hafız_32
Sat 9 October 2010, 12:39 pm GMT +0200
BÂTINİYYE
A. Bâtıniyyenin Muhtelif Lâkabları
Görünürde Şîaya bağlılık iddia eden müfrit guruplar (galiyye) içinde, islâm tarihinde oynadıkları roller, sahib oldukları fikirler ve günümüze kadar gösterdikleri devamlılık bakımından en önemli yeri işgal eden fırkalar Bâtıniyye, İsmailiyye veya diğer bir adıyla Kar-matıyye fırkalarıdır. Müerrih ve muhaddis İbnu"l-Cevzî'nin (v. 597/ 1201) ifadesiyle «İslâmla maskelenen, şîîliğe meyleden, fakat inanış ve davranışlarıyla İslâmiyete taban tabana zıd düşen» [120] Bâtıniy-yenin çeşitli lâkaplarla anıldığını müellifler kaydeder. İmam el-Gaz-zâlî [v. 505/1111) Bâtiniyyeye ait olmak üzere 10, ed-Deylemî 15 lâkap sayarken el-îcî bunları 7 maddede hulâsa eder. Abdülkerim eş-Şehristânî (v. 548/1153) ise «el-İsmâîliyye» başlığı altında incelediği bu guruplar için «En meşhur lâkapları Bâtıniyyedir» dedikten sonra ilâve eder: «Bundan başka her kavmin lisanında ayrı bir lâkapları vardır: Irak'ta Bâtıniyye, Karâmıta, Mezdekiyye, Horasan'da Ta'lîmiy-ye ve Mülhide olarak isimlendirilirler. Kendileri ise, biz İsmâîliyye-yiz, derler» [121]
Bâtıniyye-İsmâîliyye guruplarına verilen lâkapların bazısı onların görüşlerinden bir kısmını aksettirir;
el-Bâtınîyye : Nasların bir zahiri olduğu gibi bir de bâtını olduğunu söyliyenler. Bunlara göre avamın okuyup anladığı zahir, anlaşılması havassa mahsus olan bâtına nisbetle kabuk durumundadır, bâtın ise özdür. Zahire tutunup kalan, kayidlar ve mükellefiyetler altında kalmış olur ki bu mükellefiyetler de şeriatın ahkâmıdır. Fakat bâtını keşfetmeyi başaran kimseler (ki bunlar ancak Bâtınüerdir) kayidlar ve mükellefiyetlerden kurtulmuş olurlar. [122]
es-Seb'îyye : Yedi'li sistemi benimseyenler. Bu sistem iki türlü izah edilir :
a) Yeryüzü hiç bir zaman Allah'ın hüccetinden hâiî kalmamıştır. Hüccet «nâtık» (konuşan) ve «sâmit» (susan) olmak üzere ikiye ayrılır. Nâtık Peygamber, sâmit onun vasisi olan imamdır. İmamlar yedişer kişilik bölümlere ayrılırlar, her bir bölüme «devir» denilir. Yedinci imam o devrin sonuncusu olur ve ondan sonra diğer devrin birinci imamı gelir. İslâmdaki «kıyameUin manası bir devrin yedinci imamda sona ermesi demektir. Devirler nihayetsiz olarak devam eder. İsmâtlîlere göre ilk devir Hz. Ali ile başlamış (Hz. Hasan imam kabul edilmediğinden) Hüseyin, Ali Zeynelâbidîn, Muhammed el-Bâkır, Ca'fer es-Sâdık ve İsmâîl ile devam etmiş, Muhammed b. İsmail ile sona ermiştir. Ondan sonra gelen yedi vasi ikinci devri teşkil etmiştir. Fakat onların adları gizlidir. Üçüncü devrin ilk imamı Fatımî devletinin kurucusu Ubeydullah'tır (v. 322/934).
b) Madde âlemini (ay-altı âlemi, âlem-i süflî) yüce âlemde (âlem-i ulvî) bulunan yedi gezegen idare eder (Mülhid müneccime-den alınan bir görüş) [123]
et-Ta'lîmiyye : Hakikatin akıl ve muhakeme yoluyla değil, ancak masum imamın öğretmesi (ta'lîmi) ile bilinebileceğini kabul edenler [124].
el-İbâhıyye : Haram olan şeylerden kaçınmayı ve farzolan şeyleri yerine getirmeyi lüzumlu görmiyenler [125]
el-Melâhıde, ez-Zenâdika : Allah'ı ve peygamberleri inkâr edenler, yerine göre küfürlerini izhar ederler [126]
Bâtıniyye lâkaplarından biri de İsmâîliyyedir. Ca'fer-î Sâdık'ın
(v. 148/765) oğlu İsmail'i (v. 143/760) babasından sonra imam kabul ettikleri için bu lâkapla anılmışlardır. Bazı kaynaklar İsmâîliyye-yi müstakil bir fırka olarak ele alırlar. Çünkü Bâtıniyyenin bu önemli kolu, islâm tarihinde İsmâîliyye adı altında bir çok mücadelelerin yürütücüsü olmuştur. Zeydî âlim ed-Dey!ernî (v. 711/1311), Bâtıniyye guruplarının, sıkıştıkça kendilerini İsmâîlî gösterdiklerini, fakat onların pekâlâ Bâtınî olduklarını söyler [127]
Aynı mahiyette kullanılan lâkaplardan bir diğeri de el-Karâmı-tadır. Bâtınî bir lider olan Hamdan Karmat veya Kırmıt (v. 293/906) adına nisbet edilen bu gurubun da bir çok mücadeleleri tarih sayfalarında yer almış bulunmaktadır. Ancak biz, bu eserimizde mezhep ve fırkaları siyasî mücadeleleri açısından değil de fikrî cepheleri yönünden ele aldığımızdan bu mücadelelere temas etmiyeceğiz [128]
Hasan Sabbâh'a (v. 518/1124) nisbet edilen İsmâîlîlere es-Sab-hâhıyye denildiği gibi uyuşturucu olarak haşhaş kullandıklarından el-Haşşâaön diye de anılırlar[129].
Sünnî ve Şîî bazı kaynaklar meşhur el-Hallâc'ı (v. 309/922) da Bâtıniyye zümresinden sayar ve kendisine tâbi olanlara el-HalIâcıy-ye adını verirler. İbnu'n-Nedîm (v. 438/1047), el-Fihrist'inde «Onun hakkında ve nereli olduğu konusunda hiç bir rivayet sahih değildir» dedikten sonra başkasından naklen câhil, hilebaz, gözbağıcı, müs-tasvif, kendini tanrılaştıracak kadar ileri giden biri olduğunu kaydeder [130][131]
B. Bâtıniyyede Davet Dereceleri
Mezhepler tarihi ile meşgul olan islâm âlimleri, Bâtıniyye guruplarının, da'vet ve mücadelelerinde samimi olmadıklarını, yani haddi zatında, bâtıl da olsa, bizzat kendilerinin inanıp benimsedikleri bir akidenin mevcud olmadığını söylerler. Gazzâlı (v. 505/1111) bu maksatla açtığı bir faslın başında şöyle der: «Mezhepler tarihçilerinin ittifak ettiği bir noktadır ki, Bâtıniyyenin bu da'vetini, her hangi bir dine inanan, bir mezhebe bağlanan ve bir nübüvvete istinad eden kimsenin başlattığı bir da'vet değildir.» [132] Gazzâlî'nin devam eden izahına göre Allah'ı, peygamberi ve ahireti inkâr eden Mecûsî ve Mezdekîlerden bir gurup, inkarcı Seneviyyeden bir kaç adam ve inkarcı filozoflardan kalabalık bir zümre, İslâm dininin yayılışı ve kuvvetlenişi karşısında biraraya gelerek istişare etmişler, İslâmiyet! içten çökertmek ve rnüslümanları mağlûp etmek için çareler aramışlar. Asıl içyüzleri ile müslü.manİarın karşısına çıkmanın doğru olmıyacağını kestirerek şöyle demişler; «Takibedeceğimiz yol, İslâm fırkalarından birinin akidesini benimsemiş görünmekten ibaret olmalıdır; öyle ki bu fırkanın mensupları müslümanların içinde aklı en zayıf, görüşü en kısa, olmıyacak şeyleri kabule en yakın, asılsız haberleri ve yaldızlı sözleri tasdike en mütemayil olsun; bunlar da olsa olsa Râfizîler olur. Binaenaleyh onlara katılmış ve Ehl-i Beyte in-tisab etmiş görünerek müslümanların şerrinden korunalim» [133]
Bâtıniyye misyonerleri (dâîleri davetçileri), insanları kendi mezheplerine davet ederken kademeli bir şekilde uyguladıkları 9 basamaklı bir taktik vardır. Bunlara Bâtıniyyenin hileleri denilmiştir[134][135]
1. Zerk ve teferrüs
Dikkatle bakmak ve incelemek demektir. Dâînin kendisi zeki, anlayışlı, firâsetli ve sezgisi kuvvetli olmakla beraber şu üç noktaya dikkat etmesi gereklidir: Birincisi ve en önemlisi tesiri altında bırakabileceği ve ağına düşüreceği kimseyi iyi teşhis etmelidir. Nice insan vardır ki eski inandıkları üzerinde donmuş kalmıştır, ne söylense vazgeçmez. Böylesiyle uğraşmamalı, «çorak araziye tohum saç-mamalıdır». Aynen bunun gibi «içinde kandil bulunan eve girmemelidir», yani zeki ve bilgili kimseleri kandırmaya kalkışmamalıdır. İkincisi, dâî zekâsını kullanarak ve çeşitli çarelere başvurarak nasları zahirî manalarından çıkarıp bâtını manalara yormalıdır. Bununla beraber aday bunları kabul etmediği takdirde bu merhalede fazla ısrar etmiyerek onun anladığı manayı sarsmakla yetinmelidir. Üçüncüsü, da'vet ve telkine tabî tutulan her şahsa aynı metodu uyguiamamahdır. Aday eğer zühd-ü ibadete düşkün bir kimse ise ona oyolda telkinatta bulunmakla işe başlamalı; şayet ibadetten uzak ve isyankâr bir kimse ise, ona, ibadet ve zühdün bir ahmaklıktan ibaret olduğu meyanın-da söz söylemelidir. Aday şayet yahudi, hıristiyan veya mecûsî ise, bu defa da kendi inancını okşar mahiyette sözlerle işe başlamalıdır [136][137]
2. Te'nîs
Kendini sevdirme, dostluk telkin etme. Dâînin, telkinlerine ma'-ruz bırakacağı adaya kendini sevdirecek söz ve fiilerde bulunması. Gazzâlî'nin ifadesiyle «dâîler, her gece adaylardan birinin evinde kalır, yanlarında güzel sesiyle Kur'an okuyabilecek kimse bulundururlar. Bu zat zaman zaman Kur'an okur, arkasından dâî dokunaklı sözler söyler, gönüllere tesir eden güzel mev'izeler yapar. Sonra da devlet ricali, zamanın âlimleri ve câhil halk aleyhine konuşur; bütün bunlardan kurtuluşun, ancak Rasûlüllah (s.a.) in Ehl-i Beytinin bereketinden beklenebileceğini ilâve eder. Bu sohbet esnasında dâî yani Bâtıniyye misyoneri zaman zaman âh çekerek ağlar. Mecliste âyet veya hadis zikrolunduğu zaman onların kelimelerinde ilâhî sırlar bulunduğunu, bu sırlara ancak Allah'ın, ınahlûkatı arasından seçip bol lûtfu ile mümtaz kıldığı zevatın vâkıf olabildiğini söyler. Misyoner, misafir kaldığı evde gece namazı kılmaya imkân bulduğu takdirde, ev sahibinin göremiyeceği, fakat yine de muttali olabileceği şekilde kılmalı ve sesli sesli ağlamalıdır. Ev sahibinin artık muttali olduğundan emin olunca, ibadetini gizlediği hissini vermek için yatağına dönüp yatmalıdır. Bütün bunlar, Bâtıniyye mezhebine alacağı adayın kendisini sevmesini garanti etmek ve ona sözünü dinletebilmek içindir» [138][139]
3. Teşkîk
Şüpheye düşürme. Bâtıniyye dâîsi, telkinleri altında bıraktığı adayı bu defa dinî konularda bazı şüphelere düşürmeye çalışır. Bunun için, adaya, cevap veremiyeceği bazı sorular yöneltir :
- Bazı Kur'an sûrelerinin başında bulunan gibi hurûf-i mukattaanm (birbirine katılmadan okunan harflerin) mânâları nedir?
