saniyenur
Thu 5 January 2012, 05:46 pm GMT +0200
Bir Maturidî Kelâmı Var Mıdır?
İzmirli bu konuda şunları yazıyor: Maturidi'nin ilim silsilesi Ebu Hanife'ye dayanır. Maturi'dî'ye gelinceye kadar Hanefîler başka bir isim almamışlardı. Maturidî, Mutezile ve diğer bid'at mezheplerle münazaraya başlamış, bu şekilde tevhid konusunda büyük ve değerli eserler yazmış, telif ettiği kitapları aklî ve naklî delillerle doldurmuştu. Böylece Maveraünnehir'de Hanefîlerin imamı oldu. Artık sonra gelenler ona intisab ettiler. Maturidlye müstakil bir fırka ve mezheb değildir. Maveraünnehir'deki fıkıh âlimlerinin tuttukları bir yoldur, mütekellimlerden ziyade fukahadan müteşekkil bir taifedir. Müveraünnehir fukahasına Maturidiye denildiği halde Irak ve sair yerlerdekiler Hanefî adını muhafaza etmişlerdi. Nesefller, Maturidiliği desteklediği için Maturidîye lakabı şayi oldu, artık Hanefîye lakabı unutuldu.
Ebu Hanife'nin akîdesi hakkında ilk önce sahih bir isnad ve muteber bir nakille eser yazan Mısır fakihi Ebu Cafer Tahavî'dir (öl. 321/933). ilim silsilesi Ebu Hazım-İsa b. Eban-İmam Muhammed yolu ile Ebu Hanife'ye dayanır. Akîdetu't-Tahavî' isimi, eserinden başka Şerhu Meâni'1-aşâr ve Şerhu müşkili’l-âsâr isimli eserleri vardır.
Maturidî de Tahavî gibi selef mezhebini tesbit etmiş, şerhin gereği olarak telhisde bid'atlardan tecridde bulunmuştur,
Tahavî ile Maturidî arasında iki meselede fark vardır:
1. Tahavî selef gibi, “Kur'an kelâmullahtır, keyfiyetsiz olarak Allah'tan söz olarak başlamıştır”, diyordu. Yani Cenab-ı Hakk kelâmı başkasında yaratmamış, kelâm kendisinden başlamıştır.
Maturidî ise kelâm-ı nefsîyi kabul edip onun da işitilmediğini ileri sürüyordu. Ebu Muîn Nesefî, Maturidî gibi kelâm-ı nefsî'yi kabul etmekle bu meselede Maturidîye ile Eş'arîyle birleşmiş, Tahavî'den, esas Hanefîlikten ayrılmış oldu.
2. Maturidi,“İman tasdikten ibarettir”,demek suretiyle Eş'arîlerle birleşmiş, esas ve eski Hanefî kökünden kopmuştu.
Tahavî ve eski Hanefîler Selefidir. Maturidîye, Selefiye ile Eş'arîye arasındadır, Eş'ariyeden çok Selefiyeye yakındır. Hanefîler arasında, akîde itibariyle halis Eş'ari olan Ebu Cafer Simânî gibi zatlar da vardır. [30]
Bu duruma göre, Maturidî, birkaç meselede İmam-i Azanı'dan ayrılmış olmakla beraber esas itibariyle onu takib etmiş, eserlerini, fikirlerini ve akidelerini şerh ve tefsir etmiştir. Bu sebeple Maturidilik bir kelâm mezhebi olmaktan çok, bir akâid mezhebidir ve bu hususta da asıl olan Ebu Hanife'nin akideleridir. Onun için Maturidîliğe fukaha yolu, Hanefî fakihlerinin mezhebi, Maveraünnehir ulemasının mesleği gibi isimler de verilmiştir. Ehl-i sünneti desteklemek için, Eş'arîden çok evvel zuhur etmiş olan Ebu Hanife ve taraftarlarının mezhebini tafsil ve şerh eden Maturidî olmuştur.[31]
Ebu Hanife ile Eş'arî arasındaki farklar, Maturidî ile Eş'arî arasındaki farklara nazaran daha çoktur. Zira Maturidî, iman ve kelâm-ı nefsi konusundan başka, eserlerini aklî ve nakli delillerle doldurmak suretiyle de Eş'arîliğe yaklaşmıştır. Meseleye bu açıdan bakıldığı zaman Tahavî'nin Ebu Hanife'nin akidelerine Maturidi’den çok daha fazla sadık kaldığı ve imamını büyük bir dikkat ve hassasiyetle takib ettiği görülecektir. Tuhaftır ki, Tahavî tarafından aynen devam ettirilen Ebu Hanife'nin şerh ve tefsir edilmesi şekli, hemen hemen unutulduğu halde, Maturidî tarafından yapılan şerh ve tefsir biçimi daha fazla yayılmış ve tutunmuştur.
