- Bastırılanın geri dönüşü

Adsense kodları


Bastırılanın geri dönüşü

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 5 June 2012, 10:40 am GMT +0200
Bastırılanın geri dönüşü
Mustafa Fuat ER • 56. Sayı / EDİTÖRÜN NOTU


Son dönemde “tarih” her zamankinden daha fazla gündeme geliyor, daha fazla tartışılıyor. Önümüze gelen her sorunun, daha doğrusu biriktirilen sorunların çözümü aşamasında meselelerin tarihi de haklı olarak tartışılıyor. Bu, Kürt meselesi, Ermeni sorunu gibi konularda belleğimizin zayıf olduğunun da işareti. Zira merkez medya veya genel kanı bu meseleleri akşamdan sabaha ortaya çıkmış vak’alar olarak anlıyor. Bu noktada, tarih eğitiminin bilgilendirmekten ziyade yanlış bilgilendirmek, hatta unutturmak gibi bir işlevi olduğu iddiasının gerçeklik payını hesaba katmamız gerek. Sonuçta tarihi bilmeme tarih açlığına, tarih açlığı her sahada tarihin ön plana çıkmasına sebep oluyor. Örneğin tarihsel romanların hâlâ revaçta olması, çoksatar listelerinin zirvesinden inmemeleri de bunun işareti. Kendince haklı olarak, medya da bu mübadelede payına düşeni yerine getiriyor. Televizyonlarda sayıları gittikçe artan tarih programları, gazetelerde köşelerden manşete taşan tarih(çi) tartışmaları, birbirinden önemli tarihçilerle yapılan ve gündem belirleyen röportajlar bu durumun şahitleri.

Bütün bu gelişmeleri olumlu olarak değerlendirmek kuşkusuz yanlış değil. Ne var ki, gündeme çıkan tarih geçmişle yüzleşmeye pek de imkân vermiyor. “Popüler tarih”, “tarihi sevdirmek” gibi klişe bir işlev üzerinden “tarihi bastırma”ya da elverişli olabiliyor. En temel tarihî bilgileri bile yalan yanlış bilen veya hiç bilmeyen “sıradan vatandaş”, “konuşan tarih”e ya temelden karşı çıkıyor yahut onu peşinen kabul ediyor. Hatta televizyondaki tartışmalar üzerine Halil İnalcık bile “bizde ciddi yazıları okuma geleneği kalmamış” itirafında bulunuyor. Ve bu eleştiriyi sıradan tarih okuru/yazarı için değil, meslektaşlarını da hesaba katarak dile getiriyor.

Mostar’ın bu ayki dosyasının odağında bu kaygılar var. Dosyadaki yazılar güncel tartışmaların ayrıntılarında dolaşmak yerine meseleye daha kuşatıcı bir çerçeveden bakıyorlar. Özellikle H. Nejdet Ertuğ’un yazısı meseleyi daha derin bir yerden okuma imkânı vermesi bakımından önemli. Ertuğ, yazısında “popüler tarih” eleştirisinin ölçülerini vermeyi de ihmal etmiyor: “Popüler tarih eleştirisi tarihsel seçkilere nasıl değer yüklendiği, seçkileri belirleyici unsurun ne olduğu, bütüncül bir yaklaşım sergileniyor görünüyorsa hangi değer altında ele alındığı gibi hususların sorgulanmasını içermelidir”. Alper Çeker, güncel tarihle olan son dönemdeki ilişkimizi, yazarın deyimiyle “pop tarih çağı”nı özetliyor. Medyadaki tarih tartışmalarının üzerinde duran Naci Bostancı ise tarihin bu tarz sunumunu spekülatif, güncel siyasetle akraba, her şeyin eğlenceye dönüştürüldüğü bir yayıncılığın anlamlı bir eklentisi olarak görüyor. Halil İnalcık ve Mete Tunçay’ın görüşlerinin yanında bu ay Y. Hakan Erdem’le yapılan söyleşi de dosyaya önemli bir zenginlik katıyor.

Ömer Çaha ve Mazhar Bağlı bu ay “Gündem”de Türkiye’deki muhalefet sorununu masaya yatırıyorlar. Çaha konuya siyasi partiler bağlamında yaklaşıyor ve muhalefetin, olgun demokrasilerin muhalefetinden beklenen “yapıcı” ve “alternatif” programlar geliştirici bir tavır içinde olmadığını belirtiyor. Bağlı’nın tespiti ise dikkat çekici: “Türkiye’de hiçbir siyasi partiye bağlı olmaksızın çok uzun bir süre esas itibarı ile devlet ve onun seçkinleri ile devletin kamu otoritesini kullanan tüm kurum ve kuruluşlar iktidar, halk ise hep muhalefet oldu”.

Önümüzdeki sayıda görüşmek dileğiyle…