahlardandır.
Selef-i Salih´ten bir zat ise şöyle demiştir: Dünyada had cezası tatbik edilen her suç büyük günahtır. Küçük günahlar zelle türü günahlardır. Ona göre had tatbik edilmeyen ve azap tehdidi bulunmayan suçlar küçük günahlardır. Bu tasnif, Ebu Hüreyre (ra) ve diğerlerinden rivayet edilmiştir.
Abdürrezzak şöyle derdi: Büyük günahlar onbir adettir. Büyük günahların sayısıyla ilgili olarak gelen rivayetler arasında en yüksek sayı bu rivayette yeralmaktadır. Başka bir zat ise, büyük günahların müphem yani belirsiz olduklarını ifade ederek bunların sayısının hakiki manada bilinemediğini söylemiş ve bunların müp-hemliğini Kadir Gecesi´nin, Cuma günündeki en faziletli saatinin ve Orta Namaz´ın (=Salat-ı Vustâ) müphemliğine benzetmiştir.
Bilindiği üzere bunların müphem kılınması, kulların korku ve ümit hallerinin devamının temin edilmesine matuftur. Bu hususları kat´i suretleriyle bilmeyen kulların korku ve ümitleri devamlı olacak, rehavete kapılmayacaklardır.
İbni Mesud (ra) büyük günahlar hakkında istinbât yoluyla güzel bir görüş beyan etmiştir. Onun bu beyanı şudur: İbni Mesud´a (ra) büyük günahların neler olduğu sorulmuştu. O, soru sahibine şöyle dedi: Nisa suresinin başından "Eğer size yasaklanan günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin öbür günahlarınızı örtüp bağışlarız". (Nisa/31) ayetine kadar olan kısmı oku. Allah Teala´nm bu surenin başından bu ayetine kadar indirdiği surelerde yasakladığı şeyler büyük günahlardır.
Bu istidlalin bir benzerini de İbni Abbas´m (ra) Kadir Gecesi´yle ilgili istinbâtmda görmekteyiz. O, bu mübarek gecenin Ramazan ayının yirmiyedinci gecesi olduğunu söylemiş ve bunu da Kadr suresinin ihtiva ettiği kelimelerin sayısından çıkarmıştır. Suredeki kelime sayısı yirmi yedidir. İbni Abbas (ra) Allah Teala´ya sığınarak Kadir Gecesi´nin Ramazan ayının yirmiyedinci gecesi olabileceğini söylemiştir. .Doğrusunu en iyi bilen hiç şüphesiz Allah Teala´dır.geri dönmeyi düşünmeyen savaşçılar için geçerlidir. Büyük günahların sonuncusu ise bütün bedenle işlenen bir günahtır:
Anne babaya isyan; ebeveyne isyanı şöyle açıklayabiliriz: Evladın anne babanın kendisi için yaptığı taksime rıza göstermemesi, ondan bir istekte bulunduklarında karşılık vermemesi, bir şeyi emanet ettiklerinde ona ihanet etmesi, aç kaldıklarında kendisi tok iken onlara yemek vermemesi ve kendisini azarladıklarında onlara el kaldırması.
Yemenli Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: Tevrat´a göre anne babaya iyiliğin aslı şudur: Onların malını kendi malınla koruman, onların mallarına dokunmayarak kendi malından yedirmen. Anne babaya isyanın aslı ise şudur: Onların malını harcayarak kendi malına dokunmaman, kendi malını tasarruf ederek onların mallarını yemen.
Ebu Hüreyre (ra) Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Kılman bir namaz; kılınacak diğer namaza kadar işlenen günahlar için, tutulan Ramazan orucu; diğer Ramazan ayına kadar işlenen günahlar için kefarettir. Bunun istisnası şu üç günahtır: Allah Teala´ya şirk koşmak; sünneti terketmek; yapılan alışverişi bozmak. Bu da, alıveriş yaptığınız kişiye kılıç çekerek onunla mücadeleye girmeniz şeklindedir".
Alâ b. Abdürrahman babası kanalıyla Ebu Hüreyre´den (ra) şu hadis-i şerifi rivayet etmiştir: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Büyük günahlardan biri müslümanın ırzına haksız yere uzanmaktır. Büyük günahlardan biri de, bir küfüre iki küfürle mukabelede bulunmaktır [2]
Ibade b. Samit (ra), Ebu Said el-Hudri (ra) ve sahabenin diğer büyükleri şöyle demişlerdir: Bugün kıldan daha hafif gördüğünüz hususları biz Allah Resulü´nün (sav) devrinde büyük günahlar sayardık. Bu sözde geçen ´kebâir=büyük günahlar1 ifadesi bazı rivayetlerde mûbikât helak ediciler" olarak geçmiştir. Bir topluluğa göre ise, kasıdla işlenen her günah, büyük günahlardandır.
Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Dört şey müphemdir ve bunların hakikatlerini kimse bilemez: Orta Namaz, Kadir Gecesi, Cuma günü duaların kabul edildiği saat ve büyük günahlar. Bunun sebebi; insanların günahtan sakınması için korku halinde olmaları, elde etmek için de ilahi vaatlerden ümitvâr tutulmalarıdır. Böylelikle bu hususlardan hiçbiri hakkında kesin bilgi sahibi olamaz ve rehavete kapılmazlar. İşlerin sonu Allah´a dönecektir.
Büyük günahlarla ilgili zikrettiğimiz hususlar, bu konu hakkında söylenenlerin ortası ve en mutedil olanlarıdır. Alimler bu onye-di günah üzerinde ittifak etmişlerdir. Konuyla ilgili rivayetlerin çokluğu dikkat çekicidir. Netice itibarıyla büyük günahlar, onlardan sakınan kimseler için diğer günahlara kefaret olurlar. Bunlara dikkat edilmesi durumunda İslam´ın bina edildiği beş temel farz da sebat bulacaktır. Çünkü İslam´ın temelleri ve zikredilen büyük günahlar birbirleriyle çelişen, çatışan ve birbirlerine direnen hususlardır.
Büyük günahlar, öylesine büyüktürler ki bunlardan sakınmak dahi küçük günahlar için kefaret sayılmıştır. İslam´ın temelleri olan beş farz da, öylesine mühimdirler ki bunlar eda edildiğinde kendilerinden sonra işlenecek günahlar için kefaret sayılmışlardır.
Kul, nafile ibadetlerini ifa ettiğinde, günah ve kötülüklerinin, sevap ve güzelliklerle değiştirileceği vaad edilmiştir. Bunları hakkıyla yerine getiren kul için, Allah Teala´dan büyük bir lütuf söz konusu olup cennete gitmesi ve orada amel ehlinin makamlarında ikamet etmesi ümid edilir. O, hayırlarda öne geçmiş bir kuldur. Allah Teala buyurdu ki: "Eğer size yasaklanan günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin öbür günahlarınızı Örtüp bağışlarız". (Nisa/31)
Denildi ki: Büyük günahlardan ancak tevbe edip salih amel işleyen kişi uzak durur. Onun gibiler, Allah Teala´nm günahlarını sevaplarla değiştirdiği kimselerdir. Allah Resulü (sav) de şöyle buyurmuştur: "Büyük günahlardan uzak durduğunuz takdirde beş vakit namaz, vakit aralarında işlenen günahlar için kefaret olur" [3]
islam´ın temelleri olan dört farz da, Özünde beş vakit namaza dayanmaktadır. Diğerleri, ancak namaz ile sıhhat bulurlar ve dört şey sanki tek bir şey gibidir. Beş vakit namaz, Kelime-i Şehadet ile irtibatlıdır. Onunla ilgili her hangi bir hususun terki, beş temel farzın terki gibidir. Çünkü bunlar İslam´ın esasları ve imanın temelleri mesabesindedir. Büyük günahlardan sakınma ise, Kelime-i Şe-hadet´e dayanmaktadır. Bunlar hakkındaki yasaklara uyulması Kelime-i Şehadet ile mümkün olabilir. Büyük günahlarla ilgili yasaklar ihlal edildiğinde ameller boşa gider.
Beş vakit namaz, vakit aralarında işlenen büyük günahlar dışındaki günahlar için kefaret olmaktadır. Bu günahlar fazlasıyla büyük oldukları için beş vakit namaz bunları örtemez. Kıyamet günü büyük günah işleyen kullar için hesaba dahil edilecek tek kazanç, beş temel farizadır. Kul, işlediği büyük günahlarla yaptığı nafileleri yiyip bitirmiş olur. Bu durumdaki kullar için, cehennem azabına düçâr olma endişesi mevcuttur. Bunlar, kendi kendilerine zulmeden insanlardır.
