- Bedeni Gayret

Adsense kodları


Bedeni Gayret

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
meryem
Mon 20 December 2010, 11:36 am GMT +0200
II. Bedeni Gayret

Herşeyden önce işaret edelim ki, bizzat bedenimize çarptırılan cezayı bizatihi kendisi için elde edilmiş olmaya lâyık bir değer veya ruhun kur­tuluşu ile ilgili bir disiplin gibi gören bir ahlâk mevcutsa, bu elbette Kur'ân ahlâkı değildir. Bu ahlâk bedenî cezayı emretmek şöyle dursun, kasden onun araştırılmasını dahi kabul etmez. O, daha önceden tesis edi­len veya tabî şekilde kendisiyle beraber bulunan bir ödevle tazammun edilmiş bedenî bir gayret ile hayalimizin saf bir yaratışı olan tahrik edil­miş bir gayret arasında kesin bir ayrım yapmaktadır.O, bu son tür gayreti reddeder ve yasaklar.Memduh ibadette bulunmaya inanarak muhtelif mahrumiyet ve ezi­yet çeşitlerini kendileri için bir kural olarak koyan ilk mü'minler topluluğunun vakıası bilinmektedir. Kur'ân-ı Kerim, onların kendilerinden aldıkları kararı aşırılıkla ve kanuna aykırı davranmakla[91] suçlayarak imâda bulunmakta ve onun ayrıntıları hadîslerde zikredilmiş bulun­maktadır. Hz. Peygamberin ashabından birkaç kişi Peygamberin zevce­lerine onun gizlice yaptığı ibadetini sormuşlar. Sonunda bunlardan bi­ri: "Ben kadınlarla evlenmeyeceğim", diğeri: Ben et yemeyeceğim", üçüncüsü: "Ben yatakta uyumayacağım" demiş. Allah'ın Resulü, Al­lah'a hamd ve sena ettikten sonra onların taşanlarına cevap olarak şöy­le buyurdu: "Bazı kimselere ne oluyor ki, şöyle şöyle demişler. Fakat ben hem namaz kılar, hem uyurum. Hem oruç tutar, hem tutmam. Ka­dınlarla da evlenirim. Öyleyse kim benim sünnetime yüz çevirirse ben­den değildir.[92]Aşağıdaki vakıa, bize başka bir misâl vermektedir. Bir gün Hz. Pey­gamber, uzakta bir adamın güneşte, ayakta durduğunu farkettiği zaman şöyle bir hitabede bulunmuştu: "O adamın orada ne işi var?" diye Resû-lüllah yanındakilere sordu. Orada bulunan dinleyiciler de: "O, kendi kendine, hiç konuşmamaya, oturmamaya, güneşten kendini korumama­ya ve oruç tutmaya yemin etti" şeklinde cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamber: "Gidin, ona konuşmasını, oturmasını, güneşten kendini ko­rumasını, fakat orucuna devam etmesini söyleyin[93]buyurdu.Bundan açıkça İslâmda bedenî gayretin, muhtevasından ayrı olarak değere sahip olamayacağı sonucu çıkmaz mı?İşte bunun için, karşılık olarak ödevin yerine getirilmesinin, genellik­le cismânî herhangi bir meşakkati bulunmadığı zaman, Kur'ân ve hadîs, çeşitli şekiller altında gayretimizi ısrarla istemeye devam eder:Hayatımızı kazanmak için gayret[94]. Tasadduk edecek şeyi kazanmak için gayret[95].Mevsimlere ve hava değişikliklerine aldırmadan farz kılman zaman­da, ilâhî ibadeti yerine getirmek için gayret. Binaenaleyh şu veya bu tarz­da, namaz, harp boyunca[96] da olsa vaktinde edâ edilmelidir[97]; oruç en kısa günlerde olduğu gibi, en uzun günlerde de tutulmalıdır98; fari olan hac, belli bir mevsime raslar[98]. îslâmdan önce, bu ibadeti, yılda bir olan panayırdaki ticaret hayatı ile aynı zamana getirmek için, nesî (ilave) ismi verilen bir fark ameliyesi ile, onun ilkbaharda tesbit edildiği bilinmekte­dir. Oysa ki Kur'ân-ı Kerim, onun sırayla bütün mevsimlerden geçmesi­ni sağlayan muayyen kamerî tarihini tesis ederken (veya daha çok yeni­den tesis ederken) bu