- Bidatlerin kötülenmesi ve kötü akibetleri

Adsense kodları


Bidatlerin kötülenmesi ve kötü akibetleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Sat 4 June 2011, 03:30 pm GMT +0200
2- BİD'ATLERİN KÖTÜLENMESİ VE BİD'ATÇİLERİN KÖTÜ AKIBETLERİ

 
Akıllı bir kimsenin bid'atler üzerinde düşündüğü zaman onun kötü bir şey olduğunu bileceği gayet açıktır. Çünkü bid'atlere uymak demek, sırat-ı müstakimden çıkmak ve cehalette ileri gitmek demek­tir. Bunu hem aklî ve mantıki delillerle hem de genel şer'î ve nakli delillerle açıklamak mümkündür,
Akli olarak bid'atın kötülüğünü ortaya koymaya gelince bunun çeşitli yönleri vardır:
1. Dünyanın başlangıcından bu güne kadar yapılan deney ve tecrübeler göstermiştir ki tek başına akıl kendi yararına olan şeyleri celbetmeye ve zararına olan şeyleri def etmeye yeterli değildir. Çünkü maslahatlar ve mefsedetler ya dünyevîdir veya uhrevidir.
Dünyevi olanları akıl, daha başlangıçta Allah tarafından ilk konuluşlarında tek başına ayrıntılı olarak elbette bilemez. Daha sonra ortaya çıkmış ve çıkacak olanları da tam olarak bilemez. Çünkü nelerin maslahat, nelerin mefsedet olduğu başlangıçta ancak Allah'ın bildirmesiyle bilinmiştir.
Çünkü Adem (a.s.) yeryüzüne indirildiği zaman dünyevi masla­hatlarını/menfaatlerini nasıl celbedeceğini biliyordu. Ancak kimileri de şöyle demektedir:
"Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretti"[1]ayetine göre Âdem başlangıçta bunları bilmiyordu. Bu isimleri öğrendikten sonra bilir hale geldi. O halde bu esnadaki öğrenme akla dayan­mayan bir öğrenmedir. Sonra onun neslinden gelenler de bu bilgileri ondan topluca miras olarak aldılar. Fakat akıllar bu ilk bilginin köklerinden yeni yeni bilgiler türettiler de bu bilgileri (sanki önceden ortada hiçbir şey yok iken) kendileri ürettiklerini zannettiler.
Başlangıçta Hz. Adem'e öğretilen temel bilgilere araya fetret, dönemleri girdikçe yeni yeni bilgiler ilave edildi: Çünkü fetret dönemlerinin maslahatları aynı istikamette cereyan etmedi. Çünkü o dönemlerde fitneler, karışıklıklar vardı, çeşitli yönlerden bozulmalar ortaya çıkmıştı.
Şayet Allah Teala peygamberler göndermek suretiyle insanlara iyilik yapmasaydı onlar düzenli bir hayata ulaşamazlardı ve menfa­atlerine (mashalatlarına) en uygun olan bir durumda bulunmazlardı, öncekilerin ve sonrakilerin haberleri üzerinde düşünmekle bunu öğrenmek mümkündür. Uhrevi maslahatlara gelince, sebeplerinin ortaya konuluşu yönünden akıl ile kavranılmaları en zor olanlar şunlardır. Meselâ ibâdetler böyledir. Onlar, değil ayrıntılı olarak özet olarak (icmali) bile akılla bilinemezler.
Ahiret yurdunu, mutlaka bir gün o yurda gidileceğini ve onun, amellerin karşılığının görüleceği bir yurt olduğunu düşünüp tasavvur etmeye gelince akıl bunu duyularla hissetme imkanından uzaksa da, soyut olarak idrak edebilir.
Akıl sahipleri, âhiret ahvalinin şer'i naslara bakmaksızın mücer­ret akılla idrak edilebileceğini iddia eden felsefecilere aldanmasmlar. Mesele aslında onların dilleriyle iddia ettikleri gibi değildir. Çünkü insanoğluna her zaman peygamberler vasıtasıyle dinler ve şeriatler gönderilmiştir. Peygamberler ve peygamberlerin mesajını insanlara ulaştıranlar tarih boyunca her zaman bol miktarda var olmuşlardır. Bu süreç Adem (a.s) ile başlamış ve Hz. Muhammed'in getirdiği bu şeriate kadar devam etmiştir.
