sumeyye
Thu 10 March 2011, 12:19 pm GMT +0200
B- BU MAHKEMELERİN GÖREVLERİ, FEVKALÂDE YETKİLİ HÂKİMLE GENEL HÂKİM ARASINDAKİ FARK
Topluluğu sevk ve idare ile görevli olan şahıs fevkalâde muhakeme işlerine bakmak için bir gün tâyin eder, O gün şikâyeti olanlar, hak arayanlar işlerinin çözümünü isterler. Bu idareciler diğer günlerde devlet işlerini yürütürler.
Bir şahıs, yalnızca fevkalâde mahkeme işlerine bakmak Üzere tâyin edilmişse, haftanın her günü görevini yerine getirir. Böylece halkın şikâyetten, kötülükleri aksettirmekten çekinmeleri, yüksek memurları fazla meşgul etmeleri önlenmiş olur.
Fevkalâde yetkili mahkemelerde işlere bakan hâkim bu görevi yerine getirirken 5 grup insana da ihtiyacı vardır. Onlarsız bu işlerini yapamaz.
1- Yardımcı polisler, bekçiler: Kuvvetli ve cüretlileri önlemek, onları duruşmaya, dîvana getirmek için.
2- Hâkimlerin, hakemlerin bulunması: İhtilaflı hususta hakkın tam olarak belirmesi, mes'elenin çözülmesi için.
3- Hukukçular, bilirkişiler: Karışık işlerin, olayların sorulup danışılması için.
4- Kâtipler: Taraflar arasında cereyan eden, leh ve aleyhlerine olan husuları, mahkeme zabıtlarını yazmak için.
5- Şahitler: İhtilaflı mes'ele hakkında bildiklerini, gördüklerini söylemek, mahkemenin cereyan tarzını takibetmek, verilen kararı geçerli kılmak için bulunurlar. Bu beş sınıf kimseler tamam ve hazır olduktan sonra dâvaya bakılır.
Mezâlim Mahkemeleri (Fevkalâde Yetkili Mahkemelerinin görevleri 10 kısımdır:
a) idarecilerin, teb'aya (idare edilenlere) zulmetmesi, cebir ve şiddet hareketlerinde bulunması, hallerinde bunlara bakar. İdarecilerin bu hareketleri önlenir. İnsaf ve merhameti bırakmıyan memurlarla değiştirilir. Bu açıdan memurların durumunu araştırır. Anlatıldığına göre:
Ömer b. Abdi'1-Aziz ilk halîfe olduğunda topluluğa şöyle konuşmuştur: "Allah'dan korkmanızı tavsiye ederim. Çünkü o, kendinden korkmayana yüz vermez, müsâade etmez, Öylelerinin işlerini kabullenemez. Şüphesiz idarecilerin bir kısmı insanları doğruluktan uzaklaştırdılar. Kötülükleri yaydılar, kötülerle işbirliği ettiler. Allah'a şu hususta and içerim ki: İyi bir âdet terk edilmişse onu diriltmeye, kötü bir âdet de yaygmlaşmışsa onu da önlemeye çalışırım. İsterse bu işler için bir saniyelik ömrüm olsun. Âhire tinizi düzeltin, imar edin ki dünyânız da düzelsin. Hükümdarlarla insanlar arasında ölümden başka bir şey yoktur. Hepsi de fanidirler." Ölüme o da dalıp gidecektir.
