neslinur
Thu 15 July 2010, 04:14 pm GMT +0200
A. BİREYSEL EĞİTİM ARACI OLARAK DİN
Din, toplumsal boyutta insanların ortaklaşa paylaştı lan inanç ve değerler sistemi olduğu kadar, bireysel boyut da yaşanan duygusal ve psikolojik bir olaydır. Esasen din, b reylerden öncelikle kendilerini iç yaşantı alanında eğitmel rini ister ve ideal toplumunu da, manevî değerlerini içse leştirmiş bireylerden kurmaya çalışır. İslâm dininin öze liklerine bakıldığında, bu iç ve dış bütünlüğün, diğer bir ifad ile bireysel ve toplumsal bütünlüğün tartışmaya mahal bira I mayacak derecede vurgulandığı görülür.
Bireyler, kendilerinden öncekilerden, çevrelerindeki ir sanlardan ve kitaplardan edindikleri inanç, değer ve ibadeleri, bünyelerinde, kendilerine özgü İnançlar ve davranışlar dönüştürerek geliştirirler. Bu sebeple, kimileri içdünyaianr daki özellik dolayısıyla daha çok Allah'ın Rahîm sıfatır dan, kimileri ise estetik duygularının yoğunluğu sebebiyle d< ha çok onun Cemâl sıfatından etkilenirler. Kazanılan bu diı yaşantı,- kişilik oluşumuna paralel olarak, yeni sosyal ve kü türel unsurların da eklenmesiyle toplumsal boyutlar kazanı Dini yaşantı, gitgide zihinsel bir faaliyete doğru yol alsa d; ıçmde duygulan barındırmadığı bir dönem söz konusu değildi
Fakat dönemlere göre duyguların yoğunluğunda değişmelerin olduğu muhakkaktır- Örnek vermek gerekirse, çocuklukta "güven" duygusu, dini duygu içerisinde önemli bir yer işgal ederken, yetişkinlikte en az onun kadar "güvenilme" duygusu da önem taşımaya başlar. Aslında temel güven duygusundan mahiyet itibariyle pek de ayrılmayan güvenilme duygusu, dinî yaşantı içerisinde bu tarz bir değişimle yerini korur ve yeni bir ihtiyaca karşılık olarak varlığını sürdürür.
Dinî duygu, psikolojinin ifadelendirmeye çalıştığı genel duygu kavramından, Özünde ve oluşumunda farklı değildir. Din duygusu, sevgi, korku, hayranlık, merak, saygı, bağlanma ve güven gibi birincil duyguların üzerinde temellenip yükselerek Özgün hale gelen bir duygu olup, başlangıcı itibariyle genel duygu kavramıyla bileşik biçimdedir. Dini duyguyu diğerlerinden ayıran özellik, onun bireyin kendi1 dışında, benliğinin üstünde bir objeye yönelmiş olmasıdır. Bireyin kendi dışında ve üzerinde olan bir varlığa inanması, ona güvenme, bağlanma, saygı ve sevgi duyması şeklinde ortaya çıkar ve çocukluk döneminde temel güven duygusunu yetişkinlikte ise güvenilme hissini tamamlar. Bu açıdan duygusal hayatla bütünleşir.
'Dînin birçok psikolojik kökleri vardır' diyen Vergote, bunlar arasında korku, geleceğe dair umut, hayatın ve varlığın gizli taraflarını merak gibi duyguları sayar. Yaşayan dinin birçok unsurdan müteşekkil olduğunu belirtir ve bunların başında bağımsızlık, saygınlık, güven, varoluşun anlamım araştırma, emniyet ve hayatın garip yönlerine dair oluşmuş korku hislerinden söz eder. [2]
Din duygusunun en önemli kaynaklarından biri olan sevgi, insanın yaratılışıyla birlikte getirdiği duygulardandır. Tabiî olarak, İnsanda beliren sevgi, öncelikle kendini sevme seklinde ortaya çıkar. Ben ve ben dışı âlemin fark edilmesiyle sevgi, bu içe dönük Özelliğinden çıkarak, aynı zamanda dışa dönük bir özellik kazanır... Böylece insan bencil yönünü aşabilecek ve başkaları için fedakârlıklar yapabilecek seviyeye gelir. Fakat ister içe dönük ve isterse dışa dönük olsun yaşanan kişisel bir sevginin mutlak ve kayıtsız olarak gerçekleşmesi mümkün olmamaktadır. Halbuki insan, içindeki sevgi duygusunu bütün kayıt ve sınırlamalardan uzak bjlunan ve hiç tükenmeyecek olan, bütüncül ve sonsuz olacağına inanılan bir varlığa yönlendirmek ister. İşte din duygusunun psikolojik temelleri bu noktada kendisini gösterir. Bu arzusunu insan ancak din duygusundan elde ettiği kazanımlarla gerçekleştirebilir. Bu anlamıyla sevginin, mutlak ideale yönelmeye ve mü'minlik bilincine ulaşmaya en yatkın duygu olduğu söylenebilir. Dinin esaslarından olan îman, itaat, hürmet, ta'zîm, huşu, huzur gibi kavramlar mutlak bir Allah sevgisinden doğan kavramlardır. Ayrıca paylaşım, sadakat, adalet, fedakârlık gibi birçok ahlâkî değer ve faaliyetin de kaynağı bu sevgidir ve ancak bu değerlerle birlikte olgun bir hal alır. Zaten din de mensuplarının bu duyguların ve değerlerin tümünü taşımasını ister.