Ancak şeriatın/dinin izleri silinmeye başladığı zaman Allah Teala insanlara yaratılış gayelerini -ki Allah'a kulluktur- beyan etmek üzere yeni bir peygamber göndermiştir. Şeriatin izlerinin kaybolmaya başladığı zaman ile daha sonra yeni bir şeriatin gönde­rilmesi zamanı arasında önceki şeriatten bilinen bazı esasların (bilgi veya inanç olarak) varlığını devam ettirmiş olması kaçınılmazdır.
İşte felsefeciler bu esaslara ulaştılar, onları veya onların bir kısmını yakaladılar ve bunları akıllarına uygun bir şekilde ortaya sürmek istediler, bu bilgileri dinin değil, aklın bir ürünüymüş gibi gösterdiler. Halbuki durum hiç de onların iddia ettikleri gibi değildir.
Akıl elbette bağımsız değildir. Temeli olmaksızın herhangi bir şeyi inşa edip ortaya koyamaz. O ancak istisnasız olarak önceden var olan bir temel üzere bilgiyi inşa eder, Ahiret ahvali hakkında önceden var olan bilgilerin vahiyden başka bir kaynağa dayanması mümkün değildir.
İleride inşaallah bu konunun açıklaması gelecektir.
Genel olarak, akıllar vahy olmaksızın kendi maslahatlarını tek başlarına kavrayamazlar. Bid'at çıkarmak bu esasa aykırıdır. Çünkü varsayımlar şer'î bir dayanak olamazlar.[2] Bid'atçilerin akla dayana­rak iddia ettikleri şeylerden başka ortaya koydukları bir şey yoktur.
Bid'atçi bid'atle amel etmesi sebebiyle bunun karşılığında arzuladığı sevabı elde edeceğinden emin değildir. Bu sebeple bid'at abesle iştigaldir/boş ve faydasız bir amel gibidir.
Şeriat kulların maslahatlarını korumak için gelmiştir, dersek bu böyledir.
Diğer görüşe göre ise bid'atçinin eline hiçbir şey geçmeyeceği daha da kesindir. Çünkü o zaman bid'at sadece bir ibadettir ve âmir tarafından memurun mecbur edilmesidir (Yani bid'atçinin kendisini şâri yerine koymasıdır.) Usûl ilminde açıklandığına göre aklın bu alanda yetkisi yoktur. Üstelik bid'atçi bir de, büyük arzularını gerçekleştirmede elindeki güvenilir olan bir yolu bırakıp güvenilmez bir yolu izlemektedir.
2. Şeriat, eksiklik ve fazlalığa tahammülü olmayan bir mükem­mellikte gelmiştir. Çünkü Allah Teala bu konuda şöyle buyurmak­tadır:
"Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı beğendim."[3]
İrbâd İbn Sâriye[4] hadisinde şöyle anlatılmaktadır:
Bir gün Rasulullah (s.a) bize gözleri yaşartan, kalpleri yerinden oynatan bir öğüt verdi. Biz dedik ki:
Ya Rasulallah! Sanki bu bize veda eden birisinin öğüdü gibi geldi. Bize tavsiyen nedir? Şöyle buyurdu:
"Size öyle aydınlık bir yol bırakıyorum ki onun gecesi de gündüzü gibidir. Benden sonra o yoldan sapan mutlaka helak olur. Benden sonra yaşayanlar pek çok ihtilaflar göreceklerdir. Ben size benim sünne­timden ve benden sonraki râşit halifelerin sünnetinden öğrendik­lerinizi tavsiye ediyorum."[5]
Hz. Peygamber'in (s.a) ölmeden önce din ve dünya işi konu­sunda"[6] ihtiyaç duyulan her şeyi açıkladığı kesindir. Bu konuda ehl-i sünnet arasında farklı görüşte olan hiç kimse yoktur.
Hal böyle olunca bid'atçi sanki lisan-ı hal ile şöyle der gibidir:
"Şeriat tamam olmamıştır. Şeriatta telâfi edilmesi/düzeltilmesi gere­ken şeyler vardır veya bunlar düzeltilse daha iyi olur."
