- Bugün sevgiliyi gördüm

Adsense kodları


Bugün sevgiliyi gördüm

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Mon 25 October 2010, 04:04 pm GMT +0200
11. Başını ayak altına alınca, yıldızların üstüne ayak basarsın.

Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstefilün, Müstef'ilün
 (c.I, 19)

• Bugün sevgiliyi gördüm, her işe, her güce tat veren, yapmasını kolaylaştıran o güzeli gördüm. 0, o kadar güzel, o kadar nürluydu ki adeta Mustafa (s.a.v.)'in rühu gibi göklere yükseliyordu.

"Fussilet Suresi'nin 41/11. ayetine işaret var: "Sonra duman halinde bulunan göğe yükseldi ve ona, yeryüzüne 'İsteyerek varlığa gelin!' dedi. 'lsteyerek geldik.' dediler."

• Güneş, Hz. Mustafa'nın yüzünü gördü de utandı. Gök de gönül gibi yarıl-mıştı, parçalanmıştı. Suyun ve kara toprağın üstüne onun parıltısı vurmuştu da, bu yüzden su ile toprak, ateşten de daha fazla parlamıştı.

• "Göklere çıkmak istiyorum, lütfen bana merdiveni gösteriniz!" diye niyazda bulundum. Buyurdu ki: "Senin başın merdivendir. Başını ayak altına al, başına bas da yüksel!
Ayağını başının üstıine koymak demek, aklını ayak altına alıp, gönül yolu ile, aşk yolu ile Hakk'a yönelmektir. Mevlana bir Mesnevî beytinde; 

"Mademki gökyüzünün damlanna çıktın, oralarda geziyorsun, artık merdiven aramak mana-sızdır, soğuktur." diye buyurur Mevlana. Dîvan-ı başka bir beytinde de;
"Göklerin yolu, Içtedir, gönüldedir, sen aşk kanadını aç, aşk kanadı kuvvetli olursa merdiven arama derdi kalmaz." diye buyurur.
• Ayağını başının üstüne koyunca yıldızların üstüne ayak basarsın, nefsanî ar-zularını, şehveti yendiğin zaman havada yürürsün; haydi adımını at, ayağını havanın üstüne koy da yüksel!..

• Şehvetini ayak altına aldığın, nefsanî isteklerini yendiğin zaman göklerde havalarda sana yüzlerce yol belirir ve sen seher vaktinde yapılan dua gibi göklere yükselirsin."

 

12. Kendinden, kendi varlığından kurtulmuş bir canda zevk içinde zevk vardır.

Müfte'ilün, Mefa-îlün, Müfte'ilün, Mefa-îliin
(c.I, 46)


• Dün, sevgilim kederli, gamlı dostunu okşadı. Acılar çeken, sitemler tatmış olan cana, tatlı sözteri ile kendi tadından tat verdi.

• Akla, akıl üstünlüğü verdi, hoş öğütleri ile kulağa küpe taktı, tadı tatlılığı coşturdu. Gözlere nOr bağışladı.

• Bana; "Ey benim yüzümden zayıflayan, hasta düşen, perişan olan dost, ey benden ürken, korkan kişi, ben kerem sahibiyim, ben kendi satın aldığım ku-lumu satmam." dedi.

• Dikkatle bak da gör: Sevgili ne yardımlarda bulunuyor? Bize nasıl ferahlıklar veriyor? Yüsuf, güzelliği uğrunda ellerini kesenleri arıyor.
• Ona; "Beni aciz, zavallı sanma!" dedim. "Kanlı göz yaşlarıma da bakma, ey sevgili senin haberin yok, ben seni altınla işlenmiş atlas bir elbise gibi giymişim, seninle beraberim, beni kimsesiz sanma!"

• Kim de dünya sevgisini bırakıp Hakk'a yönelmek isteği varsa, o nefsini yendiği için şaşılacak bir kişidir. Kendinden, kendi varlığından kurtulmuş bir canda, zevk içinde, zevk vardır.

• Allah aşkına sus, yersiz sözler söyleyerek, susma huyunu öldürme! Bu kasî-deyi uzatma, kısa kes; çünkü asîde geliyor.

