- Bidatçılardan uzaklaşmak

Adsense kodları


Bidatçılardan uzaklaşmak

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Mon 27 September 2010, 08:52 pm GMT +0200
4. BÖLÜM

BİD'ADÇILARDAN (HEVA VE İSTEKLERİNE UYANLARDAN) UZAKLAŞMAK


Velâ ve Berâ'nın beraberinde getirdiği bir başka sorumluluk ise bid-atçılardan, heva ve isteklerine esir olanlardan uzak durmak ve bunları ter-ketmektir. Bunların sahip oldukları bozuk inanç ve akidelerinden, bağlı oldukları batıl sistemlerinden ilgiyi kesmektir.

Ben üçüncü bölümün birinci babında, Selef-i salihinin bid'atçılar karşısındaki tutumlarından söz etmiştim. Aynı zamanda orada bid'atın tanımını yapmış ve küfrü gerektiren bid'atler ve gerektirmeyen bid'atler kısımlarına ayrıldığını izah etmiştim.                                                         

Ben şimdi burada onları terketmenin, yanlarına gitmemenin, onlarla beraber olmamanın ve onlara karşı koymanın "Velâ ve Berâ" meselesinin  bir gereği olduğundan söz edeceğim. Bu prensibin ayrlmaz şartlarından \birinin de bu olduğunu anlatacağım. Çünkü bu meselede esas olan şudur:

Allah'ı sevmek ve Allah'ın sevdiğini sevmektir. Birde Allah'ın buğzettiklerine ve buğz edilecek şeyler yapana buğuzda bulunmaktır. Çünkü £ dinin fesada uğraması ve bozulması bu iki yoldan biriyle veya her ikisiyle olmaktadır.                                                                                               

a- Ya batıl bir itikad ve inanca düşmek, bunu konuşup propagandasim yapmaktır ki buna "Havd" dalma denir.                                         

b- Ya da hak ve doğru olmayan bir ameli yapmaya girişmektir ki, bu da, boş ve yararsız şeylerden faydalanmaya gitmektir.                             

Bunlardan ilki bid'at adını alır. İkincisi ise, heva ve arzuya tabi olmaktır. işte bu ikisi de her türlü şerrin, kötülüğün, fitne ve belânın aslıdırlar. Bu iki yoldan peygamberler yalanlandı, Allah'a isyan bu iki yoldan yapıldı. Cehenneme bu iki yoldan girildi. Cezalandırılmalar bu iki yol yüzünden meydana geldi. İtikadda bozukluk, hep şüphelerden meydana ge­lir. Amelde bozukluk ve fesad ise şehevi isteklerden meydana gelir. Bunun içindir ki, selef şöyle söylerlerdi:

"İki sınıf insandan uzak durun:

a- Birisi heva ve isteklerinin esiridir ki, heva ve istekleri onu fitneye soktu.

b- Dünyaya bağlı olan kimse ki, dünya bu kişinin aklını başından al­mıştır:”[96]                                     

Yine bu zatlar derler ki:       

'Tacir (kötü alimin) fitnesinden sakının, bir de çok ibadet eden ca­hilin fitnesinden. Zira bu ikisinin fitnesi, herkesi tuzağa düşürür. Çünkü birincisi, Allah'ın kendilerine gazapta bulunduğu kimseye benzer, hakkı ve gerçeği bilirler ve fakat bu hakka tabi olmazlar. İkinciler ise, dalâlette ve sapıklıkta olanlara benzerler ki, hiçbir şey bilmeden körü körüne amel­de bulunurlar."[97]

Bid'atın tehlikesi, şurada gizlidir. Bid'at "Bir tek Allah'a teslim ol­mada çelişkilidir." Nitekim seleften bazıları şöyle söylemişlerdir: "İslâmın değeri ve ölçüsü, ancak teslimiyet kantarında kanıtlanır."[98]