Çünkü o şeriatın hiçbir yönden eksiğinin olmadığına, tam ve mükemmel oldu­ğuna inanmış olsaydı bid'at çıkarmaya ve onu düzeltmeye kalkış­mazdı.  Böyle bir şey söyleyen kimse sırat-ı müstakimden sapmış olur.
İbn el-Mâcişûn[7] der ki:
Malik'in şöyle dediğini duydum: Kim İslam'da bir bid'at çıkarır da onu güzel görürse Hz. Muhammed'in (s.a) risalete ihanet ettiğini iddia etmiş olur.
Çünkü Allah Teala: "Bugün size dininizi tamamladım." buyurmaktadır. O halde o gün bir başka din olmamıştır. Bu gün de başka bir din yoktur.
3. Bid'atçi, şeriate karşı inatçıdır ve ona muhalefet eder. Çünkü Şâri, kuldan istenilen şeyler için özel şekillerde özel yollar belirlemiştir. Emir ve nehiy ile vaad etme ve korkutma ile bu yolları sınırlamış ve hayrın bu yollarda, şerrin de bu yolların dışına çıkmakta olduğunu haber vermiştir. Çünkü Allah bilir, biz bilmeyiz. O, Rasulullah'ı (s.a) sadece âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Bid'atçi bunların hepsini reddetmektedir. O, daha başka yolların da olduğunu, Allah'ın bu yollara sınır koymadığını ve belirlemediğini iddia eder. Sanki Allah bilir, biz de biliriz, demektedir. Hatta Şâriin belirlediği yollara ilaveler yapmasından, belki de -hâşâ- Şâriin bilmediği şeyleri dahi onun bildiği anlaşılmaktadır.
Şayet bid'atçinin maksadı bu ise şeriate ve Allah'a karşı bir küfürdür, maksadı bu değilse o zaman da apaçık bir sapıklıktır.
Ömer İbn Abdülaziz (r.a) Adiy İbn Ertae'ye[8] yazdığı mektupta bu manaya işaret etmektedir. Adiy, ona bazı kaderiyeciler hakkında fikir danışmıştı. Ömer ibn Abdilaziz şunları yazdı:
"İmdi, ben sana Allah'tan korkmayı, O'nun emrinde orta yolu tutmayı,  Peygamber'in (s.a) sünnetine uymayı,  sünnetinin yürür­lükte ve yeterli olduğu konularda bid'atçilerin uydurdukları şeyleri terk etmeyi tavsiye ederim. Sünnete sımsıkı sarıl. Çünkü sünneti, aksine davranışlardan hangi tehlikelerin, hangi ayak kaymalarının, hangi ahmaklıkların ve hangi aşırılıkların doğacağını en iyi bilen kişi ortaya koymuştur. Kavmin (ashabın) kendileri için razı oldukları şeye sen de kendin için razı ol. Çünkü onlar derin bir ilme, keskin bir görüşe sahiptiler. (Günahlardan) kendilerini alıkoyarlardı. Onlar her şeyin içyüzünü en iyi şekilde bilirlerdi. Onlar sahip oldukları fazilete lâyık idiler. Eğer, onlardan sonra yeni bir durum ortaya çıkmıştır dersen, bunu ancak onların yolundan gitmeyen ve kendilerini onlara tercih edenler çıkardılar. Onlar (sahabiler) öncüdürler; yeterli mik­tarda    konuşurlardı ve faydalı şeyleri anlatırlardı. Onların yaptıklarını yapmayanlar kusurludur, fazlasını yapmaya kalkışanlar bitkin ve yorgun düşerler. Kimisi eksik bıraktı, kimisi aşırı gitti.[9] Onlar (sahabeler) bu ikisi arasında doğru bir yol üzerinde idiler." Sonra mektup Adiy'in sorunuyla ilgili bükümle sana erdi. Ömer ibn Abdilaziz'in "Sünneti, aksine davranışların nelere sebep olacağını en iyi bilen (Hz. Peygamber) koymuştur" sözü, işte üzerinde durduğumuz konunun delilidir.