adeti ortadan kaldırmıştır[99].Nihayet kutsal hakikati müdafaa için gayret. Ve işte burada davet, daha sık sık ve daha etkili duruma gelmektedir. "Ey iman edenler. Size ne oldu ki, "hay­di çıkın, Allah yolunda muharebe var" denildikte (yılgınlık göstererek olduğu­nuz) yere yapışıp kalıyorsunuz. Siz, ahirete bedel dünya hayatına mı kanaat et­tiniz? Dünya hayatının zevki, faydası, ahirete nisbetle pek cüz'îâir. Gazaya çık-mazsanız Allah sizi acıklı azaba uğratır. Yerinize sizden başka bir kavmi getirir. Siz ona asla zarar veremezsiniz. Hak Tealâ, her şeye hakkıyle kadirdir. Siz (Pey­gambere) yardım etmezseniz kâfirler onu (yurdundan) çıkardıkları iki kişinin bi­risi olarak mağarada bulunduğu ve arkadaşına: "(Korkma), kederlenme. Allah bizimledir" dediği zaman Allah ona yardım etmiş, onun (kalbine) huzur ve itmi­nan yağdırmış, onu sizin görmediğiniz askerlerle desteklemiş, kâfir olanların sö­zünü alçalttıkça alçaltmış; Allah'ın sözünü yükselttikçe yükseltmişti. Zaten Al­lah, (her maniayı söküp atmaya kadir olan) Azizdir ve her işi tedbirle yapan Ha­kimdir. Haydi, Allah yoluna ağırlıklı, ağırlıksız çıkın. Allah yolunda mallarınız­la, canlarınızla savaşın; bilseniz, bu sizin hakkınızda ne kadar hayırlıdır. Kazanç kolay, yol yakın olsaydı, onlar hemen sana (Ey Peygamber), tabî olurlardı. Fa­kat zahmetle gidilecek yol onlara uzak geldi. Onlar Allah namına yemin edecek­ler, "gücümüz yetseydi, elbette sizinle beraber çıkardık" diyecekler. Bunlar ken­di öz canlarını helak ediyorlar. Allah onların yalancı olduklarını biliyor[100]"(Muharebeye çıkmayarak) geride kalanlar Resûlüllahın gitmesinden sonra ev­lerinde oturduklarından sevindiler ve Allah yolunda mallarıyle, canlarıyla sa­vaşmak istemediler. "Sıcakta gazaya çıkmayınız" dediler. De ki; bilseler cehen­nem ateşinin sıcağı daha çok şiddetlidir.[101] Medine halkı ile civarındaki bede­vilerin, Allah ile Peygamberinden geri kalmaları kendi nefislerini onun nefsine üstün tutarak birşey istemeleri yaraşmaz. Çünkü onlara Allah yolunda erişecek susuzluk, yorgunluk, açlık, yahut onların kâfirleri kızdıracak surette bir yere ayak basmaları veya bir düşmanı yenmeleri gibi hal ve hareketler yoktur ki, kar­şılığında onlara iyi bir amel yazılmasın.[102]Bu enerjik mücadele ruhu, bize sadece buyruğun tekrarlanmış icabâtı arasında bile görünmemektedir. O, yankısını, ilk müslümanlarm Peygam­berin huzurunda bîat ettikleri formül içinde bulmaktadır: "Biz, Resûlüllah (S.A.V.)'a darlıkta, varlıkta, sevinçli ve üzüntülü zamanlarımızda, bize tercih yapıldığında dinleyip itaat etmeye, emirlik hususunda ehil olanla niza' etmemeye ve nerede olursak hakkı söyleyeceğimize, Allah hakkında hiç bir kmayıcmm kınamasından korkmayacağımıza bey'at ettik.[103]Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Cihâdın en üstünü, zâlim sultan katında bile olsa gerçeği söylemektir.[104]Fakat biz, bedenî gayretin, ödev tarafından hedeflenen hayırla sahip olabildiği aşağı yukarı sıkı ilişkisine göre, bu gayretin değeri ne kadar de­ğiştirdiğini birkaç örnekle göstermenin faydalı olduğuna inanıyoruz. Gerçekte bu ilişkinin kimi kez ödevin esas veçhesiyle ayniyete kadar git­tiğini, kimi kez amelin aşağı yukarı ikinci derecede önemli veçhesiyle ça­kıştığını, kimi kez basit bir benzerlik ilişkisine indirgendiğini göreceğiz. İşte üç örnek:

