- Bu Güvensizlikle Nereye

Adsense kodları


Bu Güvensizlikle Nereye

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
reyyan
Wed 2 November 2011, 08:43 pm GMT +0200
Bu Güvensizlikle Nereye


Mayıs 2005 77.SAYI


Ahmet SAFA
kaleme aldı, AYIN KONUSU bölümünde yayınlandı.


Sebebi ne olursa olsun, bir toplumun içinde imanın keyfiyeti kalplerde azalır; bir tarafta fakirlik ve ihtiyaç, diğer tarafta sefahat ve ihtişam çoğalırsa, toplumda güven bunalımı ortaya çıkar.

Bizler geçmişte rüzgâr ektik. Din, ahlâk ve maneviyat adına ne varsa aşındırdık. Şimdi ise, fırtına biçiyoruz.

Doğruluk, güven ve itimat büyük ölçüde ortadan kalktı. Hile, sahtecilik, döneklik, iffetsizlik normal faaliyetlerden sayılmaya başlandı. Bu toz-duman içinde tilkiler insan postuna büründü.

Aslında fırtına henüz başlamadı. Bu toplum manevi bir atılım yapmadıkça, asıl felaketi önümüzdeki 5-10 yıl içinde beklemek kehanet sayılmamalı.

İnsanların malları, canları, ırzları belki bugünkünden yüz kat daha fazla tehdit altında kalacak. Belki bazı sokaklarda gündüz dolaşabilmek cesaret isteyecek. Ne yazık ki bu akıbetin ipuçları gözden kaçmayacak kadar açık.

Emanetin tamamen kaybolacağını, dürüst insanların, “falanca kabilede/toplulukta dürüst insanlar varmış” diye parmakla gösterileceği günleri haber veren hadis-i şerif, çok yakın zamanları anlatıyor gibi...

Bugünün dünyasında her yerde, her konuda eksikliğini hissettiren güven eksikliği, en büyük ahlâk sorunlarından biri olarak hayatımızı derinden etkiliyor. İnsanları “emin” kılan, güvenilir yapan değerlerden kopmanın meş'um bedeli, aslında çok daha önce kapımızı çalabilirdi.

Fakat bunca tahribata rağmen, taklidî de olsa sinelerdeki pırıltıları tamamen yok olmayan imanın hayatımızdaki tezahürleri, kötü akıbeti geciktirebildi. İslâm'ın geleneklerimize yansıyan güzellikleri, az da olsa zekât ve yardımlaşmanın sıcak atmosferi, toplumu derinden sarsabilecek fırtınayı bir süreliğine erteledi.

Adalet ve maneviyat ihtiyacı


Günümüzde ise, çağdaş kültürün hayat telakkisi artık taklidî imanı zorlamaya başladı. Hem o kadar zorlamaya başladı ki, selin önündeki kütük gibi, önüne kattığını götürüyor. İslâmî değerlere yaslanan eski hayat telakkisi tamamen değişti. Kerpiç evinde bulgur pilavını yiyip, ayran tasını başına diktikten sonra Allah'a hamd eden huzurlu ve mütevekkil adam, yerini yeni çağın hayat standartlarını yakalamaya çalışan hırslı adama bıraktı.

Günümüzde kitlelerin bir bölümü, belki bugünün asgari hayat standartlarına da razı. Fakat ne yazık, ortada herkese yetecek büyüklükte pasta yok. Çünkü gelirin büyük çoğunluğunu küçük bir azınlık paylaşıyor. Şairin dediği gibi: “Bir kişiye dokuz, dokuz kişiye bir pul” düşüyor. Bu durum karşısında ciddi sefalet tablolarının ortaya çıkması kaçınılmaz hale geliyor.

Sonuçta ahlâkî değerler birbirinin ardı sıra kristal vazo gibi tuz-buz olma yolunda. Sabır fitneye yenik düştü. Tevekkül ve Hakk'a itimat, sebepler karşısında unutuldu. Vicdan en talihsiz günlerini yaşıyor.