4. Bid'atçi kendisini Şârie benzer bir konumda görmektedir. Çünkü şeriatleri koyan ve halkı o şeriatlerin yolundan gitmekle yükümlü tutan Şâri'dir/Allah'tır. O'ndan başka bu işi yapacak kimse yoktur. Çünkü anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında o hüküm verecektir. Eğer şeriat koyma işi insanların yapabileceği şeylerden olsaydı, şeriatler indirilmezdi, insanlar arasında ihtilaf kalmazdı ve peygamberlerin gönderilmesine de ihtiyaç olmazdı.
İşte Allah'ın dininde bid'at çıkaran kişi, kendisini Allah'a ortak ve benzer yapan kişidir.  Çünkü Şâri ile beraber şeriat koyuyor, ihtilafa kapı açıyor, Şâriin yegane şeriat koyucu olduğunu reddediyor. Halbuki O, buna kâfidir.
5. Bid'at çıkarmak, hevâ ve hevese uymak demektir. Çünkü akıl, şeriate tâbi olmadığı zaman geride hevâ ve şehvetten başka birşey kalmaz. Sen de bilirsin ki heva ve hevese tâbi olmak apaçık bir sapıklıktır. Görmüyor musun Allah Teâla şöyle buyuruyor:
"Ey Dâvud! Seni şüphesiz yeryüzünde hükümran kıldık. O halde insan­lar arasında adaletle hükmet, heva ve hevese uyma, yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır."[10]
Allah Teala bu ayet-i kerimede hükmü -üçüncüsü olmaksızın- iki şeye hasretti: Hakka tâbi olarak hüküm vermek, heva ve hevese uyarak hüküm vermek. Aklı, hüküm vermekten tecrit ederek uzaklaştırdı. Çünkü akıl, genellikle heva ve hevese uyarak hüküm verebilir.
Başka bir ayet"i kerimede Allah Teala şöyle buyurdu:
"Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız ve işinde aşırı giderek hevesine kapılan kimseye uyma."[11]
Burada da durumu iki şey arasında sınırlandırdı: Zikre yani Kur'an'a tâbi olmak, ikincisi hevâ ve hevese tâbi olmak.
Diğer bir âyette de şöyle buyurdu:
"Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir?[12]
Bu ayet de kendisinden öncekiler gibidir. Bu âyeti iyi düşünü­nüz. Çünkü bu âyet, nefsinin arzusuna (hevasına) uyarak Allah'ın hidayetine tâbi olmayan kimseden daha sapık hiç kimsenin olma­dığını açıkça ifade etmektedir.
İşte bid'atçinin durumu da budur. Çünkü o, Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevâ ve hevesine uymuştur. Allah katından gelen yol gösterici Kur'an-ı Kerim'dir.
Şeriatin beyan ettiğine ve âyetin ortaya koyduğuna göre hevâ ve hevese tâbi olmak iki kısımdır.
Birincisi heva ve hevesin Allah'ın emrine ve yasağına uymasıdır. Bu kötü değildir. Sahibi de sapık değildir. Nasıl sapık olsun ki önce Allah'tan bir yol gösterici gelmiş, hevâsının yolunu onunla aydınlat­mıştır. Takva sahibi mü'minin durumu böyledir.
Diğeri hevâ ve hevesin esas gaye kabul edilerek öne alınmasıdır. O zaman Allah'ın emri ve yasağı, hevâ ve hevese nisbetle tâbi durumundadır (yani ikinci plandadır) veya (hiç bir şekilde dikkate alınmıyacak biçimde) tâbi durumunda değildir. Kötülenen de budur.
Bid'atçi nefsinin hevasını Allah'ın hidayetinin önüne geçirendir. Bu sebeple o, kendisinin hidayet üzere olduğunu zannettiği halde insanların en sapığı olmuştur.
Burada dikkat çekilmesi gereken bir mana ortaya çıkmıştır. O da sözkonusu âyetin şer'i hükümlerde tâbi olmak için iki tane yol belirlemiş olmasıdır:
Birincisi şeriattır. Şüphesiz şeriatte ilim, hak ve hidayet vardır.
İkincisi hevâ ve hevestir. Bu ikinci yol kötülenmiştir. Çünkü Allah Teala Kur'an'da heva ve hevese uymayı sadece kötüleme bağlamında zikretmiştir. Ondan başka bir üçüncü yol zikretmemiştir. Kim âyetleri araştırırsa bunun böyle olduğunu anlar.
