- Bencilliğin Müebbet Hapsinde

Adsense kodları


Bencilliğin Müebbet Hapsinde

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Mon 30 July 2012, 02:31 am GMT +0200
Bencilliğin Müebbet Hapsinde



Taha Yıldız | Haziran 2012 | DİĞER YAZILAR
   


    Bencillik insanın kendine hapsolmasıdır. Eline geçen her şeyi bu hücreye tıkar bencil insan. Yaratılmışların hayırlısı olan insan için bu çok büyük bir trajedidir. Bu mahkumiyetten kurtulmadıkça insanın ne kendine bir hayrı olur, ne de başkasına…

İslâm, insandan hayatını fedakârlık üzerine kurmasını ister. Başkalarını düşünmeyi, hayatında onlara yer açmasını talep eder. Bunu isterken müslümanı hayra sevk eden yolları hazırlar. Örneğin cemaatle namazı teşvik eder. Çünkü mümin diğer kardeşleriyle birlikte namazı eda ettiğinde, onlarla bir araya gelip kaynaştığında, beraber yaşamayı, paylaşmayı, dertleşmeyi ve fedakârlık yapmayı öğrenir.

İslâm, namazın dışında da müminlerin bir arada olmalarını, birbirlerine destek olarak yaşamalarını, birbirlerinden kopmamalarını ister. Bunu gerçekleştirenler, emri yerine getirmenin meyvelerini hayatlarındayken toplamaya başlarlar. Nitekim hepimizin bileceği gibi, bir cemaat içinde bulunan insanların fedakârlık, başkalarını kendisine tercih etme ve yardımseverlik duyguları diğer müminlere göre çok daha fazladır. Çünkü güzel insanlarla bir arada duran kişi hem karşısındakini olumlu yönde etkiler hem de kendisi o ortamdan etkilenir. Yakınında bulunan insanların sorunlarını bildiğinden, onlara yardımcı olmak ister. Böylece merhamet duygusu güçlenir. Karşılıklı etkileşimle insanın ahlâkı her geçen gün daha iyiye gider. Kötü alışkanlıklarını yavaş yavaş terk eder.

Fakat kişi kendi başına yaşayıp toplumdan uzaklaşırsa sosyal hayatın iyi yönde gelişmesine bir katkısı olmaz. Belki de bencilliğin hakim olduğu toplum yavaş yavaş onu da kendisine benzetir ve bir müddet sonra toplumun sıradan bir bireyi olur çıkar.

Kişinin kalbini olumlu yönde etkileyecek güzel insanlardan uzak tutmasıyla birlikte nefsine yenik düşeceği hususların başında bencillik gelir. Bencillik, insanın sadece kendisini düşünmesi, başkalarını ve onların haklarını önemsememesidir. Bu hastalığın temel nedeni müminlerle kaynaşmamaktır, kendi başına kalmaktır. Bu yüzden cemaat kardeşliği, kişinin İslâmî değerlere bağlılığı ve toplumda bencilliğin hakim olmaması için önemlidir.

Allah’a bencillik


Sadece kendisini düşünen insan, en başta Rabbine karşı bencillik eder. O’na karşı olan sorumluluklarını ifa etmekten kaçınır. Keyfini ve rahatını bozmak istemez. Nefsinin buyruklarına boyun eğer, kendini Rabbinin önüne alır. Hayatının bütün sorunları da zaten bu noktada başlar. Çünkü Allah Tealâ ona hem yaratıcısına hem de çevresindekilere karşı sorumluluklar yüklemiştir. Kulun bu görevlerden kaçınmasında Allah’a karşı bir çıkış, kibir ve enaniyet vardır.

Bencil insanı sahip oldukları gururlandırır ve kendi kendine yeteceğini düşünür. Bu, geçici olana bel bağlamaktır. Çünkü hem ölüm vardır hem de bugün sahip olduklarının yarın elinden uçuvermeyeceğinin garantisi yoktur. Mesela çok zengin olmasına rağmen beklenmedik şekilde fakir duruma düşebilir veya sağlığı son derece yerinde olmasına rağmen amansız bir hastalığa yakalanabilir.