Bugünkü eğitim anlayışları içerisinde tartışmasız kabul edilen hususlardan biri de bireyin ruhsal ve bedensel eğilimlerinin her birine ayrı anlamlar yüklemek ve onlara işlerlik kazandırmaktır. Çağımızda, bütün eğitim sistemlerinin bireyin maddî güçlerine olduğu kadar ruhi ve manevî güçlerine de değer verecek mekanizmalar oluşturmayı hedeflediği bilinmektedir. F reyin kendisine yapılacak bir yardım kültürel, geleneksel, ruhî ve dinî gibi kavramların hangisi ile adlandı-rılırsa adlandırılsın, bununla manevî bir faaliyet alanı kastedilmektedir. Bunun için, manevî alanda çalışmaya oîan ihtiyaç, her zamankinden daha fazladır.
Avrupa Konseyi'nin, Şubat 1993 tarihinde yaptığı toplantıda din eğitimi ile ilgili olarak aldığı 16 maddelik kararların 3. maddesinde, Konseyin dine bakışının özetlendiği söylenebilir. Şöyle ki; adı geçen maddede dînin 'kişinin kendisiyle, Tanrısıyla, tabiatla ve toplumuyla olan ilişkisinin artması' anlamına geldiğinin altı çizilmektedir. Din, bu ifadesiyle, zaten bireysel hayatta varolan bir gerçekliğin toplumsal hayata yansıması olup, yaratıcı ile insan arasında iletişimsel bağa dönüşmüş bir ilişkinin toplumsal hayatta da gerekliliğinin kabulüdür. Ayrıca Dünya Sağlık Örgütü (VVHO)'nün, kendini gerçekleştirmiş bireyi 'Hem kendisiyle, hem ailesi, milleti ve bütün insanlıkla ve hem de yaradanıyla biliş ve barış içinde olan insan' olarak tarif etmesi oldukça anlamlıdır.
İnsanlar fıtratları gereği din olgusuna başvururlar. Her halükârda din ile iç içe yaşayacak olan insanlara, mensup oldukları dinin gelişigüzel değil, bir sistem ve ilke çerçevesinde kazandırılması, tercih edilmesi gereken bir yoldur. Yoksa insanların bir çoğunun din namına yanlış bir takım düşünce ve fikirlere kapılması kaçınılmaz olur. Öyle ise, fıtratı gereği dîne açık olan insana, dînin mahiyeti gereği, belli usûller ve sistemlerle kazandırılması, salim akim tutacağı yoldur.
Günümüzde, bireyin ruhsal gelişimini sağlayacak dini etkilerin, hiç kimsenin dini inanç ve geleneklerini tehdit etmeyen ve fakat onları zenginleştiren bir nitelikle eğitim kurumlarına taşınması gerektiği batı dünyasının cesaretle savunduğu bir görüş haline gelmiştir. Bütün Batılı ülkelerin eğitim kurumlarında, 'din ile bireyin ilişkilerini ruhsal bir olgu olarak görme' ilkesinden yola çıkıldığı görülmekte, bunun sonucunda da inanç daima yeniden yorumlanabilen, delillendiri-lebilen ve yaşanabilen bir olgu olarak hak ettiği konuma ulaştırılmaktadır.
Ayrıca her dinin, kendisini mensuplarına kabul ettirecek ilke ve yöntemleri vardır. Özellikle İlâhî dinlerde bu böyledir. İslâm dininin de insanların din eğitimi konusunda bir tavrı vardır. İlkeler, yöntemler ve amaçlardan oluşan bu tavır, aynı zamanda kendi içinde tutarlı bir eğitim sistemidir. Her kuralında insanı öne çıkaran, onu en üst değer olarak kabul eden bir dinin, insanı yetiştirecek kuralları ihmâl etmesi zaten bir tutarsızlık olurdu. Kur'ân bir anlamda baştan sona insanın eğitimini amaçlar. Kur'ân'da "Rab" sıfatının, Allah'ın kendisini tesmiye ederken en çok kullandığı sıfat olması bile tek başına bu hususun en güçlü delilidir. [3]
Din, toplumsal boyutta insanların ortaklaşa paylaştı lan inanç ve değerler sistemi olduğu kadar, bireysel boyut da yaşanan duygusal ve psikolojik bir olaydır. Esasen din, b reylerden öncelikle kendilerini iç yaşantı alanında eğitmel rini ister ve ideal toplumunu da, manevî değerlerini içse leştirmiş bireylerden kurmaya çalışır. İslâm dininin öze liklerine bakıldığında, bu iç ve dış bütünlüğün, diğer bir ifad ile bireysel ve toplumsal bütünlüğün tartışmaya mahal bira I mayacak derecede vurgulandığı görülür.