 1- Yardım:
 
Denizde boğulan bir kimsenin hayatını kurtarmak veya bir yetimin hayatını korumak gerektiğini söylediğimiz zaman; netice itibariyle insa­nî hayatı kurtarmak söz konusu olduğu, orada Kur'ân-ı Kerim'in, tek bir insanın kazanılmış hayatmın "bütün insanların hayatı[105]ile bir tuttuğu zaman, bu durumlarda tam olarak ödevimiz nedir? Hiç şüphesiz yap­mak zorunda olduğumuz şey, bu hayatların fiilî temdidini elde etmek değildir; çünkü, bu hedef edinilen gerçek hayır olmasına rağmen, bu ni­haî neticenin üzerinde doğrudan hiç bir etkimiz yoktur. Bizim ödevi-miz, bizim tasarrufumuzda olan yolla kendimizi bu gayeye doğru götürmek­tir. Oysa ki sahip olduğumuz tek yol, melekelerimizi harekete getirmek­ten ve onları bu amaç istikâmetinde yöneltmekten başka bir şey değildir.Aslında bu belli amelleri uygulamak ve belli gayretleri yapmaktır: Zihni gayret, ondaki vasıtayı keşfetmek içindir; iyi iradenin atyâkî gayreti bu vasıtayı kullanmaya karar vermek içindir; (meselâ kendimizi yüzmeye atarken) kaslarla ilgili gayret, kararımızı gerçekleştirmek içindir. Birbiri üzerine yukarıya çıkan bütün bu basamaklardan, bizi tasarlanan hayır seviyesine ulaştıran sonuncusudur. O, büyük bir fedakarlıkla, en çok dikkat çeken hadise olduğu gibi, aynı zamanda onun en yakın sebebidir. Burada bedenî gayret, görüldüğü üzere, onsuz görevimizin açıkça nok­san kalacağı temel bir kısımdır.

 2- Namaz:
 
Allah'a saf düşünce vasıtasıyle hitâb etmek, mü'minin ruhu için, bü­yük bir teselli olmaz mı? Fakat bu düşünceyi ifade eden dil, onun üzerin­de etkisiz değildir. O, onu sabit kılar, aydınlatır ve güçlendirir. Fikrin içinde dile geldiği bedenin mütevazı bir tutumu, onun için aynı zaman­da bir çerçeve ve bir gıdadır. Ve eğer ancak, yüksek bir şahsiyete karşı zi­yarette bulunmadan önce alman hazırlıklara benzer bazı hazırlıklar almış olduktan sonra bu özel mülakatın cereyan ettiği mahalle varılırsa, bu kabul töreninin saygı dolu anlamı özellikle bir kez daha fazla artırılır. îslâmm her gün bize, birçok defa kılmayı emrettiği şekliyle, bu farklı unsurların organik bütünlüğü bizzat namazın tarifidir. Bununla birlikte bütün bu kı­sımlar, Ödev içinde eşit paylara sahip değildirler. Filan durumda, filan kı­sım ihmal edilmiş olabilir; filan durumda bir başka kısım v.s. Sonunda merkezde olan müstesna, onların hepsi bırakılabilir ve ondaki bütün di­ğerleri, tohumdaki saman veya incideki kabuk mesabesindedir. Kalbin amelini demek istiyorum. Hiç bir hareket yapamayan, hatta bir kelime dahi hsıldayamayan, ölmek üzere olan kimse, namazını zihnen kılmak­tan sorumludur; yeter ki halâ şuur ve hafızasına sahip olsun. Böylece az önce (yardım konusunda) birinci sırayı işgal eden bedenî amel, burada ancak ikinci derecede bir rol oynamaktadır. Bununla birlikte yine o, nor­mal şartlarda ödevinin az çok tamamlayıcı parçasıdır.

