- Bâkıllânî’nin ilmî tartışmaları

Adsense kodları


Bâkıllânî’nin ilmî tartışmaları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 15 August 2012, 02:52 pm GMT +0200
[Bizans sarayında bir Müslüman âlim] Bâkıllânî’nin ilmî tartışmaları
Hidayet IŞIK • 88. Sayı / TARİH


Büveyhî hükümdarı Emir Adududdevle’nin elçisi olarak Konstantıniyye’ye gelen Müslüman alim Bâkıllânî, Bizans Sarayı’nda İmparator, Patrik ve piskoposlarla İslam ve Hıristiyanlıkla ilgili çeşitli konular üzerine tartıştı.

İlk tartışma konusu, İslamiyet’le ilgili olarak “Şakk-ı Kamer” denilen Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından ayın ikiye ayrılması mucizesiydi. İmparator ayın yarılması olayı ile alay etmek istedi ve Bâkıllânî ile arasında şu konuşmalar geçti:

- Sizinle ay arasında bir anlaşma veya bilgilendirme mi var? Rumlar ve diğer insanlar ayın yarılmasını görmedikleri halde yalnızca Müslüman Araplar bunu nasıl gördüler?
- Sizinle, gökten inen sofra (maide) arasında bir anlaşma ve bilgilendirme mi var? Buna cevabınız ne ise benim de ayın yarılmasına cevabım odur.

İmparator bunun üzerine Bâkıllânî ile tartışması için astronomi bilgisi olan bir piskopos çağırdı. Bâkıllânî ona önce şu soruyu sordu:

- Yeryüzünün küre şeklinde olduğunu kabul ediyor musun?
- Evet.
- Peki, ay tutulması yeryüzü halkının tamamı tarafından mı yoksa ayın bulunduğu hizada bulunanlar tarafından mı görülür?
- Onu ancak ayın bulunduğu hizada olanlar görebilir.
- Ay tutulmasının yalnızca ayın bulunduğu hizada olanlar tarafından görülebildiğini kabul ettiğiniz halde, ayın yarılmasının da yalnızca aynı hizada bulunanlar ve bunu gözlemlemek için toplananlar tarafından görülebileceğini niye inkâr ediyorsunuz? 
- ! ? ! . . .
- Siz de biliyorsunuz ki, ay tutulmasının bir yerde görünüp başka bir yerde görünmemesi gibi ayın yarılması da bir bölgede görülüp başka bir bölgede görülemez. Bu durumda bunu o bölgede bulunan Müslüman Arapların görüp dünyanın diğer yerlerindeki insanların görmemesi son derece doğaldır.
- Bu doğru, ancak bu tür işlerde olması gereken, haberin bir kişinin rivayet ettiği (âhâd) ile değil de tevâtürle naklolunmasıdır, ta ki onunla bize ve diğerlerine zaruri bir ilim hâsıl olsun. Bunun olmaması haberin uydurma olduğuna delalet eder.

İmparator burada Bâkıllânî’nin cevap veremeyeceğini umarak araya girmiş ve Bâkıllânî’ye,

“Cevap?” diye sormuştu. Bâkıllânî’nin cevabı ise şu oldu:
- Ayın yarılmasında Müslümanlara gereken şey, sofranın indirilmesinde Hıristiyanlara da gerekir.
Piskopos da onun bu sözlerini tasdik edince orada bulunanların tepkisi:
- Biz seni onu tereddüde düşürmen için çağırdık, bizi tereddüde düşürmesinde ona yardım etmen için değil.
şeklinde oldu. Piskoposun buna cevabı ise çok insaflıydı:
- İnsanın hakka/doğruya yardım etmesi gerekir.

Bâkıllânî burada Kur’an’ın Mâide suresinin 112-115. ayetlerinde geçen bir olaya işaret etmişti. Mâide suresinde belirtildiği şekilde Havariler Hz. İsa’dan kalplerinin mutmain olması için Allah’ın kendilerine gökten bir sofra (mâide) indirmesini istediler. Yüce Allah onların bu isteklerini yerine getirdi. Bu olayın bugünkü İncillerdeki (Matta 15:29-39; Markos 8:1-10) karşılığının Hz. İsa’nın beş ekmek ve iki balıkla beş bin kişiyi doyurması olduğunu söylemek mümkün. İlk tartışma konusu olan “Şakk-ı Kamer” (ayın ikiye yarılması) mucizesinden Kur’an’da “Kıyamet saati yaklaştı ve ay ikiye ayrıldı” (Kamer 54/1) ayetiyle söz ediliyor. Bu olay temel Hadis literatüründe (Buhari, Müslim, Tirmizî) de yer alıyor.