- Neden kadınlar hayız halinde iken kılamadıkları namazları sonradan kaza etmezler de oruçlarını kaza ederler, halbuki her ikisi de aynı şekilde farzdır?
- Neden insan vücudundan meni çıkması sebebiyle yıkanmak gerekiyor da ondan daha necis olan idrar ve dışkıdan dolayı sadece abdest alınır?
- Neden cennet kapılan sekiz de cehennem kapılan yedidir?
Bâtıniyye misyonerleri dinî olmayan konularda da şüphe uyandırıcı benzer sorular sorar ve bütün bunların önemli cevaplarının bulunduğunu, bunları ancak peygamberlerin ve Hmı çok engin olan Bâtıniyye imamlarının bilebileceğini söyler. Böylece adayın şüphe ve merakını uyandırır.[140] [141]
4. Ta'lîk
Cevapları yeminden sonraya bırakmak. Dâî, adayda şüphe ve merak uyandırdıktan sonra onun sorularına hemen cevap vermez. Bu sırların içyüzünün dinin aslını alâkadar ettiğini, olur olmaz her kese açılamıyacağını söyler. Böylece bir müddet adayı oyalar, onun istek ve merakının derecesini ölçer. Eğer durumunu müsait görürse ona, sırlan açıklayacağını, fakat bundan önce, kendisinden, sırları kimseye açmıyacağına dair söz alıp yemin ettireceğini, tâ peygamberlerden itibaren bu işin böyle yürüdüğünü söyler. Aday buna da istekli olduğu takdirde yemin safhasına geçer.[142] [143]
5. Rabt
Ağır yemin alarak dilini bağlamak. Adaydan sır tutacağına, Bâtıniyye liderleri ve mensuplarına karşı sadâkat ve itaat göstereceğine dair tekidli yemin alınır; öyle ki her hangi bir şekilde aykırı harekette bulunacak olursa Allah'tan, peygamberlerinden ve kitaplarından uzaklaşmış, bütün dinlerden ayrılmış sayılacak, bütün ma! ve serveti müsadere edilecek, zevcesi boşanmış kabul edilecektir. [144][145]
6. Tedlîs
Hile kullanmak, aldatmak demektir. Adaydan yemin alındıktan sonra bile sırlar bir anda söylenmez, problemin çok önemli olduğu belirtilerek bekletme ve oyalama siyaseti takibedilir. Gerçeklerin çok ince ve gizli (bâtınî) olduğu tekrarlanır, bunların akıl ile değil, Ehl-i Beyti seven gerçek ilim adamlarından öğrenilebileceği ifade edilir. Adayın hala ürkeklik gösterdiği hissedildiği takdirde ona, her kesin tanıyıp saygı gösterdiği bazı kişilerin de kendi mezheplerine bağlı olduğu söylenir. Ancak işin içyüzünü irdeleyip anlamaması için uzak beldelerdeki zevatın adları verilir .[146] [147]
7. Te'sîs
Yavaş yavaş Bâtınî te'villere yol açmak. Adaya ilk bakışta ya-dırganmıyacak bazı fikirler telkin edilir : «Zahir kabuk, bâtın özdür», «Zahir sembol, bâtın maksud olan manadır», «Özü bilen Allah'tır, fakat Allah'ın hakkı gizlemesi düşünülemez» gibi .[148] [149]
8. Hal'
Şerİatten sıyırma, uzaklaştırma. Bütün dinî hükümlerden mak-sad onların bâtınî manalarını anlamaktır. Aday bunları anlıyacak seviyeye geldiğine göre onun için farzları yerine getirmek ve haramlardan sakınmak gerekli değildir [150].[151]
9. İnsilâh
İtikaddan sıyrılma. Bu en yüksek derecede artık itikadî konula--ra inanmak bağı da kalkar, her türlü kayıddan sıyrılmış olur .[152] [153]
C. Bâtıniyye Tesirlerine Kapılan Tipler
Kaynakların belirttiği şekildeki Bâtıniyye akidesi İslâmiyetle, hatta bütün semavî dinlerle taban tabana zıd görülmektedir. Bâtınî misyonerlerin adam avlamak İçin kullandıkları taktikler ise yeter derecede aklı ve duygusu olan kimselerin kapılamıyacakları taktiklerdir. O halde islâm tarihinde sayıları az olmayan kalabalıkların bâtınî inançları benimsemelerinin izahı nasıl yapılacaktır? Mezhepler tarihi müellifleri bu noktayı da araştırmışlar, bütün çarpıklık ve sapıklığına rağmen Bâtıniyye davetlerine kanan tipleri şöyle sıralamışlardır :
1) Akıllan kıt, kültürleri zayıf, basiretleri bağlı, dinî konulardan tamamen habersiz, seviyesi düşük kalabalıklar. Bunlar büyük bir çoğunluk teşkil eder.
2) Saltanat ve hükümranlıklarına İslâmiyetin son verdiği guruplar. Bunlar kalblerinin en gizli köşesinde İslama karşı kin ve düşmanlık beslerler. Bâtınîlik gibi İslâmiyeti içten çökertmeyi hedef edinmiş bir cereyanla karşılaşınca, onu bütün saçmalıklarıyla birlikte kabul ederler.
3) «Bir şeyi aşırı derecede sevmen gözünü kör, kulağını sağır eder» denilmiştir. İnsanlar arasında, yükselme, şöhret, nüfuz v& makam sahibi olma hırsına kapılanlar, çeşitli engeller sebebiyle, bu hırslarını tatmin edemeyince aşağılık duygusuna kapılırlar, arzularını gerçekleştirmeyi va'deden her söze kulak kabartır, peşine düşerler.
4) «Çoğunluğa benzemeye tenezzül etmiyerek onlardan ayrılma ve bu yolla sivrilme tutkusuna kapılanlar. Bunlar, gerçekleri bildiğini sanan, halk çoğunluğunu vahşî eşekler ve başıboş hayvanlar gibi beyinsiz kabul eden seçkin (!) zümrenin yanında yer almayı şeref bilirler. Bu, anlamayan câhiller şöyle dursun, zekâsı yerinde olan adamları bile saran onulmaz bir hastalıktır. Temeli de «bulunmayana ve ender olana iltifat etmeye, yaygın ve mevcud olandan kaçmaya» dayanır. Tecrübe öyle göstermiş, müşahede öyle isbat etmiştir ki bu, bazı insanların yaratılış ve karakteridir» [154]
5) Aklî ilimlere intisab edip onlarla meşgul olduğu halde ilmî istiklâl mertebesine ulaşamamış kişiler. Bunlar, tenbellik ve gaflete dalmakla beraber her kesin anlıyamıyacağı konuları anlamış görünmekten pek hoşlanırlar. Şayet bir görüş, bilgiçliği ve üstünlüğü ile meşhur olmuş bir zata nisbet edilmiş bulunuyorsa, onuh isabetli olup olmadığını araştırmaksızın hemen kabul edilir, o zata benzemeye çalışılır.
6) Şîa ve Revâfız gurupları arasında yetişen ve bu sebeple as-hâb-i kirama dil uzatmayı şıâr edinen câhiller. Bunlar Batmîleri kendilerinden zanneder, onların yapmacık Şiîliğine ve nesl-i pâk-i peygam-berîden zulme uğrayan zevata ağlayışlarına inanır, çarpık fikirlerine kapılırlar.