Aslında Maturidi, akâid ve kelâm sahasında Eş'ariden çok geri olan bir âlim değildir. İzmirli'nin de işaret ettiği gibi eserlerini naklî ve aklî delillerle doldurmuş, hiç olmazsa akâidden kelâma doğru ciddî olarak geçmeye teşebbüs etmiştir. Fethullah Huleyf bu konuda şunları söylemektedir: Maturidî, Ebu Hanife'nin akaide dair risalelerini tetkik etti. Fakat bu risaleler onun elinde yeni bir şekle girmişti. Bu risaleler, delil ve burhan bahis konusu etmeden, Ehl-i sünnetin akidelerinin açıklanması yolunda yazılmış eserlerdi. Bu akideler ve esaslar Maturidî'nin elinde akide olma halinden ilim olma, yani kelâm olma haline dönüşmüştür. Zira o bu akideleri ilmî esaslara ve kesinlik ifade eden delillere istinad ettirmişti. Ebu Hanife'nin mezhebindeki mütekellimler Maveraünnehir'de Maturidî ismini almışlardı. Hanefilik deyimi sadece fıkıh konularıyle meşguliyeti ifade ediyordu.
Hakim-i Semerkandî diye meşhur olan îshak b. Muhammed (öl. 340/951), Ebu Hasan Ali b. Said Rustuğfeni, Ebu Muhammed Abdulkerim b, Musa Pezdevî (öl. 390/999), Ebu Leys Buharî gibi meşhur kişiler Maturidî'nin talebeleri ve takibcileri olmuşlardır.[32]
Maturidî ile Eş'arî arasında, müteşabih sayılan yedullah, vechullah (Allah'ın eli, Allah'ın yüzü) gibi ifadelerin te'vil edilmemesi konusunda görüş birliği vardır. Ancak Eş'ari “ihtiyarî ve iradî fiiller Allah ile kaim değildir”, diyerek Allah'ın fiillerini te'vil ettiği halde Maturidî bu nevi fiilleri te'vil etmemişti. Îmamu'1-Harameyn Cüveynî, te'vili Eş'arîliğe sokmak suretiyle mezheb imamını aşmış oldu. Gazali, kelâmın kapılarını felsefeye ve mantığa açarak İmam Eş'arî'yi bir kere daha aştı. F. Razî, kelâmı iyice aklîleştirerek Eş'ari kelâmına yeni ufuklar açtı. Böylece Eş'arî kelâmı gelişmek için geniş bir saha bulmuş oldu.
Maturidî'nin talihsizliği, takibcilerinin ve taraftarlarının, kendisini aşma, sistemini geliştirme ve kelâmi düşünce için yeni ufuklar açma kudretini ve istidadını gösterememiş olmalarıdır. Bu yüzdendir ki, yeni hedefler istikametinde ilerleme ve yükselme kabiliyeti gösteremeyen Maturidî'nin sistemi unutulmuş ve terkedilmiş hale geldi.