İnsanın sahip olduklarının devamlı olarak elinde kalacağının hiçbir garantisi olmamasına rağmen, sahip olduklarının kendisine yeteceğini düşünen ne çok insan vardır! Bunlar mütevazi görünseler de müthiş gururludurlar. Fakat ellerindeki nimetler gidince, birden öyle bir çökerler ki önceki hallerinden eser kalmaz. Sabır ve metanetleri yoktur. Çünkü tek dayanakları yok olmuştur.

Mümin ve bencillik


Sadece kendisini düşünen insanın Allah’a olan güveni tam değildir. Rabbinin yapmasını veya kaçınmasını istediği buyrukları yerine getirmekte zorlanır. Halbuki gereğini yaptığında ya dünyada ya ahirette, aslında her ikisinde birden kârlı çıkacaktır. Ancak inancında sorun olduğundan emri yerine getirmekte zorlanır. Durumu iyi olmasına rağmen zekâtını vermez veya verirken çok zorlanır, malının en kötüsünden verir. Ona zekât vermesini emreden Allah’ın esasında onun kötülüğünü istemediğini, zekâtın faydasının başta kendisi olmak üzere yine topluma döneceğini düşünmez.

Kaldı ki Allah Tealâ zekâtı verilen malın artacağını beyan etmektedir: “Siz hayra ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir. O rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Sebe, 39), “Allah sadakaları bereketlendirir.” (Bakara, 276) ve “Allah’a karşı gelmekten gücünüzün yettiği kadar sakının, buyruklarını dinleyin, itaat edin, kendinizin iyiliğine olarak mallarınızdan sarf edin. Nefsinin tamahkârlığından korunan kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.” (Tegâbun, 16)

Rabbimizin bu fermanları dururken insanın zekât vermekten kaçınması, malının eksileceğini düşünmesi ve tanımadığı bir kişiye alın teriyle kazandığının bir miktarını hem de karşılıksız vermeyi içine sindirememesi, Rabbiyle olan ilişkisinde ciddi bir sorun olduğunu gösterir. Öyle ya, hem Allah’ı rab olarak kabul ediyor hem de O’nun emrine uymakta direniyor! Demek ki bencilliği kulluğunun önüne geçmiştir.

Hak hukuk ne ki?

İnsan kendi nefsini, isteklerini ve menfaatlerini her şeyin önüne koyduğu zaman, geride ne Allah rızasını gözetmek kalır, ne de kul hakkına riayet etmek… Böyle olunca da sağa sola fazla dikkat etmeden daima şahsî isteklerini önde tutar. Kendince açıkgözlülük yaparak başkalarının hakkını yemekten kaçınmaz.

Mesela insanların beklediği bir sıraya bir yerinden girerek işini bir an önce halletmeye çalışır. Su ve elektrik giderlerini ödememek için kendince yöntemler geliştirir. Toplu ulaşım araçlarında ücret ödememeye çabalar. Kamu malını kendi hesabına kullanmaktan çekinmez. Bir hizmet mevkiinde bulunuyorsa bunu kişisel iktidar ve menfaat aracı olarak görür. Ama düşünmez ki, bunu yaptığında nice insanın hakkına tecavüz etmektedir. Ahirette insanın karşısına binlerce kişinin alacaklı olarak çıkmasından kötü ne olabilir?

Bir bencil yuva kursa


Bencil insanın nefsini her şeyin önüne koyması kendi yuvasında da olumsuz sonuçlara yol açar. Daima kişisel isteklerini merkeze alır ve evde her kim ne yapacaksa önce kendisini hesap etmesini bekler. Gerek eşi ve gerekse çocukları önce onun memnuniyetini gözetmek zorunda kalırlar. Bir nevi diktatör gibidir. Böyle olunca da onun dışındakilerin isteklerinin fazla önemi yoktur. Önce onun istekleri karşılanacak, geriye zaman ve imkan kalırsa diğerlerine sıra gelecektir.

Böyle bir yuvada hakkaniyetten, şefkatten, kıymet bilmekten ve fedakârlıktan söz etmek mümkün olmaz. Korku ve sürekli gerilimin hakim olduğu bu yuvalarda aile içi iletişim zayıf olduğundan sorunlar da eksik olmaz. Ve bir gün, hiç beklenmedik bir anda aile büyük hasarlar alır.