7) Mukaddesatı inkâr eden bazı felsefeciler, iki tanrının mevcudiyetini benimseyen veya din konusunda tam bir şüphe içinde bulunan öyle guruplar var ki, bunlar, peygamberlerin getirdiği şeriatia-rın oradan buradan derlenmiş kanunlar ve hükümlerden, mu'cizele-rinin de maharetle uydurulmuş aldatıcı gözbağcılıklardan ibaret olduğunu kabul ederler. Bunların maddî ikramlarına heves edenler ilmî görünüşlü fikirlerine de kapılırlar ve kendilerine bağlanırlar. Bâtıniyye görüşlerini sistemleştiren, cedel ve mantık kuralları içinde delillendiren de bunlardır.
8 ) Zulüm, adam öldürmek, başkalarının malını gasbetmek gibi haksızlıkları irtikâp edip de şer'î bir cezaya çarpılmadan kurtulmak isteyenler; nefsânî arzuları galip gelip de dinî emirleri yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak artık kendilerine zor gelenler... Bunlar, bâtınîlik gibi her türlü dinî kaydı ortadan kaldıran bir cereyanla karşılaşınca onu kabul etmekte beis görmezler.
9) Yoksulluk ve ihtiyaç içinde olup da Bâtıniyye teşkilâtına girmekle bolluğa ve zenginliğe kavuşanlar [155][156]
D. Bâtıniyyenin Görüşleri
Yukarıda, «Galiyyenin ana görüşleri» başlığı altında sıraladığımız hususların çoğu Bâtıniyye için de bahis konusudur. Bâtıniyye dâî-lerinin, teşkîlâta adam alırken uyguladıkları davet derecelerine bakılınca Bâtınîlerin kötü maksadlı kişiler oldukları, içyüzlerinde hiç bir
dine samimi olarak bağlı bulunmadıkları anlaşılır. Ancak bazı müsteşriklerin öncülük ettiği bir iddiaya göre Karmatîler, İsmâîlîler diye de anılan Bâtınîlerden bahseden kaynaklar tarafsız ve binaenaleyh şâyân-ı itimad değildir. Bununla beraber bu iddia sahiplerinin tasvi-bettikleri kaynaklarda bile Bâtıniyyeye pısbet edilen fikirleri İslâmi-yetle bağdaştırmak mümkün değildir [157]
Bütün kaynaklar, Bâtmiyye fikirlerinin eski Yunan, İran ve Hind düşüncelerinden derlendiğini, en azından bunlardan tesir aldığını kabul eder, ayrıca «İhvân-i safa1» felsefesiyle olan ilgisini de kaydederler [158][159]
1. İlahiyatta :
Gaiiyyedeki tanrılaştırma (te'lîh) Bâtınİyyenin en azından bazı guruplarında göze çarpar. Onlar bu kanaati Muhammed b. İsmail'den (v. 198/814) itibaren başlamak üzere çeşitli imamları hakkında beslerler. Ayrıca tenâsüha kail olanlar da vardır [160]
Bâtmiyye Allah taâlâyı «Akıl» diye isimlendirir. Akıl kadimdir ve yaratıcıdır (illet). O, «nefs»i yaratmıştır. Nefs mahlûk (ma'lûl) olmakla beraber kadimdir. Akıl «sabık», nefis «tâlî»dir. Allah, kâinatı nefis vasıtasıyla yaratmıştır. Güya teşbihten kaçınmak ve tenzihi gerçekleştirmek için Allah'a sıfat nisbet etmezler. Bâtınİyyenin ilâhiy-yat hakkındaki görüşleri İslâm filozoflarının görüşlerine çok benzer .[161] [162]
2. Nübüvvâtta :
el-Malatî'nin (v. 377/987) nakline göre Karmatîler nazarında peygamberler ve imamlar ilâhî bir nurdan doğmuştur, her ikisi de gaybı bilirler, her şeye kadirdirler; suretleri, tabiatları, ahlâkları ve amelleri bakımından diğer insanlara benzemezler [163]. Bâtınİyyenin peygamberler ve peygamberlik hakkındaki görüşleri filozofların görüşlerine yakındır. Buna göre peygamber, nefs-i külliyye vasıtasıyla akl-i evvelden feyz ve güc alan bir şahıstır, bu sayede bazı idraklere sa-hibolur. Nitekim bazı yüksek yaratılışh nefisler (ruhlar) benzer idrakleri uykuda iken alırlar. Peygamberlerse bu idrake uyanıkken dahi sahibdirler.
Peygamberlere nisbet edilen mu'cizeler sihir ve gözbağıcıhktan ibaret olan şeylerdir.
Kuran, Cibrîl diye isimlendirilen «akıl»dan feyz yoluyla Peygam-. bere gelen manalardan ibarettir. Kur'ânın lâfız ve terkibi Peygamberin mahsûlüdür, ona «Keiâmullâh» denilmesi mecazîdir. Kur'ânın, zahirine muhalif düşen bir bâtını vardır ki maksud olan da budur. Nasıl ki ana rahmine düşen nutfe ancak dokuz ayda kemale eriyorsa, Peygambere gelen kudsî kuvvet (vahiy) de, ancak kendisinden sonraki imamlara geçip yedinci imama ulaşınca kemale erebillr; yani vahyin tefsir ve izahını sadece bâtınî imam yapabilir [164].[165]
3. İmamette :
Her asırda, hakkı temsil edecek, nasların zahirini teVil etmek, naklî ve aklî konulardaki müşkiileri çözmek İçin kendisine,başvurulacak bir imamın bulunması gereklidir. İmamlar Hz. Hüseyn'in neslinden olmak üzere müteselsilen gelir, (halbuki âlimler, Muhammed b< İsmâît b. Ca'fer'den sonra kabul ettikleri imamların Abdullah b. M.ey-mûn ei-Kaddâh neslinden geldiğini bilirler). İmam peygamber gibi ma'sûmdur ve gayb ilmine vâkıftır. Fakat kendisine vahiy gelmez, bilgilerini peygamberden alır. Peygambere «nâtık», imama da «sâ-mit» derler. «Konuşan manasına gelen» «nâtık», onlarca önceki şeriatı nesheden, «sessiz» manasına gelen «sâmit» ise başkasının getirdiği şeriatle amel eden, demektir. Bir peygamberin şeriatı yedi devir devam eder. Peygamberin kendisi ve kendisinden sonra gelen altı
imam devirleri tamamlar. Sonra Allah yeni bir peygamber (nâtık) gönderir ve eski şeriatı kaldırır. Buna göre Muhammed aleyhisselâm nâtıktır, Hz. Ali ile başlayan sâmitler Hasan, Hüseyin, Ali Zeynelâbi-dîn, Muhammed el-Bâkır ve Ca'fer es-Sâdıkla biter. İkinci devir İsmail b. Ca'fer (bazı telâkkilere göre oğlu Muhammed) ile başlar. O, nâtıktır. Bu yedi'lî sistem nihayetsiz devam eder .[166] [167]
4. Kıyamet hakkında :
Bâtmîler kıyametin kopmasını, insanların tekrar dirilmelerini, cennet ve cehennemi, mükâfat ve azabı peygamberlerin haber verdiği ve naŞİarın ifade ettiği zahirî manada kabul etmezler. Bunların her birini tıpkı filozofların yaptığı gibi kendj kanaatlerine uygun bir şekilde te'vil ederler. Bir defa tabiat, görülen bu nizam üzere devam eder, hiç bir şekilde değişikliğe uğramaz. Kıyametin kopması demek yedili sisteme bağlı devirlerin yedinci imamının ortaya çıkması ve önceki şeriatı kaldırıp durumu değiştirmesi demektir. «Meâd»dan maksad insan terkibini oluşturan cismânî ve ruhanî unsurların asıllarına dönmesinden ibarettir. Cisim anâsır-ı erbaaya döner. İyilerin ruhları iyi ruhların yanına gider ki burası onlar için cennettir. Kötü ruhlara gelince, bunlar cismânî âlemde kalır, devamlı kötü bedenlere girmek suretiyle azabedilirler (tenasüh); bu da onların cehennemidir [168][169]
5. İbâha:
Galtyyenin ana görüşlerini sayarken 7. maddede söz konusu ettiğimiz ibâha, yani farzları terketme ve haramları İşleme görüşü Bâ-tıniyyede de vardır. Ancak Gazzâlî'nin de kaydettiği üzere kendileri bunu inkâr ederler. Onlara göre «imam»ın anladığı şekilde şeriate uymak gereklidir. Ne var ki bu, halk için ve henüz kemal mertebesine ulaşmamış, yani bâtınî üyeler içindir. Kemal derecesine eren, hakikatleri imam canibinden alıp öğrenen ve böylece zevahirin içyüzüne (bâtınına) muttali olan kimselerden amelî mükellefiyetler düşer. İbadetler: namaz, zekât, oruç, hac ve sair farzlar haddi zatında farz değil, nafiledir, nimetleri verene karşı bir teşekkürdür, Allah'ın
onlara ihtiyacı yoktur; dileyen yapar, dilemeyen yapmaz. Haramlar da insanların arzularına bağlıdır, isteyen yapar, istemiyen yapmaz; yapılmasında bir azap yoktur [170][171]
6. Bâtıniyye te'villeri :
Yukarıda, Bâtıniyyenin bir adının da Ta'lîmiyye olduğunu söylemiştik (s. 231). Onlara göre hakikatler akıl ve muhakeme yoluyla değil ancak ma'sûm imamın bildirmesi ve öğretmesiyie bilinebilir. Nas-ların anlaşılması da imamın bildirmesine bağlıdır. Çünkü her şeyin bir zahiri bir de bâtını vardır. Zahir kabuk mesabesinde, bâtın ise öz durumundadır. Asıl maksud olan bâtındır. İşte zahirlerin te'vilierini yapıp bâtını ve özü bulmak ma'sûm imamın yapabileceği şeydir.