Halbuki pastanın büyük dilimini paylaşanlar, daha fazlasını değil, sadece zekâtlarını vermiş olsalardı, meselenin ekonomik boyutu belki tamamen çözülecekti. Bu da bir kısım ahlâkî değerleri ayakta tutabilecekti. Ne var ki, sadece yardımlaşma ve zekât, çağımızdaki güven bunalımını aşmak için yeterli değil.

Eğer sadece maddi refah yetseydi, “gelişmiş” addedilen toplumlarda insanlar yan komşunun kim bilir hangi ani bunalımla silahını çekip kapıya dayanabileceği korkusuyla yaşamazdı. Çocuklarını dışarıya yalnız bırakabilirlerdi. Bu kadar büyük “güvenlik” harcamalarına ihtiyaç duyulmazdı.

O dünya uzak değil


Allah'ın yegane sahih dinine bağlanmadan, o dinin tahkîkî, yakînî, kâmil imanını elde etmeden hiçbir devirde tam bir güven ve huzur toplumu oluşmamıştır.

Böyle bir saadet toplumunu yeniden inşa etmek katiyen imkansız değildir. Tarihin şeref levhaları bunun örnekleriyle doludur. Saadet Asrı önümüzdeki en canlı misaldir. Yakın geçmişimizde Osmanlı toplumundaki emniyet ve güven atmosferine bakmak da yeterlidir.

Bir iki örnekle meseleyi özetledikten sonra asıl konumuza girelim: Osmanlı ordusu sefere giderken düşman topraklarında bağ ve bahçelerden geçiyorlardı. Bahçelerin sahipleri korkularından dağlara kaçmış, dizlerini döverek manzarayı seyrediyorlardı. Ordu ayrılınca bahçelerine döndükleri zaman hayretten donakalmışlardı. Çünkü Osmanlı askerleri yedikleri meyvelerin parasını dallara asmış öyle gitmi ş lerdi . Dünyaya kafa tutan bu insanların içlerinde Allah korkusu, emanet duygusu olmasaydı onlara kim mani olabilirdi?

Yine Osmanlı toplumunda büyük camilerin müştemilatında zekât taşları bulunurdu. Zengin gece kimsenin görmediği bir vakitte gelir, taşın kapağını açar ve bir miktar para bırakırdı. Fakir de gece karanlığında gelir, kapağı kaldırır, ihtiyacı kadar para alır, gerisini bırakır giderdi. Böylece zenginle ihtiyaç sahibi birbirini tanımaz ve fakir minnet altında kalmazdı.

İşte İslâm'ı gönüllere hakim kılan bu ruhtu. Eğer hakimiyet sadece kılıçla sağlanmış olsaydı, o devrin şartlarında devlet bir insanın ömrü kadar bile ayakta durmaya güç yetiremezdi. İslâm'ın yeniden tüm dünyaya neşredilmesi de, inşallah istikbalde böyle bir toplumun yeniden inşa edilmesiyle mümkün olacaktır.

Emanet ve iman


“Güven”in imanla alakasına dikkat çeken Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz, gayet tonlu ve çarpıcı bir ifadeyle: “Emaneti olmayanın imanı yoktur.” buyurmaktadır. Yani Allah Tealâ ve kullarına karşı vazifesini yapmayan, emanete hıyanet eden, yalancı, sahtekâr ve kaypak kimsenin, imanı da tam değildir.

Bunlar, verdikleri sözde durmayan, imkanları varken borçlarını ödemeyen, ücretini aldığı halde çalıştığı işi doğru dürüst yapmayan, söz verdiği zaman sözünü yerine getirmeyen kimselerdir. Allah Tealâ'nın emirlerine de tam olarak riayet etmezler. Ailesine ve diğer insanlara karşı hayırsızdırlar. Eşya ve hayvanlara merhamet etmezler.

Bu vasıfların tamamını veya bir kısmını taşıyan kimseler kâmil mümin olamayacakları gibi, kâmil müminlerin dışında da sağlam bir emniyet ve güven duygusuna rastlamak zordur.

Halbuki, “mümin” kelimesi “emanet, emniyet ve iman” kelimeleriyle aynı kökten gelmektedir. Yani “mümin” yeryüzünde inancın, emniyet ve güvenin temsilcisi demektir. “s-l-m” kökünden gelen “ islâm ” ve “selam” kelimesi de; güven, emniyet ve barış manalarına gelmekle aynı manayı kuvvetlendirmektedir. “Selam”laşan iki müslüman , birbirlerine “huzur, barış, esenlik ve güvenlik seninle olsun” diye dua etmiş olmaktadırlar.

