- Bâkıllânî'nin Bizans yolculuğu

Adsense kodları


Bâkıllânî'nin Bizans yolculuğu

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 12 August 2012, 05:06 pm GMT +0200
Bâkıllânî'nin Bizans yolculuğu

Hidayet IŞIK • 87. Sayı / TARİH


Yıl 371/981; Hicrî 4., Milâdî 10. yüzyıl. Devir Şiî Büveyhî hanedanının Sünnî Abbasî hilafetine hâkim olduğu yıllar. Bağdat’tan Bizans İstanbulu’na doğru devrin büyük Kelam bilgini Kâdî Ebu Bekir Muhammed b. et-Tayyib el-Bâkıllânî başkanlığında bir askerî kafile ağır ağır yol alıyor. Bâkıllânî’yi Bizans’a diplomatik elçi olarak gönderen Büveyhî hükümdarı Emir Adududdevle’dir. Bâkıllânî Adududdevle’yi, Büveyhî emirliğini ve dolayısıyla Abbasi hilafetini temsilen Bizans’a doğru yola revan oluyor. Bâkıllânî, Bizans yolculuğunun ardından yolculuğu ve buradaki tartışmalarından bahseden el-Mesâilu’l-Konstantıniyye adlı bir eser kaleme aldı. Ancak ne yazık ki bu eser günümüze ulaşamadı. Bununla birlikte bazı tabakat kitaplarında ve biyografik eserlerde bu yolculuktan ve Bizans’taki Hıristiyan piskoposlarıyla yaptığı tartışmalarından bahseden bölümler var. Biz, “Bâkıllânî’nin Bizans’taki Dînî Tartışmaları (el-Mesâilu’l-Konstantıniyye)” (Konya 2010) adlı kitabımızda bütün bu bölümleri bir araya getirerek eseri bir anlamda yeniden inşa etmeye çalıştık. Bunun yanında Bâkıllânî’nin Bizans’ta İmparator, Patrik ve piskoposlarla İslam ve Hıristiyanlık üzerindeki tartışmalarında geçen meseleleri mevcut kaynaklarda geçtiği şekilde irdelemeye ve tahlil ettik. Bu yüzden konu ile ilgili geniş bilgiyi ilgili kitabımıza havale ediyoruz. Burada, bu kitabımızdan hareketle Bâkıllânî’nin Bizans yolculuğunu aktarmaya çalışacağız.

4./10. yy.ın müceddidi bir büyük bilgin: Bâkıllânî
330 (338) / 941 (950)’de doğan Bâkıllânî, ilköğrenimini Basra’da tamamladıktan sonra Bağdat’a giderek temel İslamî ilimleri tahsil eder, peşinden yine Basra’ya döner. Bundan sonra Büveyhî hükümdarı Adududdevle’nin daveti üzerine Ehl-i Sünnet’in temsilcisi olarak Şiraz’a gelir. Adududdevle’nin huzurunda Mutezilî ve Şiî âlimlerle Allah’ın görülmesi, kulların fiilleri, güç yetirilemeyen şeylerin teklifi ve kadının İslam dinindeki yeri gibi kelâmî ve fıkhî konulardaki münazaralarında galip gelerek her seferinde üstünlüğünü kabul ettirir. Adududdevle, Bâkıllânî’nin ilimdeki derinliğini görünce kendisi Şiî olmasına rağmen, Ehl-i Sünnet yolunu öğretmesi için oğlu Samsâmuddevle’yi Bâkıllânî’ ye teslim eder. Bâkıllânî de bunun üzerine ona ithafen et-Temhîd adlı eserini yazar. 4./10. yy.ın müceddidi kabul edilen Bâkıllânî, çok verimli bir ömür geçirdikten sonra 403/1013 yılında Bağdat’ta vefat eder. Hanbelî mezhebinin kurucusu Ahmed b. Hanbel’in yanına defnedilir. 50 küsur civarındaki eserinin maalesef hepsi günümüze ulaşamamış. Et-Temhîd, İ’câzu’l-Kur’ân, el-İntisâr, et-Takrîb ve’l-İrşâd, Menâkıbu Eimmeti’l-Erbaa, el-İnsâf, Kitâbu’l-Beyân adlı eserleri günümüze ulaşan eserleri.