 3- Oruç:
 
Burada biz, ödevin yerine getirilmesi esnasında işin içine giren, fa onun asla parçası olmayan bir nevi bedenî cezaya şahit olacağız. Bizzat tabiatı itibariyle o, bir yükümlülüğün konusu olamaz; çünkü tarif itiba­riyle her sıkıntı amel değil, infialdir.Fakat bize denilecek ki, eğer o, bir yükümlülüğün doğrudan doğruya konusu olamaz ise, belli bir amelin aracılığı ile onu meydana getirmeye elverişli olabilir. Şu halde oruç farizesi şu ifadelerle açıklanabilir: "Belir­lenen filan saatler süresince, yemeden, içmeden kendinizi sakınarak, aç­lığa ve susuzluğa tahammül edin."Eğer o böyle ise, bu sınırlı mahrumiyete çok duyarlı olmayan kimse için itaat etmek mümkün değildir; çünkü orucun saatlerinin ötesine uzatılması, vaktinden önce bozulması gibi yasaktır, diye cevap verece­ğiz. Organlarının özel reaksiyonunu düşünmeden samimiyetle kurala riayet eden herkes eşitçe itaat eden olduğuna göre, hiç şüphesiz bundan şu sonuç çıkar ki, bedenî ıstırap, burada ödevin bir parçası olarak ne doğrudan doğruya, ne de dolaylı yoldan hiç bir önem taşımaz. Gerçek­ten ödev başka yerdedir; çünkü o, onunla rastlantı olarak temas halin­de bulunur. Burada söz konusu olan gayret, her şeyden önce ahlâkî dü­zenle ilgilidir. îlkin her şeyden önce ondan belli bir düzenlilik, ilâhî ira­deye teslim olmada belli bir metanet elde etmek için beşerî iradeye yükle­nilmiş olan bir nevi çıraklık söz konusudur. O bedenine emreden olarak, nezdinde hâkim; fakat yaratıcısına karşı, şu şekilde ifadeye müsaade edilirse, yardımcı şeftir; irademizin birini diğerine tabî kılarak bu iki ni­zamı düzenleme görevi vardır. Onun iyiliği, haysiyetinin şuurunda ola­rak aracılık görevini sürdürmededir. Kötülüğü ise, hevâ ve heveslerin kölesi olarak, daha aşağı inmek suretiyle bu normal düzenin alt üst ol­masındadır. Bu görevi kolaylaştırmak için teklif edilen tatbikat çok ba­sittir. Bu, her sene bir ay boyunca, gıdanın ne kemmiyetine, ne de key­fiyetine dokunmaksızın, saatleri düzenleyen beslenme ile ilgili bir re­jimdir. Tan yerinin ağarmasından itibaren bütün gün boyunca hiç bir şey yememek ve içmemek; gün battıktan sonra hepsi tekrar mubah du­ruma gelir. Aynı düzenleme, cinsî münasebetlere de uygulanır. Böylece bizim yardımcı şefimiz aynı amel konusunda her gün iki defa birbirine zıt iki eğitim görecek: Biri bir şey yapmaktan vazgeçmek, diğeri bir şey yapmaktır. Onun kendi sahasında bu iki düzenin icrası ile uğraşması ve bir ay boyunca aynı uygulamaya yemden başlama zahmetine girişmesi, irade için ne büyük esnekliktir. Çünkü emr ede ede gerçek efendi duru­muna gelindiği gibi, itaat ede ede itaat eden durumuna gelinir. Bu uy­gulama, zaten içinde uygulandığı maddî şeyle yetinmek için yapılmış değil; o, gidişatımızın hepsini hedef almaktadır. Ramazan boyunca ken­dini yalan sözlere veya amellere bırakan kimse, bu dersten yararlanma­mıştır. O, buyruğun gayelerini hiç gerçekleştirmediğinden, kendini ye­meden ve içmeden mahrum ederek faydasız sıkıntılara katlanmaları kendisine bir kural olarak koymuştur. Bu konuda Resûlüllah (a.s.) şöy­le buyurmuştur: "Kim ki yalan söylemeyi ve yalanla amel etmeyi bırak­mazsa, Cenab-ı Hakk'm, o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına hiç ihtiyacı yoktur.[106]Şimdi tarif ettiğimiz üzere, orucun ahlâkî anlamı, bize yalnızca Kur'ânî öğretimin genel tutumu tarafından ilham edilmemiş; o, bu oruç amelini farz kılan aynı ayet içinde verilmiştir: "Ey iman edenler! Oruç size farzolundu. Nasıl ki sizden evvelkilere de farz olunmuştu, ta ki günahlardan ko-runasınız.[107] Hz. Peygamber de bize şöyle buyurur: "Oruç sabrın yarısı­dır[108]ya da: "Oruç, bir kalkandır.[109] Ne bu naslarda, ne de bildiğimiz kadariyle başka bir yerde[110] bir ödevi veya kanun mevzuatı ile hedef edi­nilen neticelerinden birini teşkil etmek bakımından, bedenî ıstıraba hiç bir imâ yoktur.Şunda hiç şüphe yoktur ki bu ıstırap, pekâlâ hasıl olabilir: Hattâ o, mahrumiyetin tabiî bir sonucudur; en azından o/uç tutanlarda, ister ayakta, ister yatakta, rejim değişikliğinden ileri gelen, az çok hafif keyif­sizlikle ilgili, kuvvetli bir duyguyu görmekten geri kalınmaz; fakat bu durumda, yeni bir emir kendini kabul ettirir.Yalnız Kur'ân'm söz konusu ettiği üzücü ve kaçınılmaz[111] bir vakıanın karşısında olarak, sabır ve ağırbaşlılıkla davranmak zorunda olunmakla kalınmaz: "Muhakkak ki Biz sîzi biraz korku ile, biraz açlıkla; mal can ve verim ek­sikliği ile sınar ve deneriz. (Fakat sen, Ey Peygamber) sabredenleri müjdele[112]Fakat orada aynı zamanda, hem fıtratımız, hem de Allah ve insanlar­la olan ilişkilerimiz hususunda derin ve sağlam düşünceler meydana ge­tirmek için çok iyi bir fırsatın yakalanması da gereklidir. Gerçekten, be­denimize yüklenmiş bulunan zaruretler açısından zayıflığımıza hangi tevazu ile bakmak zorundayız[113]. Bu ışığı bize vermiş olmasından dola­yı, hangi büyüklük ve hangi kuvvetle Allah'ı tanımamız gerekir[114]. Niha­yet ne ahlâkî yükümlülükler, ne de tabiatın genel şartları tarafından zor­lanmamış, normal hayatlarında acı çeken hemcinslerimizi düşünelim. Özellikle Ramazan ayı esnasmda tavsiye edilen ve Ramazmın akabinde kesin bir yükümlülük haline gelen yoksullara yardım, bu ibadetin man­tıkî ve tabiî bir sonucundan başka bir şey değildir.