"Kasîde, İslamî edebiyatta bir nazım şeklidir. Kafıye kuruluşu gazel gibidir. Övgü şiirleri olduğu için, beyit sayıları gazellerden fazladır. Asîde, nişasta, yağ ve balla yapılan bir çeşit tatlıdır. Doğu Anadolu yemeklerinden "hasuta" belki de "asîde" adlı Selçuklu yemeğinden alınmıştır. Çünkü hasuta da nişasta, tereyağı ve şekerle yapılmaktadır. Midelerine düşkün olanlar "Lokmasız sohbette yoktur faide / Rabbena ünzül aleyna Ma'ide"

 

13. Aşk, insanı yok eder, var eder, gönülsüz bırakır.

Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün
(c.1, 39)

• Ne yazık ki, hakîkat sarayının Sadrazamı, beni meclisine kabul etmiyor, beni can mahremi yapmıyor, beni sırlarına mahrem etmiyor.

• Onu gördüğüm an rengim uçtu, gücüm, kuvvetim kalmadı, perişan oldum, o durumu anlamadı da; "Rengin nerede? Gücün, kuvvetin nerede?" diye sordu.

• Ben kerem ırmağına daldım, ben seher vaktinin kuluyum, kölesiyim. Öyle umuyorum ki, bu lütuflarla, feyizlerle dolu seher vaktinde, o güzel kokulu gül gelir, beni alır, mana gül bahçesine götürür.

• Irmağa dalan kişiye, elbisesi yük olur. Benim şu sarığım ile hırkam bana yük oluyor, ağır geliyor. Mal, mülk, mutluluğa ulaşmak sebepleri, hepsi de o tatlı edalı ay yüzlüdendir. Sevgili bana yakınlık gösterir, vefalı olursa, mal da odur, mülk de odur. 

• Dükkanım çalışma yerim, senin olsun, san'atım, hünerim, bilgiler, yığın, yığın kitaplar hep senin olsun, arslan da senin olsun, orman da senin olsun . Tatar ülkesinin ceylanı bana yeter.

• Aşk insanı yok eder, var eder. Gönülsüz bırakır, elsiz, ayaksız9 bir hale so- i kar. Aşk meyhanesinin sakîsi, şarap sunar, mest eder, insanı kendinden alır.

" Mevlevî şairlerinin en büyüklerinden olan Şeyh Galip merhum da bir şiirinde şöyle yazmıştı:

"Derd ü mihnettir, beladır adı aşk,
Bir marazdır, ibtiladır adı aşk,
Andadır raz-ı adem, sırr-ı vücüd,
Hiçtir, yoktur, bekadır, adı aşk."

 

14. Delilik zincirini sakın ayağımdan çözme!

Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'iliin, Müfte'ilün 

(c.I, 40)

• Dilin halkası bir zincir oldu, ayağıma geçti. Sakın, bu zinciri çözme, yalvarırım sana, artık akıl kervanın önünü ben vuramayacağım, sen vur!

• Ben senin mestinim, seninle neşeliyim, seninle hoş bir haldeyim. Ben senin iyiliklerinin, lütuflarının altında kalmışım eziliyorum, sanki lütfundan gebe kalmışım, gebe eğer yükünü taşımazsa, bunu suç sayma!

• Hiç gökyüzü, kendi başından dönme sevdasını çıkarabilir mi? Yeryüzü de teninden titremeyi hiç giderebilir mi?

• 0 padişah mukadderat kalemi ile rakamlar yazıp duruyor. Göniil, onun elinde bir kalem. Hoca sen de bir an için olsun hayattan şikayeti bırak, kadere boyun eğ de, müslümanlığını yenile!

• Padişah, kader gereği seni imtihan için cefa eder. Sıkıntılar verir. Sen o cefayı padişahın elinde bir kabarcık gibi bil! Padişahın elini tutan kişi o kabarcığı öper.

• Dünya, cihanın gizli hükümlerini ihtiva eden bir kitap gibidir. Senin canın da o kitabın baş yazısı. Düşün de bu meseleyi iyi anla!