Allah Teala müminleri bu duruma düşmeme hususunda ikaz ederek şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler, Allah´a itaat edin, Re-sul´e itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın". (Nisa/59); "Hayır, durum hiç de öyle değil. Günah işleyip de günahın kendisini her taraftan kuşatıp sardığı kimseler var ya! İşte onlar cehennemliktir". (Bakara/81)
Ayetteki ´günah´ ile kasdedilenin, büyük günahlar olduğu söylenmiştir. Buna göre büyük günahlar, kulun iyilik ve sevaplarını kuşatarak imha etmiştir. Bu, tercih ettiğimiz manadır. Ayetin manasıyla ilgili ikinci görüş ise şudur: Kulun iyilik ve sevaplarını kuşatan, içine düştüğü şirktir.
Son hali şirk olan kişinin, Önceden yapmış olduğu ameller boşa gider ve kendisine hiç bir fayda vermez.
İslam´ın temelleri olan farzlarda kusur eden kimse büyük günahlardan sakınırsa sözkonusu farzlar onun küçük günahları için kefaret olur. Onun nafile ibadetleri de, farzlarıyla birlikte tamam bulur. Çünkü nafile ibadetlerin verimli olması, kulun imanındaki sıhhate ve kişiyi İslam dairesinden çıkaran büyük günah ve bidatlerden uzak durmasına bağlıdır. Bu durum, günahları ile sevapları birbirine denk olanlar için geçerlidir.
Bu gibi kimselerin hesapları uzun sürer. Onlar, ahiretin zelzele ve belalarına şahit olurlar. Böylelikle hasenatları ağır basar ve Araf ehlinden olurlar. A´raf, cennet ve cehennemin görülebildiği bir noktadır. O aynı zamanda, cennet ehli ile cehennem ehli arasındaki perdedir. Allah Teala lütufta bulununcaya kadar orada kalırlar.
Allah Teala, rahmeti ile lütfedip hoşgörüsü ile müsamaha gösterdikten sonra kendilerini affettiğinde cennete dahil edilir ve as-hab-ı yeminin arasına katılırlar. Bu durumdakiler, nefsine zulmedenler ile Rableri´ne koşanlar arasında yer alırlar.
Farzlarında eksiklikle beraber nafile ibadetleri de mevcut değilse ve lehindeki ameller olarak eksik farzları ile büyük günahlardan uzak durmasından başka bir şeyi yoksa şöyle hareket edilir: Eğer büyük günahlardan uzak duruşu zerre mikdarı ağır basar ve kendisine bir hasene olsun kalırsa Allah Teala kendisini lütfuyla affeder ve günahlarını görmezden gelerek cennetlikler arasına girmesine müsaade eder. Ancak onun için ne mukarrebun makamları, ne de sabikun zümresinin dereceleri sözkonusu olabilir.
Bu gibi kimseler, Allah Teala´nın şu buyruğuna dahil olanlardır: "Muhakkak Allah zerre mikdarı zulmetmez. Bir hasene varsa onu misliyle arttırır ve katından büyük bir ecir verir". (Nisa/40) Buradaki büyük ecir ile kasdedilenin cennet olduğu söylenmiştir.
Kulun farzları eda etmeme noktasındaki hali hafif ise, uzun hesaba yakini iman ile inanır ve şefaat ehlinin şefaatine muhtaç olur. Kulun beş temel farzında eksiklik varsa ve büyük günahları da işlemiş ise, helak olanlar arasında yer alır. Çünkü o, tartısı hafif kalan müminlerdendir. Allah Teala´nın koyduğu sınırları çiğneyen bu kimseler, cehennem ehlidirler. Bunlar, islamlarmın eksikliğinden dolayı cehenneme girerler.
Bu zümrenin günahları, iyilikleri tarafından silinemeyecek kadar ağırdır. İşledikleri büyük günahlar yüzünden yaptıkları nafile ibadetlerin de bir faydası olmaz. Çünkü o nafilelerin, dinar miktarı ağırlığı yoktur. Böyle kullar, imanlarının sıhhatinden dolayı cehennemde ebedi kalmazlar. Kalbinde zerre mikdarı iman bulunanlar, cehennemden ilk çıkacaklar arasında yer alırlar. Müminler, kalplerindeki imanın derecesine göre cehennemden çıkacaklardır.
Cehennemden en son çıkacak müminler, kalplerinde kıl mikda-nnca iman bulunanlardır. Allah Teala onları hiç beklemedikleri şeylere muhatap edecek ve hiç bilmedikleri şeyler kendilerine görünecektir. Bazıları affedilecek ve haklarında cehennem vaadi kesinleşmiş olanlardan kılınmayacaklardır. Çünkü onlar, Allah Teala´nm haklarında güzel sözünün vaki olduğu kimselerdir. Allah Teala günahlarını bağışlayarak kendilerini cennetlikler arasına koyar.
Denildi ki: Bu ümmetten her ferde bir şey verilir ve o, onunla cehhennem deliklerinden birini tıkar. Başka bir rivayette ise şöyle denilmiştir: Kul, Allah Deala´nın huzurunda durdurulur: Onun dağlar büyüklüğünde iyilik ve hasenatı vardır. Eğer bunlar sıhhatli olursa cennet ehlinden olmasına hiçbir mani yoktur.
Ancak son olarak şikayet sahipleri ayağa kalkar ve şikayetlerini dile getirirler: Bu adam falanın namusuna sövmüştü. Falan kişinin malını yemişti. Falan kişiyi dövmüştü. Her şikayetle birlikte onun hasenatı eksiltilir. Sonunda hiçbir hasenesi kalmayınca melekler şöyle derler: Ey Rabbimiz, kulunun hasenatı bitti ve hâla ondan hak talep edenler var. Bunun üzerine şöyle buyrulur: Hak sahiplerinin günahlarını ona yükleyin ve onu cehenneme kilitleyin. İlim ehlinden de şöyle bir söz rivayet edilmiştir: îman ehlinden cehennemde kalacak son kimsenin orada kalış süresi yedi bin senedir.
Ebu Said el-Hudri (ra) ve sahabeden diğer zatların şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: Allah´a yemin olsun ki, cehenneme giren kul, orada yedi bin yıl kalmadıkça oradan çıkamayacaktır. Kuşkusuz Allah Teala en iyi bilendir, ancak bize göre bu süre, oradan son çıkacak müminler için belirlenen süredir. Çünkü müminlerin oradan çıkışları farklı zamanlarda olacaktır.
Kimi girdiği gün çıkacak, kimi Cuma´dan Cuma´ya, kimi bir ay, kimi de bir yıldan altı bin yıla kadar orada kalacaktır. İman bakımından en güçlü olanları, orada en az kalanlar olacaktır. Orada en az kalanlar ise, oradan en önce çıkacak olanlardır.
Cehennemden ilk çıkacak zümre, kalplerinde zerre mikdarı iman bulunanlardır. Bunlar, cehennemde en kısa süre kalacak ve oradan en çabuk çıkacak olanlardır. İmanı en az olanlar ise, orada en uzun süre kalacak olanlardır. Bunlar, ´Ey Hannân, ey Mennân!´ (ey en çok şefkat gösteren, ey en çok iyilik eden) diye nida ederler.
Bu rivayet kendisine nakledildiğinde Hasan el-Basri (ra) şöyle demiştir:
Keşke ben de bu kimselerden olabilsem! Bunu söyleme nedeni, cehenneme girmekten duyduğu büyük endişe idi. Cehenneme girmekten korkardı. Bu korkusu o kadar büyüktü ki, zamanla oradan çıkamamaktan korkmaya başlamıştı. O, cehenneme girdikten sonra en çok bin yıl azaptan sonra çıkabilmeyi temenni ederdi.
Konuyla ilgili bir rivayette de şöyle denilmiştir: Cehennemden son çıkan kişi, cennete de son giren kimsedir. Allah en iyi bilendir, bize göre son çıkan kul, yedi bin yıl sonra cehennemden çıkacaktır. Ona, dünyanın on misli kadar nimet verilecektir. Ebu Said el-Hudri (ra) ve Ebu Hüreyre (ra) Allah Resulü´nden (sav) bu manada bir hadis rivayet etmişlerdir.