Bireyler, kendilerinden öncekilerden, çevrelerindeki ir sanlardan ve kitaplardan edindikleri inanç, değer ve ibadeleri, bünyelerinde, kendilerine özgü İnançlar ve davranışlar dönüştürerek geliştirirler. Bu sebeple, kimileri içdünyaianr daki özellik dolayısıyla daha çok Allah'ın Rahîm sıfatır dan, kimileri ise estetik duygularının yoğunluğu sebebiyle d< ha çok onun Cemâl sıfatından etkilenirler. Kazanılan bu diı yaşantı,- kişilik oluşumuna paralel olarak, yeni sosyal ve kü türel unsurların da eklenmesiyle toplumsal boyutlar kazanı Dini yaşantı, gitgide zihinsel bir faaliyete doğru yol alsa d; ıçmde duygulan barındırmadığı bir dönem söz konusu değildi
Fakat dönemlere göre duyguların yoğunluğunda değişmelerin olduğu muhakkaktır- Örnek vermek gerekirse, çocuklukta "güven" duygusu, dini duygu içerisinde önemli bir yer işgal ederken, yetişkinlikte en az onun kadar "güvenilme" duygusu da önem taşımaya başlar. Aslında temel güven duygusundan mahiyet itibariyle pek de ayrılmayan güvenilme duygusu, dinî yaşantı içerisinde bu tarz bir değişimle yerini korur ve yeni bir ihtiyaca karşılık olarak varlığını sürdürür.
Dinî duygu, psikolojinin ifadelendirmeye çalıştığı genel duygu kavramından, Özünde ve oluşumunda farklı değildir. Din duygusu, sevgi, korku, hayranlık, merak, saygı, bağlanma ve güven gibi birincil duyguların üzerinde temellenip yükselerek Özgün hale gelen bir duygu olup, başlangıcı itibariyle genel duygu kavramıyla bileşik biçimdedir. Dini duyguyu diğerlerinden ayıran özellik, onun bireyin kendi1 dışında, benliğinin üstünde bir objeye yönelmiş olmasıdır. Bireyin kendi dışında ve üzerinde olan bir varlığa inanması, ona güvenme, bağlanma, saygı ve sevgi duyması şeklinde ortaya çıkar ve çocukluk döneminde temel güven duygusunu yetişkinlikte ise güvenilme hissini tamamlar. Bu açıdan duygusal hayatla bütünleşir.
'Dînin birçok psikolojik kökleri vardır' diyen Vergote, bunlar arasında korku, geleceğe dair umut, hayatın ve varlığın gizli taraflarını merak gibi duyguları sayar. Yaşayan dinin birçok unsurdan müteşekkil olduğunu belirtir ve bunların başında bağımsızlık, saygınlık, güven, varoluşun anlamım araştırma, emniyet ve hayatın garip yönlerine dair oluşmuş korku hislerinden söz eder. [2]
Din duygusunun en önemli kaynaklarından biri olan sevgi, insanın yaratılışıyla birlikte getirdiği duygulardandır. Tabiî olarak, İnsanda beliren sevgi, öncelikle kendini sevme seklinde ortaya çıkar. Ben ve ben dışı âlemin fark edilmesiyle sevgi, bu içe dönük Özelliğinden çıkarak, aynı zamanda dışa dönük bir özellik kazanır... Böylece insan bencil yönünü aşabilecek ve başkaları için fedakârlıklar yapabilecek seviyeye gelir. Fakat ister içe dönük ve isterse dışa dönük olsun yaşanan kişisel bir sevginin mutlak ve kayıtsız olarak gerçekleşmesi mümkün olmamaktadır. Halbuki insan, içindeki sevgi duygusunu bütün kayıt ve sınırlamalardan uzak bjlunan ve hiç tükenmeyecek olan, bütüncül ve sonsuz olacağına inanılan bir varlığa yönlendirmek ister. İşte din duygusunun psikolojik temelleri bu noktada kendisini gösterir. Bu arzusunu insan ancak din duygusundan elde ettiği kazanımlarla gerçekleştirebilir. Bu anlamıyla sevginin, mutlak ideale yönelmeye ve mü'minlik bilincine ulaşmaya en yatkın duygu olduğu söylenebilir. Dinin esaslarından olan îman, itaat, hürmet, ta'zîm, huşu, huzur gibi kavramlar mutlak bir Allah sevgisinden doğan kavramlardır. Ayrıca paylaşım, sadakat, adalet, fedakârlık gibi birçok ahlâkî değer ve faaliyetin de kaynağı bu sevgidir ve ancak bu değerlerle birlikte olgun bir hal alır. Zaten din de mensuplarının bu duyguların ve değerlerin tümünü taşımasını ister.