"Kainatta çeşitli varlıklar yaşıyor; karalarda, denizlerde yaşayan sayılamayacak kadar çok olan bu varlıkların adlannı, cinslerini ihtiva eden bir kitap yazılsa; yani: Kitab-ı Kainat kaleme alınsa, bu kainat kitabının fihristinde ilk numaraya insanın adı yazılacaktır. Sonra diğer hayvanlar, balıklar, kuşlar, böcekler gelecektir. Neden o kitabın başyazısı insan ile başlayacaktır; insan, bütün yaratılmış mahlükların en başında yer alacaktır? Çiinkü insan bütiın mahlükların en şereflisidir, sonra insan da ilahî emanet vardır. İnsan; "Rühumdan ona üfürdüm!" sırrına mazhar olmuş, üstün ve bir mahluktur."

• Daima neşeli ol; arada sırada gelen cefalarla yüzünü ekşit ama, gönlünü hoş tut, suyu döndür, başka tarafa aksın. Sen de sus artık, eşeğin boynundaki o oyalayıcı çıngırağı çöz!

 

15. Melekler, gökyüzü pencerelerinden başlarını çıkarsınlar,

 yeryüzüne eğilip seni siper etsinler.
(c,1,47)


• Ey sevgili, sen gökteki aya benziyorsun ama, sen neredesin, ay nerede? Senin yüzündeki güzellik, nür, ayın yüzünde bulunabilir mi?

• Herkes ay ışığını seviyor, ayı seviyor. Ay ise senin aşkının esiri olmuş, senin elinden feryat ediyor. Senin elinden "Ey Allah'ım!" diye yalvarıyor.

• Parlak yüzüne karşı, güneş de, ay da secde ediyor. Çünkü senin güzelliğin ayla, güneşle maceraya girişiyor. ;

• Ay dün gece sana secde etmeye geldi. Fakat seni sevenlerin kıskançlığı ayın önüne çıktı; "Def ol, git, gelme!" diye naralar atmaya başladı.

• Haydi kalk sevgilim, hoş bir eda ile salına salına yürü de, melekler bile gökyüzü pencerelerinden başlarını çıkarsınlar, yeryüzüne eğilip seni seyre dalsınlar. ¦

• Senin parlak yüzünden, şimşekler çakmaya başlayınca, gönüller, gözlerini korumak için elleri ile yüzlerini kaparlar.

• Her ne kadar gönül bahçesi zevk ve safa elde ettiyse de, kış gibi olan bu ayrılık yüzünden hepsini kaybetti.

• Can bahçesi, sonbahara benzeyen ayrılık gamı ile, hazan gibi sarardı, soldu. Senin baharın ne zaman gelecek de, beni yeşertecek, hayata kavuşturacak?

• Dün, gönlüm, senin oturduğun mahallenin başında yorgun, perişan, uyuya kalmıştı. Hayalin oradan geçti de, gönlümü o halde gördü de...

• Dedi ki: "Nasılsın? Bu ağır hayat şartlarının sana yüklediği yükün altından nasıl çıkacaksın? Öyle acılar çekmiş, öyle zayıflaşmışsın ki, bedenin artık gözle görünmez olmuş."

• Böyle söyledi, sonra geçti, gitti. Fakat o güzel dudaklardan çıkan bu sözün tesiri onun tadından, bu yaralı gönlüm, iyi oldu sağlık buldu, ya Rabbî, onun sevabını sen ver!

 

16. Yıldızlar bile senin nürunu görüp kendilerinden utanırlar.

Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün, Mefa'îlün

 (c. 1, 50)

• Ey vefasız güzel, neden böyle yapıyorsun? Beni perişan ediyorsun? Neden vüzüme bakmıyorsun? Neden beni görünce yüzünü ekşitiyorsun?

• Neden yalnız sana ayrılan, sana bağlanıp kalan, senin vefalı dostun olan gönlümü, her an mızrakla yaralıyorsun?

• Senin cevherin kuyumcuda müşterilerce pek beğenildi. Yani asaletine, rühî güzelliğine, Hakk aşıkları hayran oldular. Öyle olduğu halde neden bizim canımızı da, cihanımızı da alıp götürüyorsun? Neden bize acımıyorsun?

• Sen Hızır'ın çeşmesisin, sen bir kevsersin, ab-ı hayattan bile hoşsun. Senin ayrılık ateşinle yanıp duran ancak benim, neden beni sevmiyorsun?