Bu, İmam Süfyan es-Sevrî'nin dediği gibidir. O der ki: "Bid'atçı ol­mak, şeytana, masiyet sahibi olmaktan, yani asi olmaktan daha hoş gelir. Zira bid'atın tevbesi yoktur, bundan dolayı tevbe kabul olunmaz. Halbu­ki masiyet öyle değildir. Masiyet sebebiyle tevbe kabul edilebilir. Bid'attan dolayı tevbenin olmayışı, bid'at sahibinin Allah ve Rasûlü'nün meşru kıl­madığı bir şeyi, insanlara bir din gibi sunması, bunu bir din edinmesin-dendir. Ona kötü ameli süslendirildi de o bunu güzel gördü. İşte bu kimse bunu güzel bulduğu müddetçe tevbesi kabul olmaz. Zira kişinin yaptığı işin kötülüğünü kabul etmesi halinde tevbesinin kabulü mümkündür. Yaptığı fiil kötü olduğu halde, bid'atçı onu güzel görmekte devam ettiği sürece, "tevbesi makbul değildir.

Gerçi tevbe, Allah'ın kendisini hidayette kılması ve irşad etmesi sure­tiyle hak kendisine apaçık ortaya konunca, mümkündür ve olabilir. Nite­kim Allah (c.c), kâfirlerden ve münafıklardan, bid'atçılardan ve dalâlete düşmüşlerden birçoklarını hidayette kılmıştır. Bu da ancak, Allah'ın kendilerine öğrettiği hakka tabi olmalarıyla gerçekleşecektir. Çünkü Rabbimiz şöyle buyuruyor:                                                                                 

"Doğru yolu bulanlara ge­lince, Allah onların hidayetle­rini arttırır ve sakınmalarını sağlar." (Muhammed, 47/17)[99]                                                                   

İhsanlar arasında peygamberlerin sunmuş olduğu dini bilmeme olayı ' yaygınlaşırsa, kalplerine ve nefislerine de cahiliyet tohumu yerleşip yeşerme imkânını bulunca, artık bundan böyle karakterler hızlı bir şekilde çözülüşe doğru kayar. Çünkü tabilerinin ipleri çözülür. Zira nefiste bir tür : kibir ve büyüklenme meydana gelir. Bu da imkân ve fırsat buldukça kulluktan çıkmak ister. Nitekim Seleften bir zat şöyle söylüyor:           

"Herhangi bir sünneti terk eden kimsenin nefsinde mutlaka bin bu yüklük (kibir) meydana gelir.”[100]                                                       

Biz de ikinci bölümün birinci babında demiştik ki: Rahman olan Allah'ın velileri ile, Şeytan'ın yandaşları arasında düşmanlık kesin olan bir ; durumdur. İşte burada da düşmanlık, tabi olanla bid'atçı olan arasında aynı derecededir. Bunun içindir ki İmam Şevkânî şöyle diyor:                 

"Tabi olan ile bid'atçı arasındaki düşmanlık, güneşten daha açık bir  şekilde ortadadır. Çünkü tabi olan kimse, bid'atçıya bid'atı yüzünden düşmandır. Bid'atçının da tabi olana düşmanlığı, sırf onun tabi oluşu ve doğru yolda olması yüzündendir. Aksine bid'at erbabının başkalarına karşı düşmanlığı, yani hakka tabi olanlara karşı düşmanlıkları, yahudi ve hırisitiyanlara karşı olan düşmanlıklarından çok daha fazladır."[101]

Biz bid'at ehlinden nasıl uzak kalabiliriz, bunlardan uzak kalmanın  ve berî olmanın keyfiyetini, heva ve heveslerine uyanlardan uzak kalma j. keyfiyetini öğrenmeye geçmeden önce, mutlaka insanlarla bir arada nasıl bulunulabileceği konusuna basit bir tarzda değinmek isterim. Bu konuda s İbn Kayyım merhumun güzel bir sözünü gördüm. Bunu aşağıda görüldüğü gibi kısaca aktaracağım. Allah rahmetiyle muamele buyursun İbn Kay-  yım, insanlarla bir arada bulunmayı dört kısımda ele almaktadır.[102]

1- Kendileriyle bir arada bulunulması gıda gibi ihtiyaç duyulanlar. Kişi gece veya gündüz olsun bunsuz yapamaz. İnsan ihtiyacını, bir araya gel­mek sebebiyle elde edince, gitmeyi bırakır. Tekrar ihtiyaç duyulunca, yine bir araya gelmeye başlar. İşte bu birinci tür, altundan da değerlidir. Bu kısım insanlar, Allah'ı bilip tanıyanlar, emrini bilip takdir edenler, düş­manının hile ve tuzaklarını anlayanlardır. Bunlar AUah için nasihatta bu­lunurlar. Allah'ın kitabı ve Rasûlü için insanlara öğüt verirler. İşte bu in­sanlarla bir araya gelmekte tamamen kâr ve kazanç vardır.