Bâtıniyyenin yaptığı te'viller, ne kelâmcıların, ne filozofların ve ne de ehl-i tasavvufun te'vîllerine benzemez. Çünkü te'vile tâbi tuttukları lâfza verdikleri bâtınî manaya, lâfız, ne hakikat, ne de mecaz yoluyla delâlet etmediği gibi hiç bir aklî ve naklî ö!çü ile de ölçülemez. Binaenaleyh Bâtıniyye te'villeri tamamen indî ve keyfîdir. Her hangi bir dinî, ilmî ve mantıkî kayıdla mukayyed değildir. Bu sebeple âlimler, Bâtıniyyenin, bu te'villeriyle, aklı mahkûm etmeyi, dinî hükümleri kaldırmayı ve binnetice kendi hükümranlıklarını sürdürmeyi hedef edindiklerini söylerler.
Bâtıniyyeye göre itikadı ve ameli sahada vârid olan naslar zahirî manalarıyla birer remizdir, gerçek manaları kendilerince verilen bâtınî manalardır. Meselâ nasların haber verdiği şekilde kıyamet kop-miyacaktır. Kıyametin kopması demek yedili devirlerdeki yedinci imamın gelmesi demektir. Cehennem ateşi, bukağı ve zincirlerden maksad bâtın ilmini bilmeyen câhillere yükletilen şer'î vazifelerdir. Onlar bu vazifeleri (namaz, oruç gibi) yaptıkları müddetçe muazzep olurlar. Bâtın ilmini elde edince vazifeler üzerlerinden kalkar ve kurtuluşa ererler.
Bâtıniyye te'villerine göre cünüp olmak, teşkilâta bağlanmamış bir kimseye her hangi bir sır ifşa etmektir, yıkanmak İse bu sırrı ifşa eden kimse i!e muahedeyi tazelemektir. Abdeat almak ilm-î bâtın vasıtasıyla ehl-i zahirin cehlini izâle etmektir. Beş vakit namaz, [172]
6. Bâtıniyye te'villeri :
Yukarıda, Bâtıniyyenin bir adının da Ta'lîmiyye olduğunu söylemiştik (s. 231). Onlara göre hakikatler akıl ve muhakeme yoluyla değil ancak ma'sûm imamın bildirmesi ve öğretmesiyie bilinebilir. Nas-ların anlaşılması da imamın bildirmesine bağlıdır. Çünkü her şeyin bir zahiri bir de bâtını vardır. Zahir kabuk mesabesinde, bâtın ise öz durumundadır. Asıl maksud olan bâtındır. İşte zahirlerin te'vilierini yapıp bâtını ve özü bulmak ma'sûm imamın yapabileceği şeydir.
Bâtıniyyenin yaptığı te'viller, ne kelâmcıların, ne filozofların ve ne de ehl-i tasavvufun te'vîllerine benzemez. Çünkü te'vile tâbi tuttukları lâfza verdikleri bâtınî manaya, lâfız, ne hakikat, ne de mecaz yoluyla delâlet etmediği gibi hiç bir aklî ve naklî ö!çü ile de ölçülemez. Binaenaleyh Bâtıniyye te'villeri tamamen indî ve keyfîdir. Her hangi bir dinî, ilmî ve mantıkî kayıdla mukayyed değildir. Bu sebeple âlimler, Bâtıniyyenin, bu te'villeriyle, aklı mahkûm etmeyi, dinî hükümleri kaldırmayı ve binnetice kendi hükümranlıklarını sürdürmeyi hedef edindiklerini söylerler.
Bâtıniyyeye göre itikadı ve ameli sahada vârid olan naslar zahirî manalarıyla birer remizdir, gerçek manaları kendilerince verilen bâtınî manalardır. Meselâ nasların haber verdiği şekilde kıyamet kop-miyacaktır. Kıyametin kopması demek yedili devirlerdeki yedinci imamın gelmesi demektir. Cehennem ateşi, bukağı ve zincirlerden maksad bâtın ilmini bilmeyen câhillere yükletilen şer'î vazifelerdir. Onlar bu vazifeleri (namaz, oruç gibi) yaptıkları müddetçe muazzep olurlar. Bâtın ilmini elde edince vazifeler üzerlerinden kalkar ve kurtuluşa ererler.
Bâtıniyye te'villerine göre cünüp olmak, teşkilâta bağlanmamış bir kimseye her hangi bir sır ifşa etmektir, yıkanmak İse bu sırrı ifşa eden kimse i!e muahedeyi tazelemektir. Abdeat almak ilm-î bâtın vasıtasıyla ehl-i zahirin cehlini izâle etmektir. Beş vakit namaz, [173]
Allah'tan başlayıp imamda sona eren Bâtıniyye sistemindeki varlıklara (zevata) itaatten ibarettir. Oruç imamın (Bâtıniyye liderinin) tevdi ettiği sırları gizlemek, zekât teşkilât mensuplarına ilim dağıtmak, hac veliyyullah olan imama sefer etmektir.
Muharremâta gelince, bunların da her biri bir te'vile tâbi tutulmuştur: el-Mâide sûresinin üçüncü âyetinde haram kılınan şeylerden: İaşe bâtını olmayan zahirdir, zira bâtınsız zahir ruhsuz beden gibidir.Kan şüphe demektir; domuz eti ise münafıktır, Allah'tan başkası adına kesilmiş hayvan eti demek de hakka dayanmaksızın bir fikre çağıran kimse demektir. Zİnâ bâtın ilminin tohumunu teşkilâta alınmamış bir- kimseye saçmaktır. Yine el-Mâide sûresinin 90. âyetinde zikredilen ha-mir ve meysirden (şarap ve kumardan) maksad Ebu Bekir ve Ömer, Cuma hutbelerinin sonunda okunan, en-Nahl sûresinin 90. âyetinde-ki «fahşâ1, münker ve bağy»den (aşırı kötülük, dinen kötü olan şey ve zulüm) maksad da Ebu Bekir, Ömer ve Osman'dır. Hulâsa dinen haram kılınan şeyler bazı kötü tipleri sembolize eder ki onlardan kaçınmak gerekmiştir, ibadetler de bazı hayırlı kişilerdir ki onlara tâbi olmakla emrolunmuşuzdur
Bâtıniyye, naslarda zikredilen bütün mu'cizeleri tevil ettikten başka bir çok âyet ve hadisi de kendi keyiflerince yorumlara tâbi tutmuşlardır. Ayrıca kaynaklarda Bâtıniyyenin hurufiliği hakkında bilgi verilmekte, onların Kelime-i şehâdet ve Kelime-i tevhidi teşkil eden belirli harflerle bütün hecâ harflerini yorumlara tâbi tutarak bazı manalar çıkardıklarını haber vermektedir. Genellikle Bâtıniyye teşkilâtı ve fikriyyâtmı teyid eder bir mahiyet arzeden bu teviller hiç bir ilmî, mantıkî ve dinî kıymet taşımaz [174]
DEĞERLENDİRME
Şîa, çeşitli ırklardan muhtelif görüşlere sahip guruplar mecmuasıdır. Bu gurupların en belirgin müşterek özelliği «Alı sevgisi» (hub-b-i Alî) dir. Şiîliğin yatağı, Hz. Ali'nin, hilâfeti müddetince kaldığı Irak'tır. Hemen bütün islâm ülkelerine yayılmıştır. Şîa, dünya müs-lümanlarının % 8, diğer bir istatiğe göre % 6,2 sini teşkil eder [175]
Hz. Ali'nin (v. 40/661) hayatında başlayan, bir çok değişikliklere ve mücadelelere rağmen günümüze kadar varlığını devam ettiren şîîliğin bugün iki veya üç temsilcisi vardır: Zeydiyye, İmâmiyye-i İsnâaşereriyye ve Şîaya intisap iddiası nazar-ı itibara alınırsa Gali yy e. [176]
a) Zeydiyye:
Bilindiği üzere, hicrî ikinci asrın başlarında Zeyd b. Ali (v. 122/ 740) ve oğlu Yahya (v. 125/743) ile başlamıştır. Zeydiyye, şîî olmakla beraber, görüşlerinde mu'tedildi (bilhassa ilk Zeydîler). Şîî olmaları sebebiyle devlet ricali tarafından zulümlere maruz bırakılmışlar, itidalleri yüzünden de diğer Şîa gurupları tarafından baskı altında tutulmuşlardır. Bu sebeple fazla gelişip yayılamamışiardır. Hicrî üçüncü asrın sonlarından itibare.ı Yemen'de devlet kurabilmişlerdir. Aynı devirde Irak'ta, Deylem ve Taberistan yörelerinde de varlık göstermişlerdir. Yemen'deki Zeydiyye devleti Osmanlılarla mücadele etmiş, en son 1911 de yeniden müstakil bir Zeydiyye devleti kurulmuştur. Bugün Zeydiyyenin aşağı yukarı yegâne vatanı Ye-men'dlr .[177] [178]
b) İmamiyye:
İmamiyyenin kaynağı ve yatağı için de aynı şeyi söyliyeceğiz : İrak. [179] Ancak yerinde de izah ettiğimiz üzere İmamiyye gurupları, İslâm tarihi boyunca, çok farklı görünümler arzetmiş, muhtelif görüşleri temsil etmişlerdir. Buna bağlı olarak dünyanın çeşitli yerlerinde kuvvetli veya zayıf bir varlık gösterebilmişlerdir.
Safevî hanedanı tarafından himaye ve terviç edilen, çeşitli çalkantılardan sonra süzülüp durulan, fikirleri ahenk ve kararlılık kazanan Imâmiyye-i İsnâaşeriyye Şah İsmâîl-i Safevî'nin cülusundan itibaren (1906/1500) İran'ın resmî mezhebi olmuştur, bugün de. aynı durumu muhafaza etmektedir. İsnâaşeriyyeye, bağlı bulundukları fıkıh mezhebi bakımından Ca'feriyye denildiği de ma'lûmdur.
