reyyan
Wed 17 August 2011, 06:05 am GMT +0200
Dün Bugün Yarın
Temmuz 2011 151.SAYI
Sadık ILGAZ kaleme aldı, DÜN BUGÜN YARIN bölümünde yayınlandı.
Bir Osmanlı’dan Tevekkül Dersi
1800’lü yılların İstanbul’u. Yer Eyüp Sultan... Hadisenin kahramanları, Osmanlı gündelik hayatındaki vazgeçilmez mekânlardan biri olan şirin bir mahallenin bakkalı, mahalle sakinlerinden Mehmed Selahaddin amca ve hanımı Hatice Sâtıa teyzedir.
Diğerlerinden farkı olmayan sıradan bir günün başlangıcıdır. Mehmed Selahaddin amca, hemen her gün tekrarlanan mutad sabah alışverişi için bakkala kadar çıkar. Alacağı, birkaç çeşit kahvaltılık nevaledir. Bu arada Hatice Sâtıa teyze kahvaltı sofrasını hazırlamakla meşguldür.
Dakikalar birbirini kovalamış, süt fincanda soğumaya yüz tutmuş ama Mehmed amca bakkaldan henüz dönmemiştir. Sâtıa teyze meraklanmıştır; çünkü kadim bakkalları evlerinin hemen az ilerisindeki köşe başındadır. “Sohbete mi daldılar acaba?” diye düşünüp dururken, Mehmed amca nihayet elindeki nevalelerle kapıda görünür.
Kapı açılır açılmaz malum soru sorulur: “Nerede kaldın bey, meraklandım…” Mehmed Selahaddin amca biraz soluklandıktan sonra; “Hanım, der, duydum ki mahallenin taa uç tarafında yeni bir bakkal daha açılmış. Alışverişi oradan yapayım dedim; haliyle ondan biraz geciktim.”
Hatice Sâtıa teyze merakını yenemez ve sorar hemen: “Niye? Bizim bakkal efendiyle aranızda bir tatsızlık mı oldu? Yoksa yeni bakkal daha ucuza mı mal satıyormuş?”
“Hayır, hanım hayır! Zannettiğin gibi değil” diyen Mehmed Selahaddin amca, yeni bakkaldan alışverişinin sebebini şöyle izah eder:
“Bir Allah’ın kulu kimseden vaad almadan, kimseye güvenmeden ‘Tevekkeltü alellah’ demiş. Rezzak olan Mevlâ’sına güvenerek gelmiş, bizim mahallemize bir bakkal dükkanı açmış. Bir mahalle halkı olarak; ‘yeri uzaktır, kimin nesidir, tanımıyoruz’ diye ona alışverişe gitmezsek eğer, bu kulun belki tevekkül inancı zayıflayabilir. Bundan da Allah katında bizler mesul oluruz!...”
İbrahim Refik, Edeb Yâ Hû, Albatros Kitapları, İstanbul, 2000, s.30-32.
Maaş Bağlanan Ağaç
Yıldırım Beyazid Han, ilk erkek çocuğu dünyaya gelince çok sevindi. Duyduğu bu büyük mutluluğu paylaşmak istedi. “Bugün Bursa’da bir erkek çocuğu olan herkese ulûfe verilecektir!” diye her tarafa ilan ettirildi. Bunun üzerine, Hisar mevkiinde bulunan sarayın kapısına seksen yaşında bir kadın geldi ve bağırmaya başladı:
– Ulûfemi isterim, çünkü benim de bir oğlum oldu!
Saray mensupları yaşlı kadını başlarından savmaya çalışırken, iş Yıldırım Bayezid’e aksetti. Padişah, “Hemen gidin, çocuğu görün.” diye emir verdi.
Kadıncağız, saray mensuplarını şehrin dışında, bahçeliklerin içinde küçük bir kulübeye götürdü. Kapısının önündeki narin çınar fidanını göstererek şöyle dedi:
– İşte Padişah Efendimizin şehzadesinin dünyaya geldiği gün diktiğim fidan! Benim gibi bir ihtiyarın çocuğu da bu!
Böyle ince ve zarif bir buluştan çok hoşlanan Yıldırım Bayezid, çınarın anasına da ulûfe bağlattı.
Yaklaşık altı asırdan beri ayakta durmayı başaran ve Osmanlı tarihinde “maaş bağlanan ağaç” unvanını alan bu ulu çınar Bursa’da halen varlığını koruyor, içine bir taksi sığan gövdesiyle ziyaretçileri kendine hayran bırakıyor.
Dursun Gürlek, Maziye Bir Bakıver, Timaş, İstanbul, 2005, s.230.
Bir Kitap: Korkusuz Tarih
Türkiye’nin önemli gazetecilerinden Neşe Düzel’in, Cemil Koçak, Mete Tunçay, Zafer Toprak, Taha Akyol, Selim Deringil, Kemal Karpat, Hakan Erdem gibi ülkemizin önde gelen tarihçileriyle yaptığı röportajlar derlenerek kitaplaştırıldı. “Korkusuz Tarih” ismiyle ve Alkım Yayınları etiketiyle satışa sunulan kitap 181 sayfa. Yakın tarihe yönelik ezber bozan bilgiler içeren kitabı okurlarımızın ilgisine bırakıyor ve kitabın tanıtım metninde yer alan ifadeleri buraya alıntılıyoruz:
“Tarihçilik bu ülkede en tehlikeli mesleklerden biridir. Yöneticiler, tarihî gerçeklerden korktukları kadar hiçbir şeyden korkmamışlardır. O yüzden de özellikle yakın tarihin gerçeklerini dile getirenler, bunu ağır bedellerle ödemek zorunda kalmışlardır. Bu korkunun, korkanlar açısından haklı bir nedeni vardır. Çünkü toplum uzun yıllar boyunca yalanlarla kandırılmış, bugünkü sistem de bu tarihî yalanların üzerine bina edilmiştir. Sadece geçmişi değil, bugünü de açıklayacak olan tarihî gerçeklerin ortaya çıkmaması için de her türlü tedbiri almışlardır. Neredeyse bütün eğitim sistemimiz çocuklara tamamen uydurulmuş bir tarihi ezberletmek için düzenlenmiştir. Bu toplumun çocukları, bu ulusun ve yöneticilerin hiç hata yapmadığına, geçmişin hiçbir haksızlıkla lekelenmediğine inandırılmıştır. Bu nedenle de, tarihî gerçeklerle karşılaştıklarında, kendilerinden ve öğrendiklerinden değil, bizzat gerçeklerin kendisinden kuşku duyar hale gelmişlerdir.
Neşe Düzel, bir dizi dürüst ve cesur tarihçiyle yaptığı konuşmalarla, tarihimize az rastlanır bir gerçeklik ve şeffaflıkla bakmamızı sağlıyor. Yalanların arkasına saklanan gerçekleri, bu konuşmaları okuyarak gördüğünüzde sadece aldatıldığınız değil, hâlâ aldatılmakta olduğunuzu da keşfedeceksiniz.
Gerçeklerden korkuyorsanız, yalanların içinde mutluysanız, aldatılmakta korkakça bir huzur buluyorsanız, bu kitabı okumayın. Bu kitap gerçekleri açıklayacak cesarete sahip olanların, gerçekle yüzleşmekten korkmayan cesur insanlara bir armağanı çünkü.”