sidretül münteha
Mon 6 June 2011, 04:05 pm GMT +0200
Birlikten Sonra Ayrılığın, Kuvvetten Sonra Gurbetin Olacağına Dair Haberin Gerçekleşmesi
İlk dönemlerinde İslam çok dirençli hatta güçlü durumda idi. Müslümanlar da galip idiler ve çok büyük bir çoğunluğu teşkil ediyorlardı. Ehl-i İslam'ın ve ona yardımcı olan dostların çokluğu sebebiyle o dönemlerdeki durum bir gurbet/gariplik olarak nitelendirilemezdi. Onların yolundan gitmeyen veya gittiği halde İslamda bid'at çıkaran diğer insanların, gözde büyütülecek herhangi bir hamleleri ve kurtuluşa eren Allah taraftarlarını zayıf düşürecek bir güçleri yoktu. Bu sebeple Müslümanlar bir istikamet/doğru bir yol üzerinde bulunuyorlar, her şey birlik ve uyum içinde cereyan ediyordu. Bu birlik ve uyumun dışına çıkan da mağlup oluyor ve bastırılıyordu. Bu durum, Hz. Peygamber'in (s.a) haber verdiği parçalanma olayı gerçekleşinceye ve İslamın kuvveti, beklenen zayıflığa dönüşünceye kadar devam etti. Fırkalar ortaya çıktıktan sonra sünnetin dışına çıkanların saldırıları yoğunlaşıyor ve sayıları çoğalıyordu. Örnek olma duygusu muvafakat talebinin ortaya çıkmasını gerektirir (yani başkaları tarafından örnek alınmaktan hoşlanan kişi, onların da kendisi gibi olmasını ve düşünmesini ister). Şüphesiz galip olan, çoğunlukta olandır. Bütün sünnetler, Bid'atlerin ve nefsânî arzuların hücumuna uğradı. Bidatçiler de pek çok gruba ayrıldılar. Bu da Allah'ın yaratıkları için koyduğu bir kanundu: Bâtıl taraftarlarının yanında hakkın taraftarlarının sayısı az olacaktı. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyuruyordu:
"Sen ne kadar yürekten istersen iste, insanların çoğu inanmazlar."[51]
"Kullarımdan şükredenler pek azdır."[52]
Peygamber (s.a) gurbet halinin ileride tekrar ortaya çıkacağını haber vermişti. İşte Allah Teâlâ elçisinin bu sözünü doğrulayacaktı.(Bâtılın sayıca çokluğunun bir sebebi de bu idi.) Gurbet, ancak Müslümanlar bulunmadığı veya sayıca az oldukları zaman meydana gelen bir durumdur. İşte o zaman iyilikler kötülük, kötülükler iyilik, sünnetler bid'at, bid'atler sünnet olur (öyle kabul edilir). Önceleri bid'at ehline karşı çıkılırken artık sünnet ehline karşı sert ve azarlayıcı bir tavır takınılmaya başlanır. Çünkü bid'atçı, dalâlet/sapıklık üzerinde birleşilmesmi arzu eder. Allah Teala ise, kıyamet kopuncaya kadar insanların hepsinin sapıklık üzerinde birleşmelerine izin vermez. Sayılarının çokluğuna rağmen fırkaların tamamı genellikle sünnete muhalefette birleşmezler. Böyle bir şey duyulmamıştır. Fakat ehl-i sünnet cemaatı kıyamete kadar her zaman mutlaka bulunacaktır. Bununla beraber onlar, sapık fırka mensuplarını (Sünnete ve İslamın temel esaslarına) uymaya çağırdıklarından dolayı onların düşmanlıklarına, kin ve nefretlerine fazlasıyla maruz kaldıkları için daima cihad ederler, mücadele ederler, kendilerini savunurlar ve gece gündüz onlarla savaşırlar. Allah Teala bundan dolayı kendilerine kat kat sevap ve büyük mükâfatlar verir.
Buraya kadar anlatılanlardan özet olarak şu sonuç ortaya çıkıyor: Sünnete muhalif olan kişiyi sünnete uymaya çağırmak her zaman için geçerlidir. Bu, herhangi bir zamana mahsus değildir. Kendisi sünnete uymaya çağırıldığında bunu kabul eder de muvafakat gösterirse, hangi hal üzere olursa olsun artık doğru ve yerinde bir iş yapmış olur. Muhalefet ederse hatalıdır, yanlış yoldadır. (Sünnete tabi olma çağrısını) kabul eden kişi övülür ve bahtiyar olur, muhalefet eden kişi ise yerilir ve reddedilir. Sünnete uyan kişi hidayet yoluna girer, sünnete muhalefet eden kişi ise sapık ve yanlış bir yolda kendini kaybeder.