İmparator’un huzurunda ve protokol yemeğinde

Bâkıllânî böylelikle Abbasi elçisi olarak Bizans’a doğru yola çıkar. Bâkıllânî’nin Bizans’a gittiği sırada İmparator tahtında II. Basilius oturmaktadır. Elçiliğinin sebebi, Bağdat’la Bizans arasındaki kötü ilişkiler, özellikle de İmparator’a karşı ayaklanan Bizanslı General Bardas Skleros’dur. Zira II. Basilius tahta çıkınca General Skleros onu tanımayarak kendisinin imparator olduğunu ilan eder. Ancak taht kavgasındaki savaşı kaybedince kaçarak Abbasilere sığınır. Adududdevle de İmparatorla, Bizans’ın savaşlarda Müslüman ülkelerden aldığı esirler karşılığında Skleros’un iadesini görüşmek üzere Bâkıllânî’yi Bizans’a gönderir. Bâkıllânî İstanbul’a vardığında resmi törenle İmparator’un huzuruna çıkacaktır. Ancak burada Bâkıllânî açısından büyük bir problem vardır. Çünkü Bizans devlet protokolüne göre İmparator’un huzuruna baş açık ve yalın ayak girilmesi gereklidir. Bu ise Bâkıllânî’nin, İmparator’un önünde sarığını ve ayakkabılarını çıkarması anlamına gelmektedir. Dahası, özellikle Roma İmparatoru Adrianus’tan itibaren imparatorlar tanrı kabul edildikleri için huzurlarına çıkıldığı zaman kendilerine secde edilmektedir. Bunun ifadesi olarak da yer öpülmektedir. Bilginimiz, bir Müslüman âlim olarak İslam dininin öngördüğünden başka bir şekilde huzura çıkmasının mümkün olmadığını İmparator’a iletir. Eğer bu mümkün olmazsa getirdiği mektup okunduktan ve cevabını aldıktan sonra ülkesine geri dönmek ister. Bunun üzerine İmparator kendisine huzuruna istediği gibi çıkma izni verir.

İmparator, bu noktada çok ince bir plan düşünür. Bununla, bu şekilde huzuruna girme izni alan Bâkıllânî’nin kendi huzurunda eğilmesini temin etmek ister. Buna göre, huzuruna ancak bir kişinin eğilerek girebileceği küçük ve alçak bir kapı yaptırır. Tahtını da kapının hemen arkasına koydurur. Bâkıllânî’nin buradan huzuruna girmesini emreder. Ancak Bâkıllânî kapıya yaklaşınca hazırlanan hileyi hemen anlar. Sırtını dönüp arka arka yürüyerek kapıdan içeri girer. İmparator’un önüne gelince başını kaldırarak sırtını düzeltir ve yüzünü İmparator’a çevirir. İmparator, bu şekilde hazırlanan diplomatik tuzağı ince zekâsıyla aşan Bâkıllânî’ye hayran olur. İçinde ona karşı bir haşyet duygusu uyanır. Böylelikle bilginimizin devlet erkânı yanındaki konumu ve itibarı yükselir. Böylece, Bâkıllânî İmparator’un huzuruna, önünde eğilmeden, sarığı ve ayakkabılarıyla girer. Kendisi için hazırlanan koltuğa oturur ve Adududdevle’nin mektubunu verir. Mektupta Adududdevle, İmparator’a, “Sana saygı ve hürmet ifadesi olarak yeryüzü halkının konuşan dilini gönderdim” diye yazmaktadır. Bunun üzerine aralarında şu konuşma geçer:

- Hükümdarınız ne demek istiyor? Bunun anlamı nedir?

- Ben, âlemin yaratılması, yaratıcısının varlığı ve birliği, yaratıcı için vacip, müstahil ve caiz olan sıfatlar hakkında konuşan bir Müslüman âlimim. Yine Berâhime, Maniheizm, Mecûsîlik, Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi İslam dışı dinleri ve İslam dinindeki yetmiş iki fırkayı reddeden bir bilginim. Üstelik iddialarımı apaçık delillerle ispatlayabilirim. Her hâlde bundan dolayı hükümdarımız bu şekilde yazmıştır.

Bundan sonra Bâkıllânî, İmparator’un huzurundan çıkar. Ancak işler bununla da bitmez. Sarığı ve ayakkabılarıyla İmparator’un huzuruna giren bilginimizin protokol yemeğine katılması da gereklidir. Bilginimiz bu sefer de yemeğe katılmak için sofrada hınzır etinin bulunmamasını şart koşar. Bu isteği de kabul edilerek yemeğe katılır. Ancak sofrada hoşlanmadığı bir şey görmemesine rağmen yine de yemekten hiçbir şey yemez.