2- Kendileriyle bir arada bulunma durumu bir ilâç gibi olanlar. Buna hastalık anında gerek duyulur. Sağlıklı kalındığı sürece, buna gerek-du­yulmaz. Bunlar maişet noktasında kendilerine ihtiyaç duyulanlardır, belli muameleler ve hizmetler için bir arada bulunmayı gerektiren hallerdir. İş­te bunlarla bir araya gelinerek, ihtiyacın giderilmesi halinde, artık bunla­ra da gerek kalmaz. Bu defa üçüncü kısım devreye girer.

3-  Bunlarla bir arada bulunmak, değişik seyirler ve durumlar, mer­haleler gösteren hastalıklara benzer. Hastalık kuvvetlilik ve zayıflık du­rumlarına göre seyir değiştirir. Kimisi tıpkı müzmin ve tedavisi, teşhisi güç olan  hastalık gibidir.  Ne dinine ne de dünyasına bir yararı  vardır. Böylesi bir hasta hem dinini, hem dünyasını veya bunlardan birini ziyan eder. Kimi hasta da, sanki diş ağrısına ve sızısına yakalanmış gibidir. Diş ağrısı sürdüğü müddetçe ızdır.ap çekersin, fakat ağrı kaybolunca da sü­kûn ve huzur tekrar döner. Kimisi de ruh sıtmasına tutulmuştur. Bu kim­se pek öfkeli ve aynı zamanda başkalarına karşı aklen kinli ve öfkelidir. Bu kimse öyle bir hastadır ki, güzel bir şekilde konuşmaz, dolayısıyla din­leyip yararlanamazsa, iyi bir şekilde susmasını bilmez ki, sen ona yararlı olasın. Bu kimse konuştuğu zaman, konuşması dinleyeni erce, sözlerine hay­ret ve şaşkınlıkla bakmalarına rağmen, bir isyan ve hançer gibi saplanmış görünür. Dinleyen sanır ki, o sözü bir misk gibidir, meclise tatlı ve güzel bir hava teneffüs ettiriyor. Bu kimse bir de susarsa artık çekilemez olur. Tıpkı bir değirmen taşı gibi, ne taşınmasına güç yetirilebilir, ne de yerden çekmek suretiyle taşınabilir. İşte hasta bu türden bir hasta ise, ona iyilikle muamele et, ta ki Allah (cc), sana ondan bir kurtuluş ve çıkış yolu göstersin. .

4- Bunlarla bir arada bulunmak tamamen helak olmaktır. Bu da ze­hir yemek gibidir. Gerçi böyle bir zehirin tedavi de uygun olacağına dair, bir panzehirde ittifak etseler de, durum böyledir. Zira panzehirin tedaviye cevap vermemesi halinde, Allah (cc.) sonunu iyiliğe ve hayra çevirsin. Bu türlü insanlara halk arasında ne kadar da çok rastlanmaktadır. Bunlar ger­çekten bid'atçılarla, heva ve isteklerine esir olanlardır. Bu kimseler Allah Rasûlü'nün sünnetine engel olurlar, sürekli aykırı ve muhalif şeylere da-