• Senin sevgin can gibi gizlidir. Sevgi mührünün de eseri, izi yoktur. Böyle olduğu halde, neden gönlüme mühürünü bastın; izler, nakışlar bıraktın? Neden kendini bana böyle sevdirdin?

• Dedi ki: "Ben canın canıyım, canı görmeye heves etme! can görülmez." Öyle olduğu halde neden senin güzel yüzün, canın şekline girdi, can oldu? Hani can görünmez diyordun, neden böyle oldu, neden?

• Ey bütün maddî varlığından kurtulup, sadece baştan ayağa nür olan azîz varlık, yıldızlar bile seni görüp kendilerinden utanıyorlar. Peki böyle iken ne diye şüphe bulutları ile örtünüp, gönüllere, maddî ve manevî güzel'ikle iki yüzlü olarak görünüyorsun?

 

17. (Na't) Peygamberimiz, Efendimize hitap!

Mefa'îliin. Mefa'îlün, Mefa'îliin, Mefa'îlün
 (c. I. 55)


• Mübarek bedenin kadir gecesidir. însanlar onun yüzünden şerefler, devletler elde ederler. Ruhun da ayın on dördü gibi parlaktır. Onun yüzünden karanlıklar yok olur, gider.

• Yoksa sen, Hakk'ın takvîmi misin? Herkesin tali'leri orada yazılıdır. Yoksa sen, mağfiret deryası, bağışlama denizi misin ki, herkesin günahlarını orada yıkar, temizlersin.

• Yoksa sen, Levh-i Mahfüz musun ki, ilham sahibi olanlar, gayb dersini senden alırlar, öğrenirler? Yoksa sen rahmet hazinesi misin ki, Hakk'a yakın olanlar, oradan elbiseler giyerler?

• Yoksa sen, neliksiz, niteliksiz rüh musun ki, bunların hepsinden, herşeyden dışardasın? Bu sırda, künhünü anlayışta, düşüncelerde, te'emmüllerde, kuruntularda sarsılır, perişan olur.

• Sen, güzelliğinin nüru kuyuya akseden ay gibi acaib bir Yüsufsun. îşte akseden bir nümn sevdası ile, nice Yakuplar, milletlerin tuzaklarına, kuyularına düşmüşlerdir.

• Şaşkınlıktan kurtulunca da, onun sıfatlarına bürünürler. Ilahî sıfatlar hayret hududunu geçince onu, kim anlayabilir? Artık sus, derin manalı sözler de, ibretler de kırık, dökük söylendi.

 

18. Bütün güzellerin, güzellikleri onun güzellik denizinden bir damla.

Mefa'îlün, Mefa'îliin, Mefa'îlün, Mefa'îliin
 (c. I, 54)

• Ey gönül, bu hoş devlet yurdundan, bu mana aleminden bir an bile olsa çıkma. Bir an can şarabını iç, bir lahza da şekerler çiğne, rühanî zevkler al!

• Ruhanî tasavvurlar, vicdana dokunmayan, pişmanlığı olmayan zevkler, anlatılmaz güzellikler, bütün bu manevî haller, neşeler, nefısle yapılan gizli savaştan başarılı çıkmak, erenlerin gizli meclislerinde bulunmaktan, yahut da daha gizli olan sırrın da sırrından gelmede...

• Dünyada görülen ve insanı büyüleyen bütün güzelliklerin güzellikleri, onun güzellik denizinden birer damla, fakat susuzluk hastalığına tutulmuş bir kişi, bir damla ile kanar mı?

"İbn Farız hazretlerinin Kasîde-i Ta'iyye'sinin 242 numaralı beyti de hakîkati ifade etmektedir.
"Her yakışıklı gencin ve güzel kadının güzelliği, muvakkat bir zaman için hep O'nun güzelliğinden verilmiştir."

• Ey gönül, dünya zindanlarının en daracığı olan beden zindanından, geniş ınana meydanlarına çıkmak için bir yol var, var ama, senin ayağın derin bir uykuya dalmış da sen kendini ayaksız sanıyor, bu yüzden zindandan çıkmıyorsun.

• Şu yeryüzünde aradığın rızıklardan başka, göklerde ne gizli manevî rızıklar var. Ekmek hazırlayan fırıncının fırınından başka yerlerde ne ekmekler pişebilmektedir. Haberin yok.