İnsanların cehenneme sokulmasının hikmeti şu olabilir: Bilindiği üzere insanın yaratılışında bir tertib sözkonusudur. Önce sudan yaratılan insan, ardından heva denilen unsurlarla karıştırılmıştır. Onun bu karışımlardan arındırılması ancak ateş ile mümkündür. Suyuna karışmış olan heva unsurları ateşte imha edilecek ve insanın saflaşması temin edilecektir.
İnsanın yaratılışındaki bir unsur da, tahta hükmündeki yeryüzü toprağıdır. Bu toprak ateşle dağlanarak düzeltilecektir. Tam olarak düzelip temizlendiğinde de ateş kesilecektir. İnsan, ancak bu muamelelerden sonra ateşten başka nimetler için uygun hale gelebilecektir.
Küfür ehli ve şeytanların cehennemde ebedi kalışlarının hikmeti de şu olabilir: Bunların ruhları ateş cevherinden yaratılmıştır. Cehennem, bunlar için asıllarına ve özlerine dönüştür. Yine onların ruhları, siyah ve karanlık bir yapıya sahiptir. Cehennem de bu özelliklere sahip olduğu için cehennem onlara çok uygundur. Onlar cehenneme odun, çıra ve yakıt olmaktan başka bir işe yaramazlar. Yüceler yücesi Allah Teala´nın eşya ile alakalı hikmetleri tamamen mutedil, hükmü de bunlarda gizlidir. O, adalet gözüyle bakar ve herşeyi eksiklik ve fazlalık derecelerine göre yerli yerine koyar.
Buraya kadar anlattıklarımızın hülasası şudur: Kul için hayır olarak vasfedilebilecek her husus, -nafile ibadetleri bulunmasa da-onun günahları için kefaret olabilir. Diğer taraftan, onun için şer olarak vasfedilebilecek hususlar varolan nafile ibadetlerini boşa çı-kartmayacaktır. İşlediği serlere rağmen nafile ibadetleri sabit olarak kalacaktır. Hasenat işlemesine rağmen büyük günahlardan bir kısmını da sahip olan kimsenin hayır ve hasenatının kabulü tevbe-ye bağlıdır. Kul eğer tevbe etmiş ve doğru yola girmiş ise ettiği tev-be, işlediği büyük günahlara kefaret olabilir. Onun itaat üzerinde sebat etmesi, günahlarının hasenata dönüşmesine vesile olabilir.
İnsanları helaka sürükleyecek günahların çoğunluğu, kul haklarıyla ilgilidir. Onların cehenneme düşmelerine yol açan sebeplerin başlıcası ise başkalarına ait olmasına rağmen onların üzerine yüklenen günahlardır. Cennete girenlerin çoğunluğu da, başkalarına ait olan hasenatın kendilerine verilmesiyle sevabı artanlardır. Çünkü hayır ve hasenat asla zayi olmaz. Hasenatın boşa gidişinin nedeni, birtakım kusurlar taşımasıdır. Böyle olmadıkça, onların zayi olması düşünülemez.
Ebu Abdullah b. Cela hakkında şöyle bir hadise nakledilmişti: Dostlarından biri Ebu Abdullah´ı gıybet etmiş, bilahare kendisine adam göndererek helallik istemişti. Ebu Abdullah ona şöyle cevap verdi: Hakkımı helal etmeyeceğim. Çünkü benim amel defterimde, onun hasenatından daha güzel bir hasene yoktur. Amel defterimi, onun hasenatı ile süslemek istiyorum.
Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Günah vardır bağışlanır, günah vardır, peşi bırakılmaz. Bağışlanan günah, kendi nefsine zulmetmendir. Peşi bırakılmayan günah ise, kul haklarıdır". Tevbe, hepsinin yolu ve rahmet-i ilahi de onları kuşatacak kadar büyüktür.
Tevbe kapısı, güneşin batışından doğuşuna kadar herkes için açıktır. Can çıkmadıkça ve ölüm meleği ile karşılaşılmadıkça, her kulun tevbesi kabul edilebilir. Can çıkma noktasına gelip melekler göründüğünde artık tevbe kapısı kapatılır ve kul, olduğu hal üzere Ölür. Ruhunu kimin yükselteceğini sorar: Rahmet melekleri mi, yoksa azap melekleri mi? Kul, artık dünyadan ayrılığın kesinleştiğini bilir. O, artık ahireti görmektedir. Aileden ve diğer insanlardan ayrılmıştır. Eğer tevbe etmeksizin ölmüşse, Allah Teala´nın haklarında şöyle buyurduğu kullar arasına girer: "Tıpkı daha önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzu ettikleri şey arasına sed çekilir". (Sebe/54) Buradaki ´sed çekme´ ile kasdedilenin, tevbe olduğu söylenmiştir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Makbul tevbe, kötülükleri yapıp edip de sonra kendilerinden birine ölüm gelip çattığında: İşte ben şimdi tevbe etiim´ diyenlerin tevbesi değildir". (Nİsa/18)
Ölümün gelişi, ölüm meleğinin görülmesiyle kesinlesin Ruh, bedenden tamamen çıktığında, kalp ile gözler arasındaki an kalır ki bu an hakkında Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Melekleri gördükleri gün, işte o gün suçlulara müjde yoktur". (Furkan/22) Allah Teala, şu buyruğu ile kullarını o gün hakkında korkutmuştur: "Meleklerin kendilerine gelmelerinden başka bir şey mi bekliyorlar?".
(Nahl/33)
Bu, ölüm anında gerçekleşecek bir durumdur. Bazı ayetlerde geçen ´Rabb´in gelmesi´ ise, kıyamet günü için geçerli olup Berzah ehli içindir. "Rabbi´nin alametlerinden biri geldiği gün" (En´am/158) ayetindeki durum ise, dünyadan umudun kesildiği günü ifade etmektedir. O gün, güneşin bir daha doğmasından umut kesilir. Bu, tevbenin son sınırıdır. O gün her inkarcı imana gelir.
Halbuki Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Rabbinin alametlerinden biri geldiği gün, daha önce iman etmeyen yahut imanıyla hayır kazanmayan hiçbir kimseye o günki imanı asla fayda vermez". (En´am/158) Eğer kişinin imam, bu alametlerin görünmesinden önce değilse, son andaki imanın hiçbir faydası olmayacaktır. İmanında bir hayır elde etmemiş olanların durumu da böyledir. Buradaki ´hayr´m tevbe olduğu söylenmiştir. Ayette geçen ´gün´ ise, şu ayet-i kerimede tarif edilen vakittir: "Onlar Bizim şiddetimizi görür görmez, ´Allah´ın birliğine iman ettik. O´na ortak saydığımız putları da red ve inkar ettik´ dediler". (Mü´min/84)
Ayetteki ´şiddet´ ile kasdedilenin, örtünün kaldırılması olduğu söylenmiştir. İnsanların Allah Teala´nın şiddetini açıkça görmelerinden sonra iman etmelerinin onlara hiçbir faydası olmaz. Bu, Allah Teala´nın kullarıyla ilgili değişmez sünnetlerinden biridir. O´nun yarattığı insanlar hakkında takip ettiği yol budur ve bu yolda asla değişme olmaz.
"Allah´ın sünnetinde asla değişme bulamazsınız". (Fatır/43) Kullar, bütünüyle Allah Teala´ya döneceklerdir. O, işledikleri suçlar sebebiyle onlara azap edebilir. Yahut günahlarından birçoğunu affedebilir. Eğer dilerse onlara mağfiret eder. Çünkü O, en çok mağfiret eden ve en merhametli olandır.
Kullar, gerek farzların edası, gerek günah işleme, gerek ehli dünyanın nefsâni ahlakıyla ahlaklanma gibi hususlarda farklı derecelerde yer almışlardır. Ehli dünyanın ahlakını benimseyen ve onlarla içice olan kimselerin durumu, gaflet ehlinin hali olarak tarif edilmiştir. Bu, aynı zamanda cahillerin makamı olarak da tavsif edilmiştir. Bunları bekleyen son, kesinlikle hayırlı ve gıpta edilecek bir son değildir.