$îîlik her ne kadar Irak'ta zuhur etmişse de gördüğü baskı yüzünden İran'dan başka Horasan, Hindistan, Pakistan, Türkistan ve Kuzey Afrika taraflarına kaçmış, oralarda yayılmış, bil'ahare Anadolu'ya ela sarkmıştır. Galiyyeye nisbetle mu'tedîl sayılan İmâmiyye-i îsnâaşeriyye başta Irak olmak üzere diğer Arap ülkelerinde de mev-cuddur. Türkiyede Kars, Ağrı, İğdır ve diğer doğu illerinde bulunurlar. Bütün şîî gurupların en büyük temsilcisi olan İmamiyyenin, bugün, dünyadaki mıkdarı, heyecanlı müdâfi'leri Abdüibâkî Gölpınarlı'ya göre 100 milyon civarındadır. Bu mıkdar, bir milyarı bulan dünya müslürnanlarının % 8 lik şîî nisbeti hesabına da yakın görünmektedir [180][181]
o) Galîyye :
Samimi bir şîî iken itidal sınırlarını aşanlar ve bîr de muhtelif maksadlarla Şîaya intisap iddiasında bulunan guruplar için kullanılan bir terimdir. Gulüvv hareketinin tâ Hz. Ali (r.a.) devrinden itibaren başladığı bilinmektedir. Bu sebeple galiyye şîî mücadele ve tezahürlerinin bir çoğunda rol almış, işe karışmış, mücadelenin içinde, yanında yer almış veya onu istismara kalkışmıştır. İslâm tarihi boyunca Karmatîler, Bâtmîier, İsmâîlîler, Hasan Sabbahcılar... gibi çeşitli teşekkül ve çeteler halinde icrây-ı faaliyette bulunmuşlardır.
Bugün mevcud olan galiyye guruplarının başında İsmâîlîler gelir. En kesif olarak bulundukları yer Hindistan ve Pakistan'dır. Hindistan'daki Ağa Han'cılar öteden beri İngilizlerin himayesi ve desteğiyle faaliyet göstermektedir. Suriye, Mısır, doğu, güney ve orta Afrika ve Pakistan'da teşkil ettikleri cemaatler ile sayıları bir kaç milyona varmıştır. Suriye'de (Halep-Kuzey Haleb-Humus - Lâzkiye) ve Adana dolaylarındaki Nusayrîler (Arap Uşağı) da bunlardandır. [182]. Ayrıca bir mıkdar Yemen'de ve İran'da bulunur. Suriye, Lübnan ve İsrail'de toplam sayıları üçyüz bine yaklaşan Dürzîler, İsmâîlîlere nisbetle farklılıklar arzetseler de galiyye gurupları içinde yer alırlar.
Bugün İran'dan başka Amerika'da ve Avrupa'da taraftarları bulunan Bâbîler ile Bâbîlikten ayrılıp gelişen ve merkezi Hayfâ'da bulunup Almanya, Avustralya, Uganda ve Amerika'da şubeleri, toplantı ve ibadet yerleri bulunan Bahaîlik de Bâtıniyye hareketinin devamından başka bir şey değildir [183][184]
II ŞÎANIN TENKİDİ
Bahsi incelemeye başlamadan önce hemen ifade edeyim kî başlıkta kullandığım «tenkid» kelimesinden kasdım mutlak manada suçlamak ve mahkûm etmek değildir. Gaye, «Şîanın tenkidi» başlığı altında, gerçekten Şîadan olanla olmiyanları birbirinden ayırmak, samimi şîî olan gurupların tasvib edilecek taraflarıyla hatalı ve aşırı görülecek yönlerini ortaya koymak, sahte şîîlerin de kötü niyet ve rollerini göstermek ve sonunda bir neticeye ulaşmaktır. [185]
A. Zeydiyye
Dünya-müslümanlarının büyük çoğunluğunu teşkil eden (%91-94) ehl-i sünnet (Selefiyye, Mâtürîdiyye, Eş'ariyye) Me mukayese edildiği takdirde Şîa üç guruba ayrılır: Zeydiyye, İmamiyye, Galiyye. Bunlardan Zeydiyye ehl-i sünnete en yakın olandır, İmamiyye fisnâ-aşeriyye) ortanın temsilcisidir, galiyye eğer Şîadan sayılırsa en uzakta kalandır.
Şiîliğin temel prensibi «Ehl-i Beyt» sevgisidir. Takdir ve tebcile şâyân bu asîl duygu, Şîa gurupları içinde istismar ve İfrattan en uzak bir şekilde Zeydjyyede mevcuddur. Zeydiyye, bu sevgileri yanında as-hâb-ı kirama dil uzatmaz, ilk halifelerin hilâfetini meşru kabul eder. Hz. Ali ile muhalifleri arasında meydana gelen hadiselerde Emîru'l-mü'minîn Ali'yi (kerremellahu vecheh) haklı bulur.
Bu görüşlerde Zeydiyye ile ehl-i sünnet arasında büyük bir fark yoktur. Tâ ashâb-ı kiramdan bu yana, İmâm-ı A'zam (v. 150/767) ve İmam Şafiî (v. 204/820) gibi büyük zevat dahil olmak üzere büyük İslâm çoğunluğu (cumhûM müsümîn) Hz. Ali ve evlâdına karşı sevgi ve saygı beslemişler, imametin sadece kendilerine münhasır olduğunu benimsememekle beraber pekâlâ buna ehil ve lâyık olduklarını kabul etmişler. Hz. Ali'yi, mücadelelerinde haklı bulmuşlardır. Bunun istisnası, ancak ruhlarına zulüm işlemiş bazı Emevî ve Abbasî* devlet ricali ile hırçın Havanc guruplarından (Nasibe) ibarettir. Zey-diyyenin Süleymaniyye, Cerîriyye ve Cârûdiyye guruplarının bazı müfrit görüşleri tarihin pek mahdud bir devresinde zuhur edip sönmüştür, varlığını devanı ettiren ve bugün de mevcudiyetini muhafaza eden Zeydîler bu aşırı görüşlerden uzaktır.
İlk halifelerin meşruiyetini kabi! ettikten ve ashâb-ı kirama dil uzatmadıktan sonra Hz. Ali'yi ashabın en faziletlisi kabul etmek İs-lâmî yönden büyük bir önem taşımaz. Zira Allah nezdinde daha değerli olma manasındaki üstünlüğün kimde mevcud olduğu ancak Allah taâlâ tarafından bilinir ve ancak onun tarafından mükâfatlandırılır.
Yerinde de belirttiğimiz üzere (bk. s. 204) Zeydiyye, akaid konularında Mu'tezileyî benimsemiştir. Bu bakımdan çeşitli itikadî meselelerde Mu'tezileye karşı yöneltilebilecek tenkidler Zeydiyye için de bahis konusudur. Ancak bu tenkidler Zeydiyyeyi hiç bir zaman İslâm dairesinin dışına çıkarmaz. Fıkıhta çoğunlukla Hanefî mezhebini takibederler.
Zeydiyye, islâm tarihi boyunca, gerek fikren, gerek bedenen müfrit guruplarla mücadele etmiştir. [186]
B. İmamiyye
1. Sevenler, sömürenler:
Şüphe yok ki hâricîlik gibi şîîlikte dînî-ilmî bir sebepten ötürü değil, siyasî bir temayül yüzünden ortaya çıkmış bir cereyandır: Hz. Ali ve evlâdının devlet reisliği. Bu temayül Ehl-i Beyt sevgisiyle formüle edilmiştir. Yine şüphe yok ki bu sevgi başlangıçtan günümüze kadar bir çok samimi ve sâf gönlün en mutena köşesine yerleşmişken bir çok sahtekâr, korkak, dönek ve hain tarafından da istismar edilmiştir.
— Peygamber şehrinde hayatı felce uğrattıktan sonra halife Osman'ı şehid eden, sonra da tenkil edilmekten korkarak Emîru'l-Mü-minîn Ali'nin ordusuna sızan, Hakem Vak'asmı müteakip onu terke-dip yalnız bırakan, bununla da kalmıyarak karşısına çıkan kimlerdi?
— Şiîliğin en büyük fikrî kaynağını teşkil eden Nehcu'I-Belâğa kitabında görüldüğü üzere, Emîru'l-mü'minîn'in, kendilerinden şiddetle ve nefretle yakındığı dönekle kimlerdir?
— Rasûl-i müctebâ sallâllahu aleyhi ve sellemin gözbebeği Hz. Masan'ia Hüseyn'i önce hilâfete, hem de ısrarla teşvik eden, sonra da iş ciddileşince yüzüstü bırakan, birini hilâfetten feragat etmeye, öbürünü şehâdet şerbetini içmeye mecbur ve mahkûm eden kimlerdi?
— İmam Zeynelâbidîn'in oğlu Hz. Zeyd'e, Ehl-i Beyti kurtarsın, diye bey'at eden, sonra da savaş meydanında onu yapayalnız bırakıp kaçan kırk bin kişi kimlerdi?
— İslâm dünyasında ilk defa 10 Muharrem matemini icad ve icra eden Muhtar es-Sekafî ne derece samimi idi?
— Şah İsmâîl-i Safevî'den itibaren Anadolu'ya gönderilmeye başlanan «halife»ler ne derece siyasetten uzak, sâf ve hâlis Ehl-i Beyt mahabbetine müteveccihdi?
Nihayet günümüz ve aynı sorular?..