Bugünkü eğitim anlayışları içerisinde tartışmasız kabul edilen hususlardan biri de bireyin ruhsal ve bedensel eğilimlerinin her birine ayrı anlamlar yüklemek ve onlara işlerlik kazandırmaktır. Çağımızda, bütün eğitim sistemlerinin bireyin maddî güçlerine olduğu kadar ruhi ve manevî güçlerine de değer verecek mekanizmalar oluşturmayı hedeflediği bilinmektedir. F reyin kendisine yapılacak bir yardım kültürel, geleneksel, ruhî ve dinî gibi kavramların hangisi ile adlandı-rılırsa adlandırılsın, bununla manevî bir faaliyet alanı kastedilmektedir. Bunun için, manevî alanda çalışmaya oîan ihtiyaç, her zamankinden daha fazladır.
Avrupa Konseyi'nin, Şubat 1993 tarihinde yaptığı toplantıda din eğitimi ile ilgili olarak aldığı 16 maddelik kararların 3. maddesinde, Konseyin dine bakışının özetlendiği söylenebilir. Şöyle ki; adı geçen maddede dînin 'kişinin kendisiyle, Tanrısıyla, tabiatla ve toplumuyla olan ilişkisinin artması' anlamına geldiğinin altı çizilmektedir. Din, bu ifadesiyle, zaten bireysel hayatta varolan bir gerçekliğin toplumsal hayata yansıması olup, yaratıcı ile insan arasında iletişimsel bağa dönüşmüş bir ilişkinin toplumsal hayatta da gerekliliğinin kabulüdür. Ayrıca Dünya Sağlık Örgütü (VVHO)'nün, kendini gerçekleştirmiş bireyi 'Hem kendisiyle, hem ailesi, milleti ve bütün insanlıkla ve hem de yaradanıyla biliş ve barış içinde olan insan' olarak tarif etmesi oldukça anlamlıdır.
İnsanlar fıtratları gereği din olgusuna başvururlar. Her halükârda din ile iç içe yaşayacak olan insanlara, mensup oldukları dinin gelişigüzel değil, bir sistem ve ilke çerçevesinde kazandırılması, tercih edilmesi gereken bir yoldur. Yoksa insanların bir çoğunun din namına yanlış bir takım düşünce ve fikirlere kapılması kaçınılmaz olur. Öyle ise, fıtratı gereği dîne açık olan insana, dînin mahiyeti gereği, belli usûller ve sistemlerle kazandırılması, salim akim tutacağı yoldur.
Günümüzde, bireyin ruhsal gelişimini sağlayacak dini etkilerin, hiç kimsenin dini inanç ve geleneklerini tehdit etmeyen ve fakat onları zenginleştiren bir nitelikle eğitim kurumlarına taşınması gerektiği batı dünyasının cesaretle savunduğu bir görüş haline gelmiştir. Bütün Batılı ülkelerin eğitim kurumlarında, 'din ile bireyin ilişkilerini ruhsal bir olgu olarak görme' ilkesinden yola çıkıldığı görülmekte, bunun sonucunda da inanç daima yeniden yorumlanabilen, delillendiri-lebilen ve yaşanabilen bir olgu olarak hak ettiği konuma ulaştırılmaktadır.
Ayrıca her dinin, kendisini mensuplarına kabul ettirecek ilke ve yöntemleri vardır. Özellikle İlâhî dinlerde bu böyledir. İslâm dininin de insanların din eğitimi konusunda bir tavrı vardır. İlkeler, yöntemler ve amaçlardan oluşan bu tavır, aynı zamanda kendi içinde tutarlı bir eğitim sistemidir. Her kuralında insanı öne çıkaran, onu en üst değer olarak kabul eden bir dinin, insanı yetiştirecek kuralları ihmâl etmesi zaten bir tutarsızlık olurdu. Kur'ân bir anlamda baştan sona insanın eğitimini amaçlar. Kur'ân'da "Rab" sıfatının, Allah'ın kendisini tesmiye ederken en çok kullandığı sıfat olması bile tek başına bu hususun en güçlü delilidir. [3]