Ruhbanlık
Ruhbanlık ve rahiplerin evlenmemesi ikinci tartışma konusuydu. Bâkıllânî, İmparator’un yanına girince yanında Patriği ve piskoposları gördü, Patriği güzelce selamlayarak alaycı bir tavırla şöyle sordu:

- Çoluk çocuk nasıl?

Bu söz Patriğe ve yanındakilere çok ağır geldi. Bâkıllânî’den yüz çevirdiler ve suratlarını astılar. Hatta İmparator buna hayret ederek aralarında şu konuşma geçti:

- Hükümdarınız bana yazdığı mektupta, senin ilimdeki yüksek seviyeni belirtmek için “Sana yeryüzü halkının konuşan dilini gönderdim” demişti. Sen bizim Patrik ve piskoposları evlenmekten, çocuktan ve aileden tenzih ettiğimizi bilmiyor musun?

Bu cevap üzerine Bâkıllânî’ye karşılık veremediler ve inkisara uğradılar. Bâkıllânî bununla ruhban sınıfının evlilik karşısındaki tavrına işaret etmişti. Katoliklere göre ruhban sınıfının evlenmesi yasak. Ruhban sınıfı dışında olanlar evlenebilir, ancak evlendikten sonra boşanmaları yasak. Ortodokslarda ise evlenmeleri yasak olanlar Patrik, metropolit ve piskopos gibi üst kademedeki din adamları ile keşişler. Alt kademedeki papazların evlenmeleri serbest iken ikinci bir evlilik yapamazlar. Aksi halde görevlerini kaybederler. Evlenenler kilise hiyerarşisinde yükselemezler. Boşanmaya bazı şartlara bağlı olarak izin verilir. Protestanlarda ruhban sınıfı olmadığı için böyle bir problem zaten yok. Bizans Kilisesi Ortodoks olduğu için Patriğin evli olması söz konusu değil. Bâkıllânî bunu çok iyi bildiği için Patriğe böyle bir soru yöneltmişti. Kur’an ruhbanlığın çıkış noktasına işaret ederek Hıristiyanlığın aslında bulunmayan bu uygulamanın Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla sonradan ortaya çıkarıldığını söylüyor. Ancak gereğini yerine getiremediklerinden dolayı tenkit ediyor: “Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu, biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar.” (Hadid 57/ 27).

İsa Mesih
Bâkıllânî’nin Bizans sarayındaki üçüncü tartışma konusu da İsa Mesih hakkındaydı. İsa Mesih üzerine İmparator ile Bâkıllânî arasında şu konuşma geçti:

- Mesih hakkında ne düşünüyorsun?
- Mesih Allah’ın ruhu, kelimesi, kulu ve peygamberidir. Allah’ın yanında Mesih’in durumu Âdem’in durumu gibidir. Allah O’nu topraktan yaratmış, sonra ona ol demiş, O da olmuştur.
- Mesih’in Allah’ın oğlu olduğuna inanmıyor musunuz?
- Allah korusun. ‘Allah çocuk edinmemiştir, onunla beraber hiçbir ilah yoktur’ (Mü’minûn, 23/91). Mesih’i Allah’ın oğlu yaparsanız babası, kardeşi, dedesi, amcası, dayısı kimdir?
- İsa’nın ölüleri dirilttiğini, alaca ve körleri iyileştirdiğini, bunları ancak bir tanrının yapabileceğini, kulun yapmasının imkânsız olduğunu bilmiyor musunuz?
- Bunları yapan asla Mesih’in kendisi değildir. Çünkü peygamber de olsa bir kulun buna gücü yetmez. Aklı başında olan hiç kimse peygamberlerin mucizelerini kendilerinin yaptığını söyleyemez. Mucizeleri ancak peygamberleri tasdik ettirmek için Allah yapmaktadır. Dolayısıyla bunların hepsi Allah’ın fiilleridir.
- İslam peygamberinin soyundan ve Müslümanların meşhurlarından bir topluluk ziyaretime geldiler ve Mesih’in mucizelerinin Kur’an’da da geçtiğini söylediler.
- Doğrudur. Ancak Kur’an’a göre bunların hepsi Allah’ın izni ve kudretiyle olmuştur. Nitekim Kur’an’da şöyle geçer: “Allah demişti ki; ‘Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Hani seni Kutsal Ruh ile desteklemiştim. Beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı, Tevrat’ı, İncil’i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan kuş yapıyor, içine üflüyordun, benim iznimle kuş oluyordu. Anadan doğma kör ve alacalıyı benim iznimle iyileştiriyordun. Benim iznimle ölüleri (diriltip kabirlerinden) çıkarıyordun’.” (Maide 5/110). Bütün bunların hepsi tek olan ve ortağı bulunmayan Allah’ın fiilidir. Mesih’in kendi fiilleri değildir. Eğer Mesih kendi zatı ile ölüleri diriltmiş, kör ve alacalıyı iyileştirmiş olsaydı, Musa’nın asayı yılana çevirmesinin, denizi yarmasının ve elini beyazlaştırmasının da kendi zatı ile olduğunu söylememiz gerekirdi. Peygamberlerin mucizeleri Allah’ın iradesi olmaksızın onların kendi zatından değildir, onların fiili de değildir. Onların fiillerinin kendilerine isnad edilmesi caiz olmayınca Mesih’in mucizelerinin de O’na isnad edilmesi caiz değildir.