Sonra benim referans verdiğim ilim ve övgüyle sözü edilen hak, Kur'andır ve Allah'tan indirilen şeylerdir. Nitekim Allah'ın âyetlerin­de şöyle buyuruluyor:
"De ki: O, bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram etti? Eğer doğru iseniz, bana ilimle söyleyin."[13]
"Yoksa Allah'ın size böyle vasiyet ettiğine şahit mi oldunuz? Bilgisizce insanları saptır­mak için Allah'a karşı yalan uyduranlardan daha zâlim kim vardır!"[14] Bir diğer âyette şöyle buyurulur:
"Bilgisizlikleri yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı Allah'a iftira ederek (kadınlara) haram kılanlar muhakkak ki ziyana uğramışlardır. Onlar gerçekten sapmışlardır ve doğru yolu bulacak da değillerdir."[15]
Bunların hepsi Allah'tan bir yol gösterici olmak­sızın yasa koymada kendi heva ve heveslerine uymaktadır.. Bir âyeti-i kerimede yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah kulağı çentilen, salıverilen, erkek dişi ikizler doğuran, on defa yavrulamasından ötürü yük vurulmayan hayvanların adanmasını emretmemiştir; fakat inkar edenler Allah'a karşı yalan uydururlar ve çoğu da akletmezler."[16]
Bu, teşride/yasa koymada heva ve hevese tâbi olmaktır. Çünkü bu gerçekte Allah'a karşı iftira etmektir. Allah Teala şöyle buyur­maktadır:
"Hevâ ve hevesini tanrı edinen ve Allah'ın (kendi katın­daki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir?"[17]
Yani Allah'tan başka hiçbir şey onu doğru yola eriştiremez. Bu, başka şeyle değil, şeriatle olur. Bu da hidayettir.
Bu sabit olduğuna ve durum, şeriatle hevâ ve heves arasında deveran ettiğine göre aklın kendi başına vereceği hüküm sarsın­tılıdır. Sanki aklın, heva ve hevesin etkisi altında kalmaksızın bu meydanda söz söylemeye mecali yok gibidir. O halde hüküm koymada sadece akla dayanmak doğrudan hevâ ve hevese tâbi olmak demektir.
Sırf akıl ile kavranabilen konulardaki aklî düşünceyi bir tarafa bırak, çünkü burada ondan söz edilecek değildir. Bu konularda ehil olanlar da bid'at çıkarmakla hata etmiş sayılıyorlarsa bunun sebebi ilahi hitabın artık gelmiş olmasından ya da teşri/hüküm koyma yönündendir. Bu sebeple peygamberler gönderilmeden önce bütün insanlar mazurdurlar. Yani peygamberler gelinceye kadar akli konulardaki ve teşrii/yasama konularındaki hatalarında mazurdur­lar. Peygamberler geldikten sonra artık hiç kimsenin sığınacağı bir bahanesi kalmaz.
"İnsanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir hüccetleri/mazeretleri olmaması için müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik."[18]
En üstün hüccet/delil Allah'ındır.
Düşünen kimsenin bu makamda aklında tutması gerekli kaide budur. Usûlün konusu da olsa bunlar Allah'ın Kitabından çıkartılmış nüktelerdir.[19]


[1] Bakara: 31
[2] Şer'i dayanak hükmün ispatında kendisine dayanılan ve Kur'an, sünnet, kıyas ve icmâdan alınan delil demektir.