Mezhepler tarihine dair eser yazan Şehristanî, el-Milel ve'n-ni-hal'de, Abdulkahir Bağdadî, el-Fark foeyne'l-fırak ve Usûlu'd-din'de, İbn Hazm el-Fisal’da, Ebu Muzaffer İsferâinî (öl. 471/1078) et-Tabsire'de, İbn Nedim (öl. 379/987) el-Fihrist'de İmam Maturidî'ye temas etmemişler, onun mezhebini anlatmaya lüzum görmemişlerdir. Mezheplere ve mezhepler tarihine dair eser yazan müelliflerin Maturidî'den ve Maturidilikten bahsetmemiş olması, umumiyetle Maturidîliğin Hanefilikten farklı görülmemiş olmasındandır. İbn Hallikan, İbn İmad, Safedî ve İbn Şakir gibi ulemanın biyografilerini yazan meşhur müellifler bile Maturidî'den bahsetmemişlerdir. Hatta İbn Haldun, Mukaddime'de kelâmın tarihini yazarken Maturidi ismini aklından dahi geçirmemiştir. Ebu Muin Nesefi, Tabsıratu'1edille'de, “Maturidî ismi sonradan çıkma bid'at bir isimdir”, diye iddiada bulunanlara karşı savunma yapmak ihtiyacını duymuştur. Tabakatu'l-müfessirîn isimli eserin müellifi olan Suyutî'nin bu eserde Maturidî'den bahsetmemesi de ilgi çekicidir. Zira Maturidî'nin et-Te'vilât'ı tefsire dairdir.
Çok tuhaftır ki, Hanefîler bile Hanefî olan ulemanın tercüme-i hallerini anlatmak için yazdıkları tabakât kitaplarında Maturidî ismi üzerinde fazla durmamışlar ve bu isim geldiği zaman alelacele üzerinden geçmişlerdir. Ömer Nesefi'nin Metnu'l-Akâid' de Maturidî ve Maturidilik konusunda bir tek kelime bile söylemediğini düşünürsek, ilgisizliğin derecesini daha iyi anlamış oluruz. İbn Subkî'nin Tabakatu'ş-Şafiiyye isimli eserinde Eş'ari hakkında verdiği geniş malumatı, Hanefilerin tabakât kitaplarında Maturidî'ye verdikleri kısa malumatla mukayese edecek olursak, ikincisinin birincisine nisbetle devede kulak olduğu görülür.[33] İbn Asakir, Eş'arî'yi savunmak için: Tebyinu kizbi'l-müfterî, adiyle bir eser yazdığı halde, Maturidîler, imamları hakkında bunun yüzde biri kadar bile bir çalışma yapmış değillerdir. Eş'arî'nin bir çok eserleri neşredildiği halde Maturidî'nin sadece bir eseri, o da 1970'de neşredilebilmiştir.
Maturidî Sünnî doğmuş, Sünni yaşamış ve bu akide üzerine vefat etmişti. Çağdaşı Eş'ari Mutezile iken Sünnî akaidini ilmî ve aklî delillerle savunmakta idi. Hal böyle iken ömrünün 40. yılını Mutezile mezhebinde geçiren Eş'arfnin çok meşhur olmasına mukabil Maturidi'nin kendi muhitinde bile büyük ölçüde unutulmuş olması, onun adına bir şanssızlık olmuştur. Bir Maturidî kelâmının fiiliyatta ve tatbikatta var olup olmadığını göstermek için iki husus üzerinde daha duralım:
1. Gazali,el-îktisad fi'1-itikad isimli eserinde hüsün-kubuh (iyi,kötü, güzel,çirkin) teklif-i mâla yutak (güç yetirilemiyecek şeyi teklif), ta'zib-i mutî (itaatkâr mümine azab etme),Allah'ın fiillerinin hikmetle muallel olması, tekvin sıfatı, şeriat gelmeden evvel Allah'ın varlığının aklen bilinmesinin vacib olması gibi konuları anlatırken Maturidîlerin ve Hanefîlerin görüşüne temas etme ihtiyacını duymaz.Bu gibi konularda münakaşaların ve mücadelelerin sadece Eş'arîlerle Mutezile arasında geçmiş gibi bir tavır takınır. Eserinin hiç bir yerinde, hatta imanın artma ve eksilme kabul edip etmediğini anlatırken dahi Hanefî veya Maturidî sözünü kullanmaz. Diğer eserlerinde de bu tutumunu devam ettirir. Eş'arîleri tek başına Ehl-i sünnetin temsilcisi olarak gösterir.