b) Vergi memurlarının vergi toplarken gösterdiği zorlukları önlemek, onların dînî esaslara, halîfelerin emirlerine göre Ölçülü hareket etmelerini sağlamak. Alınması gereken vergi miktarı ne ise onu almak. Fazla vergi alınmışsa hazîneden tekrar mükellefe iade ettirmek, noksan vergi alınmışsa mükelleften noksan kısmı tahsil etmek. Anlatıldığına göre: Abbasî halîfelerinden Mehdî, bir gün malî hususta duruşma yaparken para konusunda kendisine bir olay anlatıldı, durumu soruldu. Süleyman b. Vehb dedi ki:
- Ömer b. el-Hattab (r.a.) Irak halkına haraç vergisini koymuştur. O zaman henüz Doğu ve Batı'da madenî her çeşit paralar, İran ve Bizans hükümdarı adına ve oranın Ölçülerine göre darbe-diîiyor, piyasaya sürülüyordu. Halk ellerindeki malı bu paralarla alıp satıyorlardı. Sonra insanlar paralarda hile yaptılar. Taberiye denilen dinarla vergiyi öderlerdi. Bunun 4 danikini (40 arpa tanesini) 1 miskaî (6.8 gr.) e eşit saydılar. Ona göre de vergilerini ödüyorlardı. Ziyad, Irak'a vali olunca vergileri para olarak almaya başladı. Emevîlerin diğer vergi memurları da aynı usulü, Abdu'l-Melik b. Mervân zamanına kadar takip ettiler. Abdu'l-Melik, paraların durumu ile Taberiye ölçüsünü karşılaştırmış, parayı ve miskâli kendi ellerinde Ölçü olabileceğini, kullanıl m al arının bir mahzuru olmadığım belirtmiştir. Sonraları Haccâc yine vergileri para olarak toplamaya başlamıştır. Ömer b. Abdi'1-Aziz Halîfe olunca, para ve miskâli ölçü olarak kabul etmiş, bu durum Mansur zamanına kadar gelmiştir. Mansur devrinde Irak ve İran halkının direnmesi üzerine buraların en çok yetişen hububatı arpa ve çavdar üzerinden para olarak alınan haraç vergisini kaldırdı, tekrar arpa ve çavdar olarak aynî haraç vergisi almaya başladı. Az yetişen hububat ve meyvelerden para ölçülerine göre vergi aldı.
Bu olaylar üzerine Halîfe Mühtedî: "Geçmişte ve hal-i hazırdaki işlerden ötürü insanlara zulmetmekten Allah'a sığınırım, insanlardan bu türlü ağır vergiyi kaldırınız", demiştir. Hasan b.
Mahled, halîfe Mühtedî'ye:
- Geçip giden halîfeler bu türlü vergileri kaldırsaydılar her yıl hazînelerinden 12 milyon dirhem kıymetinde mallar çıkmış olurdu. Bu söz üzerine Halîfe Mühtedî,
- Hazînenin malının tamamının gideceğini de bilsem hakkı korumak, zulmü yıkmak için bu ağır haraç vergisini kaldırıyorum, demiştir.
c) Devlet mallarının ve mülklerinin kayıtlarını lüzumu ânında kontrol etmek. Bu işle görevli memurlar halkın devlet malından yararlanacağı miktarı, kimlere ait olduğunu, ne kadarını tekrar devlete iade etmesi gerektiğini esaslı bir şekilde yazarlar. Bu memurlar doğruluktan ayrılır, malların kayıtlarım noksan tutarlarsa gerekli hükümlere göre bu yanlış hareketlerin, önüne geçilir. Anlatıldığına göre:
Mansur, Dîvan kâtiplerinin yolsuzluklarını, işitince onları toplamış, hepsini birden cezalandırmıştır. Bu olay üzerine kâtipler tarafından şu şiir söylenmiştir:
"Ey Halîfemiz, doğruluk ve şeref içinde Allah Ömrünü uzun etsin.
Bize kötülük de etseler senin afvınla kurtulmaktayız. Sen halkın canı ve malı için bir koruyucusun.
Biz kâtipler kötülük ettik, aramızda iyi kâtipler kalmamıştı. Artık biz de ıslah-ı nefs ettik."
Bunun üzerine Mansur onların tahliyelerini emretti. Şiir söyleyen kâtibini de mükâfatlandırdı. Çünkü o, kabahatlerini mertçe
açıklamıştır.
Buraya kadar sayılan üç görevde şikâyetçiye lüzum olmadan da doğrudan doğruya bakılmaktadır.
d) Hazîneden kendilerine yiyecek ve içecek yardımı yapılanlar erzakın geç ve noksan verilmesi hâlinde şikâyet üzerine duruma el koymak. Bu konuda hâkim kayıtları kontrol eder, eski verilenlerden daha noksan bir miktarda erzak ve maaş verilmişse ve bu noksanlık memurun şahsından ileri geliyorsa ona aradaki noksanlık ödettirilir. Kayıtlardan ve hazînenin almış olduğu tedbirden ileri geliyorsa hazîne aleyhine hâkim karar verir. Bazı ordu komutanları Halîfe Me'mun'a:
"Ordunun aç oluşundan, bu sebeple yağmaya teşebbüs edeceklerinden" haberler yazmışlar, Me'mun da: "Şayet erzak âdil dağılırsa aç kalmazlar, karınları doyurulur, takdir edilen hakları (maaşları) verilirse yağmaya teşebbüs etmezler." diye cevap vermiştir. Erzakı tam göndermiş, görevlerinde sû-i istimal edenleri görevlerinden almıştır.