vet ederler. Bunlar öyîe kimselerdir ki, Allah'a giden yolda insanlara en­gel olurlar ve devamlı eğri yolu ararlar. Bid'atı sünnet gibi sunarlar. Sün­neti de bid'at, iyiliği kötülük, kötülüğü de iyilik diye takdim ederler. Eğer aralarında sadece tevhidi dile getirmelerini söylersen, "Velileri ve salihleri' dışladın, bunların değerini düşürdün" diye konuşurlar. Şayet sadece Rasûlüllah (s.a.v.)'a tabi olunmak gerekir, diye büdirirsen, bu defa, "Peşin­den gidilen imamların değerini heder ettin" diye cevap verirler. Eğer yüce Allah'ın kendi zatını vasfettiği gibi vasfedersen veya Hz. Peygamber (s.a.v.)'in O'nu vasfettiği gibi vasfedecek olup tanıtırsan, bu hususta herhangi bir aşırılığa ve eksikliğe meydan bırakmadan gerekeni söylersen, bu defa "Sen Müşebbihe'densin" diye mukabele ederler. Eğer kendilerine Allah ve Ra­sûlü'nün emrettiği gibi iyiliği emreder, Allah ve Rasûlünün kötülükten neh-yettiği gibi yasaklar ve nehyedersen, bu defa da: "Şen fitnecilerdensin" derler. Şayet sünnete uyar, buna aykırı şeylerden uzak durursan, "Sen bid'at sahibi sapıklardansın" diye konuşurlar. Eğer sen sırf Allah'a yönelir, on­larla bir cîfe ve leş olan dünyalarından ilgiyi keser, önem vermezsen, bu defa "Sen tüm işleri birbirine katıp karıştıranın birisin" diye söylenirler. Eğer bu defa gittiğin yolu bırakır, onların istekleri doğrultusunda hareket edecek olursan, bu durumda sen Allah yanında hüsrana uğrayanlardan olursun, onların yanında münafık olarak yer alırsın. Sen yine de onlara gazab etmek suretiyle, Allah ve Rasûlünün rızasını ara dur, onların yor-gunluğuyla veya seni yormak istemeleriyle uğraşma. Onların seni kötüle­melerine de aldırma. Onların sana kızıp öfkelenmelerine de bakma. Se­nin bizzat kemalin ve olgunluğun şairin söylediği gibidir. Şair der ki:

Gelirse bir nakıstan sana benim zemmim                                 

Bu, ondan tanıklığıdır hakkımda, ki, ben  fazılım.             

Öldüklerinde halk takva sahiplerini över                                 

Sabahlayınca kavim şerefliyi över.[103]                                         

Müslümanların bid'atçılarla, heva ve arzularına düşkün olanlar karısındaki tutumları, onların farklı durumları sebebiyle değişiktir.   

Meselâ bid'atı küfür veya şirk durumunda olan kimseden bütünüyle uzak durmak gerekir. Bunlarla kat'i surette alâka kesilmelidir. Kendile­riyle herhangi bir şekilde dostluk kurulmamalıdır. Bunlardan, tıpkı kâfir­lerden ve müşriklerden uzak kalındığı gibi uzak kalınıp ilginin kesilmesi gerekir. Bu hususla ilgili örnekleri şöyle gösterebiliriz; Meselâ adam, İs­lâm'da olmayan ve dinen reddedilen bir şeyi icad eder veya bir bid'atçıyı barındırır, yardımcı olur. Bununla ilgili olarak Hz. Peygamber şöyle bu­yurmuştur:

“Kim bir yenilik meydana getirirse veya bir yenilikçiye yaltaklık ederse, Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların laneti onun üzerine olsun."[104]

İbn Kayyım der ki:

"En büyük ve fena bid'at, Allah'ın kitabı ve Rasûlü'nün sünnetini geçersiz kılıp bu iki kaynağa aykırı olan şeyleri ortaya çıkarmaktır. Bu gi­bi kimselere yardımda bulunmak, kendilerini savunmak Allah'ın Kitabı­na, Rasûlüllah (s.a.v.)'ın sünnetine davet eden kimselere düşmanlık gös­termektir.[105]

Ancak, bu kadar tehlikeli bid'at sahibi olmayanların durumu farklı­dır. Eğer bid'atları günah ve masiyet türünden olup küfre girmelerine, şirk koşmalarına sebep teşkil etmiyorsa, bu vaziyet şahıslara ve zamana göre değişik bir şekilde ele alınır.

İyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek, ancak basiretle ve tam bir bilgi ile sağlanabilir. Bazan insan, böyle bir şeyi önleme imkânını bula­mayabilir. O zaman Hz. Peygamber (s.a.v.)'in buyurduğu gibi, sadece ken­dilerine bakacaklardır. Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

"İtaat olunan bir cimrilik, tabi olunan bir neva, tercih olunan bir dün­ya, her görüş sahibinin kendi görüşünden başkasını tercih etmediğini gör­düğün zaman, senin görevin, kendine bakmandır (kendini kurtarmandır.)"[106]

Müslüman bir kimse, birini masiyet işlerken gördüğünde, ona işle­mekte olduğu şer ve kötülük sebebiyle buğzeder ve yapmakta olduğu ha­yır sebebiyle de sever. Nitekim biz konunun başında, Ehl-i Sünnet itika­dında zikretmiştik. Yoksa bir kimsenin işlemekte olduğu kötülük ve şer sebebiyle, yapmakta olduğu hayra rağmen her halükârda ona buğuzda bu­lunulacak anlamı çıkarılmamalıdır. Aksine o kişiye karşı buğuzda bulunul­ması, onu bu kötülüğünden menetmek içindir. Bu durum, kişiyi ve ben­zerlerini ıslaha ve düzeltmeye çalışanlara bir geri çekilme anlamına gel­mesin. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.), bu gibilerden uzak durmuş, fakat sonuçta bu davranışın onları yola getireceğini bildiği için, kendilerini terk etmiştir. Ancak, kötülükte bulunan kimseyi, uyarılmadan önce, bunun bir etkisi olmayacağını ileri sürerek terk etmek doğru değildir. Önce ya­pılması gereken yapılır, kişinin durumunu ve gizli kalan sırlarını Allah'a havale eder. Bu arada, kişiyle ilgiyi kesmenin kendisine fayda vermeyeceği bilinen insanın mazereti de kabul edilir, durumu Allah'a bırakılır,"[107]

Hangi halde olursa olsun, müslümanın görevi, bid'atçılarla, facir ve masiyet sahibi kimselerle düşüp kalkmamasıdır. Ancak onu Allah'ın aza­bından kurtarmak için irtibat kurmalıdır. Bunun da en aşağı yolu, işledi­ği zulmü hoş görmemek, imkân nisbetinde karşı çıkıp tenkid etmektir. Ni­tekim Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

' 'Sizden kim bir münker (kötülük) görürse onu eliyle (güç ve zor kul­lanarak) önlesin, eğer buna gücü yetmezse, diliyle anlatarak önlesin, şa­yet buna da gücü yetmezse, kalbiyle buğzederek önlesin. Bu üçüncüsü ima­nın en zayıf derecesidir."[108]                                       

 
Şeriat Açısından İlgiyi Kesmek İki Çeşittir
 

Birincisi: Münkerleri terk anlamında ilgiyi kesmek.

İkincisi ise: Bunu yapanlara ceza yoluyla engel olmaktır.

Birinci durum, Rabbimizin şu âyetinde dile getirilmiştir:

"Ayetlerimiz hakkında ile­ri geri konuşmaya dalanları gördüğünde onlar başka bir sö­ze geçinceye kadar kendilerin­den uzak dur." (En'am, 6/68)

Yine Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"O (Allah), Kitap'ta size indirmiştir ki, Allah'ın âyetle­rinin inkâr edildiğini, yahut on­larla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya (konuya geçince­ye) kadar kâfirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz." (Nisa, 4/140)

Su uzak durma şekli, tıpkı insanın kendisini fiilen münker olan şey­lerden menetmesidir. Nitekim Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

"Asıl muhacir, Allah'ın nehyedip yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir."[109]                                                                   

Nitekim küfür ve fasıklık ülkesinden hicret edip, orayı terk etmek, İslâm ve iman ülkesine gitmek bu kabildendir. Zira böyle bir hareket, kâ­firler ve münafıklar arasında ikametten kaçıştır. Çünkü buralarda AllahL in emrettiği bir işi yapma imkânı yoktur. Nitekim Rabbimiz şöyle buyur­maktadır:

"Kötü   şeyleri   terk et”(Müddessir, 74/5)