Salih amellerin, kusursuz olmaları şart değildir. Kul, salih bir amel işlerken şeytan onun ibadetini ifsad etmek için çaba sarfeder. Ama kulun ibadeti, ilk niyeti üzere dikkate alınır, ibadete herhangi bir kusur bulaştığı zaman, kul bunu ortadan kaldırmak ve uzaklaştırmak için çalışır. Böyle yaptığı sürece, ameli hüsnü niyet ve salahı üzere sabit kalır.
Kul, amellerden hiçbirini insanlardan çekindiği veya hoşgörme-dikleri için terketmemelidir. Çünkü insanlar için amel işlemek şirktir. Onları memnun etmek uğruna herhangi bir ameli terketmek de riyadır. Ameli, bir afet sebebiyle terketmek cehaletten uzak değildir. Bir illet sebebiyle terketmek ise, zaafiyetten doğan bir haldir.
Ameline Allah Teala´nın rızası için başlayan ve O´nun rızası için bitiren kimse, şeytanı başından uzaklaştırdığı ve onunla hemhal olmadığı sürece bu iki vakit arasında hiçbir şeyden zarar görmez. Ama ameli bitirdikten sonra, muttali kılındığı bir sırrı açıklamak gibi bir davranışından dolayı zarar görebilir. Böyle yapmakla, sır defterindeki bir bilgiyi aşikâr deftere aktarmış olur.
Amelle övünmek, gurura kapılmak ve onunla kibirlenmek türünden hareketler ameli boşa çıkartır. Çünkü kul, böyle davranmakla amelini ifsad etmiş olur. Allah Teala da fesad ehlinin amellerini İslah edecek değildir. Kul, Allah rızası için bir amele başlayıp, amel esnasında bir kusur ortaya çıkıp da ameli bu kusurla işlememek için onu terkettiğinde ameli boşa gitmiş olur. Amele bir afetle başlayıp amel esnasında onu izale ettiğinde ise ameli sahih kabul edilir.
Amelin sonu, başım belirler. Amellerin en faziletlisi, Allah rızası için başlanılıp Allah rızası ile bitirilen ameldir. Amelin başlangıcı ile bitişi arasında kalbi bir afet ortaya çıkarsa amelin başına itibar edilir ve Allah rızası için eda edilmiş sayılır. Amelin sonu da yine Allah Teala için ve O´nun katındadır. Ancak kulun, amelini izhar etmemesi ve onunla gösterişte bulunmaması gerekir.
Niyetlerin en faziletlisi, yaptığınız amellerde Allah Teala´nın rızasından başka bir şey murad etmemenizdir. Rububiyet hakkına duyulan saygıve nefsi kulluğun icabına zorlamanın gereği budur.
Bu makamdaki kişinin, Allah Teala´nm Zatı´na dair bir müşahedesi yoksa, ahirete dair arzu ettiği ve özlediği şeylerin müşahedesi yeterli olur. Bunu ´ümit´ makamı olarak görebiliriz.
Kul, ilmine vakıf olmadığı hiçbir fiile girişmemelidir. Yaptığı şeyi öğrendiği zaman, yaptığını bilerek yapmış olacaktır. Unutmama-* hdır ki Allah Teala´nın her konuda belli bir hükmü mevcuttur. Kul bu hükmü bildiği zaman Allah Teala onu ve amelini över. Kul, bilmediği hususları daha bilgili kimselere sorarak öğrenmelidir. Şüpheye kapıldığı hususlarda -kesinliğe ulaşıncaya kadar- beklemelidir. Konu açıklık kazanınca, ya yapmalı ya da geri durmalıdır.
Kul, herhangi bir şeyi yaparken, ondan geri dururken veya tereddütte iken Allah Teala´mn rızasını daima önde tutmalıdır. Bu, Allah Teala´ya yakınlaşma için yapılması gerekendir. Niyetlerin en ulvisi ve İhlasın zirvesi de budur.
Kul, amelleri ile Allah Tfeala´nın ahirette vaadettiği nefsâni haz-ları, arzulan, cennet nimetlerinden istifadeyi ve övülerek anlatılan hurileri eş edinmeyi de murad edebilir. Bu, onun ihlasına halel ge-´tirmediği gibi niyetinin sıhhatini de bozmaz. Çünkü Allah Teala bunları övmüş, tafsilatıyla anlatarak kullarını oraya Özendirmiştir.
Emsali arasında ziyade sevaba vesile olacak bu niyet, muhib-ban makamı için bir eksiklik olarak görülmüştür. Muhibbana göre bu tür bir niyet, dünyevi çıkarı için amelde bulunan kimsenin ay-bına benzer bir ayıptır. Bu, ubudiyyette ihtisası olan tevhid ehlinin ihlası noktasında şirk olarak görülmüştür. Onlar, sahip oldukları hürriyetle arzu ve nevanın esaretinden kurtulmuş kullardır.
Rububiyetin özüne şahit olmalarından dolayı onları esir alabilen tek kuvvet vahdaniyyet olmuştur. Kulluğun Rububiyet´e halis kılınması, amelin ihlasından daha ağırdır. Ancak kendisine makam bahşedilenler bunun dışındadır. Onlar amelin ihlasına bir hakikat ile ulaşırlar. Bu bir zarurettir. Hiçbir amel onları arındırama-dığı gibi hiçbir mücâhede de onları durultamaz. Çünkü onlar, özde ihlas sahibidirler. Bu, muhibban makamıdır.
Sade kulların bu arıtma ve durultmalarla yorulmasının sebebi, taşıdıkları gizli şirk ve gizli şehvetlerden arındırılmalarıdır. Bü yorgunluk, dünyalık toplama peşinde koşan dünya köleleri için de geçerlidir. Çünkü onlar, nevaları tarafından esir alınmışlardır.
Hürlere gelince, onlar halka hizmetten azade olan kimselerdir. Çünkü halka hizmet ihlası götürür ve niyeti ifsad ederek amele eksiklik getirir. Kulun telef olan bir şeyi veya uğradığı haksızlık, eğer Allah´a havale ederse O´nun katında birikir. Kul, amellerini Allah yolunda kılmalı ve O´na duyduğu hüsnü zanm muhafaza ederek imanını tasdik etmelidir. O, bütün bu hususlarda niyet ettiğinin karşılığını görecektir.
Rivayete göre bir adam ölümünden sonra rüyada görülmüş ve şu soru sorulmuştu: Amellerini nasıl gördün? O, bu soruyu şöyle cevaplamıştı: Yoldan kaldırdığım bir nar tanesi kadar küçük dahi olsun, Allah Teala´nm rızası için yaptığım her ameli karşımda buldum. Hatta ölmüş bir kedi yavrumuzu dahi gördüm. Bütün bunlara terazinin hasenat kefesinde şahit oldum. Buna karşılık takkemde varolan tek bir ipek ipinin de günahlar kefesinde olduğunu gördüm. İnfak edilmiş bir hayvanım vardı.
Yüz dinar değerindeki bu hayvanı infak etmemden dolayı bir sevap verilmediğini gördüm ve sordum: Ölü bir kedi dahi hasenat arasında iken yüz dinar kıymetindeki hayvan neden mevcut değil? Bana şöyle denildi: Onu gönderirken ifade ettiğin yönden dolayı orada yer almamıştır. Sana hayvanının öldüğü söylendiği zaman, ´Allah´ın lanetine gitsin´ demiştin. Bu nedenle de sevabın boşa gitti. Halbuki ´Allah yolunda gitsin* deseydin, onu da sevaplarının arasında görecektin.
Bu bölümde amelleri boşa çıkartan ve amel ehlini helaka sürükleyen büyük günahları açıklanacaktır. Büyük günah sahiplen farklı derecelere sahiptirler. Küfür ehlinin çekilecekleri hesap da bu fasılda ele alınacak ayrı bir konudur.
Yüce Allah buyurdu ki: "Eğer size yasaklanan günahların büyüklerinden kaçınırsanız, öbür günahlarınızı örtüp bağışlarız". (Nisa/31) Görüldüğü üzere küçük günahların bağışlanma şartı; büyük ve kulu helake itecek nitelikteki günahlardan sakınmaktır. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Beş vakit namaz ve Cuma´dan Cu-ma´ya kılman namaz, -büyük günahlardan sakınan kimseler için-bu vakitler arasında işlenen günahların kefareti olur". Bu hadisin diğer bir lafzı ise şu şekildedir: "Bu namazlar, büyük günahlar dışındakiler için kefarettirler [1]
Kılman namazların günahlar için kefaret olma hususiyetinden tek müstesna, büyük günahlardır.
