Eslemnur
Fri 1 October 2010, 02:03 pm GMT +0200
I
Bazı Temel Hakikatler
Bazı Temel Hakikatler
Herşeyden Önce, okuyucu, Kur'an-ı Kerim'in asıl maksadına nüfuz etmelidir. İster iman etsin, isterse iman etmesin. Ancak bu yüce kitabı anlamak için bu mühim şartın yerine getirilmesi şarttır. Zira Kur'an-ı Kerim'e vahiy yolu ile nail olan Hazret-i Muhammed (S.A.V.)'bu husustaki beyanları şu şekildedir:
1. Bütün kâinatın Yaratıcısı, Sahibi ve hüküm buyuranı olan Hak Taalâ, kendisine ait sonsuz büyüklükteki mülkünün bu ufacık köşesinde; yâni şu yeryüzü denilen yerde insanı yaratmıştır. İnsana, anlayış, düşünce ve bilme melekeleri ihsan edilmiştir. İyiliği fenalıktan ayırdetme kabiliyeti vermiştir. Seçme gibi irade serbestliği de vermiştir.. Eşyayı kullanabilme gibi yüksek meziyetlerle de donanmıştır. Hülâsa olarak denebilir ki, bir nevi muhtariyet: (Autonomy) verilerek, bu yeryüzünde kendisine halife kılmıştır.
2. Hak Taalâ. insanı bu şekilde yeryüzünde var kıldığı zaman, açık ve anlaşılır bir tarzda ona peygamberleri vasıtasiyle şu meseleyi bildirmiştir: Sizin bütün dünyanızın mâliki, sizin mabudunuz ve sizin hâkiminiz Ben'im. Benim bu saltanatımda ne sizin "muhtariyetiniz" (özerkliğimiz) ne de kullardan herhangi birisinin en ufak bir müdahalesi olabilir. Benden başka da sizin kulluk ve ibadet yapmanıza lâyık ve müstahak kimse yoktur. Bu dünya yaşayışında sizin elinize verilmiş bulunan bu özgürlük ise, hakikatte bir nevi deneme ve imtihan içindir. Bu imtihan bir müddet sürecek, sonra siz geri dönüp yine benim huzuruma geleceksiniz. Ben de işlerinizin mahiyetini iyilik veya kötülük derecesini size bildireceğim. İmtihanda mıvaffak olup olmadığınız hakkında karar vereceğim. Sizin için en doğru yol şudur: Beni kendinize yegâne mâbud ve hâkim kabul ediniz. Göndermiş olduğum hidayetler manzumesine göre hayat yolunuzu tanzim ediniz. Dünya hayatınıza bir büyük imtihan nazariyle bakınız. Ta ki, sizin için asıl maksat, bizim indimizdeki son denemeyi vermek olsun. Bunun aksi olarak, sizin takip edeceğiniz herhangi bir yanlış yol, gösterdiğimiz düsturların zıddına bir istikamet de takip edebilir. Birinci yolu tutarsanız ki, yolu tayin edip gitmek hususunda serbest bırakılmışsınızdır, o zaman siz dünyada emniyetiniz altında huzur ve güven içinde ömür sürecek ve bana dönüp geldikten sonra da ebedî hayatın rahat ve sevincine kavuşmuş olursunuz. Bu sonu gelmeyen saadet yurdunun ismi "Cennet" tir. Yok eğer yine siz ikinci yolu tutup giderseniz ki yine siz bu yolu seçip seçmemekte serbest bırakılmıştınız — o zaman siz dünyada huzursuzluk, fesat ve emniyetin bozulmasına sebep olacaksınız. Bu kötü sıfatlarla dünyadan göçüp de ahirete intikal ettikten sonra da sonsuz ıstırap ve azabın içinde musibetlerin tadını tadacaksınız. Böyle bir suçlanma yerinin ismi de "Cehennem" dir.
3. Şu büyük gerçek de anlaşılmıştır ki, Kâinatın Sahibi insan oğluna yeryüzünde barınmak için yer verdi. Bu şekilde de ilk insanları (Adem ile Havvayı) hidâyet yoluna yöneltti. Cenab-ı Hakkın bu iki kuluna ait evlâtları yâni bütün insanlık ailesi bu hidâyet yoluna uyarak yeryüzünde çalışıp gitmelidirler. Bu ilk insanın cehaleti ve bilgisizliği yüzünden değil, gerçek bu merkezde olduğu içindi. Bu ilk rehber aileye Hak Taalâ'nm bir lutfudur. Ve aydınlık yolun onların aziz şahsında bütün insanlığa bahsedilmesi sebebine istinat ediyordu. Bu yüzden ilk insan hakikatle beraber yeryüzüne gerçek mâna sını kazandırmıştı. Onların yaşayış yolları Hak Taalâ'ya itaat yâni "islâm" idi. Onlar kendi evlâtlarına da Allah'a itaat etmeyi yâni "Müslim" olmayı öğretmişlerdi. Fakat zaman geçince, asırlar ilerleyince, gitgide bu iki Örnek insanın evlâtları, bu doğru yaşayış yolunu (dini) unuttular. Bu güzel yoldan ayrıldılar. Çeşitli şekilde yanlış yollara ve hatalı istikametlere saptılar. Gafletleri, onları bu çıkmaz yola sürükledi. Fenalıklara âlet olarak bu emsalsiz yolu terkettiler. Bu defa kendi zan ve hayallerine göre yerin ve göklerin sahibi bulunan Allah'a karşı, çeşit çeşit insanî ve gayrı insanî, maddî ve gayrı maddî hayalî varlıklar uydurarak, Allah'a bu malikiyet ve Halikiyet (yaratıcılık)hususunda ortaklık koştular.