Hz. Peygamber s.a.v .: “Müslüman, dilinden ve elinden diğer müslümanların salim olduğu kimsedir. Mümin ise kanları ve mallarına karşı (diğer müminleri) güvence içinde kılan kişidir.” buyurmak suretiyle, “ müslüman ” ve “mümin”in ortak özelliğine dikkat çekmiştir. Yani bir kimsenin elinden ve dilinden emin olunamıyorsa, o kimse ya müslüman ya da kâmil bir mümin değildir.

-----------------------------------------------------------------------

EN GÜVENİLİR OLAN'I HATIRLAMAK


“İnsan insanın kurdudur” anlayışının insanlık onur ve haysiyetini kemirdiği bugünün dünyasında, gelmiş geçmiş “En Emin İnsan”ı hatırlamak, O'nun yâdıyla tazelenmek, O'na muhabbetimiz vesilesiyle O'nun ahlâkından bir nebze olsun hayatımıza devşirmek, umulur ki yaramıza merhem olur.

Düşmanının emanetini bile korurdu


Alemlerin Efendisi s.a.v. nübüvvetten önce cahiliye devrinde bile “ Muhammedü'l-Emîn” adıyla tanınırdı. O'ndan daha güvenilir kimse yoktu. Can düşmanları bile O'nun asla ihanet etmeyeceğinden ve katiyyen yalan söylemeyeceğinden emindiler.

Medine'ye hicret ederken evinin etrafı sarılmıştı. Hz. Ali'yi yatağına yatırmış, sabahleyin emanetleri sahiplerine vermesini emretmişti. Kendisi de müşriklerin yüzüne toprak saçıp “Biz onların önlerine de arkalarına da sed koyduk.” ( Yâsin , 9) ayetini okuyarak müşriklerin arasından gayet emin bir şekilde ayrılmı ş tı .

Böylesine zor bir anda bile, canına kastedenlerin emanetlerine hıyanet etmemişti.

Düşmanları bile sözüne güvenirdi


Allah Rasulü s.a.v. hayatında bir kere bile yalan söylememişti. Nihayet büyük bir davayla ortaya çıktığı gün, tevhidi ve nübüvvetini ilan etmek üzere Ebu Kubeys tepesine çıkmış, kavmine şöyle hitab etmişti:

- “Ey Kureyş topluluğu, size şu dağın eteğinde düşman süvarisi var, size baskın yapacak desem, bana inanır mısınız?” diye sordu. Hepsi bir ağızdan:

- “Evet inanırız. Çünkü şimdiye kadar senden hiç yalan duymadık, sen yalan söylemezsin...” dediler.

Bunu diyenler arasında Ebu Leheb ve Ebu Cehil gibi Hak düşmanları da vardı. Fakat hepsi O'nun doğruluğunu ve güvenilirliğini tasdik ediyordu.

Bizans İmparatoru Heraklius , ticaret için Şam'a gelmiş olan Ebu Süfyan'ı kabul ederek ona Peygamberimiz'le ilgili bazı sorular sormuştu. Bu sorulardan birisi şöyle idi:

- “Peygamberlik iddiasında bulunan bu zâtın bundan önce hiç yalan söylediğini duydunuz mu?”

Henüz müslümanlığı kabul etmemiş olan Ebu Süfyan :

- “Asla ! Yalan söylediğini hiç duymadık.” diye cevap vermiştir.

Gerçekten de Efendimiz s.a.v. yalanı münafıklığın üç alametinden biri kabul ediyordu. Diğer iki alameti de güven konusuyla ilişkili: Verdiği sözde durmamak ve emanete hıyanet etmek...

Gıybetin zerresine bile müsaade etmezdi


Kuran-ı Kerim'de, “Gıybet etmenin ölü kardeşinin etini yemek” (Hucurat, 12) şeklinde tavsif edildiğini çeşitli vesilelerle hatırlatır, Miraç'ta gıybet edenleri ve insanların gizli hallerini araştıranları tırnaklarıyla yüzlerini tırmalarken gördüğünü belirtirdi.