' Defalarca temas ettiğimiz üzere, şîîlik, islâm tarihinde çeşitli tezahürler arzeden siyasî bir mezhebdir. Ehl-i Beyti sevenler çok olduğu gibi sömürenler de çok olmuştur, İmamiyye gurupları fikrî dalgalanmalardan ancak hicrî dördüncü - beşîncî asırlarda, içtimaî dalgalanmalardan da onuncu asırda kurtulup istikrar kazanabilmişlerdir, İran'da devletleşen İmâmiyye-i İsnâaşeriyye Şiîliğin nihâî temsilcisi olmuştur. Bununla beraber İsnâaşeriyye gerek fikir ve gerek duygu bakımından önceki çalkantılı devirleri kaynak edinmek mecburiyetinde kalmıştır [187]
Halis Şîanın islâm tarihi boyunca bazı iftiralara ma'ruz kaldığı şüphesizdir. Bunun başlıca âmilleri siyaset, taassub, aşırı gurupların mevcudiyetidir, sanırım. Bir çok haris insan gelip geçmiştir ki sâf, hassas, bağrı yanık, fakat heyecanlı, dinamik ve atılgan Şîa mensuplarını siyasî emellerine erişebilmek yolunda bir vasıta olarak kullanmak istemiştir. Bugün, Türkiyede, İmâmiyye-i îsnâaşeriyyenin fikir çapında en büyük yardımcılarından olan Abdülbâkıy Gölpınariı, eserinde. BÂTİNÎLİK başlığı altında şöyle diyor:
«İran ülkesi Safevîlerin eline düşünce bütün ülkede resmî mez-heb Ca'fert mezhebi olmuştu. Safevîler, İranda, kendilerini Caı'ferî mezhebinin mürevvici gösterdikleri halde, Anadolu Alevîlerine, kendilerini bir Sâhip-Zuhûr, hatta imam tanıtıyorlardı. Anadoluyu da nüfuzları altına alabilmek için gönderdikleri halifeler Erdebil şehrini âdeta Mekke'ye ve Kabe'ye muadil gösteriyorlardı. Siyaset alabildiğine dînî inançları istismara başlamıştı. Hem inançları yüzünden, hem-gördükleri takibat ve zulüm dolayısıyla bütün Alevîler, Erdebil ocağına bağlanmışlardı; Erdebil ziyaretini Hacc töreni sayacak kadar ileri gidiyorlardı»
Aynı müellif, eserinin bir başka yerinde, şîîliğe karşı yapılan iftiralarda, teşeyyuun çirkin gösterilmesinde siyasetin, Osmanlı,-Sa-fevt rekabetinin büyük rol oynadığını kaydettikten sonra şöyle devam eder: «...bunda Safevîlerin de büyük, hem de çok büyük sorumluluğu vardır» [188]. Benim kanaatime göre memleketimiz dahit olmak üzere bazı islâm ülkelerinde, bugün, göze çarpan kargaşalıklarda aynı istismar büyük rol oynamaktadır.
Şîa dışında kalan ve tarihte olduğu gibi bugün de islâm dünyasının büyük çoğunluğunu teşkil eden diğer mezhep sâlikleri, taassubun şevkiyle, İmamiyyeye iyi bir nazarla bakmadıkları, aslında ga-liyyeye ait olan bazı fikir ve davranışları onlara yamadıkları da kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Tâ eski devirlerden günümüze kadar sünnî âlimler tarafından telif edilen ilgili eserlerin bir kısmında bu tarafgirliği görmek daima mümkündür
Gaiiyye dediğimiz aşırı gurupların halis Şîaya getirdiği zarar, onlar hakkında yanlış kanaat beslenmesinde oynadığı rol ise çok büyüktür. Tâ Emîru'l-mü'mlnîn Ali (k.v.) devrinden itibaren nesl-i pâk-i Peygamberi ağacının etrafında beliren bu parazitler sık sık o muhteşem âbideye nahoş görünümler vermeye yeltenmiştir. İmam Ali, kendi şahsı hakkında beşer-üstü iddialar ortaya atan kişileri yaktırârak cezalandırmıştır. Diğer imamlar da bu aşırı tipleri tel'in, tek-zib ve tekfir etmişler, kötülüklerinden Allah'a sığınmışlardır. İşte sekizinci imam Ali er-Rızâ nın (v. 203/818) duası: «Allahım! Bizim, yarattığımız bir takım şeyler olduğunu ve bizim rızık verdiğimizi iddia eden kimseden, İsâ b. Meryem'in hıristiyanlardan kaçışı gibi sana kaçar, sana sığınırız!» [189]. Şu bir gerçektir ki gerek Zeydiyye, gerek İsnâaşeriyye söz konusu aşırı guruplarla mücadele etmişlerdir [190][191]
2. Ehl-i Beyt ve ötekileri:
Şia felsefesi Ehl-i Beyt üzerine kurulmuştur. «Ehl-i Beyt» kimlerdir? Rasûlüllah (s.a.) efendimizin kendileriyle muaşeret ettiği, oturup kalktığı aile efradı : zevceleri, kızları, torunları, amcaları, amcazadeleri. Hz. Ali de amcazadelerinden biri. Kur'ân-ı kerimde Ehl-i Beyte hitabeden âyet-i kerime Habîb-i Kibriya'nın bütün zevcelerine şâmil olduğu halde [192], Şîa, Hz. Âişe'yi ondan saymaz. Sade onu mu? Fâtıma validemizin dışındaki Peygamber kızlarını, Hz. Abbas'ı ve diğerlerini. Ehl-i Beyt sadece Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin'dir, ondan sonra Hüseyin nesii ile devam eder. Peki, Hz. Hasan'ın nesli? Hayır, olamaz, Ya Hüseyin efendimizin yakın torunu Zeyd? O da olamaz.
Hepsi de mükerrem ve muazzez olan 12 imam akaidde selef yolunu benimsemişti. Oysa ki İsnâaşeriyye çoğunluğu bir çok akatd konusunda onlardan ayrılmış, bir kısmı galiyyeye katılırken ekseriyeti Mu'tezile mezhebine kaymıştır [193][194]
3. İmamet ve ashâb-ı kiram :
İ.mamiyyeye göre Hz. Ali (r.a.) Peygamber sallâliahu aleyhi ve sellemden sonra en faziletli kişidir, ona halife olmaya sadece o ve onun belirli evlâdları lâyıktır. Gerek ondan önceki üç halife ve gerek islâm tarihi boyunca Ali neslinin dışında hilâfete getirilen kişi-
ler gayr-i meşrudur, zâlimdir, kâfirdir; buna böyle inanmayan da kâfirdir [195]
Kanaatime göre İmamiyye ile aramızdaki anlaşmazlık noktalarının en büyüğü budur. Burada bu görüşün ilmî tenkidini yapacak de-ğiiiz. Ancak bir kaç nirengi noktasına temas etmeden de geçemiye-ceğiz.
Hulefâ-i râşidînin ilk üçüne ve onlara bey'at eden ashâb-ı kiramın bütününe (aslında Hz. Ali de bunlar arasındadır) dil uzatmak, -onları gasb, zulüm ve küfürle İtham etmek, her şeyden önce Hz. Ali ve onun pâk evlâdının tutum, anlayış ve beyanlarına aykırıdır. Bunu isbat eden ve bizzat Hz. Ali İle diğer imamlardan nakledilen beyan-iar sünnî, Zeydî ve hatta bazı îmâmî kaynaklarda mevcuddur [196]
İmamiyye tarafından, Hâtemu'l-enbiyâ Muhammed Mustafâ sallâliahu aleyhi ve sellemin ashabına yapılan bu itham, hiç bir pev-gamberin mensubu tarafından onun ashabına yapılmış değildir. Kur'ân-ı kerimin bir çok âyetinde bütünüyle ümmet-i Muhammed övüldüğü gibi, Muhacirin üe Ensâr da ayrı ayrı olarak medhedilmekte ve cennetle müjdelenmektedir. Bütün bu âyetlerin şümulü sadece Ehl-i Beyt ile Şîanın, ithamlarına dâhil etmediği Ammâr, Mıkdâd, Selmân-î Fârisî gibi bir kaç zattan mi ibarettir? İslâmı benimseyen, kucaklayan, savunan, neşreden, ülkeler fetheden, İslâm mirasını, nakilleri ve fiilleriyle müteakip nesillere aktaran kimlerdi? Bu örnek nesil, bu ideal nesil hangi nesildir?
Son peygamber Muhammed aleyhisselâmın getirip tebliğ ettiği şekliyle İslâm dini Allah nezdinde yegâne makbul olan, tam ve kâmil bir dindir. Onun getirdiği talimat Cenabı Hakkın insanlığa verdiği son talimattır. Bu tebligat ve bu talimat ashâb-ı kiranı tarafından benimsenmiş, Tebliğci'sinin Seadet Asrından itibaren müesseseleştirilmiş, etrafında islâm devletleri kurulmuş, islâm medeniye-yeti tesis edilmiştir. 15 asırlık bir islâm tarihi içinde, Hz. Ali müstesna, Şîanın belirlediği İmamların, devlet tesisi çapında bir rolü olmamıştır. Evet, tarihî bir vakıadır ki İmamlar haddi zatında muhterem zevat olmakla beraber «kendi evlerinin dışında bir kasabaya bile hükümranlık etmemişlerdir» [197] Bu realite karşısında bunca islâm devletini gayr-ı meşru kabul etmek, ilk üç halife dâhil bunca müslüman halifeyi zâlim ve gasıp ilân etmek vicdanların kabul edebileceği bir şey değildir.