Sahabe ve Tabiun alimleri büyük günahların mikdarı hakkında farklı rivayetlerde bulunmuşlardır. Kimine göre dört, kimine göre yedi, dokuz, on bir veya daha fazladır.
Ibni Mesud (ra) büyük günahların dört olduğunu bildirmiştir. Ibni Ömer (ra) ise yedi olduğunu söylemiştir. Abdullah b. Amr (ra) ise büyük günahların dokuz tane olduğunu bildirmiştir.
Ibni Abbas (ra), İbni Ömer´in (ra) rivayeti kendisine ulaştığında şöyle demiştir: Büyük günahların yetmiş olması, bana göre yedi olmasından daha muhtemeldir. Yine o, bir defasında şöyle demiştir: Allah Teala´nm nehyettiği her şey büyük günahlardandır. O ve başkaları tarafından nakledilen bir başka tasnif de şu esasa dayanır: Allah Teala´nm cehennem azabı ile tehdit ettiği her günah büyük günahlardandır.
Selef-i Salih´ten bir zat ise şöyle demiştir: Dünyada had cezası tatbik edilen her suç büyük günahtır. Küçük günahlar zelle türü günahlardır. Ona göre had tatbik edilmeyen ve azap tehdidi bulunmayan suçlar küçük günahlardır. Bu tasnif, Ebu Hüreyre (ra) ve diğerlerinden rivayet edilmiştir.
Abdürrezzak şöyle derdi: Büyük günahlar onbir adettir. Büyük günahların sayısıyla ilgili olarak gelen rivayetler arasında en yüksek sayı bu rivayette yeralmaktadır. Başka bir zat ise, büyük günahların müphem yani belirsiz olduklarını ifade ederek bunların sayısının hakiki manada bilinemediğini söylemiş ve bunların müp-hemliğini Kadir Gecesi´nin, Cuma günündeki en faziletli saatinin ve Orta Namaz´ın (=Salat-ı Vustâ) müphemliğine benzetmiştir.
Bilindiği üzere bunların müphem kılınması, kulların korku ve ümit hallerinin devamının temin edilmesine matuftur. Bu hususları kat´i suretleriyle bilmeyen kulların korku ve ümitleri devamlı olacak, rehavete kapılmayacaklardır.
İbni Mesud (ra) büyük günahlar hakkında istinbât yoluyla güzel bir görüş beyan etmiştir. Onun bu beyanı şudur: İbni Mesud´a (ra) büyük günahların neler olduğu sorulmuştu. O, soru sahibine şöyle dedi: Nisa suresinin başından "Eğer size yasaklanan günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin öbür günahlarınızı örtüp bağışlarız". (Nisa/31) ayetine kadar olan kısmı oku. Allah Teala´nm bu surenin başından bu ayetine kadar indirdiği surelerde yasakladığı şeyler büyük günahlardır.
Bu istidlalin bir benzerini de İbni Abbas´m (ra) Kadir Gecesi´yle ilgili istinbâtmda görmekteyiz. O, bu mübarek gecenin Ramazan ayının yirmiyedinci gecesi olduğunu söylemiş ve bunu da Kadr suresinin ihtiva ettiği kelimelerin sayısından çıkarmıştır. Suredeki kelime sayısı yirmi yedidir. İbni Abbas (ra) Allah Teala´ya sığınarak Kadir Gecesi´nin Ramazan ayının yirmiyedinci gecesi olabileceğini söylemiştir. .Doğrusunu en iyi bilen hiç şüphesiz Allah Teala´dır.geri dönmeyi düşünmeyen savaşçılar için geçerlidir. Büyük günahların sonuncusu ise bütün bedenle işlenen bir günahtır:
Anne babaya isyan; ebeveyne isyanı şöyle açıklayabiliriz: Evladın anne babanın kendisi için yaptığı taksime rıza göstermemesi, ondan bir istekte bulunduklarında karşılık vermemesi, bir şeyi emanet ettiklerinde ona ihanet etmesi, aç kaldıklarında kendisi tok iken onlara yemek vermemesi ve kendisini azarladıklarında onlara el kaldırması.
Yemenli Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: Tevrat´a göre anne babaya iyiliğin aslı şudur: Onların malını kendi malınla koruman, onların mallarına dokunmayarak kendi malından yedirmen. Anne babaya isyanın aslı ise şudur: Onların malını harcayarak kendi malına dokunmaman, kendi malını tasarruf ederek onların mallarını yemen.
Ebu Hüreyre (ra) Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Kılman bir namaz; kılınacak diğer namaza kadar işlenen günahlar için, tutulan Ramazan orucu; diğer Ramazan ayına kadar işlenen günahlar için kefarettir. Bunun istisnası şu üç günahtır: Allah Teala´ya şirk koşmak; sünneti terketmek; yapılan alışverişi bozmak. Bu da, alıveriş yaptığınız kişiye kılıç çekerek onunla mücadeleye girmeniz şeklindedir".
Alâ b. Abdürrahman babası kanalıyla Ebu Hüreyre´den (ra) şu hadis-i şerifi rivayet etmiştir: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Büyük günahlardan biri müslümanın ırzına haksız yere uzanmaktır. Büyük günahlardan biri de, bir küfüre iki küfürle mukabelede bulunmaktır [2]
Ibade b. Samit (ra), Ebu Said el-Hudri (ra) ve sahabenin diğer büyükleri şöyle demişlerdir: Bugün kıldan daha hafif gördüğünüz hususları biz Allah Resulü´nün (sav) devrinde büyük günahlar sayardık. Bu sözde geçen ´kebâir=büyük günahlar1 ifadesi bazı rivayetlerde mûbikât helak ediciler" olarak geçmiştir. Bir topluluğa göre ise, kasıdla işlenen her günah, büyük günahlardandır.
Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Dört şey müphemdir ve bunların hakikatlerini kimse bilemez: Orta Namaz, Kadir Gecesi, Cuma günü duaların kabul edildiği saat ve büyük günahlar. Bunun sebebi; insanların günahtan sakınması için korku halinde olmaları, elde etmek için de ilahi vaatlerden ümitvâr tutulmalarıdır. Böylelikle bu hususlardan hiçbiri hakkında kesin bilgi sahibi olamaz ve rehavete kapılmazlar. İşlerin sonu Allah´a dönecektir.
Büyük günahlarla ilgili zikrettiğimiz hususlar, bu konu hakkında söylenenlerin ortası ve en mutedil olanlarıdır. Alimler bu onye-di günah üzerinde ittifak etmişlerdir. Konuyla ilgili rivayetlerin çokluğu dikkat çekicidir. Netice itibarıyla büyük günahlar, onlardan sakınan kimseler için diğer günahlara kefaret olurlar. Bunlara dikkat edilmesi durumunda İslam´ın bina edildiği beş temel farz da sebat bulacaktır. Çünkü İslam´ın temelleri ve zikredilen büyük günahlar birbirleriyle çelişen, çatışan ve birbirlerine direnen hususlardır.
Büyük günahlar, öylesine büyüktürler ki bunlardan sakınmak dahi küçük günahlar için kefaret sayılmıştır. İslam´ın temelleri olan beş farz da, öylesine mühimdirler ki bunlar eda edildiğinde kendilerinden sonra işlenecek günahlar için kefaret sayılmışlardır.
Kul, nafile ibadetlerini ifa ettiğinde, günah ve kötülüklerinin, sevap ve güzelliklerle değiştirileceği vaad edilmiştir. Bunları hakkıyla yerine getiren kul için, Allah Teala´dan büyük bir lütuf söz konusu olup cennete gitmesi ve orada amel ehlinin makamlarında ikamet etmesi ümid edilir. O, hayırlarda öne geçmiş bir kuldur. Allah Teala buyurdu ki: "Eğer size yasaklanan günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin öbür günahlarınızı Örtüp bağışlarız". (Nisa/31)
Denildi ki: Büyük günahlardan ancak tevbe edip salih amel işleyen kişi uzak durur. Onun gibiler, Allah Teala´nm günahlarını sevaplarla değiştirdiği kimselerdir. Allah Resulü (sav) de şöyle buyurmuştur: "Büyük günahlardan uzak durduğunuz takdirde beş vakit namaz, vakit aralarında işlenen günahlar için kefaret olur" [3]
islam´ın temelleri olan dört farz da, Özünde beş vakit namaza dayanmaktadır. Diğerleri, ancak namaz ile sıhhat bulurlar ve dört şey sanki tek bir şey gibidir. Beş vakit namaz, Kelime-i Şehadet ile irtibatlıdır. Onunla ilgili her hangi bir hususun terki, beş temel farzın terki gibidir. Çünkü bunlar İslam´ın esasları ve imanın temelleri mesabesindedir. Büyük günahlardan sakınma ise, Kelime-i Şe-hadet´e dayanmaktadır. Bunlar hakkındaki yasaklara uyulması Kelime-i Şehadet ile mümkün olabilir. Büyük günahlarla ilgili yasaklar ihlal edildiğinde ameller boşa gider.