Sözünün eriydi

Cahiliye devrinde Allah Rasulü ile bir yerde buluşmak üzere anlaşan bir genç, verdiği sözü unutmuştu. Üç gün sonra hatırladı ve koşarak kararlaştırılan yere gitti. Baktı ki Hz. Peygamber s.a.v. orada bekliyor. Efendimiz ona kızıp darılmadı. Sadece,

- “Delikanlı beni yordun. Üç gündür seni burada bekliyorum.” dedi.

Dürüstlük; hayvanlara bile...

Alemlerin Efendisi s.a.v. sadece insanlara karşı değil, hayvanlara ve bütün varlığa karşı “emin/dürüst” olunmasını istiyordu. Hayvanların kandırılmasına dahi tahammülü yoktu. Bir sahabinin , atını çağırırken elinde yem varmış gibi davranması O'nu rahatsız etmiş, bu sahabiyi çağırıp ikaz etmişti.

Hukukta kimseye ayrıcalık tanımazdı


Toplumda güveni sağlamanın en önemli yollarından biri de hukuku herkese eşit tatbik etmektir. Nüfuzlu, itibarlı kimselerin hukuk karşısında bir ayrıcalığı olmamalıdır. Şayet bir kısım haklardan ayrıcalıklı kimseler istifade eder, cezaî müeyyideler de gariban insanlara tatbik edilirse, orada adaletsizlik, güvensizlik, her türlü fitne ve anarşi çıkar.

Mahzumoğulları kabilesinden bir kadın hırsızlık yapar. Kabile üyeleri araya Üsame b. Zeyd Hazretleri'ni koyarak Efendimiz s.a.v.'den kadını affetmesini isterler. Bu duruma son derece gazaplanan Allah Rasulü s.a.v. minbere çıkarak şöyle hitab eder:

- “ İsrailoğulları , aralarından mevki ve makam sahibi kişiler hırsızlık yaparsa onlara dokunmazlardı. Ama zayıf ve kimsesiz kişiler hırsızlık yaptığında onları cezalandırırlardı. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer hırsızlık yapan bu kadın, Mahzumoğulları kabilesinden Fâtıma değil de, kendi kızım Fâtıma bile olsaydı, onu da cezalandırırdım.”

Aldatmayı kesin olarak reddederdi


Hz. Peygamber s.a.v. gerek ticarette, gerekse günlük hayatta hileye şiddetle karşı çıkar ve

- “Bizi aldatan bizden değildir.” buyururdu.

Ticarî hayatta doğru sözlü, dürüst ve güvenilir olanların, ahirette peygamberler, sıddîkler ve şehitlerle haşrolacağını haber verirdi.

- “Allah'ın kudret eli, ortaklar birbirlerine hiyanet etmedikleri sürece onların üzerindedir.” buyurarak, dürüst ve samimi ortaklığı teşvik ederdi.

Altı konuda bizden söz istedi

Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz bir gün şöyle buyurdu:

“Siz bana altı meselede söz verin, ben de sizin cennete girmenize kefil olayım.

Konuşurken dosdoğru konuşun,

Vaadettiğinizi yerine getirin,

Size bir şey emanet edildiği zaman hainlik etmeyin,

Gözlerinizi harama karşı kapayın,

Irz ve namusunuzu koruyun,

Elinizi başkalarına zarar vermekten uzak tutun.”

Evimizin, sokağımızın, şehrimizin ve nihayet bütün yeryüzünün cennete dönüşmesinin formülü de bu altı maddede gizli değil mi? Bu bir niyet meselesi. Rüzgâr nereden eserse essin, diri olma, ayakta kalma niyeti. Bu niyet olunca Cenab-ı Hakk'ın yardımıyla emniyetimiz tam olacak inşallah.


ceren
Sat 20 December 2014, 02:43 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm.Rabbim razı olsun paylaşımdan Rüveyha abla.Güvensizliği ortadan kaldırabilecek tek şey İslamiyet ışığı,İman kuvvetidir.İslamiyete ne kadar bağlanırsak o kadar güvenli oluruz inşallah...