İkinci durum ise, tedip et­mek ve kötülük işleyen hakkında gereken işlemi yapmak suretiyle engel olmaktır. Bu, açık açık kötülükleri yapan kimseler hakkında, o kimseler tevbe edip, yaptıklarından vazgeçinceye kadar uygulanır. Nitekim Hz. Pey­gamber (s.a.v.) ve müslümanlar, Tebük seferine katılmayan üç sahabi hak­kında bu yola başvurdular. Allah (c.c), tevbelerinin kabul edildiğine iliş­kin hüküm bildirinceye kadar devam etmişti.[110]

Bu şekilde bir uygulama, kişilerin kuvvetlerine ye zaaflarına göre de­ğerlendirilir. Azlık ve çoklukları göz önünde tutularak gereken yapılır. Çün­kü burada istenen, hakkında bu anlamda bir ceza uygulanan kimsenin yap­tığı işten menedilmesi ve tedibidir. Halkın böyle bir fiile dönmemesini sağ­lamaktır. Eğer bu konuda maslahat, bunu gerektiriyorsa, yani böyle bir yol ile şer ve kötülük azalacaksa, bu, meşru olur. Şayet cezaya tabi tutu­lan ve başkaları, bu gibi şeylerle engellenemiyorsa, aksine kötülük gide­rek artıyorsa, hacir yani cezayı uygulayan zayıf kalıyorsa ve giderek ifsad söz konusu ise, o zaman, maslahata göre gerekeni tercih eder, menetme ce­zasını uygulamaz. Aksine, bazı insanlarla ülfet meydana getirip durumu bu çerçevede ele almak, daha çok yararlı olmaktadır, cezalandırmadan daha etkin rol oynamaktadır.                                                                   

Hz. Peygamber (s.a.v.) de, bir kavmin arasım bulurken, başka biriyle de ilgiyi kesmiştir.

Bu durum anlaşılmış ise, artık şöyle diyebiliriz. Hecr, yani ilgi ve alâ­kanın kesilmesi, Allah rızası gözetilerek, samimi bir şekilde uygulanmalı­dır, Allah'ın emrine uygun düşmelidir. Çünkü kişinin kendi heva ve isteği­ne uyarak ilgi kesme cezasını vermesi, veya emredilmeyen manada bir ce­zanın-uygulanması gibi bir yola başvurması halinde, anlatılan çizgiyi ve temeli çiğnemiş olur. Ne acıdır ki, kimi insanlar bu konuda kendi heva ve istekleri doğrultusunda hareket ediyor, Allah'a itaat ettiğini sanıyor."[111]

Bu konuda hecr yani terketmek ve ilgiyi kesmek cezası, "Şer'î olan cezalar" türündendir. Dolayısıyla Allah yolunda cihad gibidir. Zira sade­ce Allah'ın kelimesi, nizamı ve şeriatı yücelsin, din, bütünüyle Allah'ın olsun diye yapılmaktadır. Müminin görevi Allah için düşmanlık göster­mek ve Allah için dostlukta bulunmaktır. Meselâ ortada bir mümin var. Bu mümin, zalim de olsa, mazlum da olsa, İslama göre kendisine muvalâtta bulunmamız, dost kabul etmemiz gerekir. Çünkü zulüm imana bağlı olan dostluk ve muvalâta engel değildir. Yüce Rabbimiz şöyle buyur­maktadır:

"Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah'ın buy­ruğuna dönünceye kadar saldı­ran tarafla savaşın. Eğer döner­se artık aralarını adaletle düzel­tin ve her işte adaletli davranın. Şüphe yok ki Allah, adil dav­rananları sever. Müminler an­cak kardeştirler. Öyleyse kar­deşlerinizin arasını düzeltin ve AHah'dan korkun ki esirgenesiniz." (Hucurât, 49/9-10)

Ayete dikkat edilecek olunursa, aralarında savaş ve saldırı olmasına rağmen Allah (c.c.) onları kardeşler olarak bildirmektedir."[112]