Beş vakit namaz, vakit aralarında işlenen büyük günahlar dışındaki günahlar için kefaret olmaktadır. Bu günahlar fazlasıyla büyük oldukları için beş vakit namaz bunları örtemez. Kıyamet günü büyük günah işleyen kullar için hesaba dahil edilecek tek kazanç, beş temel farizadır. Kul, işlediği büyük günahlarla yaptığı nafileleri yiyip bitirmiş olur. Bu durumdaki kullar için, cehennem azabına düçâr olma endişesi mevcuttur. Bunlar, kendi kendilerine zulmeden insanlardır.
Allah Teala müminleri bu duruma düşmeme hususunda ikaz ederek şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler, Allah´a itaat edin, Re-sul´e itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın". (Nisa/59); "Hayır, durum hiç de öyle değil. Günah işleyip de günahın kendisini her taraftan kuşatıp sardığı kimseler var ya! İşte onlar cehennemliktir". (Bakara/81)
Ayetteki ´günah´ ile kasdedilenin, büyük günahlar olduğu söylenmiştir. Buna göre büyük günahlar, kulun iyilik ve sevaplarını kuşatarak imha etmiştir. Bu, tercih ettiğimiz manadır. Ayetin manasıyla ilgili ikinci görüş ise şudur: Kulun iyilik ve sevaplarını kuşatan, içine düştüğü şirktir.
Son hali şirk olan kişinin, Önceden yapmış olduğu ameller boşa gider ve kendisine hiç bir fayda vermez.
İslam´ın temelleri olan farzlarda kusur eden kimse büyük günahlardan sakınırsa sözkonusu farzlar onun küçük günahları için kefaret olur. Onun nafile ibadetleri de, farzlarıyla birlikte tamam bulur. Çünkü nafile ibadetlerin verimli olması, kulun imanındaki sıhhate ve kişiyi İslam dairesinden çıkaran büyük günah ve bidatlerden uzak durmasına bağlıdır. Bu durum, günahları ile sevapları birbirine denk olanlar için geçerlidir.
Bu gibi kimselerin hesapları uzun sürer. Onlar, ahiretin zelzele ve belalarına şahit olurlar. Böylelikle hasenatları ağır basar ve Araf ehlinden olurlar. A´raf, cennet ve cehennemin görülebildiği bir noktadır. O aynı zamanda, cennet ehli ile cehennem ehli arasındaki perdedir. Allah Teala lütufta bulununcaya kadar orada kalırlar.
Allah Teala, rahmeti ile lütfedip hoşgörüsü ile müsamaha gösterdikten sonra kendilerini affettiğinde cennete dahil edilir ve as-hab-ı yeminin arasına katılırlar. Bu durumdakiler, nefsine zulmedenler ile Rableri´ne koşanlar arasında yer alırlar.
Farzlarında eksiklikle beraber nafile ibadetleri de mevcut değilse ve lehindeki ameller olarak eksik farzları ile büyük günahlardan uzak durmasından başka bir şeyi yoksa şöyle hareket edilir: Eğer büyük günahlardan uzak duruşu zerre mikdarı ağır basar ve kendisine bir hasene olsun kalırsa Allah Teala kendisini lütfuyla affeder ve günahlarını görmezden gelerek cennetlikler arasına girmesine müsaade eder. Ancak onun için ne mukarrebun makamları, ne de sabikun zümresinin dereceleri sözkonusu olabilir.
Bu gibi kimseler, Allah Teala´nın şu buyruğuna dahil olanlardır: "Muhakkak Allah zerre mikdarı zulmetmez. Bir hasene varsa onu misliyle arttırır ve katından büyük bir ecir verir". (Nisa/40) Buradaki büyük ecir ile kasdedilenin cennet olduğu söylenmiştir.
Kulun farzları eda etmeme noktasındaki hali hafif ise, uzun hesaba yakini iman ile inanır ve şefaat ehlinin şefaatine muhtaç olur. Kulun beş temel farzında eksiklik varsa ve büyük günahları da işlemiş ise, helak olanlar arasında yer alır. Çünkü o, tartısı hafif kalan müminlerdendir. Allah Teala´nın koyduğu sınırları çiğneyen bu kimseler, cehennem ehlidirler. Bunlar, islamlarmın eksikliğinden dolayı cehenneme girerler.
Bu zümrenin günahları, iyilikleri tarafından silinemeyecek kadar ağırdır. İşledikleri büyük günahlar yüzünden yaptıkları nafile ibadetlerin de bir faydası olmaz. Çünkü o nafilelerin, dinar miktarı ağırlığı yoktur. Böyle kullar, imanlarının sıhhatinden dolayı cehennemde ebedi kalmazlar. Kalbinde zerre mikdarı iman bulunanlar, cehennemden ilk çıkacaklar arasında yer alırlar. Müminler, kalplerindeki imanın derecesine göre cehennemden çıkacaklardır.
Cehennemden en son çıkacak müminler, kalplerinde kıl mikda-nnca iman bulunanlardır. Allah Teala onları hiç beklemedikleri şeylere muhatap edecek ve hiç bilmedikleri şeyler kendilerine görünecektir. Bazıları affedilecek ve haklarında cehennem vaadi kesinleşmiş olanlardan kılınmayacaklardır. Çünkü onlar, Allah Teala´nm haklarında güzel sözünün vaki olduğu kimselerdir. Allah Teala günahlarını bağışlayarak kendilerini cennetlikler arasına koyar.
Denildi ki: Bu ümmetten her ferde bir şey verilir ve o, onunla cehhennem deliklerinden birini tıkar. Başka bir rivayette ise şöyle denilmiştir: Kul, Allah Deala´nın huzurunda durdurulur: Onun dağlar büyüklüğünde iyilik ve hasenatı vardır. Eğer bunlar sıhhatli olursa cennet ehlinden olmasına hiçbir mani yoktur.
Ancak son olarak şikayet sahipleri ayağa kalkar ve şikayetlerini dile getirirler: Bu adam falanın namusuna sövmüştü. Falan kişinin malını yemişti. Falan kişiyi dövmüştü. Her şikayetle birlikte onun hasenatı eksiltilir. Sonunda hiçbir hasenesi kalmayınca melekler şöyle derler: Ey Rabbimiz, kulunun hasenatı bitti ve hâla ondan hak talep edenler var. Bunun üzerine şöyle buyrulur: Hak sahiplerinin günahlarını ona yükleyin ve onu cehenneme kilitleyin. İlim ehlinden de şöyle bir söz rivayet edilmiştir: îman ehlinden cehennemde kalacak son kimsenin orada kalış süresi yedi bin senedir.
Ebu Said el-Hudri (ra) ve sahabeden diğer zatların şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: Allah´a yemin olsun ki, cehenneme giren kul, orada yedi bin yıl kalmadıkça oradan çıkamayacaktır. Kuşkusuz Allah Teala en iyi bilendir, ancak bize göre bu süre, oradan son çıkacak müminler için belirlenen süredir. Çünkü müminlerin oradan çıkışları farklı zamanlarda olacaktır.
Kimi girdiği gün çıkacak, kimi Cuma´dan Cuma´ya, kimi bir ay, kimi de bir yıldan altı bin yıla kadar orada kalacaktır. İman bakımından en güçlü olanları, orada en az kalanlar olacaktır. Orada en az kalanlar ise, oradan en önce çıkacak olanlardır.
Cehennemden ilk çıkacak zümre, kalplerinde zerre mikdarı iman bulunanlardır. Bunlar, cehennemde en kısa süre kalacak ve oradan en çabuk çıkacak olanlardır. İmanı en az olanlar ise, orada en uzun süre kalacak olanlardır. Bunlar, ´Ey Hannân, ey Mennân!´ (ey en çok şefkat gösteren, ey en çok iyilik eden) diye nida ederler.