Ahlâkî veya daha başka, fizyolojik[115] neviden bu faydalar ne olursa ol­sun, mahrumiyetten ileri gelen bedenî ıstırabın, islâm kanun koyucusu­nun maksatları içine girmediği açıkça görülmektedir. Eğer bazen ahlâkî bir ödevin yerine getirilmesinden ileri gelirse; o, sırasında başkalarını empoze eder. Hatta bu ıstıraba rağmen, temdit edilmiş sakınma, tam ola­rak r. Sakınmanın bedenî cephesi, kötülüklere karşı ha­reket etmekten çok, onlara maruz kalmaktan ibarettir. O, yalnızca pasif bir amele indirgenir. Şu halde ona tam anlamiyle gayret adı verilemez.Böylece ahlâk konusunda bedenî ceza meselesiyle alâkalı olarak Kur'ân'm tutumunu iki kelimede tanımlayabiliriz. Bu fedakârlık, bir ödevin içinbatınî bir ameldir ki, bunun vasıtasıyle irade, vücudun isteklerine karşı mukavemet edee da­hil edilmiş olarak gerekli kılındığı zaman, ne keyfe bağlı bir düzenle onu aramak, ne de ondan kaçmak gerekir.Eğer biz, dikkatlice bu Kur'ânî prensibin, çeşitli Özel meselelere ait Peygamber tarafından getirilen çözüm yollarında tatbikatını nasıl buldu­ğunu mülâhaza edersek, bu çift yönlü teklif yeniden daha açıklıkla ortaya çıkacaktır. Bu amaçla, burada belli bir açıklamayı bütünüyle deneyerek müslüman ahlâkçılar tarafından çoğu kez tartışılan iki antitezi tetkik et­mek bize yetişecektir: -Sabır ve cömertlik; uzlet ve topluma karışma.


[91] el-Mâide 5/87-8.

[92] Müslim, Kitâbü'n-Nikâh, Bab 1.

[93] Buharı, Kitâbü'n-Nüzür, Bab 30.

