- Bir Sorumsuzluk Örneği

Adsense kodları


Bir Sorumsuzluk Örneği

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Tue 2 August 2011, 12:54 pm GMT +0200
Dün Bugün Yarın



Haziran 2009 126.SAYI


Sadık ILGAZ
kaleme aldı, DÜN BUGÜN YARIN bölümünde yayınlandı.


Türk Dışişleri’nden Bir Sorumsuzluk Örneği

Yıl 1939. Avrupa’da durum kritikti. Zira kıta Avrupa’sı yeni bir dünya savaşının eşiğindeydi. Bir yandan Adolf Hitler’in başını çektiği Almanya, diğer yandan ise Benito Mussolini’nin önderliğindeki İtalya, ırkçı söylemleri doğrultusunda yoğun bir silahlanma faaliyetine girişmişlerdi. 

Avrupa’da oluşan bu hassas durum ülke idarecilerimizin de gözünden kaçmamıştı ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, dönemin Budapeşte Büyükelçisi olan Behiç Erkin’i Ankara’ya davet ederek, tecrübelerine güvendiği bu diplomata şu sözlerle bir teklifte bulundu:

“Avrupa’da durum gün geçtikçe daha vahim bir vaziyet almakta. Bu durumda iken ben iki kritik şehir olduğuna inanıyorum; birincisi Berlin, öteki de Paris. Sizin önümüzdeki dönemde bu iki yerden birinde görev almanız ülkemiz açısından son derece önemlidir.”

Behiç Bey, İsmet İnönü’nün teklifine şu cevabı verdi:

“Ben Almanca bilmem. Osmanlı’ da da bir Türk subayının Alman subaydan emir almasını içimize sindiremediğimizi padişahın nezdinde bile dile getirerek, Almanlar tarafından bütün şimşekleri üzerime çekmiştim. Oysa ki Fransızcam gayet iyidir, orada daha faydalı olabileceğime inanıyorum.”

Takvim 1 Ağustos 1939’u gösterdiğinde birçok Fransız gazetesi Türkiye’nin Fransa’ya atadığı yeni büyükelçiyi manşetlerine taşımıştı: “Yeni Türk Büyükelçisi: Behiç Erkin.” Bir gazete ise, “Olağandışı Büyükelçi” manşetiyle bu gelişmeyi okurlarına duyurmuştu. Çünkü yeni büyükelçi gerçekten de olağandışıydı. Ülkesi kadar Avrupa’da da tanınan, saygı gören bir isimdi.

1876 İstanbul doğumlu Behiç Erkin, işletme lisansı Fransızlara ait olan demiryollarımızı özerkleştirmiş, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryollarını kurmuş ve ilk genel müdürlüğünü yapmıştı. İstanbul Teknik Üniversitesi’ni özerkleştirerek eğitim dilini Türkçeye dönüştürmüştü. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın fikir babalığını yapmış ve 13 kurucusundan biri olmuştu. Azerbaycan düzenli ordusunu ve jandarma teşkilatını ve ülkemizin ilk yardımlaşma sandığını kurmak yine kendisine nasip olmuştu.

2. İnönü hükümetinde nafia (bayındırlık) bakanlığı da yapan Behiç Erkin, önemli bir asker ve devlet adamıydı. Fakat hepsinden önemlisi; Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda cepheye trenler yoluyla düzenli asker sevkiyatını başarıyla gerçekleştirmiş ve bu savaşların kazanılmasında gösterdiği üstün çabadan dolayı İstiklal Madalyası ile birlikte Alman imparatorundan “1. Dereceden demir haç madalyası” almıştı. Bunca tecrübenin üstüne bir de 12 yıl süren Budapeşte Büyükelçiliği eklenince, bütün Fransız gazeteleri bu önemli ismi manşetlerine taşıyarak yeni görevini okurlarına duyurmuşlardı.

Behiç Erkin, 13 Ağustos Pazar günü maiyetiyle birlikte Paris’e ulaştı. Hemen çalışmalara başladığında, elçilikte üçüncü kâtip olmadığını görünce şaşırdı ve dışişlerine başvurarak, Beşir Balcıoğlu ve Melih Esenbel’i Paris’e getirtti. Elçilikte, Behiç Erkin’in önderliğinde Müsteşar Salih Zeki Örs, Başkâtip Fatin Rüştü Zorlu, yeni gelen üçüncü kâtipler ve bunlara ek olarak mahalli katipler ve tercümanlardan oluşan deneyimli bir kadro oluşturuldu. Bu yeni kadro, 1 Eylül 1939 tarihinde Almanya’nın Polonya’ya saldırmasıyla başlayan 2. Dünya Savaşı sırasında birçok önemli olaya imza atacaktı.