Hak Taalâ'nın kendilerine vermiş olduğu hakikat ilmi: El-ilm'i de değiştirip türlü türlü hurafeler, nazariyeler ve felsefeler karıştırarak, sayısız mezhepler ve dinler icat edip durdular. Onlar Hak Taalâ'nın kendilerine zorunlu kılmış bulunduğu adilâne ahlâk ve medeniyet usulünü: (Şeriat'ı) bir tarafa bırakarak, kendi heveslerine kapılıp nefslerinin emrettiği taassupla öyle uydurma kanunlar ortaya koydular ki, Allah'ın mülkü olan arz, bir zulüm ve fesat ocağına döndü.
4. Hak Taalâ, insana muayyen bir ölçüde bir irade vermiştir. Bu iradenin yanı başında ona gideceği yolu da tâlim buyurmuştur. Bu emredilen ilâhî sistem insanın yaratılışına ve fıtrî istidadına uygun düşen en mükemmel düsturdur. Bu üstün nizamda, insanın insanlar üzerinde tahakküm hakkı yoktur. İnsan haksız bir şekilde baskı unsuru olamaz. İnsan için ister fert olsun ister toplu bir şekilde olsun, muayyen bir zaman tanınmıştır. Bu mühlet zarfında, onlara şöyle denmiştir: Gerçeklere karşı kafa tutmak yoktur. Diğer insanların da hukukuna saygı göstereceksiniz!
Nitekim onlara da bir örnek oluşturmak üzere, bazı imana sarılmış bulunan insanları seçerek bunların rızasına uymak, gösterdikleri yolda gitmek hususu bildirilmiştir. Bu iman sahiplerini kendisinin mümessili ve vekili tâyin etmiştir. İnsanlara göndermek istediği müjdeleri bunlar vasıtasiyle gönderir. Bu şahsiyetler; insanlığı doğru yolda yürümeye davet etsinler ve insanlara unuttukları doğru yolu hatırlatsınlar diye vazifeli kılınmışlardır .
5. Bu peygamberler, muhtelif zamanlarda ve devirlerde muhtelif memleketlerde ve ülkelerde, nübüvvet vazifesiyle şereflenmişlerdir. Bu büyük zatların hepsinin de dinleri bir ve aynı idi. Yâni, insanın ilk yaradılış gününden itibaren kendisine gideceği doğru yol gösterilmiştir. Bu yüce peygamberlerin hepsinin de aynı doğru yola hidayet ettiklerini görüyoruz. Yâni "Ahlâk ve medeniyetin" ezelî ve ebedî usulü. Yaşayışın başındanberi insanlar için kararlaştırılmış olan usul. Onların heyetleri de birdir ve aynıdır. Gaye, kendi cinsinin çocukarını insanoğlunu bu din ve bu hidayet yoluna davet etmektir. Sonra, bu daveti kabul eden halkı bir araya toplayıp, muntazam bir şekle koyarak, bunlardan bir ümmet vücuda getirmektir. Bu ümmet Allahu Taalâ'nın kanunlarına bağlı bulunacak ve bu kanunun yürürlükte olması için çalışacaktır. Bu kanuna karşı gelenleri ve bu kanuna muhalefet etmek yolunu tutanlarla mücadele edilecektir. İnsanlığın büyük Önderleri olan bu yüce peygamberler kendi devirlerinde bu hayati vazifeleri gayet mükemmel bir şekilde yerine getirdiler.
Fakat maalesef her zaman, insanların çoğu peygamberlerin bu davetlerini kabul etmeye hazır olmamışlardır. Bu daveti kabul ederek "ümmet-i Müslime" olmak haysiyetini elde etmeye yanaşmamışlardır. Kendi başlarına yol tutmak istemişlerdir. Hattâ bu insanlar arasında bazıları Hak Taalâ'nın göstermiş olduğu hidayetten tamamen ayrılarak Allah'ın emirlerine bir çok tahrifat uydurup eklemişler ve Hak Taalâ'nın hidayet yolunu bozup, tahrip etmişlerdir.
6. Nihayet Arabistan ülkesinde, Hazret-i Muhammed (S.A.V.) bu mukaddes vazifeyi en üstün bir şekilde yerine getirdi. İlk insan ve ilk peygamberle başlıyan bu muazzez memuriyet son ve en yüce peygamberle ikmâl edilmiş oldu. Bu en büyük peygamberin davet sahası bütün bir insanlık âlemidir. Daha evvelki Nebilerin dinine tabi olanlar da bu davetin hudutları içindedir. En doğru ve en sahih yolu göstermeye gelmişlerdir. Kabul edenlerden bir ümmet hazırlanıp bu ümmeti şu şekilde vazifelendirmiştir: Bir taraftan Allah'ın hidâyet yolu üzerinde evvelâ kendi yaşayış nizamlarını düzene koyacaklar, diğer taraftan da dünyayı islâh etmek için çetin gayretler sarfedeceklerdir. Bu ulvî davetin ve hidâyetin yolunu gösteren kitap da Kur'an-ı Kerim'dir. Ce-nab-ı Hak bu hidâyet kitabını Hazret-i Muhammed (S.A. V.) vasıtasiyle nâzil kılmıştır.[42]