[3] Maide: 3
[4] Büyük bir sahabî olan İrbad İbn Sâriye es-Sülemi, Suffe ehlinin ileri gelenlerindendir. Humus şehrine yerleşmiş ve Rasulullah'dan (s.a) pek çok hadis rivayet etmiştir. Hicri 75 yılında vefat etmiştir. (Tabakat ibn Sa'd. 4/276; el-Cerhu ve't-Ta'dü, 7/39; el-Hılye, 2/13: Tehzib, 7/174; Şezerât, 1/82; Siyeru A'lami’n Nubelâ, 3/419)
[5] Bu hadisi şu kaynaklar rivayet etmiştir: Ahmed, Müsned, 4/126, 127; Ebû Dâvud, K. Sünne. B. Lüzûmü's-Sünne h.no:4607; Tirmizi, K. İlim, h.no: 2676 (Tirmizi, hadisin hasen-sahih oldu­ğunu söyledi); Dârimi, Ebu Âsim yoluyle, c.l, s.44, îbn Mâce, Mukaddime, 42,43 (Abdurrahman ibn Amr es-Sülemi yoluyle). ibn Mâce Yahya ibn Ehi'l-Muta'dan şöyle dediğini rivayet eder: Ben İrbad İbn Sâriye'den şöyle  dediğini işittim: "Bir  gün Allah Rasulü (r.a.) bize gözleri yaşartan, kalpleri yerinden oynatan son derece güzel ve etkili bir öğüt verdi.
Biz dedik ki:
Ya Rasulallah! Sanki bu bize veda eden birinin öğüdü gibi geldi. Eğer öyle ise bize bir tavsiyede bulun.
Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu:
"Size Allah'tan korkmanızı, dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Başınıza yönetici olarak bir köle bile geçse ona itaat etmelisiniz. Çünkü benden sonra yaşayanlar pek çok ihtilaflar göreceklerdir. Onun için benim sünnetime, hidayete ermiş, doğru yolda olan raşid halifelerin sünnetine benden sonra sımsıkı sarılın. Azı dişlerinizle' sımsıkı tutun. Sonradan icad edilmiş (İslam'a aykırı) işlerden uzak durun. (Çünkü sonradan icad edilmiş her şey bid'attir.) Her bid'at da dalalettir (sapıklıktır)
[6] Şeyh Muhammed Reşid Rıza eH'tısam'a yazdığı ta'likında (dipnotta) şöyle der: Hz. Peygamber din konusunda ayrıntılı bilgiler getirmiş, dünya konusunda da her zaman ve her şartta geçerli olan icmali ve genel kurallar koymuştur. Mesela Şûranın meşruiyeti, ilim sahiplerine içtihat ve istinbat ederek çıkardıkları hükümlerde itaat edilmesi, kolaylaştırma kuralları, güçlüğün kaldırılması, zaruret prensipleri gibi.
[7] İbn el-Mâcişun; "Büyük âlim, fakih, Medine müftüsü Ebû Mervan Abdülmelik ibn el-İmam Abdilaziz İbn Abdillah ibn Ebi Seleme ibn el-Mâcişun et-Teymi" Teymlîlerin azatlısıdır. Medinelidir. Mâliki mezhebindendir, İmam Malik'in öğrencisidir. Az sayıda rivayeti olmasına rağmen hadiste sikadır/güvenilirdir. Gözleri âmâdır. Hicri 213 yılında, bir rivayete göre 214 yılında vefat etmiştir. (Tabakât İbni Sa'd, 5/442; el-Cerhu ve't-Ta'dil, 5/358; Tehzih et-Tehzib. 6/408: Şezeratü'z-Zeheb, 2/28; Siyeru A'lami'n-Nubelâ, 10/359)
[8] Adiy ibn Ertae el-Fezari ed-Dimeşki, Ömer ibn Abdilaziz’in Basra valisidir. Yezid ibn Muhalleb’in oğlu tarafından bir toplulukla birlikte hapsedilerek hicri 102 yılında öldürüldü. (el-Cerhu ve’t-Ta’dil, 7/3, Şezerat, 1/124; Tezhib,7/164; Siyeru A’lami’n-Nubela,5/53)
[9] Şeyh Reşid Rıza ta’likinde şöyle dedi: Bazı kimseler, Hz. Peygamber (s.a) zamanında mevcut olan bazı şeyleri terk etmek suretiyle dinde eksiltmeler yaptılar, bazı kimselerde olmıyan bazı şeyleri ilave yaparak, dinde bid'at çıkardılar ve aşırı gittiler. Bu sıratı müstakim üzere olan vasat ümmettir.
[10] Sâd: 26
[11] Kehf 28
[12] Kasas: 50
[13] Enam: 143
[14] En'am: 144
[15] En:am: 140
[16] Maide: 103
[17] Câsiye: 23