Burada ayrıca işaret etmemiz gereken bir nokta ise şurasidır: "Temel ve asıl olan şeyler konusunda bid'atçı olan kimselerle ilgiyi kesmek, kendilerinden uzak bulunmak, onlara karşı düşmanlık beslemek gerekmektedir. Ancak alimler arasında fürûlarda yani ikinci derecedeki meselelerde yapılan ihtilaf, rahmete vesile olan ihtilaf türündendir. Allah (c.c), müminlere dinde zorluk ve güçlük dilememiştir. Bu gibi meselelerde ilgi ve alâkanın kesilmesine gerek yoktur. Nitekim bu gibi ihtilâflar Rasûlüllah (s.a.v.)'ın ashabı arasında da cereyan etmiştir. Halbuki hepsi de bir­birlerine iyice ısınmış kardeşler, aralarında birbirlerine karşı çok merha­metli kimselerdi. Kendilerinden sonra ilim erbabından olanlar, bu saha­beden dilediklerinin görüşlerini benimsemişlerdir. Hepsi de hakkı istemek­teydiler ve hepsi de müştereken doğru yolu arıyorlardı.”[113]

 

Hakka Tabi Olmak Ve Bi D'atçılıktan Uzak Durmakli İlgili Olarak Selefin Görüşleri
 

Bu ümmetin selefi -Allah kendilerine rahmetiyle muamele buyursun-Allah'ın yüce Kitabım gereğince bilme ve Rasûlünün sünnetini öğrenme meselesinde gerçekten pek titizdiler. Aynı zamanda bu iki temel kaynak­tan uzak kalanlara da buğzetmekteydiler. Bu zatların konuya ilişkin bir hayli görüşleri bulunmaktadır. Ancak ben burada, kendilerine ait bazı önemli görüşleri sunacağım ki, müslümanlardan hak üzere sebat etmekte olanlar gereğince bu sebatlarını sürdürsünler.

İmam Malik (rh) şu görüşlere yer veriyor: "Bu ümmet arasında, da­ha önce, bu ümmetin geçmiş alimlerinin üzerinde olmadıkları bir şeyi or­taya çıkarmaları halinde, bunu çıkaranlar adeta şöyle bir iddia ile ortaya çıkmış olurlar: Gerçekten Rasûlüllah (s.a.v.) dine ihanet etmiştir. Çünkü Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Bugün size dininizi ikmal ettim (Maide, 5/3)

O gün dinden kabul edil-'meyen bir şey, bugün de kabul edilmez."[114]

İbn Mesûd (r.a.) da der ki: "Sizi Allah'ın Kitab'ına davet eden bir kavim (topluluk) göreceksiniz. Ki bunlar, o kitabı arkalarına atıp terket-mişlerdir. Size ilim öğrenmenizi, bid'at yapmaktan sakınmanızı, söz ve dav­ranışlarınızda aşırılıktan uzak durmanızı, amellerde şiddet gösterip ifrat ve tefrite sapmamanızı emrediyorum. Aynı zamanda size eskiye (Kur'an'a) sarılmanızı emrederim."[115]

Ebu'l-Aliye er-Riyahî de der ki: "İslâmı öğrenin. Onu öğrendiğiniz­de sakın yüz çevirmeyin. Size, sıratı müstakime (dosdoğru yola) girmenizi emrediyorum. Çünkü sıratı müstakim: Bizzat İslâm'dır. Sağdan ve soldan onu tahrif edip bozmayın. Aynı zamanda size peygamberinizin ve ashabı­nın sünnetine bağlanmanızı emir ve tavsiye ediyorum."[116]

İmam Şafiî (rh) de der ki: "Kulun şirk dışında, tüm suçlardan gü­nahlardan herhangi biriyle Allah ile karşılaşması, heva istekleri sebebiyle karşılaşmasından çok daha hayırlıdır."[117]

Süfyan b. Uyeyne'ye sorulmuş: "Bu heva.ve isteklerinin esiri olanla­rın durumu ne ki, heva ve isteklerine pek aşın bir şekilde düşkündürler, söyler misiniz?" O da cevap olarak: "Sen-yüce Allah'ın şu âyetini unut­tun mu:

"Küfürleri sebebiyle kalb-lerine buzağı sevgisi doldurul­du." (Bakara, 2/93)[118] diye konuştu.