Behiç Erkin, göreve başlamasıyla birlikte Türkiye adına birçok önemli lobi faaliyetine girişmiş ve bunda son derece başarılı olmuştu. Paris’te elçiliği bulunan birçok ülkenin diplomatıyla ve Fransız yetkililerle önemli ilişkiler kurmuş, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yeni bir savaş istemeyen Türkiye’nin, 2. Dünya Savaşı’na dahil olmaması için elinden geleni yapmıştı.

Gerek Behiç Erkin, gerekse diğer elçilik yetkilileri, aynı zamanda, savaşın sonuna kadar yaklaşık 20 bin yahudiyi Nazilerin elinden kurtararak Türkiye’ye getirmeyi başarmışlardı. Almanları kızdıracak bu davranış üzerine Ankara’dan “Elçiliği kapatın ve dönün!” talimatı dahi dinlenmeyecek, dönemin Marsilya Konsolosu Necdet Kent’in evi Naziler tarafından bombalanmasına ve eşi ölmesine rağmen, Naziler ile mücadeleden asla vazgeçmeyecek, diplomatik dokunulmazlık haklarını kullanarak durdurdukları Nazi trenlerinden Türk Yahudilerini indirmekten çekinmeyeceklerdi.

Fransa’daki Türk diplomatlar, böyle sıcak bir ortamda, böylesi zor işlerin üstesinden gelmeye çalışırken, Ankara’da bulunan Dışişleri’nin eşine az rastlanır sorumsuzluklarıyla karşılaşacaklardı. İnsanı hayretler içinde bırakan o olaylardan bir tanesini Behiç Erkin günlüğüne de yazmıştır. Son derece çarpıcı olan bu sorumsuzluk örneğini gelin birlikte okuyalım:

“Fransa’da bulunan dönemin ABD Büyükelçisi Mr. Bullitt, Behiç Erkin’i telefonla arayarak tebrik etmiştir. Behiç Bey sebebini anlayamayıp, neden, diye sorduğunda Mr. Bullitt İngiliz ve Fransızlarla ittifak anlaşmasının Ankara’da imzalandığı cevabını verir. Behiç Bey hayretler içinde kalıp, ‘İmzalandığını bize haber vermeleri gerekirdi..’ diye düşünür ve Mr. Bullitt’e mahcup olur. Hemen ardından Fransa Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Leger de Behiç Bey’i arayarak tebriklerini iletir. Böylesi önemli bir anlaşma Türkiye’nin Paris Büyükelçiliği’ne tebliğ edilmemiştir. Aradan bir ay geçtikten sonra ekonomik işbirliği anlaşmaları yapmak üzere Türk Dışişleri Genel Sekreteri Numan Menemencioğlu Fransa’ya gelir. Behiç Bey, Numan Bey’e bu durumu anlatır. Numan Bey hayret bile etmeyerek, soğukkanlılık ve büyük bir vurdumduymazlıkla “Unutulmuş olabilir!” cevabını verir.” *

İnsan sormadan edemiyor; acaba daha kaç böyle unutulmuşumuz var?

* Emir Kıvırcık, Büyükelçi, GOA Yayınları, İstanbul, 2007, s. 9-19.


Tarihçiliğimiz Neden Geri?


Tarihçiliğimiz geridir çünkü anlamayı değil, anlatmayı tercih etmektedir. Tabii bu bir söyleme biçimidir. Aslında tarihçiliğimizin büyük kitlesi itibariyle, esas görevinin anlamak olduğunun farkına bile varılmamıştır. Anlatmak ise, zorunlu olarak, bugünün düne taşınmasından başka bir sonuç veremez. Aslında her tarihin nihayette “güncel tarih” olduğu doğrudur. Ama anlama işlemini içermeyen bir tarihsel araştırma yöntemi, geçmişi, bugüne gelmenin zorunlu aşamalarından ibaret bir süreçten başka bir şey olarak göremez.

Daha başka bir ifadeyle söylersem, tarihte olasılık gibi, ilk bakışta abes ama biraz daha yakından bakınca, beyinleri oldukça zorlayan bir yöntemi kullanmayı aklına bile getirmez. O zaman bizim tarihçiliğimizin büyük kitlesi itibariyle bir belge fetişizminin eseri olduğunu ve esas geriliğin buradan kaynaklandığını söylemenin zamanı gelmiş olmaktadır.

M. A. Kılıçbay, “Tarihçilik Geçmişin Tanzimidir”, Türkiye Günlüğü, sayı 10, Bahar 1990, s. 70-71.