Bu rivayet kendisine nakledildiğinde Hasan el-Basri (ra) şöyle demiştir:
Keşke ben de bu kimselerden olabilsem! Bunu söyleme nedeni, cehenneme girmekten duyduğu büyük endişe idi. Cehenneme girmekten korkardı. Bu korkusu o kadar büyüktü ki, zamanla oradan çıkamamaktan korkmaya başlamıştı. O, cehenneme girdikten sonra en çok bin yıl azaptan sonra çıkabilmeyi temenni ederdi.
Konuyla ilgili bir rivayette de şöyle denilmiştir: Cehennemden son çıkan kişi, cennete de son giren kimsedir. Allah en iyi bilendir, bize göre son çıkan kul, yedi bin yıl sonra cehennemden çıkacaktır. Ona, dünyanın on misli kadar nimet verilecektir. Ebu Said el-Hudri (ra) ve Ebu Hüreyre (ra) Allah Resulü´nden (sav) bu manada bir hadis rivayet etmişlerdir.
İnsanların cehenneme sokulmasının hikmeti şu olabilir: Bilindiği üzere insanın yaratılışında bir tertib sözkonusudur. Önce sudan yaratılan insan, ardından heva denilen unsurlarla karıştırılmıştır. Onun bu karışımlardan arındırılması ancak ateş ile mümkündür. Suyuna karışmış olan heva unsurları ateşte imha edilecek ve insanın saflaşması temin edilecektir.
İnsanın yaratılışındaki bir unsur da, tahta hükmündeki yeryüzü toprağıdır. Bu toprak ateşle dağlanarak düzeltilecektir. Tam olarak düzelip temizlendiğinde de ateş kesilecektir. İnsan, ancak bu muamelelerden sonra ateşten başka nimetler için uygun hale gelebilecektir.
Küfür ehli ve şeytanların cehennemde ebedi kalışlarının hikmeti de şu olabilir: Bunların ruhları ateş cevherinden yaratılmıştır. Cehennem, bunlar için asıllarına ve özlerine dönüştür. Yine onların ruhları, siyah ve karanlık bir yapıya sahiptir. Cehennem de bu özelliklere sahip olduğu için cehennem onlara çok uygundur. Onlar cehenneme odun, çıra ve yakıt olmaktan başka bir işe yaramazlar. Yüceler yücesi Allah Teala´nın eşya ile alakalı hikmetleri tamamen mutedil, hükmü de bunlarda gizlidir. O, adalet gözüyle bakar ve herşeyi eksiklik ve fazlalık derecelerine göre yerli yerine koyar.
Buraya kadar anlattıklarımızın hülasası şudur: Kul için hayır olarak vasfedilebilecek her husus, -nafile ibadetleri bulunmasa da-onun günahları için kefaret olabilir. Diğer taraftan, onun için şer olarak vasfedilebilecek hususlar varolan nafile ibadetlerini boşa çı-kartmayacaktır. İşlediği serlere rağmen nafile ibadetleri sabit olarak kalacaktır. Hasenat işlemesine rağmen büyük günahlardan bir kısmını da sahip olan kimsenin hayır ve hasenatının kabulü tevbe-ye bağlıdır. Kul eğer tevbe etmiş ve doğru yola girmiş ise ettiği tev-be, işlediği büyük günahlara kefaret olabilir. Onun itaat üzerinde sebat etmesi, günahlarının hasenata dönüşmesine vesile olabilir.
İnsanları helaka sürükleyecek günahların çoğunluğu, kul haklarıyla ilgilidir. Onların cehenneme düşmelerine yol açan sebeplerin başlıcası ise başkalarına ait olmasına rağmen onların üzerine yüklenen günahlardır. Cennete girenlerin çoğunluğu da, başkalarına ait olan hasenatın kendilerine verilmesiyle sevabı artanlardır. Çünkü hayır ve hasenat asla zayi olmaz. Hasenatın boşa gidişinin nedeni, birtakım kusurlar taşımasıdır. Böyle olmadıkça, onların zayi olması düşünülemez.
Ebu Abdullah b. Cela hakkında şöyle bir hadise nakledilmişti: Dostlarından biri Ebu Abdullah´ı gıybet etmiş, bilahare kendisine adam göndererek helallik istemişti. Ebu Abdullah ona şöyle cevap verdi: Hakkımı helal etmeyeceğim. Çünkü benim amel defterimde, onun hasenatından daha güzel bir hasene yoktur. Amel defterimi, onun hasenatı ile süslemek istiyorum.
Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Günah vardır bağışlanır, günah vardır, peşi bırakılmaz. Bağışlanan günah, kendi nefsine zulmetmendir. Peşi bırakılmayan günah ise, kul haklarıdır". Tevbe, hepsinin yolu ve rahmet-i ilahi de onları kuşatacak kadar büyüktür.
Tevbe kapısı, güneşin batışından doğuşuna kadar herkes için açıktır. Can çıkmadıkça ve ölüm meleği ile karşılaşılmadıkça, her kulun tevbesi kabul edilebilir. Can çıkma noktasına gelip melekler göründüğünde artık tevbe kapısı kapatılır ve kul, olduğu hal üzere Ölür. Ruhunu kimin yükselteceğini sorar: Rahmet melekleri mi, yoksa azap melekleri mi? Kul, artık dünyadan ayrılığın kesinleştiğini bilir. O, artık ahireti görmektedir. Aileden ve diğer insanlardan ayrılmıştır. Eğer tevbe etmeksizin ölmüşse, Allah Teala´nın haklarında şöyle buyurduğu kullar arasına girer: "Tıpkı daha önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzu ettikleri şey arasına sed çekilir". (Sebe/54) Buradaki ´sed çekme´ ile kasdedilenin, tevbe olduğu söylenmiştir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Makbul tevbe, kötülükleri yapıp edip de sonra kendilerinden birine ölüm gelip çattığında: İşte ben şimdi tevbe etiim´ diyenlerin tevbesi değildir". (Nİsa/18)
Ölümün gelişi, ölüm meleğinin görülmesiyle kesinlesin Ruh, bedenden tamamen çıktığında, kalp ile gözler arasındaki an kalır ki bu an hakkında Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Melekleri gördükleri gün, işte o gün suçlulara müjde yoktur". (Furkan/22) Allah Teala, şu buyruğu ile kullarını o gün hakkında korkutmuştur: "Meleklerin kendilerine gelmelerinden başka bir şey mi bekliyorlar?".
(Nahl/33)
Bu, ölüm anında gerçekleşecek bir durumdur. Bazı ayetlerde geçen ´Rabb´in gelmesi´ ise, kıyamet günü için geçerli olup Berzah ehli içindir. "Rabbi´nin alametlerinden biri geldiği gün" (En´am/158) ayetindeki durum ise, dünyadan umudun kesildiği günü ifade etmektedir. O gün, güneşin bir daha doğmasından umut kesilir. Bu, tevbenin son sınırıdır. O gün her inkarcı imana gelir.
Halbuki Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Rabbinin alametlerinden biri geldiği gün, daha önce iman etmeyen yahut imanıyla hayır kazanmayan hiçbir kimseye o günki imanı asla fayda vermez". (En´am/158) Eğer kişinin imam, bu alametlerin görünmesinden önce değilse, son andaki imanın hiçbir faydası olmayacaktır. İmanında bir hayır elde etmemiş olanların durumu da böyledir. Buradaki ´hayr´m tevbe olduğu söylenmiştir. Ayette geçen ´gün´ ise, şu ayet-i kerimede tarif edilen vakittir: "Onlar Bizim şiddetimizi görür görmez, ´Allah´ın birliğine iman ettik. O´na ortak saydığımız putları da red ve inkar ettik´ dediler". (Mü´min/84)
Ayetteki ´şiddet´ ile kasdedilenin, örtünün kaldırılması olduğu söylenmiştir. İnsanların Allah Teala´nın şiddetini açıkça görmelerinden sonra iman etmelerinin onlara hiçbir faydası olmaz. Bu, Allah Teala´nın kullarıyla ilgili değişmez sünnetlerinden biridir. O´nun yarattığı insanlar hakkında takip ettiği yol budur ve bu yolda asla değişme olmaz.