İcî, Mevakıfda; Cürcânî Şerh u'l-Muvâkıf da aynı anlayışı devam ettirirler. Cürcânî, “iman artar mı, eksilir mi?” meselesini Muvâkıf şerhinde izah ederken Hanefiye ve Maturidîye kelimelerini kullanmamaya dikkat eder, haşiye ve talik yazanlar da onu bu konuda takib ve taklid ederler. Hemen hemen bütün Eş'ari kitaplarında durum budur.
2. Şeyhzâde, Nazmu'l-feraid'de Eş'arîye ile Maturidiye arasındaki ihtilaflı meseleleri anlatırken sürekli olarak “zehebe meşayihu'l-Eş'âire (Eş'ari âlimlerinin kanâatına göre) tabirine karşılık olmak üzere “zehebe meşayihu'l-Hanefiyye” (Hanefî âlim ve fakihlerinin kanâatına göre) tabirini kullanır, 9. meselede yani kelâm-ı nefsi bahsinde görüldüğü gibi pek nadir hallerde İmam Maturidî'den bahseder. Beyazı de îşârâ'l-meram'da aynı yolu takib eder. Bazan “el-Haniıfiyetu'l-Maturidiye”(Hanefî olan Maturidîler tabirini) kullanır.
Bu durum göstermektedir ki, Hanefî âlimleri bile bir Maturidîlik cereyanının varlığını kabul etmek istememişler, böyle bir hareketin varlığım görmezlikten gelmişler, Eş'arüiğe karşı Maturidîliği değil, Hanefîliği çıkarmayı tercih etmişlerdir. Hanefi âlimlerinin, itikadı görüşlerini akaide ait müstakil eserlerden ziyade fıkıh ve fıkıh usûlü kitaplarında anlatmaları da bu durumun sonucudur.
Bütün bunlardan sonra neticeyi iki maddede özetlemek mümkündür:
1. Maturidî'nin eserlerinde, özellikle Kitabu't-tevhid'de kendi çağında varolması mümkün olan ölçüde bir kelâm anlayışı mevcuttur. Bu anlayış Ebu Muîn'in Tabsiretu'l-edille'sinde, Sabunî'nin el-Kifaye'sinde ve Beyazî'nin İşarâ'I-meram'ında devam etmiştir. Ama bütün bunlar ya tamamen unutulmuş veya çok az sayıda kimse tarafından okunmuştur.Önemli sayılabilecek bir tesir bırakmamıştır. Onun için, hiç olmazsa meydana getirdikleri neticeler ve tesirler yönünden bu kıymetli eserleri maalesef yok hükmünde tutmak zarureti vardır.
2. Hanefîîerin her zamanda, her yerde ve çok yaygın biçimde bir akâidleri olmuştur. Bu akideler ilmihal kitapları nevinden olan ve talimi gayeler güden basit eserler vasıtasiyle yaşatılmış ve telkin edilmiştir. Bu anlayıştan da, Eş'arî muhitinde görülmeyen bir “Âmentü”ve“Âmentü şerhleri”serisinde kitaplar meydana gelmiştir. Bu bakımdan “Hanefî akaidi, arada birtakım önemli farklar bulunmasına rağmen kelâmdan çok, Hanbelî akaidine benzemektedir” “Eşarilikten çok Selefiyeye yakındır” sözünün manâsı da budur. Hanefî Akaidinin “Maturidî kelâmı” olmuş şekli ise zaman zaman Mutezileye yaklaşmıştır; Bu konuya' ilerde tekrar döneceğiz.[34]
[30] İzmirli, Yeni ilm-i kelâm, II, 107, 108.
[31] Beyazî, İşaratu'l-meTâm, 23.
[32] Fethullah Huleyf, Kitabu't-tevhid önsözü, 5.
[33] Bk. Tancî a.g. makale; Fethullah Huleyf, Kitabu't-tevhid Önsözü, 9.
[34] Sadreddin Taftazani, Kelâm İlmi ve İslâm Akaidi (Şerhu’l-Akaid, Hazırlayan Süleyman Uludağ), Dergâh Yayınları: 34-39.