Eski ve yeni müellifler kaydederler: Adaleti, cesareti ve dürüstlüğüyle cihâna ün salmış, ikinci halife Hz. Ömer'in, sabah namazını kıldırırken, İranlı bir Mecüsî köle olan Ebü Lü'lü' tarafından hançerlenerek şehid edildiği günü (9 Rebîu'l-evvel) Şîa, bayram kabul etmiştir; katile «Baba Şucâuddîn» unvanı vererek bayramlarına da o adı takmışlardır [198] Hicrî dördüncü asır ulemâsından Ebu'l-Hüseyn el-Malatî (v. 377/987) İmatniyye guruplarından birini anlatırken şöyle der: «Bunlar Kum halkıdır; görüşleri İsmâîliyyenin görüşüne benzer, şu kadar var ki bunlar cebir ve teşbihi benimserler. Öğle ile ikindiyi zeval vaktinin başında, akşamla yatsıyı da onlarca yatsı vaktinin sonu olan gece ortasında cem'edip kılarlar. Sabah namazını da kurt kuyruğu (fecr-i kâzib) diye İsimlendirilen ilk fecrin doğuşunda kılarlar. Abdestte çıplak ayaklarının üstünü ve altını su ile meshederler. Geçmiş müslümanlara aşırı derecede dil uzatıp söverler; öyle ki bazdan insan şekline benzer çuval gibi bir şey alır, onu saman veya yünle doldurur, adına Ebu Bekir, Ömer, Osman der, ha bire sopa ile vurup yere serer...» [199].
Bütün samimiyetimle ifade edeyim ki, gönlüm, bu nevi rivayetlerin hepsinin asılsız olmasını ister. Keşke şu satırları yazdığım günlerde aynı Kum beldesinden «Ömerden de zâlim!» sesi yükselmesey-di, hem de en mes'uliyetli zâtın ağzından! [200]
4. İmamın vasıfları:
Yukarıda İmamiyyenin görüşlerinden bahsederken İmamın vasıflarına temas etmiştik (bk. s. 209 vd.). Onlara göre 12 imam gaybı bilir, tıpkı peygamberler gibi her türlü günahtan korunmuştur. Hakkıyla müslüman olmak için Allah'a ve Rasûlüne iman ettikten başka bütün «imamlar»a ve her asrın imamına îman etmek gerekir. İmamların «halleriyle ilgili bir hususta ismetlerini inkâr eden bir kimse onları
tanımamaktadır. Onları tanımayan (câhil) kimse ise kâfirdir» [201]. Ehl-i sünnete göre imamlara bağlılığı «iman» derecesine çıkarmak, ayrıca onların gaybı bildiklerini ve ma'sûm olduklarını benimsemek, onlara bağlanmanın kurtuluş vesilesi olduğunu söylemek İslâmın ruhuna uymadığı gibi insanın fikir hürriyetine, mes'uliyet duygusuna sahib olmasına ve şahsiyetinin gelişmesine de mâni'dir. [202]
5. His ve mantık :
Şiîlik Ehl-i Beyt sevgisi üzerine kurulmuştur. Ehl-i Beyti teşkil eden zevat, Hz. Ali, oğlu Hüseyn, onun torunu Zeyd b. Ali, onun oğlu Yahya, Hz. Hasan'ın zürriyyetinden çeşitli zevat Emevî ve Abbasî devlet ricaline karşı çıkmış, ya öldürülmüş, ya esir edilmiş. Öldükten sonra mezarından çıkarılıp asılanlar, cesedleri yakılanlar, başları diyar diyar dolaştırılıp teşhir edilenler var. Bu facialar Şîa guruplarını derin elemlere boğmuş, onlara ileri derecede bir hassasiyet getirmiştir. Onlar, münferid bir haricînin Hz. Ali'yi öldürmesiyîe fazla alâkalanmadığı halde devlet eliyle kanı akıtılan Hz. Hüsey'in şe-hâdetini teşeyyu' cereyanının temeli haline getirmiştir. Onlarda din uğrunda ıztırap çekme Önemli ve hakim bir unsur olmuştur. Tarihî ve siyasî bir rol oynamayan ve kendi ecelleriyle ölen imamların bile devlet ricalinin emriyle zehirlenerek şehid edildiğine inanırlar [203]. «Kum âlimleri arasında misli görülmemiş» koca İbn Bâbeveyh (v. 381/991) bile şöyle diyor: «Kim imamların bir kısmının veya birinin hakikaten öldürülmeyip yerine başkasının öldürüldüğünü iddia ederse, her hususta bizim dinimizden değildir ve biz ondan uzaklaşırız» [204]
Şîa-i İmamiyyenin bu hissiliği, belirtmek lâzım gelir ki, onları, bir taraftan, imamlarına insanüstü bir gözle bakmaya, diğer yönden de muhaliflerine karşı çok haşin davranmaya sevketmiştlr. Onlar için, dün olduğu gibi bugün de, soğukkanlılıkla düşünüp hareket etmek kolay olmamaktadır. Onlara ait şu ifade bu hissiliğin neticesi olsa gerektir: «Memleket küfür memleketidir, öyle ki bir okçu, müslüman topluluklardan birinin içine bir ok ftrlatsa isabet edecek bir müslüman bulamaz» [205]
Abbasîlefin ilk devrinde fırsat bulan şîıier, Emevî halifelerinden Hişam b. Abdülmelik'in (v. 125/743) kabrini açıp henüz çürümemiş bulunan cesedini çıkarmışlar, 80 sopa vurduktan sonra yakmışlardır. Bütün beldelerde Emevî devlet ricaline ait ofmak üzere bulunabilen kemiklere aynı muamele yapılmıştır [206]
İsnâaşeriyye âlimleri, İsnâaşeriyyeden olmayan Şia guruplarının ebedî kurtuluşu (necat) hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre bunlar ebedî olarak cehennemde kalırlar. Bir kısmına göre ise cehennemde bir müddet yandıktan sonra çıkarlar, fakat cennete gir-meyip A'raf'ta kalırlar. Bazı âlimler de bunların, şefaate mazhar olarak cennete gireceklerine hükmetmişlerdir. Diğer islâltıî fırkalara gelince (ki bunlar dünya müslümanlarmın % 94 ünü teşkil eder), bunlar ebediyyen cehennemde kalır [207]
«Ve (İmam Cafer es-Sâdık (a.s.) düşmanlarımızın ve bize karşı haksızlık edenlerin (zâlimler) küfründen şüpheye düşen kimsenin kendisi kâfirdir, demiştir» [208][209]
Netice :
Tarihler eski devirlerden beri sürüp gelen şîî-sünnî mücadelelerinden bahs eder: cami duvarlarına, dükkân kapılarına, taşlara ve benzeri yerlere, geçmiş İslâm büyüklerine söven sloganların yazılmasına kadar... [210] Bu, hiç arzu edilmeyen bir şeydir. Gönlünde iman taşıyan, İslâm İdealini benimseyen bir insanın, müslümanlar arasında çıkacak içe dönük bir mücadeleyi tasvib etmesine İmkân yoktur. Ehl-i sünnete göre bugünkü İsnâaşeriyye zahiren ve bâtınen müslümandır. İsnâaşeriyye çoğunluğunun akaid meselelerinde Mutezilenin" görüşlerini benimsemesi onlarj İslâm dairesinin dışına çıkarmaz, keza Hz. Ali'nin diğer bütün ashabdan üstün olduğunu söylemeleri de. Ancak özellikle ashâb-ı kiramı ve Şîa dışında kalan büyük islâm çoğunluğunu küfre nisbet etmek tehlikeli, çok tehlikeli bir şeydir, böylesine korkunç bir fikre sahlb olacak şîî müslüman kardeşlerimizin bulunmıyacağını umuyoruz. [211]
[120] İbnu'l-Cevzî, Telbîsu İblîs, s. 99.
[121] bk. el-Mes'ûdî, Murûcu'z-zeheb, III, 305-306; el-Gazzâlî, Fedâihu'1-Bâtı-niyye, s. 11 v.dd.; ed-Deylemî, Beyânu mezhebi'l-Bâtıniyye, s. 21 v-dd-; eş-Şeh-ristanî, el-Milel, I, 191-192.
[122] el-Gazzâlî, ag.e., s. 11-12; ed-Deylemî, ag.e., s. 21-22.
[123] el-Gazzâlî, ag.e., s. 16; ed-Deylemî, ag.e., s. 22-23; İ.A. îsmâîlîler ve Seb'iyye maddeleri.
[124] el-Gazzâlî, ag.e., s. 17; ed-Deylemî, ag.e., s. 24.
[125] ed-Deylemî, ag.e., s. 24,
[126] a,e., s. 24.
[127] a.e., s. 92-93. Ismâîliyye'nin ortaya çıkışı ve mücadeleleri için bk. İbnu'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 238-241; Goldziher, el-Akîde, s. 242; R. Strothmann, ed-Deylemî'nin Beyân neşri mukaddimesinde, s. v-z; A. Mez, el-Hadâratu'l-Islâmİyye, H, 75-76; İA. «İsmâîlîler» md.; îrfan Abdülhamîd, Dirâsât, s. 39-44; Fuad Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 58, dn. 28; Avni İlhan, MehdîHk, s. 78-80.
[128] Karmatî isyanları ve mücadeleleri için. bk. el-Bağdâdî, el-Fark, s. 282-283; Brockelmann, İslâm Milletleri, I, 133-135; A. Mez, ag.e., II, 68-73; İ.A. «Karâ-mita» md.; Ahmed Emin, Zuhru'l-îslâm, IV, 132-133. Karmat kelimesi için bk. Fîrûzâbâdî Kamusu, .el-Karâmıta.; İbnu'1-Esîr, el-Lubâb, «el-Kırmıtî»; İ.A. VI, 353.