Bâkıllânî’nin bu sözleri üzerine İmparator ve yanında bulunanlar buna karşılık veremediler.

Yine İsa Mesih
Bundan sonraki dördüncü tartışma da yine Mesih’le ve onun insan şeklinde bedenleşmesi. Yani inkarnasyonu ile ilgili. Bâkıllânî ile piskoposlardan birisi arasında şu konuşma geçti:

- Lâhût nâsût ile niçin birleşmiştir? Yani Tanrı bedenleşerek Hz. İsa’da insan şeklinde kendisini göstermeye niye ihtiyaç duymuştur?
- Hıristiyanlık’ta çarmıh ve kefaret doktrini bulunmaktadır. Bu doktrine göre İsa’nın, insanlığı, Hz. Adem’in Cennet’te işlediği yasak meyveyi yemesinden dolayı kalıtımsal olarak bütün insanlara geçen “Aslî Suç”tan kurtarması gerekliydi. Bu yüzden insanları helaktan kurtarmak için Lahut nasut ile birleşerek Tanrı İsa’da kendisini göstermiştir.
- Mesih, öldürüleceğini ve çarmıha gerileceğini biliyor muydu? Eğer bilmiyor idiyse Tanrı ve Tanrı’nın oğlu olması mümkün değildir. Eğer biliyor idiyse hikmet, bu şekilde olduğuna dair söylediğiniz sözler sebebiyle sizleri haddinizi aşmaktan men eder.

Bâkıllânî böylelikle söz konusu tartışmadaki bu sözleriyle çarmıh, kefaret, asli suç ve inkarnasyon doktrinini akıl ve hikmet açısından yanlış gördüğünü ifade etti. Gerçekte bu konuların hepsi birbirine bağlı problemler. Zira Hıristiyan inancına göre Hz. Âdem ve Hz. Havva yasak meyveyi yedikten sonra bu “Asli Suç”, kalıtım yoluyla bütün insanlığa geçmişti. İşte Hz. İsa bu “Asli Günah”tan insanlığı kurtarmak için tanrısal “Kelam/Logos” olarak insan şeklinde bedenleşerek “enkarne” olmuş ve bu aslî suça “Kefaret” olarak “Çarmıh”ta kendisini feda etmişti. Hulul/inkarnasyon ve buna bağlı olarak ittihad, İslam inancında küfür olarak kabul ediliyor. Kur’an, “‘Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesîh'dir’ diyenler andolsun kâfir olmuşlardır” (Maide 5/17) ayetiyle Hz. İsa’nın inkarnasyonu inancını açık bir şekilde reddediyor. Aynı şekilde “Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez” (En’am 6/164) ayetiyle “Asli Suç” doktrinini,“O’nu öldür(e)mediler, çarmıha da ger(e)mediler, ancak (durum/olay/kişi) kendilerine benzer gösterildi” (Nisa 4/157) ayetiyle de Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği inancını reddediyor.