•İki gözünü de kapamışsın; "Aydın gün nerede?" diyorsun. Halbuki, günü aydınlatan güneş gözüne düşüyor da, sana; "Aç kapıyı!" diyor; "Ben buradayım."

• Seni, bu tarafa da çekerler, öte tarafa da çekerler. Ey bulanmış, tortulanmış su, şu tortudan şu bulanıklıktan kurtul da, göklere, yücelere yönel!...

Baudlaire (Bodler)'in Kötülük Çiçekleri adlı kitabındaki Elevation (=Yükseliş) şiirinin şu kıtası Mevlana'nın bu beytini terennüm ediyor:

"Bu zehir duygulardan yüksel çok uzaklara
Yukarı havalarda git temizle kendini
Ve berk-i semaların o temiz ateşini
Tanrı iksiri gibi içiver kana kana"

• Sen kendi gönlünde halvete çekilmişsin, düşüncelere dalmışsın, içine daldığın, elbise gibi sırtına giydiğin her düşünce rengi ile, şekli ile senin yüzünden belli olur. Onu gizleyemezsin.

• Her ağacın gönlü, hangi tohumdan, hangi taneden su içerse, o içtiği su, ağacın dalında, yaprağında kendini gösterir.

• Elma tohumundan su içmişse, ondan elma yaprağı biter; hurmadan su içmişse hurma verir.

• Nasıl hekim hastaların betinden benzinden hastalığını antarsa, gönül gözü açık olan da, yüzünün, gözünün renginden senin dinini, inancını anlar.

• Dininin halini, sevgini, kini, renginden anlar. Fakat gizler, söylemez, seni rezil etmez.

 

19. Gül kendi güzelliği ile, bir güzellik bağışlayanın bulunduğuna şahitlik eder.

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îliin, Mefa'îliin

 (c.I, 57)

• Ey müslümanlar, ey rnüslümanlar, güzelliği, yarım bir dikeni bile cennet bahçesine çeviren bir sevgili hakkında ne demeli? Ne söylemeli?

• Onun aşkı, bir diyara bir an için olsun gelse, orayı şerefelendirse, mekanları mekansızlık alemine çevrir, yerleri baştan başa paha biçilmez madenlerle doldurur.

• Allah'ım bu nasıl nürdur ki, her hüriye güzellik bağışlar, lütfederse, ateş bile isterse tabiatini terkeder. Ab-ı hayat olur.

• îlkbaharı kıskançlığından «ötürü kırar, geçirirse ne çıkar? 0 lütfu tutar da sıkarsa binlerce ilkbahar meydana getirir.

• Onun yüzü güneştir. Dünya ise o güneşin yüzüne bir perdedir. Fakat nakış, resim; nakıştan, resimden başka ne görebilir?

• Gül, ilkbahara o güzellikleri vereni tanımasa bilmese bile, kendi güzelliği ile bir güzellik bağışlayanın bulunduğuna şahitlik eder. Der ki: "Benim rengime, kokuma, güzelliğime bakınız, elbette bunları bana veren biri var. îşte bana bu güzellikleri lütfeden, size de o güzellikleri vermiştir."

"Hz. Mevlana Mesnevî'mn VI. cildinin 2700 numaralı beytinde şöyle buyurur: "Allah kendisine kullukta bulunan güllere ne vefalı davranır, onlara ne güzel renkler verir, ne hoş  kokular bağışlar." Bir ruba'îsinde ise şöyle buyurur: "Ey gönül, sen gül bahçesinin güzelliğine mi hayran oldun da gülüyorsun? Veya aşk bülbüllerinin ötüşleri mi seni güldürüyor? : Yahut gizli sevgilinin yanağındaki gül gibi mi açılıyor ve gülüyorsun? Galiba sende ona benzer bir şey var. Bu yüzden neşeleniyor, bu yüzden gülüyorsun

•Eger gülün bundan haberi olsaydı, rengi daima kırmızı ve ter ü taze kalırdı. Cünkü, aklı başında olan bir kişinin yaşayışına bir afet gelmez.