İbadet dedik ama…


Sadece kendini düşünme hastalığı hayatımızın öyle alanlarına sirayet etmiştir ki, ibadetlerimizde bile bunu görürüz. Öyle ki, pek çok insan en önemli ibadetlerden biri olan hacdan bile kul hakkı yüklenmiş olarak geri dönerler. Oysa Hz. Peygamber s.a.v.’in beyan ettiği üzere hac ibadeti, insanları doğdukları günkü gibi tertemiz yapan bir ibadettir. Ancak hacıların Hacer-i Esved’e dokunabilmek uğruna birbirlerini nasıl ittiklerini, tam yaklaştım derken gelen iri yapılı kalabalık bir grubun iteklemesiyle kendilerini nasıl çok uzakta bulduğunu, hac ve umreye gidenler iyi bilirler. Cemrelerde taşları atarken de benzer durumlar yaşanır.

Halbuki biz oraya sırf Allah rızasını kazanmak, kulluğumuzu daha da güzelleştirmek için gidiyoruz. Orada Rabbimizin misafiriyiz. Ama bir türlü bırakılamayan bencillik, Allah’ın evinin tam dibinde yanlışlar yaptırır. O mübarek mekanların dört bir yanının çöplerle dolmasını başka neyle izah edebilirsiniz? Karnını doyuranın çöpünü oracığa bırakması, bencillikten kaynaklanan vurdumduymazlığın en bariz göstergesidir.

Öncekiler ve önderlerimiz


Peki daima kendilerini örnek gösterdiğimiz evvelki müslümanlar nasıl insanlardı? Onlar, savaşta ölümcül şekilde yaralandığında getirilen suyu yan tarafta inleyen diğer müslüman kardeşine gönderen; kendi memleketine hicret eden mümin kardeşiyle evini barkını paylaşan; sabah dükkânına müşteri geldiğinde, kendisinin siftah ettiğini söyleyip komşu dükkâna gitmesini söyleyen; komşusunun aç olduğunu bildiğinde gözlerini uyku tutmayan; bir ihtiyacı olduğunu anladığında diğer müslümanı kendisine tercih eden insanlardı.

Yaşadığımız dünyada bu özellikleri kazanmanın, kazandırmanın ne kadar zor olduğunun farkındayız ama imkansız olmadığını, hakiki müslümanlığın böyle olduğunu da biliyoruz. Bu uğurda çabalamak zorundayız ve çocuklarımızın bencil bir dünyada, kendi egolarının karanlıklarında kaybolmasına seyirci kalamayız.

Çocukluk dönemlerimizde bir sokaktan geçerken hiç tanımadığımız bir teyze sepetini sarkıtır ve bize seslenirdi: “Oğlum, bakkaldan bana bir ekmek alır mısın?” Parayı da sepete koyardı. Biz de sanki kendi evimize alıyormuşuz gibi bakkala gider, ekmeği alır ve getirip sepete koyardık. Artmışsa paranın üstünü de içine atardık.

Bugün, mesela bir hastalık nedeniyle evden dışarı çıkamasanız ve bir çocuğa seslenecek olsanız, çok büyük ihtimalle çocuk size omuz silkecektir. Duymazlıktan gelecek ve yoluna devam edecektir. Parkta oturmakta olan orta yaşlı bir kadın, oynamakta olan bir çocuğa “Evladım, bana şuradaki büfeden su alır mısın?” dediğinde aldığı cevap “Mecbur muyum, bana ne!” olabilmektedir. Tüm bunlar evlatlarımızın nasıl yetiştiğinin ya da yarınlarımıza kendi ellerimizle kurduğumuz pusunun göstergesidir.

Etrafımızda olup biten her olumsuzlukta bir zerre de olsa bizim payımız vardır. Bu nedenle toplum ne kadar bencilleşirse bencilleşsin, başkaları ne yaparsa yapsın bize düşen, mülkün sahibinin kim olduğunu unutmadan, O’nun mülkünde bencillik yapmamak, O’nun kullarına karşı müşfik ve duyarlı olmaktır.