Hz. Ayşe’ye Atılan İftira
Bâkıllânî’nin Bizans Sarayı’nda İmparator ve piskoposlarla yaptığı son tartışma “İfk olayı”nda Hz. Ayşe’ye atılan iftira hakkındaydı. İmparator Bâkıllânî’yi zor durumda bırakmak için ondan, Hz. Ayşe ile ilgili bu olaydan söz etmesini isteyince aralarında şu konuşma geçti:

- Peygamberinizin eşi hakkında söylenenlere ne dersin?
- Onlar bir meselede kötü olarak anılan Meryem ve Ayşe adlı iki kadındır. Ancak o kadar temiz ve o kadar yüce insanlardır ki bizzat Yüce Allah indirdiği ayetlerle onların her ikisini de temize çıkarmıştır. Ayşe’nin kocası olup çocuğu yoktur. Oysa Meryem’in çocuğu olup kocası yoktur. Dolayısıyla Ayşe temize çıkmakta Meryem’den daha önceliklidir. Eğer insan zihnine bu hususta bir kuşku gelecek olursa Ayşe’nin Meryem’e nispetle daha suçsuz olması gerekir. Buna karşılık her ikisi de tertemizdir ve kendileri hakkında söylenenlerden uzaktır. Çünkü semadan gelen Allah’ın vahyi ile temize çıkmışlardır.

Bâkıllânî’nin bu cevabı üzerine İmparator ve piskoposlar susmak zorunda kaldılar ve herhangi bir cevap veremediler. Siyer ve İslam Tarihi kaynakları ile birlikte Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesâî gibi Hadis kaynakları İfk olayına geniş yer ayırıyorlar. Adı geçen kaynaklardaki bilgilere göre Hz. Ayşe, Hz. Peygamberle birlikte Beni Mustalik gazvesine katılır. Ordunun geri dönüşte Medine yakınlarında konakladığı gece ihtiyacı için bulunduğu yerden ayrılır. Dönüşte gerdanlığını kaybettiğini fark eder. İhtiyaç için gittiği yerde düşürdüğünü düşünerek aramak amacıyla geri döner. Döndüğünde ordunun gittiğini fark eder. Olay tesettür ayetinden sonra olmuştur. Bu yüzden Hz. Ayşe’nin bulunduğu mahfilin etrafı kapalıdır ve Hz. Ayşe de kilolu ve ağır olmadığı için deveye yüklenirken nöbetçiler kendisinin yokluğunu fark etmezler. Her gazvede unutulan eşyaları toplaması ve ordunun arkasından gelmesi için bir nöbetçi gönderen Hz. Peygamber bu sefer Safvan b. Muattal’ı gönderir. Hz. Ayşe’yi uyur bulan Safvan uyandırır, devesine bindirir ve sabah olduğunda orduya yetiştirir. Bu olay münafıklara beklemedikleri bir fırsat verir. Hemen harekete geçip Hz. Ayşe ve Safvan’a iftira kampanyası başlatırlar. Ancak daha sonra Hz. Peygamber’e nazil olan ayetle Yüce Allah Hz. Ayşe’nin masum olduğunu bildirir: “(Peygamber'in eşine) bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin içinizden bir guruptur… Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsn-i zanda bulunup da, ‘Bu, apaçık bir iftiradır’, demeleri gerekmez miydi? Onların (iftiracıların) da bu konuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Mademki şahitler getiremediler, öyle ise onlar Allah nezdinde yalancıların ta kendileridirler… Onu duyduğunuzda, ‘Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz, hâşâ, bu, çok büyük bir iftiradır’ demeli değil miydiniz?”. (Nur 24/ 11- 17). Aynı şekilde Yüce Allah, Hz. Meryem’in Hz. İsa’yı babasız doğurması sebebiyle Yahudilerin kendisini suçlamaları üzerine de Hz. Meryem’in masum olduğunu bildirir:  “Nihayet onu (İsa’yı) (kucağında) taşıyarak kavmine getirdi. Dediler ki: ‘Ey Meryem, hakikaten sen iğrenç bir şey yaptın. Ey Harun'un kız kardeşi, senin baban kötü bir insan değildi, annen de iffetsiz değildi’. Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi. ‘Biz’, dediler, ‘beşikteki bir çocuk ile nasıl konuşuruz?’.  Çocuk (dile gelerek) şöyle dedi: ‘Ben, Allah'ın kuluyum, O bana Kitab'ı verdi ve beni peygamber yaptı, nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti, beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı, doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün esenlik banadır’” (Meryem 19/ 27- 33). 

Bâkıllânî’nin Bizans sarayında İmparator, Patrik ve piskoposlarla İslam ve Hıristiyanlık üzerine yaptığı tartışmalardan günümüze ulaşanlar bunlardır.