• Sen aklını başına al da, öyle bir güzel bul ki, işi gücü bu olsun, ölümsüzlük yönünden olsun. Yoksa gül gibi solacak, sonunda can verecek, ölüp gidecek bir güzele neden can vermeli, gönül vermeli?

• Tebrizli Şemseddin yüzünden kanlar dökmeye karar verdim. Benim elimde Zülfikara benzeyen bir aşk kılıcı var.

20. Onunla gizli gizli konuş, bütün sırlarını, dileklerini çekinmeden söyle!

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îliin, Mefa'îliin

(c.I, 58 )

• 0 padişah geldi, o padişah geldi. Eyvanı (terası) süsleyen, o Kenan güzeli-nin güzelliğine hayran olarak bileklerinizi bile kesin!

• Canın canının canı gelince, canın adını anlarnak yersizdir. 0 padişahın önünde can, kurban edilmekten başka bir işe yaramaz.

• Ben aşksız kalınca yolumu kaybetmiştim, şaşırıp kalmıştım. Birden bire aşk karşıma çıkıverdi. Sevinçten kendimi dağ gibi hissettim, sonra onun güzelliği ile eridim. Aşk padişahının atı için bir saman çöpü oldum.

• İster Türk olsun, ister Tacik, her kul ona bendedir. Hem de canın bedene yakın olduğu gibi ona yakındır. Yakındır ama, beden canı asla göremez.

• Haydi dostlar, baht geldi, tali' geldi, devlet geldi. Elinde ne varsa dağıtıp duruyor, herkese mutluluklar bağışlıyor. Sanki şeytanı azletmek, kovmak için bir Süleyman geldi, tahta oturdu. Ondan yararlanın!

• Ne duruyorsun? Haydi sıçra, yerinden kalk, elin, ayağın yok değil ya! Süleyman'ın sarayının yolunu bilmiyorsan, hüdhüdü bul, yolu ondan sor!

• Orada, onunla gizli konuş, bütün sırlarını, dileklerini çekinmeden söyle;Süleyman bütün dilekleri kabul eder. 0 kuşların bile dillerini bilir.

• Ey kul! Söz rüzgar gibidir. Gönlü dağıtır, perişan eder, fakat Şems; "Dağınık şeyleri, topla!" diye buyuruyor, bunu da bil !.

21. Bahar mevsimi gül bahçesine canları davet etti.

Mefa'îlün, Mefa'îliin, Mefa'îliin, Mefa'îlün
 (c. I, 62)

• Bahar geldi, bahar geldi, Hakk aşıkı ile mest olanlara, ötelerden, güzeller peygamberinden selamlar getirdi.

• Süsen sakîden, aşk şarabı ile mest olanların kerametlerine dair bir şeyler duymuştu. Onlan selviye söyledi. Selvi bunları duyunca mest olan aşıklara saygı gösterdi. Ayağa kalktı ve adından ötürü bir daha oturmadı.

• Lalenin aşıklara kadeh sunduğunu gördü de bahçe onca Hakk aşıklanna çiçekler saçtı, sonra mezeler ikram etti.

• Sonra nisan bulutunun ağlayışından, kış mevsiminin soğuk, dondurucu nefesinden bir çok masallar söyledi. Hilelere baş vurdu. Sonunda bahçe aşıkları kandırdı.

• Ayrılık soğuğu, aşıkları nezle ettiği için, bahçe gönül buhurdarında öd ağacı ile üzerlik yaktı. Etrafa güzel kokular yaydı.

• Sonra sakîye seslendi: Ey sakî, dedi. Gülleri asla solmayan, ölmezliğin gül bahçesine gel, daha sonra hakîkat madeninin damına çık. Çünkü görünmez gizlilik aşıkları evlerinden de çıkardı.

• Ey sakî, bahar mevsimi güzellere çok değerli paha biçilmez elbiseler giydirdi. Bahçeye gir de onlan seyret!

• Bahar mevsimi bu gül bahçesine canları davet etti. Bizi de eşsiz sevgilinin güzel yüzü çağırdı. Sen şimdi dikkatle bak da gör: Aşıklara bahçe bu devletlerden, bu armağanlardan, hangisini getirdi?