"Allah´ın sünnetinde asla değişme bulamazsınız". (Fatır/43) Kullar, bütünüyle Allah Teala´ya döneceklerdir. O, işledikleri suçlar sebebiyle onlara azap edebilir. Yahut günahlarından birçoğunu affedebilir. Eğer dilerse onlara mağfiret eder. Çünkü O, en çok mağfiret eden ve en merhametli olandır.
Kullar, gerek farzların edası, gerek günah işleme, gerek ehli dünyanın nefsâni ahlakıyla ahlaklanma gibi hususlarda farklı derecelerde yer almışlardır. Ehli dünyanın ahlakını benimseyen ve onlarla içice olan kimselerin durumu, gaflet ehlinin hali olarak tarif edilmiştir. Bu, aynı zamanda cahillerin makamı olarak da tavsif edilmiştir. Bunları bekleyen son, kesinlikle hayırlı ve gıpta edilecek bir son değildir.
Salih amellerin, kusursuz olmaları şart değildir. Kul, salih bir amel işlerken şeytan onun ibadetini ifsad etmek için çaba sarfeder. Ama kulun ibadeti, ilk niyeti üzere dikkate alınır, ibadete herhangi bir kusur bulaştığı zaman, kul bunu ortadan kaldırmak ve uzaklaştırmak için çalışır. Böyle yaptığı sürece, ameli hüsnü niyet ve salahı üzere sabit kalır.
Kul, amellerden hiçbirini insanlardan çekindiği veya hoşgörme-dikleri için terketmemelidir. Çünkü insanlar için amel işlemek şirktir. Onları memnun etmek uğruna herhangi bir ameli terketmek de riyadır. Ameli, bir afet sebebiyle terketmek cehaletten uzak değildir. Bir illet sebebiyle terketmek ise, zaafiyetten doğan bir haldir.
Ameline Allah Teala´nın rızası için başlayan ve O´nun rızası için bitiren kimse, şeytanı başından uzaklaştırdığı ve onunla hemhal olmadığı sürece bu iki vakit arasında hiçbir şeyden zarar görmez. Ama ameli bitirdikten sonra, muttali kılındığı bir sırrı açıklamak gibi bir davranışından dolayı zarar görebilir. Böyle yapmakla, sır defterindeki bir bilgiyi aşikâr deftere aktarmış olur.
Amelle övünmek, gurura kapılmak ve onunla kibirlenmek türünden hareketler ameli boşa çıkartır. Çünkü kul, böyle davranmakla amelini ifsad etmiş olur. Allah Teala da fesad ehlinin amellerini İslah edecek değildir. Kul, Allah rızası için bir amele başlayıp, amel esnasında bir kusur ortaya çıkıp da ameli bu kusurla işlememek için onu terkettiğinde ameli boşa gitmiş olur. Amele bir afetle başlayıp amel esnasında onu izale ettiğinde ise ameli sahih kabul edilir.
Amelin sonu, başım belirler. Amellerin en faziletlisi, Allah rızası için başlanılıp Allah rızası ile bitirilen ameldir. Amelin başlangıcı ile bitişi arasında kalbi bir afet ortaya çıkarsa amelin başına itibar edilir ve Allah rızası için eda edilmiş sayılır. Amelin sonu da yine Allah Teala için ve O´nun katındadır. Ancak kulun, amelini izhar etmemesi ve onunla gösterişte bulunmaması gerekir.
Niyetlerin en faziletlisi, yaptığınız amellerde Allah Teala´nın rızasından başka bir şey murad etmemenizdir. Rububiyet hakkına duyulan saygıve nefsi kulluğun icabına zorlamanın gereği budur.
Bu makamdaki kişinin, Allah Teala´nm Zatı´na dair bir müşahedesi yoksa, ahirete dair arzu ettiği ve özlediği şeylerin müşahedesi yeterli olur. Bunu ´ümit´ makamı olarak görebiliriz.
Kul, ilmine vakıf olmadığı hiçbir fiile girişmemelidir. Yaptığı şeyi öğrendiği zaman, yaptığını bilerek yapmış olacaktır. Unutmama-* hdır ki Allah Teala´nın her konuda belli bir hükmü mevcuttur. Kul bu hükmü bildiği zaman Allah Teala onu ve amelini över. Kul, bilmediği hususları daha bilgili kimselere sorarak öğrenmelidir. Şüpheye kapıldığı hususlarda -kesinliğe ulaşıncaya kadar- beklemelidir. Konu açıklık kazanınca, ya yapmalı ya da geri durmalıdır.
Kul, herhangi bir şeyi yaparken, ondan geri dururken veya tereddütte iken Allah Teala´mn rızasını daima önde tutmalıdır. Bu, Allah Teala´ya yakınlaşma için yapılması gerekendir. Niyetlerin en ulvisi ve İhlasın zirvesi de budur.
Kul, amelleri ile Allah Tfeala´nın ahirette vaadettiği nefsâni haz-ları, arzulan, cennet nimetlerinden istifadeyi ve övülerek anlatılan hurileri eş edinmeyi de murad edebilir. Bu, onun ihlasına halel ge-´tirmediği gibi niyetinin sıhhatini de bozmaz. Çünkü Allah Teala bunları övmüş, tafsilatıyla anlatarak kullarını oraya Özendirmiştir.
Emsali arasında ziyade sevaba vesile olacak bu niyet, muhib-ban makamı için bir eksiklik olarak görülmüştür. Muhibbana göre bu tür bir niyet, dünyevi çıkarı için amelde bulunan kimsenin ay-bına benzer bir ayıptır. Bu, ubudiyyette ihtisası olan tevhid ehlinin ihlası noktasında şirk olarak görülmüştür. Onlar, sahip oldukları hürriyetle arzu ve nevanın esaretinden kurtulmuş kullardır.
Rububiyetin özüne şahit olmalarından dolayı onları esir alabilen tek kuvvet vahdaniyyet olmuştur. Kulluğun Rububiyet´e halis kılınması, amelin ihlasından daha ağırdır. Ancak kendisine makam bahşedilenler bunun dışındadır. Onlar amelin ihlasına bir hakikat ile ulaşırlar. Bu bir zarurettir. Hiçbir amel onları arındırama-dığı gibi hiçbir mücâhede de onları durultamaz. Çünkü onlar, özde ihlas sahibidirler. Bu, muhibban makamıdır.
Sade kulların bu arıtma ve durultmalarla yorulmasının sebebi, taşıdıkları gizli şirk ve gizli şehvetlerden arındırılmalarıdır. Bü yorgunluk, dünyalık toplama peşinde koşan dünya köleleri için de geçerlidir. Çünkü onlar, nevaları tarafından esir alınmışlardır.
Hürlere gelince, onlar halka hizmetten azade olan kimselerdir. Çünkü halka hizmet ihlası götürür ve niyeti ifsad ederek amele eksiklik getirir. Kulun telef olan bir şeyi veya uğradığı haksızlık, eğer Allah´a havale ederse O´nun katında birikir. Kul, amellerini Allah yolunda kılmalı ve O´na duyduğu hüsnü zanm muhafaza ederek imanını tasdik etmelidir. O, bütün bu hususlarda niyet ettiğinin karşılığını görecektir.
Rivayete göre bir adam ölümünden sonra rüyada görülmüş ve şu soru sorulmuştu: Amellerini nasıl gördün? O, bu soruyu şöyle cevaplamıştı: Yoldan kaldırdığım bir nar tanesi kadar küçük dahi olsun, Allah Teala´nm rızası için yaptığım her ameli karşımda buldum. Hatta ölmüş bir kedi yavrumuzu dahi gördüm. Bütün bunlara terazinin hasenat kefesinde şahit oldum. Buna karşılık takkemde varolan tek bir ipek ipinin de günahlar kefesinde olduğunu gördüm. İnfak edilmiş bir hayvanım vardı.
Yüz dinar değerindeki bu hayvanı infak etmemden dolayı bir sevap verilmediğini gördüm ve sordum: Ölü bir kedi dahi hasenat arasında iken yüz dinar kıymetindeki hayvan neden mevcut değil? Bana şöyle denildi: Onu gönderirken ifade ettiğin yönden dolayı orada yer almamıştır. Sana hayvanının öldüğü söylendiği zaman, ´Allah´ın lanetine gitsin´ demiştin. Bu nedenle de sevabın boşa gitti. Halbuki ´Allah yolunda gitsin* deseydin, onu da sevaplarının arasında görecektin.