Bu mukaddimeyi ben sadece şunu anlatmak için yaptım: Allah'a hamd olsun aklım ermeye ve ilme doğru yönelmeye başladığımdan beri sürekli olarak aklî ve şerî ilimleri, usûlü (hükümlerin üzerine bina edildiği temel kuralları ve metodolojiyi) ve furûu (Usûl üzerine bina edilen detay hükümleri) inceliyor ve araştırıyordum. Her hangi bir ilmi veya ilim çeşidini terk edip de kendimi sadece tek bir ilme ve ilim çeşidine vermedim. Fıtratımdaki mevcut güç ve yeteneğimin elverdiği, zaman ve imkanın gerektirdiği ölçüde (hepsiyle meşgul oldum.) Yüzmesini iyi bilen kişinin dalışıyle ilmin derinliklerine daldım. Cesur kişinin atılganlığıyle ilim meydanlarına atıldım. Hatta neredeyse onun derinliklerinde telef olayazdım, ya da (ilimle) beraberliğim neredeyse kesintiye uğrayacaktı. Bu beraberliğin sağladığı ünsiyetle/girişkenlikle, laf söz edenlerin laflarından sözlerinden ve eleştiricilerin eleştirilerinden kendimi uzak tutarak ve engelleyicilerin engellemelerinden, kmayıcıların kınamalarından (kurtulup), şefkat ve merhamet sahibi yüce Rabbimin bana ihsan ettiği şeylere yönelerek kaderin benim için çizdiği yolda cesaretle yürüdüm. Böylece Allah Teâlâ, şeriatın anlamlarından umduğumdan fazlasını benim gönlüme açtı. Allah'ın Kitabının, Peygamber sünnetinin, hidayet yolunda söz söyleyecek kişi için söylenecek hiçbir şey bırakmadığı ve o ikisinin dışında önem verilecek hiçbir alan kalmadığı, dinin tamamlandığı, büyük mutluluğun O'nun koyduğu kurallarda olduğu, O'nun meşru kıldığı şeylerin talep edildiği, bunun dışındaki şeylerin sapıklık, bühtan/iftira, yalan ve hüsran olduğu, Kitab ve sünnete kopmaz bir iple yapışmış olanın, hem dünya, hem âhiret iyiliğini elde edeceği, bu ikisinin dışındakilerin rüya, hayal ve kuruntudan başka bir şey olmadığı düşüncesini benim âciz kafama yerleştirdi. Bunun doğruluğuna dair benim kesin ve şüphe götürmez delilim vardır. "Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan lûtfundandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler"[53] Allah'a hamd ve layık olduğu şekilde sayısız şükürler olsun. İşte bundan dolayı Allah'ın bana verdiği imkanlar ölçüsünde O'nun yolunda yürümek için nefsimi güçlendirdim. Dinin itikadı ve amelî esaslarından/asıllarından işe başladım. Sonra bu esasların üzerine bina edilen fürûuyla devam ettim. Bu esnada sünnetlerin ve bid'atlerin ne olduğunu, ayrıca caiz olan ve yasak olanın ne olduğunu açıkladım. Bunu da Usul-i Din (Kelam) ve Usul-i Fıkıh ilmine arz ettim (onların ölçüleriyle test ettim). Sonra Hz. Peygamber'in (s.a) kendisinin ve ashabının üzerinde bulunduğu yolu tarif ederken "sevâd-ı âzam" diye isimlendirdiği cemaatle birlikte olmayı ve âlimlerin bid'at ve muhtelif ameller olarak haklarında hüküm verdiği bid'atleri terk etmeyi arzu ettim.
Ben bu esnada çoğunluğun yaptığı gibi hitabet, imamet ve benzeri görevler aldım. Yolda dosdoğru gitmek istedim. Fakat kendimi zamane insanlarının içinde bir yabancı gibi hissettim. Çünkü onların gittikleri yollara âdet ve gelenekler hâkim olmuş ve aslî sünnetlerin içine sonradan ilave edilmiş bid'at şüpheleri karışmıştı. Bunlar daha önceki zamanlarda mevcut değilken zamanımızda nasıl böyle olmuştu?[54]
[51] Yusuf: 103
[52] Sebe: 13
[53] Yusuf: 38
[54] İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dünyası Yayınları: 1/29-31.