Bunun içindir ki Ebû Kilabe şöyle söylemektedir: "Heva ve arzuları­nın esiri olanlarla birlikte oturmayın. Çünkü onların, sizi, sapıklıklarına daldırmamalarından veya bildiğiniz bazı şeyler konusunda kafanızı allak-bullak etmeyeceklerinden emin değilim."[119]

Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) da şöyle buyurmaktadır:

"Tabi olunuz ve fakat bid'atcı olmayınız. Size (Allah'ın kitabı) kifa­yet eder."[120]

Abdullah b. Mes'ûd, doğru ve gerçek söylemektedir. Bize Allah'ın, ki­tabı açık ve seçik olarak yeter, Rasûlünün de sünneti açık ve mufassal ola­rak bizim için kafidir. Çünkü Allah'ın kitabını açıklamaktadır. Kaldı ki salih selefimizin hayatı bizce bilinmektedir. Bizim görevimiz Kitap ve Sün­nete tabi olmaktır. Her türlü bid'atten ve İslama sonradan sokuşturulmuş şeylerden de uzak durmaktır. Eğer bunu yapacak olursak, bu takdirde seçkin bir ümmet haline geliriz, bizim de bağımsız bir kişiliğimiz oluşur. Öyle bir kişilik ki, heva ve arzularının peşinde koşanların ve beşeriyetin eksik düşünce ve görüşlerinin, hiç birisine ait durum ve düşünceleri burada ce­reyan etmez, yer almaz.

Bir ümmet ve millet ki, şayet her seslenenin peşine düşecek olursa, bu takdirde cehalet çukurlarında yuvarlanır giderler. Halbuki Allah (c.c), mümin kulları için nûr, salâh, felah, yani aydınlık, iyilik ve kurtuluş dile­mektedir. Bütün bunlar sadece İslâmda vardır. Bunun dışında ise cahillik ve sapıklık yer almaktadır. Allah (c.c.) bizi bunlardan korusun.


[96] İbn Kayyım, İ'lam (A'lam)'ul-Muvakknn, 1/136, İbn Teymiyye, İktizau's-Sırau'l- Müstakîm, s.25

[97] İktizau’s-Sırat, s.25.                       

[98] Beğavî, Şerhu's-Sünne, 1/171.

[99] İbn Teymiyye, et-Tuhfetu'1-Irakiyye, s.38.

[100] Mulhaku Müellefat'il-İmam Muhammed, s..87.

[101] Şevkânî, Kutru'l-Veliyy, s.259.

[102] Bedaiu'l-Fevaid, 2/274-275.

[103] Bedaiu'l-Fevaid.'den.

[104] Ebû Davud, Diyât, 11. Nesâî, Kasame, 10.

[105] İ’lamu'l-Muvakkıîn, 4/405.

[106] Ebu Davud, Melahim, Tirmizî, Tefsir, İbn Mace, Fiten. Camiu'1-Usûl, 10/3, H.7453. j     Mişkatu'l-Mesabîh, 3/1423. 

[107] ed-Dürerü's-Seniyye, fi'1-Ecvibed'n-Necdiyye", 7/41.

[108] Müslim, İman, H.49.

[109] Buharı İman, H.10.

[110] Bu konu, üç sahabinin durumu, Ka'b b. Malik hadisi ele alınırken ileride anlatıla­caktır.

[111] Mecmûu'l-Fetavâ, 28/203-207.

[112] agk. 28/208.

[113] Beğavî, Şerhu's-Sdine, 1/229.

[114] Şatıbî, el-İ'tisam, 2/53.

[115] Malatî, et-Tenbîh'u ve'r-Redd, s.85.

[116] agk. s.84.

[117] Beyhakî, el-İ'tikad Ala Mezhebi's-Selef, s.118.

[118] İbn Teymiyye, el-Ubudiyye (Kulluk), s.70.

[119] Beyhakî, el-İ’tikad, s.118.

[120] Darimî, İlim, 1/69. Sehavî, Deylemî Müsned'inde rivayet etmiştir, demektedir. Bak. el-Makasıdu'I-Hasene, s.16.