[94] el-Cum'a 62/10; el-Mülk 67/15.

[95] Bak. önce zikredilen metin, s. 324 (not).

[96] el-Bakara 2/239.

[97] . en-Nisâ 4/103.

[98] el-Bakara 2/189,197.

[99] et-Tevbe 9/37.

[100] et-Tevbe 9/38-42.

[101] Aynı sûre, 81.

[102] Aynı sûre, 120.

[103] Krş. Müslim, Kitâbü'1-îman, Bab 8,

[104] Krş. Ahmed, Miisned, c. III, s. 61.

[105] el-Mâide 5/32.

[106] Krş. Buhârî, Kitâbü's-Savm, Bab 8.

[107] el-Bakara 2/183.

[108] Krş. Ahmed, Müsned, C IV, s. 260.

[109] Aynı eser, C. I, s. 195.

[110] Kefaret tarzı olarak oruçla ilgisinden doiayi, V, 95 âyeti ile itiraz edilebilir. Ama âyetin ay­nı ifadesi, daha ziyade elverdiği kadar pişmanlığın ahlâkî bir ıstırabının söz konusu olduğu­nu gösterir: "Ta ki yaptığının vebalini duysun." Şu haide bu durum, suçlunun şuuruna varma­sı istenen geçmişe ait bir ameİin büyük yanlışlığmdandır, yoksa fiilen maruz kaldığı maddi mahrumiyetten değil. Zaten bu bedenî ıstırabın hedefi, aynı zamanda âyetin ilgili olduğu di­ğer müeyyide ( nezir ve tasadduk ) tarzlarına nasıl uygulanır?

[111] Pek âlâ kaçınılmaz, diyoruz; çünkü Ödevimizin, hastalıklar ve aksaklıklar gibi tabiî bir yoi-la başımıza gelen, fakat atlatılmaya ve hafifletilmeye elverişli olan güçlükler Önünde aynı ol­mayacağı açıktır. Böyle kötü şeyler, ilgisizce maruz kalınmak için olan olayîar değil, fakat gayretimizi onlara üstün kılmağa teşvik içindir. Peygamberimiz de bu konuda bize şöyle bu­yurur : "Allah Tealâ verdiği herhangi bir derdin şifasını da verir". (Krş. Buhârî, Kitâbü't-Tıbb, Bab 1) " Her derdin bir devası vardır. Derdin devasına rastlanırsa Aziz ve Yüce Allah'ın izniyle şifa bulur." ( Krş.Müslim, Kitâbü's-Selâm, Bab 26) " ... Şu halde kullanılması yasak

olanlardan sakınarak tedavi olunuz! "..." ( Krş.Ebû Davûd, Kitâbü't-Tıbb, Bab 10). Yalnız bu bedenî tedavilerin her zaman sert ve genel bir ödev teşkil etmediği söylenebilir. Bedenlerin­den ziyade, önemli kaygıları olanlar, bazan cesaretle bedenî güçlüklere maruz kalmayı, ona bir çare bulmak için olağanüstü veya çok sert ölçülere başvurmaya tercih ederler. Krş. Müs­lim, Kitâbü'1-Iman, Bab 94.

[112] el-Bakara 2/155.

[113] en-Nisâ 4/28.

[114] el-Bakara 2/185.

[115] Bak. Alexis Carrel, L'Homnıe, Cet Inconnu, s. 274.



ceren
Tue 16 August 2016, 02:01 pm GMT +0200
Esselamu aleykum.Islamin bizden istediklerini yapan ve allahin emrine uyacak sekilde yasayip bzie emanet olan bedeni hayirla saglikla kullanan ve koruyan kullardan olalim inşallah...

Sevgi.
Thu 8 December 2016, 07:25 am GMT +0200
Aleyna Ve Aleykümüsselăm. Mevlam kalplerimizi zikirsiz bedenimizide ibadetsiz bırakmasın inşaAllah. Amin ecmain

HALACAHAN
Thu 8 December 2016, 02:28 pm GMT +0200
Aleykum selam ..Allahim bizleri kuranikerimin ahlaki ile alaklanan kullarindan eyle ..Bizlere yardim eyle ..Bizlere merhamet eyle ..Amin ..

Bilal2009
Wed 17 March 2021, 03:16 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri ibadet noktasında hep gayret eden kullarından eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun