hafız_32
Sat 9 October 2010, 06:52 pm GMT +0200
BİD'AT VE TARAFTARLARI
Bid'at Nedir?
Ehl-I sünnet dışında kalan itikadî mezhepler, islâm tarihinde,
«ehl-i bid'at, mübtedia, ehl-i ehyâ' (akaid konularında kendi beşerî düşünce ve meyillerine uyanlar), «fırak-ı
dâlle, ehl-i dalâl» gibî İsimlerle anılmıştır Bu fırkaların mümeyyiz ve müşterek vasfı akaid sahasında «sünnet»ten ve «cemaat»ten ayrılmaları, yani Rasûlüllah [sallâllahu aleyhi ve sel-lem) ile ashab cemaatının akaid sahasında takibettikleri yolu terke-dip bid'ate düşmeleridir. O halde bid'at nedir?
«Bid'at» kelimesi «bed1» kökünden gelir Bed\ bir şeyi, örneği [modeli) ve benzeri olmaksızın meydana getirmek, yeniden icad etmektir. Buna göre bid'at, eskiden olmadığı halde, sonradan icadedilen şeydir.
Kur'ân-ı kerimde de beyan edildiği üzere İslâm dini Hz. Peygamberin (s.a.) hayatında kemâle ermiştir[1]. Binaenaleyh Rasûlüilahtan sonra dinde ihdas edilen her şey bid'at mefhûmuna girer. Böyle bir şeyi meydana çıkarmaya ve ona uymaya «ibtidâ» denildiği gibi o şeyin vasıf ve şekline ve bir de o tarzda işlenen amele de «bid'at» denilir[2].
Bid'at, sünnetin zıddıdır. Sünnet: Rasûfüllah (s.a.) den sahih olarak nakledilen şeydir. Bu umumi ta'rifin içine Kîtab da girer, çünkü o da Rasûlüllah vasıtasıyla bize gelmiştir. Sünnet kavlî, fi'lî ve takriri olur. Bir de buna ashâb-ı kiramın sünnetini ilâve etmek gerekir. Böylece Hz. Peygamber ile ashâb-ı kiramın dine ait kavil, fiil ve takrirlerinden bize nakledilenler sünnet, bunun zıddı da bid'at olmuş olur[3]. Râgtb el-lsfahânî'nin (v. 502/1108) yaptığı tarif bu anlayışa yakındır: «Mezhebde bid'at öyle bir görüşün ileri sürülmesidir ki o görüşü ortaya koyan ve onunla amel eden, şeriatın sahibine (Muham-med aleyhisselâma) ve dinin büyüklerine uymamış, dinin kesin esaslarına muhalefet etmiş olur»[4].
Bid'atın daha açık olan iki tarifi de şöyledir :
1) "Bid'at, dinde sonradan icadedilen ve şer'î imiş gibi görünen bir yoldur ki onunla Allah taâlâya daha çok ibadet kasdolunur».
2) «Bid'at, dinde sonradan icadediien ve şer'î imiş gibi görünen bir yoldur ki, onunla, şer'î yoldan kasdedilen şeyler gerçekleştirilmek istenir».
Birinci ta'rif, bid'ati ibadetlere tahsis etmek isteyenlere, ikincisi ise ibadetlerle birlikte âdetlere (ibadetlerin dışındaki şeylere) de şâmil kılanlara göredir[5].
Yapılan çeşitli ta'riflerden anlaşılacağı üzere bid'at, yani Allah'ın Kitabına, Rasûlüllah İle ashâb-ı kiramın sünnetine aykırılık, dinin akaid ve ibadet kısımlarında, ahkâm-ı diniyyenin asıllarında vuku bulur, bunda ittifak vardır. Bazıları bidati âdetlere de teşmil eder ve îslâmm esas ve ahkâmından olmayan meselâ kıyafet şekli, evde ve sair yerlerde kullanılan aletler gibi sonradan ortaya çıkan her şeyi bid'atten kabul eder.
Şüphesiz ki her yeni icad edilen şeyi dinen gayr-ı meşru saymak mümkün değildir. Nitekim Rasûlüllah (s.a.) den nakledilen bir hadiste buna işaret vardır: «Hakikat şu ki kim benden sonra terk edilmiş bir sünnetimi ihya ederse, onunla amel eden her kesin ecri kadar o kimseye sevap verilir, hem de onların sevabından hiç bir şey eksilmeden. Kim de Allah'tn ve Rasûlünün rızâsına uygun düşmeyen bir dalâlet bid'ati icad ederse onunla amel eden insanların günahları kadar o kişiye günah yükletilir, hem de onların günahlarından hiç bir şey eksiltmeden»[6]. Dikkat edilirse burada Rasûl-i ekrem efendimiz icad edilen kötü bid'atı «Allah'ın ve Rasûlünün rızâsına uygun düşmeyen dalâlet bid'atı» diye kayıdlandırmıştır. Halife Hz. Ömer de Teravih namazını cemaatle kılmayı icad ettikten sonra, «Bu ne güzel bid'attir» buyurmuştur [7]. O halde her icad edilen şey kötü de-ğildir.
İslâm dininin ibadet nevi ve şekillerine yabancı unsurların karışmaması, Rasûlüllahın tebliğinin aynen muhafaza edilmesi ve dolayısıyla İslâmiyetin müessiriyet ve bakasının sağlanması yolunda son derece titizlik gösteren islâm âlimleri, ibadet sahasında fiil veya terk şeklinde icad edilecek her şeyin gayr-ı meşru olacağına meyletmişlerdir (Buradaki «ibadet» teriminin içinde kalbî amel sayılan itikadi-yat da dâhildir). Ne var ki, biraz önce bir örneğini Teravih namazıyla gösterdiğimiz gibi, Rasûlüllahtan sonra zarureten İcad edilen ve ibadetle alâkalı olan hususlar az değildir, bunlar ümmetin kabulüne de mazhar olmuştur. Kelâm ilminin kendine mahsus terim, üslûp ve ifadeleri de bu cümledendir. Rasûlüllah ve ashabının sünnetine bağ iı din âlimlerinin zaruri ve meşru gördükleri bu nevi icadlar da makbul sayılmalıdır.
İbadetlerin dışında kalan âdetlere gelince, dinin ruhu ve umumi esasları dâhilinde kalmak ve ibadet rengine bürünmemek şartıyla meşrudur. Çünkü insanların dünya ile ilgili ihtiyaç ve İcadları muhtelif devir ve yerlere göre değişir; bunları dondurmak, değişmez kalıplar halinde mütalâa etmek ve bunun dışında katanları gayr-ı meşru saymak mümkün değildir.
Hulâsa, İslâm dininin itikad ve ibadet sahasında Rasûlüllah (s. a.) ile ashâb-ı kiramdan nakledilenlerin dışında kalan ve ehl-i sünnetin mütehassıs âlimlerince zaruri görülmeyen her yenilik, maksadlı bir şekilde «olanı terketmek» veya «olmayanı icad etmek» gayr-ı meşrudur, dalâlet bid'atıdır. İbadetle ilgili olmadığı halde kendisine ibadet rengi verilen her âdet de böyledir. Bunların dışında kalan yenilik ve icadlarsa meşrudur.
İslâm âlimleri bid'atlerin makbul olan ve olmıyanını çeşitli ıstılahlarla ifade etmişlerdir:
Bid'at-ı hasene-bid'ati-t seyyie, kabîha Bid'at-ı merdıyye ve gayr-ı merdıyye gibi.
Dinde meşru olmayan bid'atın kötülüğü, ondan kaçınmanın, Kitaba, sünnete ve cemaate sarılmanın lüzumu hakkında bir çok hadis nakledilmiştir. Rasûl-i ekrem (s.a.), dinde icad edilen her şeyin mer-dûd olduğunu, her dinî ihdasın bid'at ve her bid'atın dalâlet olduğunu beyan etmiş, bu beyanlar sahih rivayetlerle bize kadar gelmiştir[8]. Mu'teber hadis mecmuaları, Kitaba, sünnete ve cemaate uymanın, bid'atten, nevadan ve ayrılıktan kaçınmanın lüzumu hakkında ya müstakil kitaplar (bölümler) tahsis etmişler veya çeşitli kitaplar içindeki bâblarda bu hususlara yer vermişlerdir[9]. Sünnet ve bid'at mevzuunda pek değerli bir eser telif eden İmam Şâtıbî (v. 790/1388), bid'atın zemmi hakkında hem aklî, hem de âyet ve hadisten müteşekkil naklî deliller getirerek açıklamalar yapar; ayrıca sahabe, tabiîn ve sûfiyyeden de bid'atı zemmeden sözler nakleder[10].[11]
[1] bk. el-Mâide (5), 3.
[2] İbn Manzûr, Lİsânu'1-arab, Ahmed Asım, Kamus Tercümesi, et-Tehâ-nevî, Keşşaf, .bid'at. maddesi; eg-Şâtıbî, el-İ'tisâm, I, 36.
[3] eş-Şâtıbî, el-Muvâfakat, IV, 4-5.
[4] el-Isfahânî, el-Mufredât, «be-de-a» md.
[5] eş-Şâtıbî, el-İtiafim, I, 37-42; Alî Mahfuz, el-İbdâ*4 s. 25-32. Ayrıca bk. 3l)ii Manzûr, ag.e.f «be-de-a- md.; İbrm'l-Cevzî, Telbîsıı İblis, s. 16; ot-Tebâııevî, Keşgâf, -el-bidV md.
[6] et-Tirmizî, el-Iltn, 16; l>k. Müslim, el-Ilm.
[7] bk. eİ-Buhârî, et-Tevâvîh, I.
[8] Bu nevi hadisler için bk. el-Buhârî, es-Sulh, 5; Müslim, el-Cumua, 13; Ebû Dâvûd, es-Sünne, 5; et-Tirmizî, el-Fiten, 7; el-Ilm, 16; en-Neseî, el-îdeyn, 22; İbn Mâce, el-Mukaddime, 2, 6-7; ed-Dârimî, el-Mukaddime, 16, 23; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 310, 371; IV, 126, 127, 278, 375; VI, 270.
[9] bk. el-Buhârî, el-İ'tisâm; Ebû Dâvûd, es-Sünne; et-Tirmizî, el-Piten, 7, el-Ilm, 16; İbn Mâce, el-Mukaddime, 1-8, el-Fiten, 8, 17; ed-Dârimî, el-Mukaddime, 16, 17, 19, 23, 24, 30, 35.
[10] eş-Şâtıbî, el-İ'tisâm, birinci cild, bid'atın zemmi hakkında aklî isbat: s. 46-53, âyetlerle isbat: s. 53-68, hadislerle isbat: a. 68-77, sahabe ve tabiîn sözleri: s, 77-89, meşhur sûfiyye sözleri: s. 89-99.
[11] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:155-158.