e) Gasbolunan mal ve hakları geri vermek. İki gruptur.
aa) İdareci şahısların, bazı şahıslara âit mal ve mülkü ya rağbetten (onu ele geçirmeyi çok arzulamaktan) veya zorla almalarıdır. Fevkalâde yetkili hâkim durumu açıkça bilirse iadesini emreder. Durum açık olarak anlaşılmıyorsa duruşma yapar. Mal sahibi malı nereden elde ettiğini, isbat ederse mal gâsıbtan alınır, sahibine verilir. Mal, Divân-ı Sultanî'de (Devletin mal deposunda) ise ayrıca bir delil ve şahide gerek olmadan malı kendisine verilir. Yoksa o zaman tazminata hükmedilmesini emretmiştir.
Halîfe Ömer b. Abdi'1-Aziz, bir gün namaza giderken Ye-men'den gelen ve kötülüğe mâruz kalmış olan bir kişi şu şiiri okuyordu.
"Sarayınızın kapısında gadre uğrayan, kötülüğe mâruz kalmış, sizlere çok uzaklardan gelmiş birisi dâva açmakta, hakkının verilmesini istiyor." Bunun üzerine, Halîfe:
- Sana kötülük eden kim? Kötülük edilen husus nedir?
- Velid b. Abdi'l-Melik arazimi aldı, gasbetti.
- Kuyudâtçı, ganimet mallarına ait defteri getir, dedi.
Halîfe deftere baktığında, Abdullahu'l-Velid b. Abdi'1-Me-lik'in, başkasına ait arazîyi gasbettiğini, temellük ettiğini görür. Bu kaydın düşürülerek dâvâcı Yemenli adına kaydedilmesini, bir miktar da lehine tazminata hükmedilmesini emretmiştir.
bb) Bir kısım menkul malların ve hukukî tasarrufların gasbı. Bu iş de ya idareciler yahut kuvvetli (mütegallibe) şahıslar tarafından yapılır. Mal sahibinin şikâyet ve talebi ile 4 yoldan biriyle mal gâsıbın elinden alınır. Ya gâsıbın ikrar ve itirafîyle, ya fevkalâde işlere bakan hâkimin malın kime ait olduğunu bilme-siyle, ya gâsıbın gasbettiğine dair bâzı delillerin bulunmasiyle, yahut da şahsın malı gasbettiğine dair bazı şahitlerin şehâdeti ve haberlerin ulaşmasıyladır.
f) Vakıf mallarını himaye, koruma: Vakıf mallar iki kısımdır.
aa) Genel vakıflar,
bb) Özel vakıflar.
aa) Genel vakıflardan yararlanmada şahıs, vâkıfın şartına uyuyorsa istifadesine mâni olunmaz. Önlenirse şikâyette bulunabilir. Vakfın genel bir vakıf oluşu da ya bu işle meşgul olan memurların kayıtlarından öğrenilir, ya, devletin bu konudaki izninden tasarruflarından öğrenilir. Yahut da çok önceden bu hususta geçmiş olan kayıtlardan, vakıfnamelerden Öğrenilir.
Bu üç yoldan biriyle genel vakıf olduğu öğrenilmezse, o vakfın özel vakıf olduğuna hükmedilir.
bb) Özel vakıflardaki ihtilâflarda ise: Vakıf ehli şahıslar hakkın isbâtı için hâkime müracaat ederlerse ihtilaf çözülür. İhtilaf hâkim önünde görülür. İdare makamlarına gitmeye lüzum yoktur. Âdil şahitler yoksa eski kayıt ve defterlere de bakılmaz. Mütevelli heyetinin özel vakıf olduğunu belirtmesi, kaydettirmesi yeterlidir.
g) Hâkimler vermiş oldukları kararlardan bir kısmını infaz edemeyince bunların hükmünü yerine getirmek. Çünkü fevkalâde yetkili mahkemelere bakan hâkimler kuvvetçe daha üstün, emirleri daha geçerlidir. Hükmün gereği ne ise onu tamı tamına infaz eder.
h) Devlet memurlarının, özellikle maliyecilerin vazifelerini yerine getirirlerken karşılaştıkları güçlükleri yenmek. Memurun aczinden yararlanan, vergisini inkâr eden kimselerin bu hallerine mânı olur. Allah'ın hakkına, kamu hakkına ait konularda yerine getirilmeyen hakları, yapılmayan işleri yerine getirttirir.
ı) İbâdetlerin yerine getirilmesini kontrol eder. Cumaların, bayramların, haccın, harblerin kontrolünü yapar, şartlarını arar, ihlâllerini önler. Çünkü Allah'ın hakkı yerine getirilip yapılma da en üstün bir haktır.
j) İhtilâfa dürmüş olan şahıslar arasında ihtilâf konusu şeye bakar. Hâkimler giDİ gerekli duruşmayı yaptıktan sonra adaletin îcâb ettirdiği ne ise ona göre hükmeder. Hükümde şüpheye düşü-lürse bakılır: İsabet edilen kısımlar alınır, diğerleri bırakılır.
Fevkalâde mahkemeler hâkimi (Mezâlim işleri hâkimi) ile genel mahkeme hâkimi arasındaki farklar 10 kadardır.
1- Fevkalâde mahkemelerin hâkimi heybetli kuvvetli olmalı ki, bu suretle mütegallibeden hakkı alabilsin, onun yaptığı kötülükleri Önlesin, husûmetlerin önüne geçsin. Bu şart genel hâkimde aranmaz.
2- Fevkalâde yetkili mahkemeler hâkimi, dar olan hususları imkân nisbetindt, genişletir, sözleri açık seçik olur, kısa konuşma, özlü karar verme yerine, geniş anlaşılabilir şekilde konuşur, karar verir.
3- Anlaşılması güç gelen hususlarda, yanlış ve doğruyu bilmek ve bulmak için hakikatin ortaya çıkmasında durumları, şâhidleri, delilleri, sebepleri araştırmak için, tarafları korkutmak, tazyik altında tutmak için bazı tedbirler kullanabilir. Bu suretle hak ve hakikate ulaşır.
4- Hükümlerden kaçman, dinlemiyenlere karşılıkta bulunur. Kötülüğün önüne geçmek için gerekli tedbiri alır.
5- Şüpheli işlerde yavaş hareket etmek, şüphenin giderilmesinde işi geciktirebilir. Bölgenin en büyük idare makamına, valiye gönderebilir. Halbuki genel mahkeme hâkimi böyle bir şey yapamaz, dâvaları yersiz geciktiremez.
6- Taraflar ihtilâfı karşılık bir hâle soktuklarında fevkalâde yetkili hâkim nzâ ve sulha lüzum olmadan, hal için ihtilâfı hakemlere gönderir. Hâkim ise ancak taraflar anlaşınca hakeme havale eder.
7- inkâr alâmetleri gözükürse taraflar ile hiç konuşmaz, arkadaşlık etmez. Kefalet verilmesi mümkün olan yerlerde kefil ister. Yalan ve inkârdan tarafları uzaklaştırır, kendi de uzak durur.
8- Yanlış ve karışık şahitlikte bulunanların yanında diğer şahitleri de bulundurur, bunları yüzleştirir, bilirkişilerin fikirlerini dinler.
9- Şahitler kasden yeminlerini değiştirirlerse yeniden yemin verir. Şüpheyi gidermek için yemin ve şâhid adetlerini artırır. Hâkim ise böyle bir şey yapamaz.
10- İhtilâf konusunda, işe önce şahitleri celbedip, ifâdelerini aldıktan sonra tarafları dinler. Hâkimlerin âdeti ise, dâvâcı ve dâvâlılar delillerini getirip serdettikten sonra şahide müracaat etmektir.
Dâvalara bakma ve muhakeme usulünde bu 10 farkın dışında fevkalâde yetkili mahkeme hâkimleriyle genel mahkeme hakimlerinin bir farkı yoktur. Diğer hususlar aralarında müşterektir.[87]
[87] El-Ahkâmu’s-Sultaniyye, Ebu’l-Hasan Habib, Bedir Yayınevi, 1/ 161-168.