22. Sana Firavun'a yakışan debdebe, yücelik gerekse; aşkı geri ver!

Mefa'îlün, Mefa-îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün

 (c. I, 59)

• Sen, hor görülmekten şikayet ediyorsun, ağlayıp duruyorsun, sızlanıyorsun, hor görülüşteki lütufları, ihsanları göremiyorsun. Ya Hakk'tan yardımlar, ihsanlar isteme, yahut az şikayette bulun!

• Sana, Firavun'a yakışan debdebe, yücelik gerekse, sana yakışmayan aşkı ver, Fıravun gibi vilayetler al, malını, mülkünü artır, ihtişamlı bir hayat sür!

• 0 can ne mutlu candır ki, sonunda bahta, mutluluğa erişmek için daha önceden hor görülmeyi, aşağı görülmeyi alır da öper, başına kor.

• Pek büyük olan, kıyısı kenarı bulunmayan o hiddet denizinden binlerce kol ayrılır, her tarafa rahmet ırmakları akar. 0 ırmaklar, merhameti sonsuz olan Allah'ın iyi, kötü bütün kullarının can bahçelerine ulaşır, her canı suya kavuşturur. 0 hiç kimseyi mahrum bırakmaz.

" Ey gönül, sen o dereye bakma! 0 dere ile yetinme; için daralır, o derelerin önune çıktıkları kaynağa, sonra hep orada birleşeçekleri  asla, vahdet deryasına bak!

• Bir domuz misk içinde, bir insan da pislik içinde doğsa, her biri rızık bakımından da aslına gider, her bakımdan da aslına varır.

• Hakk kapısının uyuz köpeği bile dünyadaki bütün arslanlardan iyidir, değerlidir. Çünkü o Hakk'ın aşkını söyler ve o kapıyı gözetme ve bekçilik yapma usullerini bilir.

 

23. Ben ilahî tecellî ile yerinden kopmuş,
 parçalanmış bir dağ gibiyim.   
• Bu nefisten, heva ve hevesden kurtuldum. Bunların dirisi de bela, ölüsü de bela. Halbuki ben, ister diri olayım, ister ölüp gideyim, yerim, yurdum Allah'ın lütfundan başka bir yer değildir.

• Ey susmak! Benim özüm sensin, sevdiğimin perdesi de sensin. Susmanın en değersiz lütfu, insandan korkunun da, recanın da yok olup gitmesidir. însan kaderin getirdiklerine karşı susarsa, şikayet etmezse, onda ne korku kalır, ne de reca...

• Beni kederlerle, belalarla yıkmadıkça, harap etmedikçe Allah, bendeki gizli hazîneyi hiç bana verir mi? Beni coşkun bir sele kaptırmadıkça, nasıl olur da beni çeker, ihsan denizine götürür?

• Ben aynayım, ben aynayım. Ben gevezelik eden, söz söyleyip duran kişi değilim. Ben sustuğum için siz benim gönül feryadımı duyamazsınız. Ancak kulaklarınız göz kesilirse benim perişan halimi görür, anlarsınız.

•Rüzgarda el sallayıp duran ağaç gibi el sallamaktayım. Gökyüzünde dönüp dolaşan ay gibi çarh etmedeyim. Yeryüzünde yaşadığım için çarhım, yeryüzü kokuyor, yeryüzü rengindeyim ama ben topraktan yaratılmış olsam da, bende ilahî em'anet bulunduğu için benim çarhım, gökyüzünün çarhından daha temiz, daha hoş....

•Ey söyleyen arif, söyle, söyle de hakîkati söylediğin için sana dua edeyim. Cünkü her seherde dua vakti gelince güzelleşirim, hoş, neşeli bir hal alırım. Adeta mest olurum.

• Ben abamı, hırkamı senden esirgemem, padişahtan ne gelirse, padişah ne lütfederse yarısının yarısı benimdir.

• Hakîkat kadehi, sonsuzluk kadehi, bana padişahın kendi eliyle sunulmaktadır. 0 şarabın bir yudumunu içen dilenci güneş çeşmesi kesilir de nüra susamış olanlara nür suları ikram eder.

• Benim boğazım hasta, konuşamayacağım, ben sustum. Ey güzel sözler söyleyen arif! Sen söyle! Çünkü sen Davud seslisin, bense ilahî tecellî ile yerinden kopmuş, parçalanmış bir dağ gibiyim.