İslam ve Hıristiyanlık üzerine tartışmalar

Bâkıllânî, İmparator’la bu şekilde görüşüp protokol işlemleri tamamlandıktan sonra görüşmelere geçilir. İşte bu görüşmelerde İmparator, Patrik ve piskoposlarla İslam ve Hıristiyanlıkla ilgili çeşitli konular üzerinde tartışır. Bunlardan iki tanesi İslamiyet, üç tanesi Hıristiyanlık’la ilgilidir. Bu konular şunlardır: Hz. Muhammed’in (s.a.v) ayı ikiye ayırması mucizesi; ruhbanlık ve rahiplerin evlenmemesi; Hz. İsa’nın (a.s) Allah’ın ruhu, kelimesi, kulu, peygamberi olması ve çeşitli mucizeleri; Hz. İsa’nın (a.s) inkarnasyonu meselesi, aslî suç, kefaret ve çarmıh; Hz. Ayşe’ye (r.anha) atılan iftira. Bâkıllânî bu tartışmaların hepsinde onlara galebe çalar.

Bâkıllânî’nin İmparator’un huzurundaki tartışmalarının arasında ilginç bir olay geçer. İmparator bir çeşit flüte benzeyen müzik aletini onun aklını karıştırmak için getirtir. Bâkıllânî onun tesiriyle İmparator’un huzurunda yanlış bir hareket yapmaktan, böylelikle kendi konumuna bir zarar gelmesinden korkar. Bu sırada ayağı yaralanır. Ayağından kan akmasına rağmen hiç aldırmaz. Eğlenmek yerine acıyla uğraşır. Bu durumda bile kendisinde ne bir hafif meşreplik ve ne de bir ciddiyetsizlik görülür.

İmparator buna çok şaşırır ve durumu araştırınca onun, eğlenmesine engel olacak şekilde yaralı olduğunu görür. Onun üstün himmetli, gayretli ve kararlı birisi olduğundan bir kez daha emin olur. Çünkü bu aleti dinleyenin coşup eğlenmemesine ve birtakım taşkınlıklar yapmamasına neredeyse imkân yoktur. Dolayısıyla İmparator’un beklentisi de Bâkıllânî’nin Müslüman bir bilgine yakışmayacak şekilde istenmeyen hafif davranışlarda bulunmasıdır. Ancak o, Müslüman bir bilgine yakışan vakarını ve heybetini muhafaza eder. Böyle bir duruma düşmekten kendisini korur.

Bizans’tan dönüş

İmparator Bâkıllânî’yi hiçbir şekilde mağlup edemeyeceğini ve küçük düşüremeyeceğini anlayınca Patrik’e döner ve aralarında şöyle konuşurlar:

- Bu Şeytan’ın işi hakkında ne düşünüyorsun?

- Bu adamın ihtiyacını gör, sahibine (Adududdevle’ye) iltifat et, mümkün olursa bugün onu ülkenden çıkart. Yoksa Hıristiyanlık adına kendisinden emin değilim.

İmparator denileni yapar. Adududdevle’ye güzel bir cevap yazar. Değerli hediyelerle birlikte Bâkıllânî’yi aceleyle gönderir. Yanına çeşitli kitaplar ve serbest bıraktığı birçok Müslüman esir verir. Sınıra kadar kendisini korumak için de yanında bir müfreze asker görevlendirir.
Kaynaklarda, Bâkıllânî’nin elçi olarak İmparator’a getirdiği mektubun cevabının mahiyetine dair herhangi bir bilgi yoktur. Ancak her iki din mensupları ve her iki ülke arasında iyi ilişkilerin tesis edildiğini, Müslüman esirlerin kurtarıldığını, böylelikle bilginimizin kendisine verilen elçilik görevini en iyi şekilde yerine getirdiğini söylememiz gereklidir. Bâkıllânî, Bizans dönüşü Adududdevle ile birlikte Bağdat’a giderek hayatını orada sürdürür. 403/1013 yılında orada dünyaya gözlerini yumar. Ahmed b. Hanbel’in (r.a) yanına defnedilir. Kendisinden sonra, Bizans’ta yaşadıkları, İmparator, Patrik ve piskoposlarla yaptığı tartışmaları, vakar ve heybeti tarihe geçen ibretli birer hatıra olarak kalır. Hiç şüphe yoktur ki Bâkıllânî’nin hem Bizans’taki dînî tartışmalarında ve hem de Müslüman bir ilim adamı olarak onurlu-vakarlı tavırlarında ve ilmî ağırlığında günümüze yönelik önemli mesajlar bulunmaktadır.