[129] Ahmed Emin, ag.e., IV, 127. Hasan Sabbâh ve görüşleri için bk. eş-Şeh-ristânî, ag.e., I, 195-198; İbnu'l-Cevzî, Telbîsu İblis, s. 106-108; Brockelmann, ag.e., I, 187-168; Sırrî-i Girîdî, Ârâu'l-milel, s. 140-150; Fuad Köprülü, ag.e., s. 176, dn. 34 Bâtıniyye bir de «eS-Muhammire» diye anılmaktadır. Bunun sebebi kırmızı elbise giymeleri (el-Gazzâ)î, ag.e., s. 17; ed-Deylemî, ag.e., s. 25; İ.A. II, 339) veya başlarına kızıl serpuş koymalarıdır. İslâm Ansiklopedisindeki «Kızılbaş» maddesini yazan Abdülbâkî Gölpınarlı'nın kanaatine göre şîî mezhebinin gulâtından olan Kızilbaşlar da bunlardandır (VI, 789). Yine ona göre «Kızılbaşlık, inancının usûl ve furûu sistemleşmiş, fikir ayrılıklarının münakaşası yapılmış bir mezhep değü-v dir.» «Kızılbaşların itikadlarında esas, Ali'yi Tanrı tanımaktır. Şehâdetleri olan lâ iiâhe illallah Muhammed Rasûlu'llah Aliyyun veliyyullah Veîiyyun AH Allah sözleri de bunu açıkça bildirir. Mamafih aralarında dilden dile nakledilen ve Menâ-kibu'l-esrâr behcetu'l-ahrâr ve Faziletnâme gibi mukaddes kitaplarında, yazılı hikâyelerde, Ali'den başka bir Allah da vardır. Fakat kızılbaşlar bunları te'vil ederler. Ali, onlarca, bin bir «don.dan (libastan) başgöstermiştir, onun için halkı şüpheye düşürmüştür. Zaten Allah, Muhammed ve Ali, üçü birdu\ Tanrı, Muhammed ve Ali suretinde görünmüştür. Fakat bütün hikâyelerde AH daima Muham-imed'den üstündür. Hatta onlarca Mi'rac bile Peygamberin Ali sırrına ermesidir ve âyîn-i cemleri de (ayne'1-cem1) onlarca inanılan bu Mi'rac hikâyesinin temsilinden başka bir şey değildir..
«Ali'yi bir yandan Peygamberin vasisi ve ümmetin İmamı tanıyan, bir yandan Muhammed'in mürşidi sayan, bir yandan da tanrı bilen bu zümre, ibadetleri te'vil etmek ve mezhebde dereceler kabul eylemek hususunda İsmâîliyyenin tesiri altında kalmakla beraber, 12 imamı kabul ettiklerinden dolayı «imâmîye* mezhebinin müfritlerinden addedilebilirler» (İ.A. VI, 791). Osmanlı Şeyhülislâm vekillerinden M. Zâhid el-Kevserî (v. 1371/1952) Bâtınîlerin kürdler arasında .Alevîler-, türkler arasında da —aralarında görüş farkları olmakla beraber «Bek-taşîler ve Kızılbaşlar. diye anıldıklarını kaydeder (bk. el-Hammâdî, Keşfu esrân'l-Bâtmiyye, İzzet el-Attâr neşri mukaddimesinde, s. 8 ).
[130] bnu'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 241-243; İbn Bâbeveyh, r. İ'tikadât, s. 120; el-Bağdâdî, el-Fark, s. 260-264; el-İsferâyînî, et-Tebsîr, s. 77-78; İ.A. «Hallâc» md. Y. Nuri Öztürk, Hallâc'm îsmâîlîliğe ve Karmatîliğe nisbetinin doğru olmadığını kaydeder {bk. Hallâc-ı Mansûr ve Eseri, s. 26 v.dd.).
[131] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:225.
[132] el-Gazzâlî, Fedâihu'l-BâlınJyye, s. 18.
[133] el-Gazzâlî, ag.e., s. 18-19.
[134] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:225.
[135] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:225-226.
[136] el-Bağdâdî, ag.e.. s. 298-300; el-Gazzâlî, ag.e., s, 21-24; ed-Deylemî, ag.e., s. 25-26; el-Curcânî, Şerhu'l-Mevâkıf, III, 289.
[137] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:226.
[138] el-Gazzâlî, ag.e., s. 24; el-Bağdâdî, ag.e., s. 301; ed-Deylemî, ag.e., s. 2ü; el-Curcânî, ag.e., III, 289.
[139] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:227-228.
[140] bk. el-Bağdâdî, ag.e., s. 300-301, 305-307; el-Gazzâlî, ag.e., s. 25-26; ed-Deylemî, ag.e., s. 26-27; el-Curcânî, ag.e., III, 289.
[141] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:228.
[142] el-Gazzâlî, ag.e., s. 26-27; ed-Deylemî, ag.e., s. 27.
[143] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:229.
[144] el-Bağdâdî, el-Fark, s. 303-304; el-Gazzâlî, Fedâihu'l-Bâtıniyye, s. 28-29; ed-Deylemî, Beyânu mezhebi'l-Bâtıniyye, s. 27-29; el-Curcânî, ag.e., s. III, 289.
[145] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi230-233..
[146] el-Gazzâlî, ag.e., s. 29-32; ed-Deylemî, ag.e., s. 29-30; el-Curcânî, ag.e., III, 289.
[147] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınev233-234.
[148] el-Gazzâlî, ag.e., s. 32; ed-Deylemî, ag.e., s. 30; el-Curcânî, ag.e., III, 289.
[149] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:234.
[150] Bâtmiyyenin içyüzünü anlamak için bir müddet onların arasına karışan Yemen'in ehl-i sünnet âlimlerinden Muhammed b. Mâlik (v. 470/1077) -Keşfu esrâri'l-Bâtıniyye» sinde (s. 11-16) ve ondan naklen zeydî âlim Muhammed b. el-Hasan ed-Deylemî (v. 711/1311) Beyânu mezhebi'I-Bâtıniyye adlı kitabında (s. 11-15), bâtınî adayının şeriat ahkâmından nasıl muaf tutulduğunu tafsilatıyla anlatır: Buna göre bâtınî telkinlerini benimseyen yeni bir üyeye, dâî, 12 dirhem sadaka (bâtınî imamla konuşabilme vergisi) vermesini söyler, o da verir. Dâî imamın huzuruna çıkar ve şöyle der: «Efendimiz! Filân kulun namazı bildi, onun manalarını anladı, üzerinden namazı kaldır, ağır yükünü ve sırtındaki bukağıları indir! İşte 12 dirhemlik niyaz akçası!» Bunun üzerine imam: «Şâhid olun, ondan namazı kaldırdım» der ve şu mealdeki âyet-i kerîmeyi okur: .Onların ağır yüklerini, sırtlarında olan zincirlerini indiriyor» (el-A'râf, 7/157). Merasim tamamlanınca diğer Bâtıniyye üyeleri yeni üyeyi tebrik ederler ve «Hamdolsun o Allah'a ki senin sırtına binmiş bulunan yükü kaldırmıştır». Bir müddet sonra, dâî, yeni üyeye, niyaz akçası sunarak şarap ve kumarın haram oluşunun üzerinden kaldırılmasını istemesini telkin eder, aynı merasimle o da kalkar. Daha sonra oruç ve cünüblükten yıkanma mecburiyeti kaldırılır. Bâtıniyyeye intisap edip bir müddet içlerinde kalan Muhammed b, Mâlik'in rivayetine göre nihaî merhalede Bâtıniyye üyesine, en büyük sırrın açıklanacağı söylenir. Uzun mukaddimeler ve telkinlerden sonra ona, gerçek manada cennetin dünyada olduğu ifade edilir, ona girmek isteyip istemediği sorulur. O da girmek istediğini söyler. Bizzat İmam, bunun imtihanının çok ağır olduğunu haber verir ve üyeye, kendisini Bâtıniyyeye davet eden şahsı (dâî) alıp evine götürmesini ve zevcesiyle bir yatağa koymasını emreder. Üye de bunu yapar. İşte bundan sonra üye, «el-meşhedu'1-a'zam. (en büyük toplantı, en büyük görüşme) denilen toplu seks (mum söndürme) şenliğine katılma hakkını kazanır. Onların cenneti bu imiş.
[151] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:
[152] el-Gazzâlî, ag.e., s. 32; ed-Deylemî, ag.e., s. 30; el-Curcânî, ag.e., III, 289 Bâtmiyyenin davet dereceleri için ayrıca bk. Î.A. II, 341-342; Ahmed Emin, Zuh-ru'1-İslâm, IV, 128-129.
[153] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:234-235.
[154] el-Gazzâlî, Fedâihu'l-Bâtmiyye, s. 35.
[155] Bâtmiyyenin tesirlerine kapılan tipler hakkında bk. el-Bağdâdî, el-Fark, s 3CO-301; el-Gazzâlî, Fedâihu'l-Bâtıniyye, s. 33-36; ed-Deylemî, Beyânu mezhebi'l-Bâtmiyye, s. 19-20.
[156] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:235-236.
[157] bk. L. Massignon, Karmatîler, İ.A. VI, 355, 356; A. Mez, el-Hadâra, II, 75-76; A. Emin, Zuhru'l-İslâm, IV, 129-130. Ebu'l-Huseyn el-Malatî (v. 377/987), et-Tenbîh'inde (s. 20-22), Karmatîlere ait İslâmla telifi mümkün olmayan fikirler naklettiği halde Imamiyyenin İsmâOiyye kolunu, 12 imamın imametini benimseyen, Hz. Hüseyn için ağlayıp sızlayan, ibadete düşkün... kimseler olarak tasvir eder (s. 32). Öyle anlaşılıyor ki el-Malatî, ıstılahta tesâhül göstermekte ve Ismâî-l'yye yerine İsnâaşeriyyeyi tasvir etmektedir.
[158] bk. Resâilu'1-Ihvâni's-safâ', II, 60-61; ed-Deylemî, ag.e., s. 81-82; L. Massignon, ag.e., VI, 358; Goldziher, el-Akîde, s. 238-241; A. Emin, Fecru'l-İslâm, s. 272.
[159] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:236.
[160] bk. el-Malatî, et-Tenbîh, s. 21-22; İbn Hazm, el-Fasl, IV, 187; ed-Deylemî, ag.e., s. 34-35; el-Muhıbbî, Hulâsatu'1-eser, III, 269; İzmirli, Muhassal, s. 124-125. Bazı araştırıcılar Karmatîlerde ve îsmâîlîlerde tenasüh fikrinin bulunma-âığını iddia ederler (bk.&